Bu, seçimden önceki son yazım.
Üçüncü bir AK Parti iktidarı kesin gibi gözüküyor. Bu "üçüncü iktidar" dönemine ilişkin, içeride-dışarıda geliştirilen en net itiraz, "sivil otokrasi"ye gidileceği yönünde. Bunun için dışarıdan, The Economist, New York Times, Financial Times ve son olarak The Independant, Türkiyeli seçmene, muhalefeti güçlendirme çağrıları yapıyorlar.
Bu çağrıların belirli odakların Türkiye değerlendirmesinin yansıması olduğu kuşkusuz.
Bunlar seçmen üzerinde etkili olur, muhalefete destek artar mı?
Hiç sanmıyorum. Hatta bu çağrılar tam tersine, tıpkı Kenan Evren'in Turgut Sunalp'a destek çağrısı gibi ters teper ve Erdoğan'ı güçlendirir.
Onun için Erdoğan, düşmanlarının bile katkısı ile seçimden güçlenerek çıkar.
Bu gücün, milletvekili boyutu ne olur?
Karşıtların korkusu, 367 sayısının üstüne çıkıp, Anayasa'yı tek başına değiştirme imkânına kavuşması.
Başbakan son açıklamalarında "367'yi bulursak, anayasa değişikliğini halkoyuna sunmamız gerekmez" diyerek, korku odaklarına "Bak gördünüz mü" deme fırsatı verdi. Başbakan 367'den sonra halkoyuna gitmeyi, "Bundan kendimize güvenmiyoruz sonucu çıkar" diye gerekçelendirdi.
Bu mantık yanlış değil. Meclis'ten, diyelim tüm partilerin uzlaşması, yani 550 milletvekilinin oyuyla geçen bir Anayasa'yı da halkoyuna sunmak gerekir mi, tabii ki gerekmez.
Ama öyle bir anayasayı bile halkoyuna sunsanız, bir şey kaybedilir mi, bence kaybedilmez. Hatta anayasanın meşruiyeti açısından çift dikiş olur.
Ben, formel meşruiyet kıstaslarına rağmen, Başbakan'ın, tüm bu sivil otokrasi iddialarını dikkate alarak, en azından Mimar Sinan'ın "minareyi düzeltmesi" gibi psikolojik anlamda bazı şeylere dikkat etmesi gerektiğini düşünüyorum.
Bunun için, AK Parti'nin olay olan şarkısının çok net bir ipucu verdiği söylenebilir.
Aslında şarkı, parti propagandasını aşan bir olay ya da toplumdaki tüm renkleri kucaklayan bir siyasetin yansıması.
Ben, bu güfte ve besteyi, bir siyasi partiye getirisi yönünden ele alıyor değilim.
Ben, bu güfte ve bestenin toplumda oluşturduğu karşılığın çok önemli olduğunu belirtmek istiyorum.
Bu güfte ve bestede, has bahçe gibi bir yurtta, aynı bağın gülü olmanın altı çiziliyor.
Bir Allah'ın kulu olmanın altı çiziliyor.
Aynı sazın teli, aynı dağın yeli, aynı sudan içmiş olmanın...
Şarkılarda, türkülerde buluşmanın.
Aynı duaya amin demenin...
Davul sesiyle coşan yüreklere sahip olmanın...
Miting meydanlarında siyasi parti sözcüleri birbirine demediğini bırakmıyor.
İnsanların oyları, kin, öfke, nefret üzerinden etkilenmek isteniyor.
Yürekleri "öteki"ne öfke duyar hale getir, oyu kap, stratejisi egemen.
Hiç iyiliği yok mu ötekinin?
Ötekine bir tanecik bile iyilik izafe edince, insanların zihnindeki konsantrasyonun bozulacağı farz ediliyor.
Reklam stratejileri, kin üreterek kamplaşma esasına göre işliyor.
Onları ne kadar benimsiyoruz bilmem. Onlar gerçekten de seçmen davranışlarını etkilemede biricik yol mudur, bilmem.
Ama "Aynı bağın gülüyüz" sözlerine eşlik eden melodiyi dinlediğimde, benim içimde çok insani duygular filizleniyor.
Keşke AK Parti, bütün seçim stratejisini, bu beste ve güfteye yansıyan duygu ve düşünce zeminine oturtsaydı.
Keşke ısrarla bunu yapsaydı ve diğer partileri, buna zorlasaydı.
Bir iktidar partisinden beklenen de gerçekte budur.
Hele, Kürt sorunu vs. gibi yoğun sancı potansiyelleri taşıyan bir ülkede yaşarken ve bunları aşabilme çabası gösterirken...
Ben şahsen, seçim günü akşamı, sonuçlar açıklandığında çok vurgulu biçimde kürsüye bu mesajın taşınmasını temenni ederim.
Türkiye'nin bu gönül sesine çok ama çok büyük ihtiyacı var. Ve aslında Tayyip Erdoğan, bana göre tam bunun insanı.
Ustalık dönemi deniyor ya... Bunu, toplumun her rengi ile bir noktada buluşan bir "halk lideri" hüviyetiyle sağlamak... Üçüncü dönemin sınavı bu.
Yorum: Aynı Dağın Dikeniyiz
Günümüzde şarkı sözü cinsinden romantik temennilerle siyaset yapılmıyor. Yapılması da mümkün değil. Çünkü bugünkü siyaset çatışmayla besleniyor. Çatışmayla beslenmesi tarafların kendilerine güvenmemesi ve memleket yararına yapılması gerekenleri göz ardı etmek zorunda kalmalarından ileri geliyor.
Başbakan da gayet iyi biliyor yapması gerekenleri… Ama yaparsa orada kalamayacağını da biliyor. Bundan ötürü kendine Kılıçdaroğlu’nu hedef seçiyor ve futbol kulübü başkanı gibi ağız dalaşına giriyor. Yapacak başka bir şeyi yok. Çünkü ülke inşaat ve yol yapmakla idare edilmez. Türkiye’nin temel sorunları (işsizlik, dış borç, yargı, medya) dağ gibi duruyor. Bu sorunlara elini atacak olursa başına gelecek bellidir. Bu korku ondaki özgüveni bitiriyor ve kendine adeta bir eğlence bulup onunla oyalanıyor. Aynı zamanda son derece agresif davranıyor. Böyle davranması yapması gerekenlerle yapmak zorunda kaldıkları arasındaki çelişkinin sonucudur.
Şimdi siz inanıyor musunuz ki Başbakan gerçekten ustalık dönemini icra edecek. Keşke öyle olsa… Keşke ben de buna inanabilsem… Eminim hayattan daha çok zevk alırdım.
Başbakan Erdoğan, Erbakan Hoca gibi cesur davranamadığı için şuan iktidardadır. Korkakça davrandığı için de agresiftir. Agresif insan “Aynı bağın gülüyüz” diyemez. Dese dese “Aynı dağın dikeniyiz” der.