Kasetli siyaset
1122 Okunma, 6 Yorum
Mahir Kaynak - Star
Süleyman Karagülle

 

15 Mayıs 2011 Pazar

 

İnsanların en önemli ihtiyacı ve talebi güvenliktir. Bugün ön plana çıkmış görünen refah talebi güvensizlik söz konusu olduğunda arka plana itilir. Arap Baharı olarak adlandırılan istikrarsızlığın sınırlı mı kalacağı yoksa dünya ölçeğindeki bir belirsizliğin işaret fişeği mi olduğu bilinmiyor. Dünyada yeni bir denge ve bunun dayandığı bir düzen kurulurken bunun bazı sorunlara yol açmayacağı ve bu düzeni kurgulayanların da sürprizle karşılaşmayacağı söylenemez.

 

-Güvenlik refahtan önce gelir. Yenidünya düzenine geçiş aydınlık değildir.

-Yenidünya düzeni hicret demokrasisi, katılımcı laiklik, tekelsiz liberalizm ve yeryüzü kira payı ile sosyal güvenlik düzeni olacaktır. Hakemlik ve yerinden yönetim bunu sağlayacaktır.

 

Bu süreçte ülkemiz belirleyici diyebileceğimiz bir rol oynayacaktır. Bu nedenle birçok operasyonla karşılaşması kaçınılmazdır. Buna karşı koyacak bir yapımızın olmaması ülkemize yönelik operasyonların hepsinin başarılı olmasına sebep olmuştur. MİT ülkemize yönelik faaliyetleri ideolojik temelde analiz etmiş siyasi sonuçlarına kayıtsız kalmıştır. Mesela SSCB’yi komünizmle özdeşleştirmiş her sol faaliyette onların izini aramıştır. Bunu bilen yabancı servisler faaliyetlerinin çoğuna sol görünümü verip hedeflerine ulaşmış ama sorumlu tutulmamıştır.

 

- Türkiye yeni düzende etkin rol oynayacaktır. MİT görünme şer’e göre iz sürmüş planlayanların hedeflerine ulaşmışlardır.

-  Türkiye adil düzeni kurmakla görevlidir.  MİT CIA’nın uzantısı olarak çalışmış, bugün kopmuştur. Ama yeni çalışmalarını belirleyememiştir.

 

Ülkemizdeki operasyonlarda dış güçleri arayanlar komploculukla suçlanmış ya da herhangi bir analiz ya da araştırmaya dayanmayan iddialar ortaya atılarak bunların geçersiz olduğu söylenmiştir. Mesela geçmişte her olayın arkasında SSCB, şimdi ise ABD ya da okyanus ötesi aranmış esas sorumlular gizlenmiştir. Şüphesiz bunların da operasyonu olabilir ama her şeyi tek bir merkezden aramak oyuna alet olmaktır.

 

 - Her şeyi tel merkezde aramak oyuna gelmektir.

 - Derin güçlerle mücadele edilemez. Biz failleri etkisiz hale getiririz, derin güçlerin failleri bulmaları için iç düzeni sağlam tutarız. Mikropları yok etmekteyiz.

 

Son zamanlarda gözlenen kaset operasyonları kişilere değil izlenen politikalara yöneliktir. Operasyonu düzenleyenler iki seçenek üzerinde durur. Biri ikna, şantaj ya da maddi ve mevki vaat ederek kişinin politikasının değişmesini sağlamaktır. Ancak bu kişi bir politikayla özdeşleşmişse kişinin bertaraf edilmesine karar verilir.

 

-Lider ikna edilemeyince bertaraf edilir.

-Güçlü topluluklar bu tür dolduruşlara gelmeyen topluluktur.

-Bu tür oyun ayıplanacak, karşı tarafın istemediği kimse kalmalıdır. Böylece karşı tarafın oyunu boşa çıkmış olur.

 

Baykal’a yapılan operasyonun amacı budur. Lider değişikliği partideki liderin yapması mümkün olmayan değişikliğe neden olmuştur. CHP bugüne kadar resmi ideolojinin savunucusu kabul edilirken bugün değişimin adreslerinden biri haline gelmiştir ve CHP’nin iktidara gelip gelmemesinin önemi yoktur, hedefe varılmıştır. Birkaç Ergenekon sanığının listelere alınması semboliktir ve onlar ideolojiyi değil ancak kendilerini kurtarabilirler.

 

-Baykal değil, halk partisi tasfiye edilmiştir.

- Aşırı dindar ile aşırı dinsiz iki parti ile dengenin kurulması isteniyor. İki parti,  dışındakiler tasfiye ediliyor.

 

MHP’deki kaset operasyonunun niteliği farklıdır. Tasfiye edilen kişiler CHP’dekine benzer bir değişime neden olmayacaktır. Bu konudaki düşüncem yapılanların bazıları için bir gözdağı olduğu ve bazı kişilere bu olay örnek gösterilerek istenilen değişimin sağlanmasının amaçlandığıdır. Eğer düşüncem doğruysa, olay kamuoyuna yansımayacağı için, süreçten haberimiz olmayacak. Ancak şantaj yapılacak kişi herhangi bir partideki veya mevkideki kişi olabilir ve olay herkese karşı kullanılabilir.

 

-MHP deki kaset gözdağıdır. Yola getirilmek istenen kişi veya kurum yola getirilirse etkisinden bizim haberimiz olamaz.

- Bu tür iftiralardan sonra bu ilişikler dışlanmalı biraz geri çekilmelidir.

 

Bu gibi olaylarda sonucun lehimize olup olmaması önemli değildir. Bir güç ülkemizdeki siyasete yön verebiliyorsa bugün lehimize olan olayı yarın aleyhimize bir olay takip edebilir. Bu gibi konular için geçmişte söylediğim bir sözü tekrarlamak istiyorum: Bir gün bahçenizde bir yılanın başını ezilmiş görürseniz Allah razı olsun deyip geçmeyin. Yapanı mutlaka bulun.

 

-Bugün hoşumuza giden bir dış operasyon yarın bizim canımız yakar.

-Bu olaylar hiç olmamış gibi millet yoluma devam etmelidir.

 

Hedef mi metot mu?

 

21 Mayıs 2011 Cumartesi

 

Seçim propagandaları kimin halka ne vereceği üzerine inşa edilmiş görünüyor. Bütün hesaplar para ile yapıldığı için önemli hatalar içeriyor. Paranın bir kurgu olduğu, onun satın alabileceği şeylerin önemli olduğu unutuluyor. Eğer üretim artmıyorsa, parayı nasıl dağıtırsanız dağıtın, insanların tüketeceği şey aynı kalır sadece birinin sofrasından alıp diğerine verebilirsiniz. Ayrıca borç alan bir ülke ürettiğinden fazla tüketiyor demektir ve borç ödemeseniz bile borç almayı durdurursanız tüketim azalır, halkın refah düzeyi düşer. Mesela bugün çok sayıda araba satılırken bu sayı ansızın azalır ve halk iktidardan şikayet eder.

 

-Partiler halka vereceklerini vaat ediyorlar. Oysa üretilenden bir şey verilemez.

-Ak parti borçlanarak ülkeyi zar zor yaşatıyor.  Bu borçlarla Türkiye yıkılamadı, CHP dışarıya mesaj gönderiyor.

 

Yani ekonomi politikaları dağıtmak üzerine değil üretmek üzerine kurulmalıdır. Belli bir gelir dağılımında halkın taleplerinin kompozisyonunun ne olacağı hesaplanmalı, bunu üretecek tedbirler alındıktan sonra dağıtım düşünülmelidir. Paranın değeri psikolojiktir ve bugün çok önem verilen bir para yarın bir kağıt parçasına ya da defterdeki anlamsız rakamlara dönüşebilir. Yani parayı dağıtırken gerçekte onun satın alabileceği şeyleri dağıtırsınız ve bunun miktarı sınırlı ise kimseye olandan fazlasını veremezsiniz.

 

- Parayı değil onun satın alma değerini dağıtmak gerek. Üretimi artırdığınız zaman herkes yararlanır.

-  Termometre sıcaklığı gösteriyorsa gerçektir. Özel olarak termometreyi ısıtırsanız yüksek gösterir ama oda ısınmamış olur.

 

Tartışılan diğer konu kasetlerin sebep olduğu iddialardır. Bunlar ahlaki bir sorun sayılır ve buna göre değerlendirilirse, arkasındaki siyasi hesaplar doğru okunmazsa tuzağa düşülmüş olur. Böyle bir durumda siyasi hesabın ne olduğu araştırılmalı, bu eylemin sebebi ve kullanılan araçlar araştırılmalıdır. Kullanılan metot yanlıştır ama yaratacağı sonuçlar farklı olabilir. Şu soruya da cevap aranmalıdır: Bu odakların eylemleri sadece tasfiye ile mi sınırlıdır yoksa belli yerlere beğendikleri kişileri de getiriyorlar mı? Bu durumda birinin getirdiğini diğeri götürebilir. Burada sadece dış odakları değil, hem onları, hem de içeride, çoğunlukla dışarı ile birlikte hareket eden, odakları da kastediyoruz.

 

- Kasetler,  siyasi hesaplara dayanıyor. Dışarı ile birlikte olanlar bunları yapıyor.

- Kasetler gerçek olsa da bununla zina sabit olamaz. Zina iftirası da suçtur. İşbirlikçiler cezalandırılmalıdır.

 

Bu gibi operasyonlar dünya ölçeğinde yapılıyor. Mesela IMF başkanının tasfiyesi planlanmış intibaı uyandırıyor ve onun Fransa’da iktidar olmasının önü kesiliyor. Taraflardan biri onu ahlaksızlıkla suçlarken diğeri komplo yapıldığını iddia ediyor. Burada gerçeğin ne olduğunun hiç önemi yok. Siyasi proje başarıya ulaşmış görünüyor.

 

- Dışarıda da bu tür olaylar var. Başarıya ulaşıyor.

- Kasetle başarıya ulaşılmıyor. Başarı kasetle ilan ediliyor.

 

Kullanılan metodu ahlak dışı bulabilirsiniz. Ancak geçmişte tasfiye edilmek istenenlere karşı suikast düzenleniyordu ve çok sayıda önemli siyasi figür bu yolla tasfiye edildi. Bunların en önemlilerinden biri de ABD Başkanı Kennedy’nin öldürülmesi idi. Bu konudaki senaryomu paylaşmak istiyorum.

 

- Ahlaksız bulabilirsiniz. Öldürülmeden iyi değil mi?

- Bugün öldüremiyorlar, yarın iftirada yapamayacaklar.

 

ABD ve SSCB Dünyayı paylaşmış ve bu paylaşımı sürdürmek için birbirini hasım ilan etmişti. Hiçbir ülke yerini değiştiremiyordu, değiştirmeye çalışan yöneticiler hainlikle suçlanıyordu. Kennedy ve onu destekleyenler terazinin diğer kefesindeki SSCB’yi tasfiye edip bu kefeye Avrupa’yı koymak istediler. SSCB bunun anlaşmaya aykırı olduğunu ve bir savaşı göze almadan bu projenin gerçekleşmeyeceğini söyledi ve dünyanın nükleer bir savaşın eşiğinden döndüğü kabul edildi. Çünkü ABD bir savaşı göze almak yerine başkanını feda etmeye razı olmuştu. Metotları tartışmayalım, hedefleri anlamaya çalışalım. 

 

  -Kenedi Sovyetler tasfiye etmek istedi. Sovyetleri tehdit etti. Başkanını feda etti.

  -Tekel sermaye, sözünü dinlemeyen başkanları öldürtmüştür. CIA o zamanın merkezinde idi. Bugün ise CIA artık sermayenin yanında değildir. Öldürmeler kolay olmuyor.  

 

Yorum:

 

 Kuklaların siyaseti:

 

 İki türlü yönetim şekli vardır.

1-Peygamberlerin yönetim şekli

2-Kralların yönetim şekli.

 Peygamberler, önce yanlarına inanmış insanları toplarlar. Asıl yönetim şeklini öğretirler.

  a)Yöneticiler halkın yaşadığı seviyede yaşamalıdırlar. Katiyen halkın ulaşamadığı hayat içinde olmamalıdırlar. Zenginler ise lüks hayat yaşayabilirler.

  b) Yöneticiler kendilerini değil, halkını düşünecek ve halk da yöneticileri canından çok sevecek.

  c) Yöneticiler adil davranmalıdırlar. Yakınları da olsa katiyen tarafgirlik yapmayacaklardır. Böylece ahlaki kardeşlik içinde yaşatırlar.

 d) Yöneticiler cesur olmalıdırlar. Halkın haklarını korumak için her türlü tehlikeyi göz önüne alırlar.

   Bu yukarıda yazılanlar peygamberlerin yönetim şeklidir.

 

  Kralların yönetim şekli ise;

 

  1. Önce biri diğerini korkutur. Onu emrine alır. Artık ikinci birine tam uyar. Artık iki kişi güçlü olur . Bunlar diğerlerini korkutarak çoğalırlar. Böylece güç oluşturulur. Genellikle baba çocuklarını emrine alır.
  2. Ondan sonra çevredekilere ya bizimle olacaksınız ya bize karşı deyip zorla insanları emirlerine alırlar. Onların başına güçlü işbirlikçiler getirirler.
  3.  Halkları böyle gruplar yaparlar onları çatıştırtırlar. Hangi taraf dinlemezse, diğeri ile onu vururlar.  
  4. Suç işletir, ondan sonra dosyaları sümen altına uyutup tehdit altında yönetirler.

 Sermayenin dünyayı yönetmesi böyledir.

 

Başka yönetim sistemi yoktur. Eğer kuvvet modeli ile Türkiye’yi yöneteceksek siyasi bakımından bunu en iyi başaran Mustafa Kemal ve İnönü olmuştur. Ekomoni bakımından ise en iyi yöneten Özal ile AK parti olmuştur. Eğer bu düzen içinde kalacaksak bunlardan daha iyisini bulamayız. Evren, Mustafa Kemal ve İnönü ayarında bir komutandır.

    Eğer bunlardan kurtulmak istiyorsak adil düzeni getirmemiz gerekir. Hak gelince batıl gider. Adil düzen de kediliğinden gelmez. Siyasetle de gelmez. Yapılacak işler çok basittir.

  1. Önce bir grup ümmet çıkacak ve ilim yapacak. Adil düzeni öğrenecek.
  2. Sonra adil düzene göre işletmeler kurulacak ve ekonomi bakımından adil düzen örneği gösterilecek.
  3. Sonra dini cemaatler oluşturulup bunları insanlara anlatması ve öncülük yapması sağlanacak.
  4. Sonra da siyasi parti kurulup tüm halka, siyasicilere, askerlere anlatılacak. İşte onlarla uzlaşılarak yeni düzen resmen kabul edilecek.

 

 

Süleyman Karagülle


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
26.05.2011
07:41

Seçime doğru ekonomi (I) 3 Kasım 2002 genel seçimlerinden beri bazı çevrelerin, 'bu hafta da olmadı, ancak nasıl olsa bir dahaki hafta çıkar, bunlar da krizle geldikleri gibi krizle giderler' türünden bir arayış bitmedi. 2008-2009 krizinde bazı büyük işadamlarının Amerikalılara 'nihayet AK Parti gidiyor, koalisyona hazır olun' yolunda telkinde bulundukları biliniyor. Benim nazarımda konu hiç de propagandası yapıldığı gibi sadece 'AK Parti'den kurtulma' niyetiyle ilgili değil. Beş seçimdir her yarışı açık ara önde kazanan, ciddi bir teveccüh alan partiden dertleri sanıldığı kadar basit olmaz. Konunun bam teli zaten bu partiye destek veren halkın kendisi sorun olarak görülmekte ve bu halkı cuntaya, çeteye, mafyaya yedirmek istiyorlar. Son günlerde gündeme gelen cari açığa dayalı yeni bir kriz senaryosunda da bu kokuları alıyorum. Yine bir seçim arefesi ve yine bütün uzmanlıkları ile pusuya yatmış, herkes kendi cibilliyetine göre bir kenardan vurmaya çalışıyor. Analizden ziyade 'temenni gibi' değerlendirmeler geliyor. Bunlar, ülkesinin rezil olmasından büyük haz duyanların son çırpınışlarıdır. Türkiye'de birtakım iktisatçılar arasında 'birkaç şekil-birkaç grafiğe dayalı', yani az emek verilen, çok amaçlı, büyük sonuçlar çıkartmak geleneği devam ediyor. Son zamanlara IMF ve kredi derecelendirme kuruluşlarında pişirilip içeriye sunulan 'Türkiye ekonomisi aşırı ısındı', 'cari açık krize doğru götürüyor' yolunda bolca söylemler var. 2008 krizi öncesinde de gerçek adresi karartarak 'krizin ilk nereden patlak vereceği' tartışılıyordu. Manipülasyon çabaları sonuç vermedi ve kriz çıkması gereken yerde, yani ABD'de çıktı. Türkiye ise krizde direnirken, krizden çıkış sürecinde ise açık ara her cephede pozitif yönde ayrışarak yoluna devam etti. Dünya ekonomisinde bütün bilanço genişlemelerine (para basmalara), kamu harcamaları kontrolden çıkılmış olmasına (artan bütçe açıkları ve kamu borç yükü) rağmen büyüme ve istihdam cephesinden pek olumlu netice alınamıyor, yani geleneksel politikalar pek çalışmıyor. Oysa Türkiye'de durum farklı. Şöyle ki, 2010 yılında hormonlu değil, yatırım odaklı yüksek bir büyüme kaydedildi. Yüzde 9'luk büyümenin 6 yüzde puanı yatırımlardan gelirken, geri kalanı toplam tüketimden geldi. İkinci olarak, istihdam dostu büyüme var. İdeolojik yalan makinelerini bir tarafa bırakın, dünyada işlerin yolunda gitmediğini gören hükümet daha 2008 yılında ilk istihdam paketini açıklayarak işsizliği azaltmak ve korumak istedi. İkincisini de 2009 yılının başında açıkladı. Çabalar sonuç verdi ve Türkiye yüksek büyümeyi yüksek istihdamla süsledi. Krizden beri 1,3 milyon kişiyi, son bir yılda ise 600 bin kişiyi iş sahibi yaptı. Bu veriyle Avrupa'nın tamamına yakın bir istihdam oluştu. Geldiğimiz aşamada Türkiye fiyat istikrarında İngiltere'nin de önüne geçti. Yüksek büyümeye rağmen 2010 yılında enflasyonu yüzde 6,4 ile yakın tarihin en düşük düzeyine çekti, 2011 yılının ilk dört ayında yüzde 4 enflasyon bandını gördük. Tam 42 senelik bir özlem bitti. Bir başka ilk de seçim yılında Türkiye denk bütçe yolunda. 2010 yılında 50 milyar TL bütçe açığı öngörüp bunu 39,5 milyar TL civarında tutmayı başaran hükümet, 2011 yılı için kamu açıklarını GSYH'nin yüzde 2,7'sine çekmeyi taahhüt etti. Bu doğrultuda seçim yılı olmasına rağmen yılın ilk dört ayında bütçede adeta 'denk bütçeyi' zorluyor. İlk dört ayda gelirler yüzde 18, giderler ise sadece yüzde 1,9 oranında arttı. Aynı dönemde geçen seneye nazaran bütçe açığı yüzde 80 gerileyerek 3 milyar TL olarak gerçekleşti. Yılın tamamında açığın 33,5 milyar TL olması hedefleniyor. Bu gidişle bana kalırsa bütçe açığı 20 milyar TL'de kalır ve bir başka tarihî rekor daha kırılır. Keza yılın tamamında 13,9 milyar dolarlık bir Faiz Dışı Fazla (FDF) hedefi konulduğu halde, neredeyse yılın ilk dört ayında bu hedefe ulaşıldı, FDF 13,7 milyar TL olarak gerçekleşti. Geçen seneden iki kat fazla. Buna rağmen 'cari açığın adresi kamu harcamaları ve açıkları' diyen ve birinci sınıf da olsa benden sınıf geçemeyecek olan aklı evvel iktisatçılar türemiş. Evet, cari açık yüksek ancak buna da tedbir alınıyor. Acaba cari açık sebebiyle önceki örneklerine benzer bir kriz yaşanabilir mi? (Devam edeceğim) İbrahim Özturk, zaman, 26 Mayıs 2011, Perşembe

Reşat Nuri Erol
26.05.2011
08:00

Uzlaşma mı Anayasa mı?

Alışılan, dillerden düşmeyen başlık "uzlaşarak anayasa"dır; ben ise bilerek yukarıdaki başlığı koydum. Çünkü uzlaşmanın, hele de siyasi partiler arasında uzlaşmanın olacağına inanmıyorum. Siyasi partiler arasında uzlaşmanın engeli, bazılarının sandıkları ve yazdıkları gibi liderlerin seçim konuşmalarında kullandıkları üslub filan değildir. Onlar uzlaşmak isteseler şurada küfürleşirler, burada el sıkışır gerekeni yaparlar. Uzlaşmamanın sebebi bunu istememektir. İstememenin sebebi de farklı dünya görüşü, ideoloji, siyaset ve devlet anlayışı, menfaat ve imtiyazlardır. Bunları korumak isteyenlerin istediği anayasa başkadır, kamil demokrasiyi ve halkın irade ve menfaatini ön planda tutanların anayasası başkadır. Uzlaşma olsa olsa halkın çoğunluğu arasında olur. Partiler nasıl bir anayasa istediklerini önemli detaylarıyla açıklarlar (Partilerin çoğu bunu yapmıyor), halk da buna göre oyunu kullanır. Oyun manası "Ben böyle bir anayasa yapılmasını istiyorum" demektir. Yeterli oyu alan parti iktidar olur ve yeni bir anayasa yapar (yamalı bohçaya birkaç yama daha atmaz, yeni bir anayasa yapar). Demokrasi ve temsil adına (bu kavramları kullanarak) ille de partiler ve sivil toplum kesimleri arasında uzlaşma olsun diyenler "ne dediklerinin farkındalar mı" bu konuda şüphem var. Ortada bir vesayet anayasası var; kamil demokrasilerin anayasaları da üç aşağı beş yukarı belli. Bir parti düşünün "vesayetçi, bir parti düşünün bölücü, bir parti düşünün halka inanmıyor, çobanlığa talip, halka dayatılmış birtakım demokrasi dışı ilkeleri korumaktan yana..." bunlarla nasıl uzlaşacaksınız? Biraz ondan, biraz bundan bir ucube mi isteniyor! "Bu seçimde oy kullanacak olanlar, oy vermeden önce anayasa konusu üzerinde bir karara varsınlar; nasıl bir anayasa istiyorlarsa oylarını bu amaca ulaşacak şekilde kullansınlar" derim. Gerisi şimdilik teferruattır.

HAYRETTİN KARAMAN, Yeni Şafak, 26.5.2011

Reşat Nuri Erol
26.05.2011
08:08

Kılıçdaroğlu, İnan Kıraç’ın müdürü mü veya Sirkeci sarması!

Kılıçdaroğlu, İnan Kıraç’ın müdürü mü veya Sirkeci sarması! Ergun BABAHAN, STAR gazetesi, 25 Mayıs 2011 Çarşamba Galatasaray’a Ünal Aysal başkan olsun’’ diyor oluyor. Adnan Polat’a telefonda Galatasaray’a yanlış yapanların kafasının kopacağını söylüyor, kopuyor gerçekten de kafalar. (İşin garibi Galatasaray’a şimdilerde CHP’ye destek veren Demirel’in gizli gözdesi Aysal başkan oluyor.) “Yeni CHP yönetiminde Önder Sav, Onur Öymen ve Mustafa Özyürek yer almasın’’ diyor, Deniz Baykal kabul etmeyince bu üç arkadaşıyla birlikte yönetimden uzaklaştırılıyor. Kendisini Koç Ailesi’nin damadı olarak biliyoruz ama İstanbul’un fısıltı gazetesi hep daha fazla bir şey olduğunu söylüyor. Adını New York taksi ihalesi nedeniyle daha sık duyar hale geldiğimiz İnan Kıraç’tan sözediyorum. İstanbul sermayesinin büyük ağabeyi denilen Kıraç’ın bir medya grubunun önemli hissedarı olduğu da söylentiler arasında. Taraf’tan Mehmet Baransu’nun haberine göre İnan Kıraç, kaset skandalı patlamadan 3 ay önce Deniz Baykal’ı CHP Genel Merkezi’nde ziyaret ediyor. Başbaşa gerçekleşen görüşmede Kıraç, Baykal’dan bir istekte bulunuyor. Özel bir konumu, CHP ve siyasetle, medya ve bürokrasiyle özel bir ilişkisi olmayan bir işadamının kolay kolay cesaret edemeyeceği bir istek bu. Kıraç, CHP’nin yönetimine doğrudan müdahalede bulunuyor. Baykal’dan 3 yöneticisini tasfiye etmesini istiyor. Normal şartlarda konuğuna kapıyı göstermesi gereken Baykal, konuğunun ‘’özel ilişkiler’’ ağı nedeniyle olsa gerek, üç arkadaşının da erdemli ve çalışkan olduğunu, partiye büyük katkıları olduğunu söylemekle yetiniyor. Kıraç, bu üç ismin yerine Kemal Kılıçdaroğlu ve Gürsel Tekin’i öneriyor mu, bilmiyorum ama sonraki gelişmeler önermiş olabileceğini gösteriyor. İş burada kalsa, önemli bir işadamının gönül verdiği partisine destek çabası olarak görebileceğimiz bir olay. Ancak, iş orada kalmıyor. Kalmıyor çünkü Baykal’ın kaset skandalı patlak veriyor. Tesadüfe bakın ki, bu skandalı Kıraç’ın bir dönem Sirkeci’den bayii olan ve o dönem birlikte büyük paralar kazandıkları bilinen bir arkadaşının gazeteleri manşet yapıveriyor. Bu gazeteler, Baykal’a açıkça “Git” diyor. Ardından başta Baykal olmak üzere Kıraç’ın CHP’de istemediği 3 isim de dahil olmak üzere tüm Baykalcı ekip tasfiye ediliyor. Kimi kafalar koparılıyor yani. İşin bir başka ilginç boyutu, Kıraç’ın Ergenekon zanlılarıyla iyice ünlenen Cumhuriyet Gazetesi’nin önemli bir hissedarı olması. Şimdi başta Sirkeci’den eski arkadaşınkiler dahil birçok gazetede bu haberi ve yankılarını okumayacaksınız. Hükümet medyaya baskı yaptığı için bu haberi sansürlemek zorunda kalacaklar! Yoksa onlara kalsa mutlaka yazarlardı. Hükümet baskısı ne hale getirdi medyayı... Siz o gazetelerde Kılıçdaroğlu’nun kaset komplolarının sorumlusunun AK Parti olduğuna ilişkin açıklamalarını okuyacaksınız. Ergenekon’un hayali bir örgüt olduğu yorumlarını okuyacaksınız. CHP’yi asker destekli İstanbul dükalığının değil de parti tabanının yönettiğine inanacaksınız. Merak ettiğim asıl mesele ise şu; Kemal Kılıçdaroğlu her akşam İnan Kıraç’a günün bilançosunu veriyor mudur acaba?

Kemal Bey’in zigzagları

Baransu’nun haberinde sadece bu müthiş gelişme yok. Kılıçdaroğlu’nun kaset skandalının ardından ortaya koyduğu performans da var. İşin özü, siyaset bir sadakat işidir. Her gün yeni bir ekip kuranlara bu dünyada güvenilmez. Ancak kaset skandalı patladığında henüz genel başkan olacağını bilmeyen Kemal Kılıçdaroğlu’nun tam da böyle davrandığını görüyoruz. Gelişmeler Kemal Bey’in İstanbul dükalığı ve Gürsel Tekin’in ortak projesi olduğunu gösteriyor. Ancak Kemal Bey o dönem bunu bilmiyor. Tıpkı Mehmet Haberal’ı milletvekili adayı yapmak zorunda olduğunu bilmediği gibi. Yukarıdaki gelişmeler ışığında Haberal’ın adaylığının nasıl gerçekleştiğini daha iyi anlamışsınızdır zaten. Evet, kendi durumunu bilmeyen Kemal Bey, ‘’Aday değilim. Baykal dönsün, beni listenize alırsanız sizinle çalışırım’’ diyor. Ama İnan Kıraç’ınkine benzer bir koşul ortaya koyuyor ve “Mustafa Özyürek, Önder Sav ve Onur Öymen varsa, ben yokum” diyor. Ne tesadüf değil mi, ikisi de aynı üç isme karşı. Ama Kemal Bey sonra Önder Sav’a gidip ‘’Sen genel başkan ol, ben genel sekreter olayım’’ diyor. Sonra üçüncü denemede doğru yolu buluyor, kendisi genel başkan oluyor ve İnan ağabeyinin arzusuna uyup Sav’ı postalıyor. Siz, böyle bir liderle yola çıkar mısınız? Ben çıkmam açıkçası.

Ergun BABAHAN

, STAR gazetesi, 25 Mayıs 2011 Çarşamba

Reşat Nuri Erol
26.05.2011
10:03

ÇOK EŞLİLİK YASAL OLSUN

Davranış bilimleri uzmanı Sibel Üresin'in 'çok eşlilik yasal olsun' çıkışına tepkiler bitmeden, Üresin'in Bahçelievler'de yaptığı yeni açıklamaları yine tepki çekecek gibi. Davranış bilimleri uzmanı, aile ve evlilik danışmanı Sibel Üresin, çok eşliliğin yasalaşması gerektiğinin tekrar altını çizerek, "2., 3. eşler için çok eşlilik yasalaşmalı. Ben muhafazakar kesimde olmasa da diğer kesimde sevgili ve metres diye adlandırılan herkesin kanuni hakları olması gerektiğini savunuyorum. Sadece muhafazakar kesim olarak adlandırılmasın. Şu an birçok erkeğin sevgilisi, metresi, imam nikahlı eşi var. Kesinlikle çok eşlilik yasalaşmalı. Çünkü gayrı meşru ilişkilerden doğan o kadar çok anne ve babası belli olmayan çocuk var ki ortada, bunun bence daha ahlaki bir zemin üzerine oturtulması lazım" diye konuştu. "DİNDAR OLAN 'İMAM NİKAHLI EŞİM' DER, DİĞERİ 'METRESİM'" Birçok belediye için aile içi iletişim seminerleri veren Üresin, dün de Bahçelievler Belediyesi'nde 'Uzun evliliğin sırrı" konulu seminerde konuştu. Seminer öncesi basın mensuplarının sorularını yanıtlayan Üresin, "İmam nikahlı eşler ile metresler aynı statüde midir?" sorusunu, "Bir erkek her durumda bunu yapar. Dindar olan 'İmam nikahlı eşim' der, diğeri 'Metresim' veya 'Sevgilim' der. Arada hiçbir fark yok. Var mı? Yasallaşmak derken 4 eşin resmi nikah altına alınması gerektiğini söylüyorum" diyerek yanıtladı. "EŞİM İKİNCİ EŞ ALABİLİR, BU İZNİ KENDİSİNE VERDİM" Bir kadın muhabire "Sizin eşiniz sizi hiç aldatmıyor mu?" diye soran ve "Hayır" yanıtını alan Üresin, "O zaman aldatıldığını düşünen ve uzmanların kapısını çalan birçok kadın sizce Türkiye'de yaşamıyor mu? Ben evliyim. Eşimin şu an ikinci eşi yok. Ama ikinci eş alabilir, bu izni ben evlenirken kendisine verdim. Almak isterse alabilir, niye yok, bunu yanıtını ben veremem" dedi. "KAZAKİSTAN'DA EYLEM YAPILDI, ARTIK ÇOK EŞLİLİK RESMİ" Üresin, sözlerini şöyle sürdürdü: "Bu konuda yasal düzenleme olursa hiçbir erkek elini kolunu sallayarak metrese, ikinci eşe sahip olmaz. Çünkü yasal yükümlülükler bu işe sınırlama getirir. Zina artık suç hükmünü alır. Herkes 'param var' diye herhangi bir kadınla beraber olmaz. Birçok hayat kadını şu an mağdur değil mi? 40 yaşlarında psikolojisi bozulmuş bir sürü genç kız, 10 günlük ilişki sonrası terk edilen kadınlar var. Kürtaj yaptıran kadınlar var. Kazakistan'da 6 yıl önce kadınlar, zinanın ve hayat kadınlarının artması, kadınların evde kalması dolayısıyla bir eylem yaptı. Şu an Kazakistan'da çok eşlilik resmi." "KADINLAR, HANGİ KADINLA ALDATILDIĞINI BİLMEDEN EVDE KUŞKUYLA BEKLİYOR" "Kadınlar, görüşlerimi gayet düzgün karşılıyorlar. Çünkü bir çok kadın eşinin kendisini hangi kadınla aldattığını bilmeden, kuşku içinde ve üzgün olarak evde bekliyor. Bir erkek 2. ve 3. eş almışsa ve onlara nafaka, onlarda kaldığı gün noktasında adaletli davranıyorsa tabi ki alkışlıyorum. Ama bunu yapacak erkek yok. Kadınların hepsi şu an aldatma ve şiddeti kabullenmiş durumda. Ben hiç dayak yemedim. Şu an erkekler eşlerine daha çok psikolojik şiddet uyguluyor. Çok konuşup dayak yiyen kadın safına geçmem. Kadınların yüzde 80'i çok konuştuğu için dayak yiyor. Yüzde 20'si psikolojik sorunları olan eşleri tarafından dövülüyor. Bir anne 3 yaşındaki çocuğunu dövebiliyor, çocuğunu sevmiyor musun diye sorabilir misin? Bir kadının dayak yemesi, sadece karşısındaki güçlü şahsı tahrik etmesinden öte değildir. Çocuk da anneyi tahrik ediyor. Ortada güçlünün güçsüzü alt ettiği durumlar var." "FEMİNİSTLER BENİ SEVMEK ZORUNDA DEĞİLLER, BEN DE ONLARI SEVMİYORUM" "Psikolojik danışmanlık merkezlerine başvuran kadınlar eşi tarafından aldatılan, psikolojisi bozulmuş, psikolojik şiddete maruz kalan kadınlardır. Kadınlar aldatılıyor, bu bir gerçek. Bir erkek karısını aldatıyorsa bunu eşine sormaz, merak etmeyin. Ben 2 yıldır habername.com'da çokeşliliği detaylı işliyorum. Şu ana dek hiçbir yerden tepki gelmedi. Ben anti-feministim. Feminist tüm yazarların karşısındayım. Beni sevmek zorunda değiller, ben de onları sevmiyorum." "KADIN KOCASINA 'EFENDİSİ' GİBİ DAVRANACAK" Konuşması salondaki kadınlar tarafından ilgiyle dinlenen, aralarında kara çarşaflı kadınların da olduğu gözlenen Üresin, yaptığı açıklamanın ardından 'Uzun evliliklerin sırrı' konulu bir seminer verdi. Seminerde Üresin, "Uzun evliliğin sırrı, bir kadının eşine teslim olması, erkeğin de eşine Allahın lütfu olarak davranmasıdır. Kadın kocasına efendisi gibi davranacak. Efendi ne demek, teslim olmaktır. Şimdi erkekler, kadına kıymet vermiyor. İstisnalar var. Allah başımızdan eksik etmesin" diye konuştu. "BEĞENMEDİĞİMİZ EŞLERİMİZİ BİZDEN DAHA GENÇLER ANINDA KAPAR" Üresin, sözlerini şöyle sürdürdü: "Erkek neslinin azaldığı, kadın nüfusunun çok arttığı bir dönemdeyiz. Bu nedenle eşlerimize dört elle sarılmalıyız. Bizim beğenmediğim eşlerimizi bizden daha genç ve güzel kadınlar anında kapar. Çünkü hepimizin daha genç ve daha akıllı alternatifleri var, hiçbirimiz yerinde durmuyor, yaşlanıyoruz. Dayak yiyenler daha çok üniversite mezunu. Her bildiğimizi her yerde konuşmak çok da doğru değil. Erkeğin bir adım gerisinde olmak bir kadını asla ezmez. Adam da sana kul köle olsun. Erkekler, erkeklik duygularını tatmin etmek isterler. Kadını üzen boşanmak değil, kadını üzen boşanma sonrası 'Acaba şunu da yapsa mıydım, evliliğim kurtulur muydu?' fikridir." KADINLAR KABULLENİYOR Üresin bir basın mensubunun 'Peygamberimizin kızı Hazreti Fatma evleniyor, eşi ikinci bir eş getiriyor. Fatma da 'Ciğerim yandı' diyor. Bir kadın bunu nasıl kabullenebilir?' sorusuna da, "Bunu yapan yapıyor. Birçok kadın bunu kabulleniyor. Yaşayanlara sorun bence" şeklinde cevap verdi.

Reşat Nuri Erol
26.05.2011
10:06

HER TAŞIN ALTINDA İNAN KIRAÇ VAR!

Deniz Baykal’a kaset komplosundan yaklaşık üç ay önce CHP Genel Merkezi’nde Baykal’ı ziyaret ederek, “Önder Sav, Onur Öymen ve Mustafa Özyürek’i listeye alma” dediği öne sürülen işadamı İnan Kıraç’ın daha önce de DYP-MHP koalisyonunu engellediği iddia edildi. 1995-99 yılları arasında başbakanlık yapan Tansu Çiller’in Başdanışmanı Hüseyin Kocabıyık, önceki gece çıktığı bir televizyon kanalında İnan Kıraç’ın siyaseti nasıl dizayn ettiğini ayrıntılarıyla anlattı. Tansu Çiller’i yanılttı Kıraç’ın, 1995 yılında gündeme gelen DYP-MHP ittifakını partilerin oy oranlarını yüksek gösteren anketleri genel başkanlara ulaştırarak engelledini iddia eden Kocabıyık şunları söyledi: “1995 yılında hiç unutmuyorum DYP ile MHP koalisyon görüşmeleri yapıyordu. Tansu Hanım önce bunu kabul etti sonra bir günde bozuldu bu iş. Tansu Hanım’a son güne kadar ben yalvardım. Yapmayın bunu dedim yani bakın hükümeti kaybedersiniz. DYP-MHP ittifakı olsaydı yüzde 30’un üzerinde oy alacaklardı ve bir koalisyon kuracaklardı. Yeniden hükümet olacaklardı. Tansu Hanım dedi ki, ‘Yalnız dedi bizim oyumuzun yüzde 29 olduğunu söylüyorlar.’ Kim söylüyor bunu dedim. ‘İnan Kıraç bir araştırma yaptırmış, o söyledi’ dedi. Yine son ana kadar ben yalvardım kendisine, şahitler var. Zaten kendisi de ‘danışmanlarımı dinlemedim’ diye açıklama yaptı.” Sabah MHP’de, öğlen DYP’de Kıraç’ın olası bir koalsiyonu engellemek için dönemin MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş’le de görüştüğünü kaydeden Kocabıyık o günleri şöyle anlattı: “Seçim oldu. DYP birinci parti oldu ama işte yüzde 22 mi 23 mü öyle bir oy aldı. İktidar olamadı tek başına tabi. Şubat ayı falandı, 96’nın Şubat ayı. Rahmetli Türkeş, Kasım Gülek ve ben, Kasım Gülek’in evinde oturuyoruz. O aralar ahbaplık vardı aramızda. Rahmetli Kasım Bey’in kızı Tayyibe Gülek de vardı. Ben rahmetli Türkeş’e sordum. Efendim dedim, bu kadar ittifak yapma lüzumu açıkken niçin bu ittifakı yapmadınız dedim. Rahmetli Türkeş dedi ki, ‘Evladım ben bu ittifakı yapmak istedim, Tansu Hanım’la güzel bir şey yaparız, iktidar oluruz falan diye de düşündük. Fakat önce Tansu Hanım’ın çevresindeki adamlar bu işi sabote ettiler. Sonra da bizi de kandırdılar’ dedi. Nasıl, kim kandırdı falan dedim, laf genişleyince. İnan Kıraç’ın MHP’nin oyunun yüzde 15 olduğuna dair bir araştırma verdiğini söyledi. İkisini birleştirdiğim zaman İnan Kıraç Bey Ankara’ya geliyor, öğleden evvel MHP’ye bir araştırma veriyor yüzde 15, öğleden sonra DYP’ye bir araştırma veriyor yüzde 29. Yani bir seçim ittifakı yapmanıza gerek yok.” İnan Kıraç’ın Gümrük Birliği’ne karşı olduğu için Çiller’e sıcak bakmadığı öne sürülüyor. Dalan’la bağlantısı var İnan Kıraç’ın siyasetle ilişkisi bununla sınırlı değil. Ergenekon soruşturması kapsamında hazırlanan ikinci iddianamede, Kıraç’ın, firari sanık Bedrettin Dalan’la ilişkisine dair ayrıntılara yer veriliyor. Dalan, dönemin Jandarma İstihbarat Daire Başkanı Levent Ersöz’le yaptığı konuşmada İnan Kıraç’ı dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’e aracı olarak gönderdiğini söylüyor. Kayıtlarda, Dalan TSK’nın iktidara karşı demokratik tutum takınmasından rahatsız olduğunu anlatıyor. Dalan’ın eleştirisine Ersöz “Biz de azmetmedik canım” karşılığını veriyor. İnan git Kurmay’la konuş Dalan, bu durumun içlerinde tartışmaya neden olduğunu anlatıyor. İkili arasındaki görüşme şöyle devam ediyor. Dalan: “Bundan 6-7 ay önce İnan Kıraç’la beraber geldik. Böyle Sakarya Meydan Muharebesi gibi üç kişi kavga ettik, gırtlaklıyordum ben. ‘İnan git Ankara’ya. Kurmay’la konuş benden ne şikayetiniz var diye öğren’ dedim.” Firari Dalan’la telefon sohbeti İnan Kıraç’ın, Bedrettin Dalan’la telefonda da görüştüğü belirlendi. 30 Nisan 2008’de Bedrettin Dalan’ın, Coşkun Umur’a kayıtlı telefondan İnan Kıraç’la konuştuğu tesbit edildi. Kayıtlara göre ikili arasındaki görüşmede şunlar konuşuldu: “- Bedrettin Dalan: İnancığım nasılsın iyi misin? - İnan Kıraç: Sayın Başkanım iyiyim iyi de değilim aslında. O çok benim sevdiğim abim sizden biraz büyük 78 yaşındaydı. Burak çok uğraştı onlar da uğraştılar dün sabah kaybettik. Çok üzüldüm çünkü çok uzun süreler bana abilik yapmıştı. Ve onun şeysi içindeyim. Üzüntüsü içindeyim bugün bir ara şeye gittim İlhan Selçuk Bey’e gittim. Durumu iyi sizi de onu daha yakınlaştıracağım öyle bir misyon aldım.” Baykal’la otomotiv sanayiini konuştum Taraf’ın önceki gün manşetten yayımladığı “İnan Kıraç denedi, kaset halletti” başlıklı haberle ilgili işadamı İnan Kıraç’tan açıklama geldi. Deniz Baykal’la görüştüğünü kabul eden Kıraç, açıklamasında şunları söyledi: “Parti liderleri ve ülkemizi yönetenlerle, zaman zaman gerçekleşen görüşmelerim Türk ekonomisinin ve otomotiv sanayinin gidişatı ile sınırlıdır. Sayın Baykal ile görüşmemiz de bu çerçevede olmuştur. Cumhuriyet Halk Partisi bünyesinde tanıdığım kişiler bir elin beş parmağını geçmez. Gücümün ima edilmesi hoşuma gitti ama... Galatasaray’a gelince; 30 yıldır Galatasaray Eğitim Vakfı Başkanıyım. Dolayısıyla, Galatasaray camiasının büyük bir çoğunluğuyla tanışmışımdır. Camiamızla ilgili sorunları tartışmamız, konuşmamız ve çözüm aramamız gayet anlaşılır bir durumdur. Ülkemizde pek çok kurumun (ki buna Galatasaray Eğitim Vakfı da dahildir) yönetiminin gençleşmesi gerekliliği ayrı bir konudur, ancak parti yönetimlerini etkileyecek bir güce sahip olduğumun ima edilmesi hoşuma gitmekle birlikte, böyle bir gücümün olmadığını ifade etmek isterim. Eşimin şekillendirdiği hayatı yaşıyorum Son 12 yıldır eşim Suna’nın sağlık koşullarının şekillendirdiği bir hayatı yaşıyorum. Onun istekleri doğrultusunda, eğitim, sağlık, kültür ve sanat konuları ile meşgul oluyorum. 1998 yılında kurduğum şirketlerimin yönetimini de arkadaşlarıma devretmişimdir. Siyasi konulara ismimin karıştırılmasını samimiyetle anlamış değilim. Üzüntümü kamuoyuna bildiririm.” Gelişmeler doğruluyor İddiaların odağındaki diğer isim CHP İstanbul Milletvekili Mustafa Özyürek şunları dile getirdi: “İddiaların doğru olmamasını dilerdim, bekledim. Ancak sanki gelişmeler bu iddiaları doğruluyor. Gerek yeni kadroların oluşumda, gerek kurultayda, gerekse milletvekili adaylarının belirlenmesinde çeşitli çevrelerin telkinleri etki oldu. Bunu basından da okuyoruz.” Bir Galatasaraylı’dan beklemezdim Deniz Baykal’ın yakın çalışma arkadaşlarından olan ve bu dönem aday gösterilmeyen CHP Bursa Milletvekili Onur Öymen, İnan Kıraç ile Galatasaray Lisesi mezunu olmaları nedeniyle çeşitli vesilelerle görüştüklerini söyledi. Öymen, şunları söyledi: “Bir Galatasaraylı’nın diğer bir Galatasaraylı için böyle bir plan içinde olabileceğini düşünmek istemiyorum. Zira bizde dayanışma çok güçlüdür. Kendisine bu iddiaları yakıştırmak istemem. Belki Kıraç, başka birilerinin görüşleri aktarmıştır. Kendisini aramadım, zaten aramak da ona düşer. Ancak Sayın Baykal’ın ve eski yönetimin ardından CHP politikalarında köklü değişikliklerin olması, iddialarda adı geçenlerin hiçbirinin listelerde ve yönetimde yer almaması tesadüf müdür, takdir sizin?” TARAF

Reşat Nuri Erol
28.05.2011
07:59

İnan Kıraç; Bir zamanlar dokunan yanardı

Ne yani, Milliyet gazetesi el değiştirdi diye İnan Kıraç hakkında yayın serbestisi mi geldi? Kaç gündür medyada adı üzerinde fırtınalar koparılıyor. Dün önemli bir ifşaat da Vatan gazetesinde çıktı. Konuya müdahil olmazsam kalemim şişer... İnan Kıraç ülkemizin en büyük patronu Vehbi Koç'un damadı. Profesyonel ömrünün büyük bölümünü ağabeyi Can Kıraç'ın başında olduğu Koç Holding'te geçirdi İnan Bey... Can Kıraç 1991'de holdingin başından çekildi; İnan Bey de onu izledi. Can Bey erkene aldığı emeklilik günlerini evinde kolajlar yaparak geçiriyor; İnan Bey ise ayrılırken devraldığı Karsan'da araç üretiyor. En son Karsan mamulü otomobili New York taksisi yapma çabasıyla gündeme geldi İnan Kıraç... Şahsen Kıraç Ailesi'ne ilgim hayli eskilere dayanır. 1991 seçiminden başbakan çıkmak üzere hazırlanan Süleyman Demirel, meydan meydan dolaşıp, "Özal'ı Çankaya'dan indireceğiz" demeye başlamıştı. Hatırlatmama gerek var mı, bilmem: 1991 Can Kıraç'ın Koç Holding'in başından âni bir kararla çekildiği yıldır. Lâfına değer verdiğim kulağı delik bir dost, "Süleyman Bey Çankaya üzerinde uyguladığı baskıyla Turgut Özal'ı yıldırıp sahaya çekme, boşalacak adrese de Can Kıraç'ı gönderme hesabının içinde" tezini fısldayıverdi. Etrafa kulak verince böyle bir hesabın gerçekten var olduğunu fark ettim... Olayı "Vehbi Bey Can'ını Demirel'e ödünç veriyor" diye özetleyen aynı dost, "Bu denklemde önemli kişi İnan Kıraç'tır, Can Bey'e saygı duyar Demirel, ama İnan Bey'i dinler" demişti bana... Kıraç Ailesi'nin iki ferdi de, Can Kıraç o günlerde kıyasıya birbirine girmiş Hürriyet ile Sabah gruplarının patronlarını bir yemek masası etrafında buluşturana kadar, iş hayatı dışındaki meşgaleleriyle hiç gündeme gelmemişti... Erol Simavi ve Dinç Bilgin'in yemekten kardeş kardeş ayrıldığını görünce bildiklerimi okurlarla paylaştım. Zaman'da çıkan (11 Eylül 1991) 'Demirel'in cumhurbaşkanı adayı' başlıklı yazım büyük gürültü kopardı. Gazete köşelerinde, haftalık siyasi dergilerde konu işlendi durdu. Gürültü, Can Kıraç 10 Ekim'de (1991) bana gönderdiği nazik mektupla aday olmadığını açık bir dille bildirene kadar sürdü. Can Bey nezaketini hiç yitirmedi, 'kendisini önemli hissetmesini sağlayan' o iki ay için hâlâ bana teşekkür eder, gönderdiği mesajlarla... Bazıları CHP'de Kemal Kılıçdaroğlu'nun liderliğe yürüyüşü ve Önder Sav ile kadrosunun tasfiyesi sürecinde İnan Kıraç'ın oynadığı rolle ilgili Mehmet Baransu imzalı haber çıktığında şaşırmış göründü. Oysa İnan Kıraç'ın sürekli 'racon kestiği' bilinir. Galatasaray Kulübü'nde "O gitsin" dediği gider, "Şu gelsin" dediği başkan olur... Son yayınlar üzerine yaptığı düzeltmede, siyasetle ilişkisini işleri ve ekonomiyle sınırlamış olsa da, gerçeğin bunun çok ötesinde olduğunu en iyi iş dünyası bilir. Her kritik ortamda yanına beş öndegelen işadamını da alarak Ankara yoluna düşer İnan Kıraç. İktidar partileriyle arayı bozmaz, Ak Parti de bunun istisnası değildir. Ancak Vehbi Bey'in siyasi mirası gözüyle baktığı CHP'yi sürekli yakın gözetimi altında tutar... Eski bakanlardan Mehmet Turgut anılarında Vehbi Koç'un siyasete ilgisinin aşırı sola uzandığını başından geçen bir olaya dayanarak anlatır. 1965'te TİP'e seçimde kullanmaları için araçlar tahsis etmiştir Koç Holding. Mehmet Turgut "Bu ne iş?" diye sorunca, "Orada da tanıdıklarım var, ne yapayım?" cevabını vermiştir... Onun yolundaki İnan Bey de Cumhuriyet gazetesinin büyük hissedarıdır bugün... İnan Bey önce Kemal Kılıçdaroğlu'nu "Önder Sav, Mustafa Özyürek, Onur Öymen gibilerden uzak dur" diye uyarmış... Deniz Baykal'a da aynı isimleri parti yönetiminden uzaklaştırması tavsiyesinde bulunmuş... Kurultay'a hazırlanan Baykal'ın yakınlarına "Onlar varsa, beni listenize almayın" demiş Kılıçdaroğlu... Sonrası malum. Baykal gitti, Kılıçdaroğlu geldi, o grup CHP yönetiminden silindi... Dün Vatan'da Sanem Altan ilginç bir anekdot aktarıyor. Çetin Emeç'in eşi Bilge Hanım'ın yıllar sonra "Yakalanan katilin gerçek olduğunu düşünmüyorum" dediği röportajı yapan Sanem Altan'dı. Röportaj sonrasında ağlamaklı hale getirecek biçimde "Bitmiş kapanmış bir konuyu neden açıyorsun?" diye Bilge Emeç'i azarlamış İnan Kıraç... 'İslâmi terör' hesabına kaydedilmiş suikastla ilgili büyüyen kuşkular bir işadamını neden böyle garip tepkiler vermeye sevk eder ki? Bir zamanlar dokulmazdı; Milliyet ile Vatan etki alanından çıkınca böyle oldu galiba...

Taha Kıvanç (Fehmi Koru)

, Zaman 28 Mayıs 2011, Cumartesi





Sayı: 101 | Tarih: 22.05.2011
Ahmet Taşgetiren
Bahçeli'nin resti yetmezdi, yetmedi
Tek Eşlilik Baskısı
2154 Okunma
13 Yorum
Zübeyir Erol
Ruşen Çakır
Şantajla yaşamayı öğrenmek
Kuran'la yaşamayı öğrenmek
1311 Okunma
3 Yorum
Tayibet Erzen
Mehmet Şevket Eygi
Kazurat ve Sidik Savaşları
İyilik-Kötülük
1238 Okunma
4 Yorum
Emine Hocaoğlu
Ahmet Hakan
Yolsuzluk yapan bakanlar meselesi
Kişiler ve sistemler
1174 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Mahir Kaynak
Kasetli siyaset
Kuklaların siyaseti
1122 Okunma
6 Yorum
Süleyman Karagülle
Zülfü Livaneli
kafalarımızın içindeki kilit
kafası kilitli müslimanlar
1107 Okunma
1 Yorum
Ali Bülent Dilek
Ruhat Mengi
Öcalan'ın amacı ne?
Güneydoğu
1105 Okunma
1 Yorum
Vahap Alma


© 2024 - Akevler