Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 844
Hûd Sûresi Tefsiri 120-123. Âyetler
26.12.2015
7252 Okunma, 2 Yorum

HÛD SÛRESİ - 31. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

وَكُلًّا نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ أَنْبَاءِ الرُّسُلِ مَا نُثَبِّتُ بِهِ فُؤَادَكَ وَجَاءَكَ فِي هَذِهِ الْحَقُّ وَمَوْعِظَةٌ وَذِكْرَى لِلْمُؤْمِنِينَ (120) وَقُلْ لِلَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ اعْمَلُوا عَلَى مَكَانَتِكُمْ إِنَّا عَامِلُونَ (121) وَانْتَظِرُوا إِنَّا مُنْتَظِرُونَ (122) وَلِلَّهِ غَيْبُ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ وَإِلَيْهِ يُرْجَعُ الْأَمْرُ كُلُّهُ فَاعْبُدْهُ وَتَوَكَّلْ عَلَيْهِ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ (123)

 

***

 

وَكُلًّا نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ أَنْبَاءِ الرُّسُلِ مَا نُثَبِّتُ بِهِ فُؤَادَكَ

Va KulLan NaQuöÖu GaLaYKa MiN EaNBAEi elRuSuLi MAv NuÇabBiTu BiHIy FaEAvDaKa

“Ve resullerin enbainden hepsini, onunla senin fuadını tesbit ettiğimizi sana kıssa ediyoruz.”

Başta ELR Kitaptır. Âyetleri tahkim edilmiş, sonra tafsil edildi. Allah’tan başkasına ibadet edilmemesi istendi. Peygamberlerin kıssasını anlatırken de hep bu beyanı teyit etti, Allah’tan başkasına ibadet edilmemesini istedi. Yani bu sûrenin temel konusu Allah’tan başkasına ibadet edilmemesidir. Bize bunu emrettikten sonra tarihten misaller verdi.

Bugün insanlar Allah’tan başkasına, Sermaye’ye yani onun dolarına ibadet ediyor. Sermaye tanrı ise dolar da kitaptır. Kur’an bu sahte kitabı tepetaklak atacaktır. Resullerin haberleri kalbimizi tesbit etmelidir. Herkesin kalbi Kur’an’daki bu kıssalarla tesbit edilmiş olacaktır. Hazreti Yusuf ve Hazreti Yunus bu sûrede ve diğer sûrelerde anlatılıyor.

“Kasasna Leke” denmemiş de “Nekussu Aleyke” denmiştir. Çünkü bunlar sonunda görevimizi yapmamız için anlatılmaktadır. Bu kıssalardan aldığımız derslerle görevimizi yerine getireceğiz. Bu satırları okuyup anlamayanlar olacak, anlayıp da kabul etmeyenler olacak. Okumayanlar olacak. Onların sorumlulukları bizim kadar değildir. Onların sorumlulukları neden okumadınız olur. Bizim sorumluluğumuz neden yapmadın olacak. 

İşte buradaki “Aleyke” kelimesi her birimize ayrı ayrı görevler yüklemektedir. Herkes Kur’an düzeninin gelmesi için yükümlüdür, farzdır.

Nebiler yalnız nebiliği yaparlar. Resullerde ise tebliğ edilenlerin icrasına geçilecektir. Artık tebliğ döneminden icra dönemine geçmek durumundayız. Her birimiz kendimizin resulüyüz. Bir gün gelecek parti kuracak, başkanımızı seçecek, seçimi kazanacak ve iktidar olacağız. O gün Medine dönemine geçmiş olacağız. Artık resul değil onun halifesi gelecektir.

“Min” harfi getirilerek hepsinden değil bir kısmından bahsedildiğini ifade etmektedir.

Kur’an’da geçen peygamberleri şöyle sıralayabiliriz.

1- Nuh Peygamberden önce Hazreti Âdem ve İdris peygamberlerin kıssaları geçmektedir. (2 peygamber)

2- Mezopotamya peygamberleri olarak Hazreti Nuh, Hûd, Salih, Lut ve Şuayb peygamberler. (5 peygamber)

3- Hazreti İbrahim, İsmail, İshak, Yakup, Yusuf, Musa, Harun, Davut, Süleyman, Yahya, Zekeriya, İlyas, Elyese', Yunus, İsa, Muhammed (16 peygamber)

Bunun dışında Üzeyir ve Lokman’ı da zikretmekte, nebi olarak zikretmektedir. Demek ki sayıları 25 kadardır. Bu da merkezle birlikte 24’lü sisteme tekabül eder. Rivayetlerde 124 000 peygamberden bahsedilmektedir.

Burada “Küllen” mukaddem mef’ûldür, “Mâ” da bunun bedelidir. “LiMâ” denmesi gerekirken “Mâ” denmiştir. Çünkü sadece bunun için kıssa edilmemiştir. Bu onun bir özelliğidir. Peygamberlerin kıssaları bize aynı zamanda delildir. Usulde kural vardır. Bizden öncekilerin şeriatı şeriatımızda zikrediliyorsa bize de şeriattır.

Kur’an bütün şeriatları içine almıştır. O peygamberler Kur’an’ın o zamanki şartlarda uygulamasını yapmışlardır. İnsanlık henüz Kur’an’ı doğrudan anlayıp uygulama yapacak durumda olmadığı için sadece uygulamaları vahyedilmiş. Proje okumayı bilmeyen işçilere proje verilmez, doğrudan gösterilir. Önce yapmayı öğrenir. Planda görüleni görür. Sonra ona projeyi öğretirsiniz. Ondan sonra yeni projeleri de okuyabilir.

Önceki peygamberler Kur’an’ın uygulamasını yaptılar. İnsanlık uygarlaştı. Son Peygamber de birinci İslâm medeniyetini kurarak insanların Kur’an’ı içtihat ve icmalarla uygulama seviyesine gelmelerini sağladı. Şimdi biz tam uygulama zamanındayız. Kur’an’ı ona göre yorumluyoruz.

Kur’an’ı yorumlarken peygamberlerin yaptıklarından yararlanıyoruz. Buna “sünnet” denmektedir. Yalnız Hazreti Muhammed’in yaptığı değil, bütün peygamberlerin yaptığı bize sünnettir. Onun için kıssa edilmektedir. Bunun dışında geleceği görebilmek yaptıklarımızdan emin olmak için de bu kıssalar anlatılmıştır.  Bunun için “LiMâ” denmemiştir.

“Tesbit” kelimesinin manası bilinmektedir.

“Fuad” kelimesi ise üzeride durulması gereken bir kelimedir. “Favd” somun demektir.  Beynin şeklinden dolayı bu ad verilmiştir. “Fayda” kelimesi buradan gelir. Kur’an’da “kalb” kelimesi geçtiği gibi “fuad” kelimesi de geçmektedir. Lisanu’l-Arab’da “fuad” kalbin karşılığıdır, denmektedir. Beyinde üç bölüm vardır. Biri gri madde çıkıntıların dış kısmıdır. Sonra orta kısmı, sonra da iç bölümüdür. İç bölümünden sonra sinirlerle bedene dağılır. Orta bölümde iç bağlantılardan ibarettir. Buralarda ulaşım sağlanır, dış kısmında ise bilgisayar işlemleri yapılır. “Fuad” özellikle bu yerin adıdır.  Düşünme dediğimiz olay burada cereyan eder.

Beyinde iki türlü çalışma vardır. Biri, beyinden çıkan sinirler tüm vücuda dağılır, bedenle ilişkiyi kurar. Beden de çevre ile ilişki kurar. Bu sinirler de iki çeşit sinirdir. Atar ve toplardamarlara benzer. Dışarıdan gelen etkileri beyne götürür, beyinden çıkan emirleri organlara götürür. Beynin ikinci çalışma sistemi ise kendi içindeki işlemleri yapmaktır. Aldığı bilgileri hafızaya yerleştirir. Sonra bizim bilgisayarı açtığımız çağrı dosyasını açar ve üzerinde işlemler yapar. Tekrar belleğe gönderir. Bu işleri yaparken beyinden çıkan sinir sistemlerini kullanmaz. İşte beynin sinir sistemi işlemi olarak yaptığı işleri “kalb” olarak yapar. Beynin kapalı olarak kendi içinde yaptığı işleri de “fuad” olarak yapar.

Ruh ile ilişki kuran kalb değil, fuaddır. Beynin ruha bakan kısmına fuad, bedene bakan kısmına kalp denir. Bir kumaşın iki yüzü gibidir. Bir tarafı ile ruha, diğer tarafı ile bedene bakar. Ruhsal olaylar vardır. Düşünüp karar verme ve kararda sebat etme fuadla yapılmaktadır. Peygamberlerin kıssalarını okuduğunuz zaman geçmişi öğreniriz ve geleceğimizi daha iyi görürüz ve olacaklardan emin hale geliriz.

Ben Kur’an’ın dediklerine göre hareket ettim. Bazen emin olmadığım, reyb içinde olduğum olmuştur. Ama şöyle dedim. Kur’an’dan daha doğru söyleyen yer yok. Ben onun dediğini yaparım. Öyle olmasa da bir zararım olmaz. Kur’an’ı anlamadaki hatalarım dışında yanıldığım olmadı. Her gün Kur’an’ın dediklerini yaşamaya başladım.

وَكُلًّا

Va KulLan

Ve küllü (hepsi)”

“Ve” harfi ile atfetmiştir. “Kitabun uhkimet ayatuhu” ile başlayan ve Hak uygarlıklarının oluşmasını anlatan Kur’an bunlarla ikinci bir iş yapmıştır, o da kalplerin tesbitidir. Yani Kur’an’ın iki özelliği vardır.

Biri; hükümleri ortaya koyar, haberleri ortaya koyar. Bu onun ilim tarafıdır.

Bir de; bu söylediklerine seni ikna eder, zamanla onun etkisinde kalırsınız. Bu da onun iman tarafıdır.

Buradaki “ve” harfi Kur’an’ın bu iki tarafını ifade etmektedir; hükümler ve tesbitler.

Birisini seversiniz, onun kötülüklerini görmezsiniz; sizin kalbiniz ona tesbit olmuştur.

Kur’an da insanın kalbini Hakka tesbit eder. Artık onun dediklerinde yanlış bulamazsın. Onun dediklerini hep yorumlayarak doğruyu bulmaya çalışırsın. Hattâ Kur’an’a inanmayanlar bile onun etkisinden kurtulamazlar. İman etmemiş insanların da küfür ve nifaklarını artırır. O da yine Kur’an’ın tesbit gücüdür. İlgilenmezlik yapamazsınız.

Avrupa’da şarkiyat fakülteleri vardır. Müslümanların yaptığı hizmet kadar onlar da İslâmî ilimlere hizmet ediyorlar. Usulü Fıkıh üzerinde, Hadis üzerinde, Arapça üzerinde çalışmışlardır ve biz rahatlıkla onların kitaplarından yararlanıyoruz.

Dünyayı böyle etki altına alan başka bir kitap mevcut değildir.

Hong Kong’daki çalışma da buna bir örnektir. Bütün İslâm birikimini reddedip Kur’an üzerinde durmaları Kur’an’ın mucizesidir. Söylenen söz ne kadar yanlış olursa olsun bir doğru yanı vardır. Bundan dolayı Hong Kong çalışmalarını destekliyorum.

Türkiye’deki dini cemaatlerden ben yalnız Risale-i Nur Cemaati ile Süleyman Tunahan Cemaati’ni destekledim, çünkü onlar Kur’an ile meşgul idiler.

نَقُصُّ عَلَيْكَ

NaQuöÖu GaLaYKa

“Sana Kıssa ediyoruz”

Arapçada “Li” hakları, “Alâ” görevleri ifade eder. “Lehu” hak ve “Aleyhi” deyn görevleridir. Burada “Leke” değil, “Aleyke” gelmiştir. Çünkü bize bunlar anlatılırken görev yükleniyor demektir. Makam hak değil görevdir. Başbakanlık kişinin lehine bir şey değildir, aksine başkalarına yüklenmeyen yükün ona yüklenmesidir. Bundan dolayı kamu görevleri yüklenirken eşitlik veya adalet değil, onu en iyi yapacak kimseye verilir. İslâmiyet Batı ile bu noktada çatışmaktadır. Kamu görevi anayasada hak olarak kabul edilmiştir. Oysa böyle bir uygulama mümkün değildir. Paralel yapı buradan çıkmıştır. Bir polisi görevden alıyorsun, demokrasi bitiriyor, zulüm oluyor. Çünkü onların mantığında polis olmak haktır. Buradaki “Aleyke” kelimesi bu anlayışı reddetmektedir. Emanet ehline verilir, alacak değil borçtur.

“Kassa” kelimesi “KSS” kökünden gelir. “Kussa” örülen veya bağlanan saçtır. Dağılan şeyleri bir araya getirip bağlama anlamındadır. “Kıssa” hadiseleri bir hikâye şeklinde anlatmadır. Saçların kesilmesi için de “Makas” kullanılmaktadır. Kesme ile kıssa arasında söyleniş benzerliği vardır. Kan gütmeyi sona erdirdiği için o suça benzer ceza kısas olarak adlanır.

Bu sûrede değişik zamanlarda cereyan eden olaylar bir araya getirilip bir hikâye yapılmıştır. Kitab döneminden önceki şeriat kıssa edilmiştir.

Peygamberlerin kıssalarını okuduğunuz zaman bir şey görürüz, insanların uygarlaşmasında aldıkları görev anlatılır ve insanlık tek bir canlıdır. Bundan 60 bin sene önce doğmuş ve gelişerek bugünkü uygarlığa ulaşmıştır. Kur’an ile buluğ çağına ermiş, 1400 sene sonra yeni uygarlığı kendi ilmiyle kuracak hale gelmiştir.

“Adil Düzen” üzerinde yaptığımız çalışmalara bakın; onun getirdiği çözümler dışında bir çözüm görebiliyor musunuz?

Marksizm/komünizm 70 sene yaşadı ve gitti; şu sıralar kapitalizm de bitti deniyor.

Akevler henüz 50 yaşlarında, daha yeni oluşmaktadır ve ömrü bin yıl olacaktır.

مِنْ أَنْبَاءِ الرُّسُلِ

MiN EaNBAEi elRuSuLi

“Resullerin enbaından”

“Nebe’” geçmişteki olayları haber vermektir. “Haber” ise gelecek hakkında bilgi vermektir. Alimler Cebrail’den değil Kur’an’dan vahiy alırlar. İçtihat yaparlar. Nebilerin yaptığını yaparlar. Resuller ise devlet başkanlarıdır. Biat yoluyla gelirler.

“el-Rusul” burada marife gelmiştir. İnsanlığı uygarlığa götüren Kitap öncesi resullerdir. Tarih bu şekilde yazılmıştır. Tarihte önemli olaylar olmuştur.

Tarık bin Ziyad Cebelitarık’ı geçmiş, İspanya’yı almış ve yerleşmiştir. Geçmeseydi Avrupa uygarlığı doğmazdı, ilerleseydi yine Avrupa uygarlığı olmazdı.

751’de Talas’ta (Kırgızistan) Müslümanlar Çinlileri yendiler; yenmeseydiler bugün dünyada Budizm olacak, Kur’an unutulacaktı. Ama Müslümanlar Çin’i İslâmlaştırmadılar; İslâmlaştırsalardı şimdi ABD’nin karşısında duracak kuvvet olmazdı. Sermaye Müslümanları yok ederdi. Geçmişteki tarihi olaylar hep birer kıssadır, birer hikâyedir.

Türkiye’de yapılan inkılâplar olmasaydı, eskimiş ve donuklaşmış medreselerden kurtulamazdık. 1950 seçimlerinde Demokrat Parti olmasaydı, Türkiye şimdi ateist bir Yahudi tetikçisi olurdu. Millî Görüşçüler ve Cemaat Akevler’i dışladı; dışlamasaydı Akevler dağılıp giderdi, “Adil Düzen” unutulurdu. Hâlâ dışlamaları Allah’ın Akevler’e nimetidir.

مَا نُثَبِّتُ بِهِ

MAn NUÇabBiTu BiHIy

“Onunla tesbit ediyoruz”

Bir bitki sulanmazsa kurur, birkaç gün yaşar ama sonra ölür. İmanın fuadda kalabilmesi için devamlı olarak onu sulamak ve beslemek gerekir. Bu da namaz ve Kur’an’dır. Namaz kılmayanların, Kur’an’ı anlayarak okumayanların kalbleri zamanla kararır, imanları gider, amellerini yapamaz olurlar.

Peygamber kıssalarını bilmek, Hazreti Muhammed’i yakından tanımak insandaki fuadı imanda ve cihadda tesbit eder. İnsan kendisinin gücünü bildiği gibi zafiyetini de bilir. Bundan dolayı özellikle darlık zamanlarında sığınacak yer arar. Tanrı’ya inanmayanlar insanlara sığınırlar ve yaşayan kişileri tanrılaştırırlar. Bugün liderlere kayıtsız şartsız teslimiyet Tanrı’ya inanmamış olmanın sonucudur. Yaşayanlardan güvenilir tanrı bulamayanlar ölülerden medet umarlar veya öldükten sonra tanrılaştırırlar. Bazen bu bir hayvan olabilmekte, hattâ dağ gibi şeyler olmaktadır.

Namaz kılan ve Kur’an okuyanlar ise Tanrı’yı bulur ve O’nunla sükûnete kavuşurlar. Namaz insanı topluluğa, topluluk da Allah’a bağlar. Kur’an ise ilmî hakikatleri ortaya koyduğu gibi imanî hakikatleri de ortaya koyar.  Kur’an ilmî bir kaynak olduğu kadar imanî kaynaktır da. Sûrenin sonunda Kur’an’ın bu imanî kaynağına işaret etmiştir. Mekke sûrelerinde iman ciheti galiptir, Medine sûrelerinde ise amel ciheti galiptir.

فُؤَادَكَ

FuEAvDaKa

“Fuadını

Her beyin ayrı çalışmaktadır ve her beyin bir ruha aittir. Beyin bilgisayarı şifrelidir, başkası girememektedir. Rüyada ruhtan başka görevliler de gelmekte, insan beyninde bazı düzenlemeler yapmaktadırlar. Ruha gelmekte, kendisi yapmadığı gibi ben yapıyorum sanmaktadır. Hafızaya alınmakta, uyandığı zaman ona rüya olarak hatırlatılmaktadır. Uyku zamanında beynin bedenle ilgisi azalmakta, içe dönük faaliyet yapmaktadır.

İnsan düşünürken kurallar koyar. Varsayımları benimser. Bütün düşünceleri o varsayımlar üzerine inşa eder.

Çok tanrıya inanma bu varsayımların olması veya değişmesi demektir.

Kur’an insan beynindeki bu düzenlemeleri yapmaktadır. Buna yalnız düşünme sayesinde değil, biyolojik olarak da etki etmektedir. Kur’an müziğinin ortaya koyduğu titreşimler beyindeki bağların düzenlenmesinde yardımcı olmaktadır. Ayrıca bütün bedendeki hücreleri de titreştirerek hücre içi veya kılcal damarla arasındaki akışlara yardımcı olmaktadır. Namazda ayakta, rükûda, otururken ve secdede kan farklı basınçlarla gelerek adeta vücudumuzu çalkalamaktadır.

Burada işaret edilen beden eğitimi değil, ruhi eğitimdir. Oruç da insanın ruhi eğitimini yaptırır. Acıkan beyin çözümler aramaya başlar. Bu da onun araştırma ve çözüm bulma melekesini geliştirmiş olur. Peygamberler en çok sıkıntıyı bunun için çekmişlerdir. Bu sebat ruhta değil beyindeki bilgisayarın programlarında olmaktadır.

وَجَاءَكَ فِي هَذِهِ الْحَقُّ وَمَوْعِظَةٌ وَذِكْرَى لِلْمُؤْمِنِينَ (120)

Va CAvEaKa FIy HAvÜiHi elXaqQu ve MaVGıJaTün Va ÜiKRAy LilMuEMiNIyNa

“Ve bunlarda sana hak mev’ize ve müminler için zikra ciet etti.”

Burada işaret edilen enbadır. Bu haberlerde şunlar da vardır. “Ve” harfleri ile dört şey birbirine atfedilmektedir. a) Eski şeriat ve resullerin davranışları anlatılarak bize Kur’an’ın hüküm ve hikmetleri anlatılmakta, bunlar nasıl amel edeceğimizi öğretmektedir. b) İkincisi, Kur’an bu kıssalarla bizim imanımızı teyit ve tespit etmektedir. c) Şimdi burada hak mev’ize ve zikirden bahsetmektedir.

Kelam var, bu insandaki fikri ve ilmi temsil ediyor.

Tasavvuf var, insandaki imanı ve ahlakı temsil ediyor.

Burada öğretiler var. Amellerimiz fıkhı temsil ediyor.

Bundan sonra “Kul” diyerek sosyalleşmeyi, birlikte olmamızı içermektedir.

“Hak geldi” diyor. Emir yok, sadece bilgi var.

“Mev’ize” diyor. İster yaparsın ister yapmazsın diyor.

“Zikra” diyor. Hatırlatma var demektir. Zorlama yok demektir.

Devlet kanunlar yapar, mahkemeleri oluşturur, silahlı güçleri oluşturur, o kanunları zorla uygulatır. Bu yönüyle Kur’an kanun değildir. Halk ona silahlı güçle veya hakem kararları ile uymaz. Kur’an’a uyma dünyada zorunlu değildir. Bir Kur’an devleti yoktur. Kur’an yasası ile idare edilen devlet de yoktur. Kur’an yolları gösterir, yapılması gerekenleri anlatır. Onu benimseyenler kendi sitelerini kurarlar ve yasaları kendileri yaparlar. İslâm devleti Kur’an’la yönetilmez, İslâm devleti Kur’an’a dayanılan içtihat ve icmalarla yönetilir, sözleşmelerle yönetilir; Kur’an’ın kendisi ile değil.

Birinci bölümde İslâm devletinin özelliklerini anlattı. Allah’tan başkasına ibadet edilmeyecek. Ölçü ve tartılarda hile yapılmayacak. Yönetim piyasaya müdahale etmeyecek. Cinsi ahlaksızlık yapılmayacak. Sonra bunlarla insanın imani tarafını ortaya koydu. Kişiyi eğitti. Şimdi üçüncü devreye girilmektedir. İman etmiş olanlar burada nasıl topluluk oluşturacaklarını öğrendiler. Bu ayet onlara işaret ediyor.

Bundan sonraki ayette de icma ve içtihatlarla yönetimlerini kuracaklardır.

İşte oradaki sözleşmelerde yapılanlara uymayanlara devletin düzenlemesi gelecektir. Kanun onlardır. Kur’an ve Sünnet kanun değildir.

Burada hak ve mev’ize sana geldi diyor. Zikrada sana geldi ama müminler için geldi diyor. Her müminin görevidir. Önce hakkın ne olduğunu öğrenecek, ilim yapacaktır. Sonra o ilme dayanarak ne yapması gerektiğini tesbit edecek, içtihatta bulunacak. Üçüncü görevi ise hatırlatmadır. Sigaranın kötülüğünde ittifak vardır. Ama yine de içiyorsa diğerleri ona yanlış yapıyorsun der. Zorlama yapılmaz, sadece hatırlatılır. Marufu tebliğ eder. Henüz marufu emredecek durum yoktur. Daha Medine’ye hicret edilmemiş, devlet kurulmamıştır. Kimse kimseye emredemez, sadece hatırlatma yapılır.

Bu hatırlatmalar hakkı tavsiye ve sabrı tavsiye şeklinde olacaktır. Bu oluşma dönemidir. Birbirlerine sabredenler iman etmiş ve salih amelleri başlamış olacaktır. Böylece bir müminler grubu oluşmuştur. Henüz ellezîne amenû olarak yoklar ama müminler vardır. Bunlar topluluğu oluşturmaktadırlar.

O halde topluluk nedir?

Toplulukların;

a) Kuralları vardır, o kurallara göre hareket ederler. İmamları vardır, bir başkan etrafında toplanmışlardır. Başkan onlara önderlik yapar, başkanlık yapar. Onlar da onun yaptıklarını yaparlar. Başkan sözleşmelere göre hareket eder. Ona tabi olanlar da onun yaptığını birlikte yaparlar. Başkan kural koymaz, kuralların uygulanmasında birlik sağlar.

b) Aralarında çıkan ihtilafları geçici olarak çözerler. Kararlar uygulanır. Mağdur olanlar sonra hakemlere gider ve mağduriyetlerini giderirler.

c) Başkan toplantıları yönetir. İstişare eder. İstişare eden cemaatin ortak vekilidir. Vekâleten kararları o alır. Yürürlüğe girer. Mağdur olanların hakemlere gitme yetkileri vardır.

d) Topluluğun silahlı gücüne komuta eder. Hakemlerin kararlarını infaz eder.

Devlet oluşmadan önce silahlı güç yoktur, infaz da yoktur. Diğer işleri yapar.

Başkanlık farz-ı kifaye olan bir görevdir. Biri başkan oldu mu başkaları başkan olamaz. Başkanın bulunmadığı yerde oradakiler kendilerine geçici başkan seçerler. Yalnız olduğu zaman da herkes kendi kendisinin başkanıdır; başkan olarak içtihat yapar ve sonra içtihadına mükellef olarak işler yapar.

Burada şu sorulur:

*Kadınlar da bu hükümlere tabi midir?

- Kimse kadınlar tabi değildir diyemez.

*O halde kadın kendi başına kaldığı zaman kendisinin başkanı olur mu?

- Olur.

*Kadınlar kendi aralarında başkan seçerler mi?

- Seçerler.

*Karma birlikteliklerde de başkan seçilecek mi?

- Kadın-erkek görevlerde eşit midir? Eşittir. O halde yetkilerde de eşittir.

Kadın beş vakit namazlarda imam olmaktadır. Akevler henüz bu seviyeye ulaşamadı. Hâlâ kadınlar gamet bile yapamıyorlar. Kur’an’da sadece resullerin erkek olması şartı getirilmiştir. Cuma imamları erkek olmalıdır. Çünkü kadınlar savaşmakla mükellef değildirler. Ehliyetleri vardır, savaşabilirler ama savaşmak zorunda değildirler. Görevliye görevli olmayanlar imam olmazlar.

  وَجَاءَكَ

Va CAvEaKa

“Ve sana ciet etti”

Burada “Hak ityan etti” denmiyor da “Hak ciet etti” deniyor. Çünkü haktan maksat sadece Kur’an değildir. Aklî deliller de haktır. Müsbet ilim haktır. Nakli delillerden kitaplar hak olduğu gibi sünnetler, icmalar ve kıyaslar da haktır. Dolayısıyla bize gelen sadece okuduğumuz ayetler değildir. Ayetleri okurken diğer bütün deliller de aklınıza gelmekte ve Kur’an’ı ona göre anlamaktayız.

“Yeryüzünde seyr ediniz” deniyor, “Kitap okuyun” denmiyor. Kitabın anlaşılması için diğer ilimlere ihtiyaç vardır. “Cebel” dendiği zaman cebelin ne olduğunu Kur’an anlatmaz, Coğrafya anlatır. Kur’an müsbet ilimlerin ortaya koyduklarının hükmünü bildirir. Bir çuval pirincin kalitesini ve miktarını Kur’an bildirmez. Kur’an bir çuval pirincin nasıl satılacağını, nasıl borç verileceğini, nasıl borcun alınacağını anlatır. O halde müsbet ilimler tahsil edilmeden Kur’an ilimleri de tahsil edilemez. Bunun gibi müsbet ilimlerini tahsil etmek yeterli değildir. Onlardan nasıl yararlanıp amel etmemiz gerektiğini ise bize şeriat öğretir.

Bunların hepsi haktır.

“Sana ciet etti” deniyor. Mükellef olan insandır. Topluluğa emredilmez. Topluluk canlı gibidir. Her işi kişi yapar. Topluluğun işini de kişiler yaparlar. Devlet bunu yapar denmez; görevli bunu yapar denir. Batı’nın hukuku ile İslâm fıkhı arasındaki en büyük fark buradadır. Onlar makro kurallarını koyarlar, devleti görevlendirirler. Kur’an makroyu anlatmaz, makronun işlerini de kişilere yaptırır.

Mekke döneminde henüz topluluk oluşmadığı için ‘siz yapın’dan çok ‘sen yap’ şeklinde hükümler vardır.

İnşaat yapmadan önce malzeme hazırlanır; tuğla, demir, çimento temin edilir. Sonra inşaat yapılır. Peygamberler böyle yaptılar. Önce öğrettiler, sonra uyguladılar. Bediüzzaman öyle yaptı. Akevler böyle çalışıyor, bu sebeple yavaş gelişiyor ama gelişiyor.

Her birimiz ayrı ayrı hakkı tebellüğ etmiş bulunuyoruz. Henüz başkanımız yoktur. Peygamberler zamanında öğretmen vardı, melekten vahiy alınıyordu. Şimdi artık peygamber yok, biri bize öğretmiyor. Biz birbirimize öğretiyoruz. Bünyamin Demir ile ahşap ev projesini yaptık. Ben bunu en az on senedir yapıyorum. Lübnanlı bir girişimci geldi -daha önce on sene evvel gelmişti- ‘o zaman da ahşap ev üzerinde duruyordunuz’ dedi. İlk bakışta o günden bugüne bir arpa boyu gitmedik ama biz on senedir bu işin peşini bırakmadık. Projeyi ancak şimdi yaptık. Bu projeyi tek başına yapabilseydik on senedir yapardık. Bu projeyi tek başına yapabilseydi, Bünyamin Demir bir siparişle yapabilirdi. Ancak birlikte yapabildik.

Peki, kim öğretti; burada muallim kim, müteallim kim?

Birbirimiz.

İşte, bugünkü vahiy budur. Bize melek gelmiyor, vahiy almıyoruz. Hiçbirimiz üstat değiliz. Bizim üstadımız Allah’tır. Bir araya geldiğimiz için Allah bize ihsan ediyor. Önce hak ayrı ayrı hepimize geliyor, bunları birleştirince ortaya tek hak çıkıyor.

فِي هَذِهِ

FIy HAvÜiHi

“Bunda”

“Hazihi” müennestir. Çoğul olması gerekir. Enba’ çoğuldur. Bu kıssalarda demektir. Her birinin kıssasında demektir. Bu surede de olabilir. “Hazihi” anlatılanlar içinde ayetler olabilir. Surenin başındaki “uhkimet ayatühü”deki ayetler olabilir. Tahkim edilen, sonra tafsil edilen ayetlerde hak vardır. O ayetler de, sure de olabilir, bütün Kur’an olabilir. Bütünü doğrudur. İhkam edilen ayetler sözlerdir. Çünkü Kur’an lâfzen de mucizedir. Tafsil edilen ise fıkıhtır. Biz onu ilimle tafsil ettik deniyor. Demek ki müsbet ilme dayalı içtihatlardır.

الْحَقُّ

elXaqQu

“Haktır”

İnsanın beyni kalb olarak çevre ile ilişki kurar, oralardan bilgi alır, oralara etki eder. Bir hayvanda da bu beyin vardır. Ayrıca insanda hayvanlarda olmayan bir fuad vardır, onunla dışarıdan aldığı bilgiler ile kendisi beyin içinde bir evren kurar, çevrenin haritasını yapar.

Bir haritada köprü gösteriliyor. Oraya vardığınızda eğer orada köprü varsa o haritadaki köprü haktır, haritada var ama yerinde köprü yoksa o batıldır. İnsan beyni de çevrenin haritasıdır. Oradakiler dışarıda varsa o haktır, yoksa o batıldır.

Birinin beynindeki tanrı var ama dışarıda gerçekte yoksa beyinde olan bu işaret batıldır. O halde müminin beyni haklarla oluşan beyindir. İçinde eksik ve yanlış olsa da, sürekli onları düzelten ve hakkın peşine koşan beyindir.

Kur’an diyor ki: Ey Müslüman! Hak sana geldi. Sen onları değerlendirdin. Beyninde oluşan haktır. Tereddüdün ve şüphen olmasın. Kendine güven, çünkü sen Rabbinin hidayet ettiği kimsesin. O’na uy, başkasını düşünme. 

وَمَوْعِظَةٌ

Ve MaVGıJaTün 

“Ve mev’ize”

İnsan beyni dışarıdan aldığı bilgileri özel işaretle işleyerek çevrenin haritasını yapar. Bunun dışarıya uygun olması onun hak olduğunu gösterir. Yine insan beyni bu hakka dayanarak ilerde yapacaklarının projesini yapar.

Şimdi ahşap evler mevcut değildir. Yüz lojmanlı binalar yoktur. Projelerini yapıyoruz. Yarın olacaktır. Bu projeler de mev’izedir. Mev’izede öneriler vardır, bilgiler vardır. Dayatma yoktur. Gelen deliller de nebilerin kıssalarında hak olduğu gibi mev’ize de vardır. İnsan beyninde plan oluşmaktadır. Bu sebeple mev’ize deniyor.

Mekke sûreleri tüm halka değil müminlere hitap etmektedir, hakkı arayanlara hitap etmektedir. Önce insanlar kendileri oluşacaklardır, araştıracaklardır, Hakkı öğreneceklerdir. Sonra proje yapacaklardır. Sonra uygulayacaklardır. Ondan sonra çevreyi davet edeceklerdir. Yapmadıklarını söylemeyeceklerdir.

Millî Görüşçülerle ve Risale-i Nur cemaatleri ile ayrılığımız buradadır; kendileri yapmadan başkalarına yapın demeleridir. Hattâ kendileri de onların yaptıklarını yapıyorlar.  Biz şöyle duralım, siz yapın diyorlar.

Kur’an Mekke devrinde emirler getirmemiş, mev’izeler getirmiştir.

Kendimiz kendimiz için projeler üreteceğiz. Başkalarının yapacakları ile değil, bizim yapacaklarımızla ilgileneceğiz.

وَذِكْرَى

Va ÜiKRAy

“Ve zikra”

Anlamadır. Anmadır, anlatmadır.

“Zikra” kelimesi mübteda olabilir. İsim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiş olur. O zaman “zikra” müminlere gelmiş olur. Resullere nebilere gelmeli olur.

Biz o manayı vermiyoruz, zikra da mefuldür. “Hakk”a atfedilmiştir. O da sana gelmiştir. Her mümine hak ve mev’ize geldiği gibi zikra da gelmektedir. “Zikra” tek başına yapma yerine birlikte yapma anlamındadır. Dolayısıyla ben öğrendiklerimi talipli olanlara öğretmek zorundayım. Bu sebepledir ki patent hakkı olmadığı gibi bilgi para ile satılmaz. Öğrenenler ücret ödemedikleri gibi öğretenler de ücret talep edemezler. Öğrendiğin için öğret.

Yaptığım projelerden başkalarına anlatmak zorundayım. Ben burada şunu yapıyorum demem lazım ki o da ona göre yapsın. Benim yapacaklarıma engel olmasın, onun yapacaklarına da ben engel olmayayım.

لِلْمُؤْمِنِينَ (120)

LilMuEMiNIyNa

“Müminler için.”

“Zikra” nekredir, mübteda olmaz. Dolayısıyla “zikrâ li’l-müminîne” mahzuf “hüve”nin haberi olur. “Li’l-müminîn” de “zikrâ”nın sıfatıdır. Müminler zikra olarak sana gelmişlerdir. Bu da bizim birlikte çalışmamız gerektiğine işaret etmektedir.

Birlikte çalışacağız ama zorlamayacağız. Herkes elinden geldiği ile “Adil Düzen” çalışmasına katılacaktır. Birbirimize yaptıklarımızı anlatmalıyız ama emretmemeliyiz. Öyle ortaklık kurmalıyız ki ortak olmak isteyen ortak olsun, ayrılmak isteyen hemen ayrılsın.

Bunu nasıl yapacağız?

İşletme senetleri çıkaracağız. Öyle mekanizmalar getireceğiz ki değeri hemen hesaplanmalıdır. Ortak olmak isteyen senedi alınca ortak olmuş olacak, senedi satınca da ortaklıktan çıkmış olacaktır. Fiyat kasadaki stoklara göre hazırlanmış bulunacak, isteyen o fiyatla satacak, isteyen o fiyatla alacak.

Demek ki buradaki “zikrâ li’l-müminîne” kelimesi bizim ortaklığımızın temellerini koymuştur. Birinci Akevler uygulamasında bunu başaramadık, çünkü muhasebemizi kuramamıştık. Bilgisayarımız yoktu. Şimdi bunun hazırlığını yapıyoruz. Bugün kooperatiften senet alacaksın ve üç gün eklediğinde kâr veya zarar etmiş olarak satabileceksin. Böylece bu ifadenin ekonomideki uygulaması ortaya çıkar.

وَقُلْ لِلَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ اعْمَلُوا عَلَى مَكَانَتِكُمْ إِنَّا عَامِلُونَ (121)

Va QuL LilLaÜIyNa LAv YuEMiNUvNa EiGMaLuv GaLAy MaKANaTiKuM EnNAv GAMiLUvNa

“Ve iman etmeyenlere de ki; mekânınızda amel ediniz, biz de âmiliz.”

Üç çeşit halk vardır.

Kur’an’a inananlar. İnananların çoğu Kur’an’a göre amel etmektedirler. Her müminin görevi diğer müminlere hatırlatmadır.

Bir de Kur’an’a inanmayanlar vardır. Onlara söyleyeceğimiz şey; siz sizin yerinizde işinize bakın, biz de kendi işimize bakalım. Biz kendi sitemizde kendimiz yaşayalım, siz de sizin sitelerinizde yaşayın. Biz halk olarak mikroda üretelim ve mikroda tüketelim. Siz de tekel olarak makroda faizli ve sömürü sisteminde sömürünüze devam edin, biz size siz de bize karışmayın. Biz kendi kooperatiflerimizde Kur’an’ın dediği gibi yaşamaya devam edelim, siz de kendi heva ve hevesinize göre yaşamaya devam ediniz.

Biz 1960’larda buna karar verdik. Sandık ki bizim işlerimize karışmayacaklar. Biz de onların işlerine karışmayalım. Devleti bize saldırttılar. Yetmedi, ortaklarımıza sağladıkları özel menfaatlerle bizim çalışmamızı engellediler. Biz de partimizi kurduk ve saldırılarını def ettik. Onları kendi yanlarına aldılar. Ama bizim eski arkadaşlarımız bize şimdi saldırmıyorlar. Biz kendi mekânımızda, onlar da kendi mekânlarında amel içindedirler.

Kur’an’ın bu emrini biz yarım asır önce söyledik. Kooperatifi bu amaçla kurduk. Şimdi de başka bir şey söyleyebiliriz. Gelin bizim kooperatifler kurmamıza engel olmayın. Biz üretim ve tüketim yapalım, siz de bunun alışverişini yapın, alıp satın, bizden alın bize satın. Bizim ne ambarlarımız var, ne taşıtlarımız var, ne dolarlarımız var, ne de tekel patronlarımız var. Zaten bir şey yapma gücümüz yok. Siz de bizi rahat bırakın. Bizim size zararımız olmaz. Aksine üretim ve tüketim çoğalır, daha çok iş yaparsınız.

İnsanların içinde iman edenler var, iman etmeyenler var. Bir de ne iman edip ne de inkâr edenler vardır. Bunlar dâhil değildir. Öyle olsaydı “kul gayre’l-müminîne” denirdi.

Yönetimimizi kurmadıkça ne iman ne de inkâr etmiş kimselere karışacağız. Onlara da zikra olmak üzere imana davet edeceğiz. Bizim cihadımız bize saldıran iman etmeyenlerledir. Birinci “Adil Düzen” uygulamasında giriştiğimiz cihatta onlara karşı galip geldik. Ne var ki yeterli hazırlığımız olmadığı için bizimle beraber olanlar onlarla bir olup kendileri sömürmeseler de sömürenlere hizmet etmeye başladılar!

Bundan önce hep müfret olarak “Rabbin” diye zikretmiş, “sana geldi” denmiş, burada “sen söyle” denmiş ama sonunda “Biz de amiliz” demekle oradaki “Ke”nin müfret olması sadece görev olarak müfrettir anlamındadır. Yoksa şimdi “Biz de” diyerek bu işin müminlerin işi olduğunu belirtmiş oluyor. Salih amelin manası budur. Herkes şeriat içinde kendi çıkarına hareket eder ama sonunda topluluğun çıkarı ortaya çıkar.

Bir proje vardır. Projenin parçaları vardır. Herkes kendisi için kârlı olan parçayı yapar. Böylece en acil olarak yapılanı yapar. Sonunda en kısa zamanda bütün parçalar yapılmış ve monte edilmiş, topluluğun yararına olan ürün ortaya çıkmıştır.

Adam Smith tarafından açıklanan bu kanun Kur’an’da böylece emredilmiş olmaktadır. Projeye ve şeriata göre herkes kendi çıkarına iş yapar, sonunda topluluğun çıkarı ortaya çıkar. Sistem emreder sonra biz amel ederiz denir. Ayrı ayrı görev yapar ama birlikte üretmiş oluruz. 

وَقُلْ

Va QuL

“Ve kavlet”

1- Allah’tan başkasına ibadet etmeyiniz.

2- Kıssalarla fuadını tesbit ettik.

3- Aynı zamanda yapacaklarımızı orada anlattık.

4- Şimdi de size diğer insanlarla nasıl ilişki kuracağınızı anlatıyoruz.

Onlara söyleyiniz...

Böylece sûre bize “Adil Düzen”e nasıl geçileceğini anlatmaktadır.

“Adil Düzen”in oluşmasına beşbin sene önce başlandı. Dörtbin senede projesi hazırlandı. Bundan 1400 sene önce ne yapılacağı belirlendi ve bugüne kadar arsası, malzemesi hazır hale getirildi. Şimdi işçileri bulma sorunu vardır. Ne var ki bu proje yenidir. Daha önce uygulanmamıştır. Onun çalışan kadrosu yetişmemiştir.

Şimdi Akevler yarım asırdır onun kadrosunu yetiştirmektedir. Yanlış söyledim; Akevler kendi kendine yetişmektedir. Birinci dönemi tamamladı, başarılı sonuçlar elde etti. Şimdi ikinci hamleyi yapmaktadır.

Bu sûre bu geçiş döneminin projesidir.

Saadet Partisi (RP) ve AK Parti iktidar oldular ama uygulayamadılar, çünkü kadroları yoktu. Onlar “Adil Düzen”in uygulanması için şartları hazırlıyorlar.

Başka bir şey söylemek isterim. Tüm insanlık “Adil Düzen” için çalışmaktadır.  Sosyalizm, kapitalizm, nasyonalizm, demokrasi, lâiklik vs hepsi bâtıl düzeni yıkmakla meşguldürler. “Adil Düzen”in gelmesi için onların yıkılması gerekir. Allah müminlere o tür kötü işleri vermemiştir. O işleri mikroplara ve canavarlara yaptırmaktadır. Biz yarım asır önce çalışmaya başladık. O günkü dünya ile bugünkü dünyayı düşünün ve mukayese yapın. Türkiye namaz kılmayan, oruç tutmayan, helal-haram tanımayan başbakanlar tarafından yönetiliyordu. Şimdi namaz kılmayan zor bakan olabilmektedir. Nerden nereye geldiğimizi düşünmek “Adil Düzen”e inanmak için yeterlidir.

لِلَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ

LilLaÜIyNa LAv YuEMiNUvNa

“İman etmeyenlere”

Kavl edilecek olan bu iman edenler kimlerdir?

Mevcut ateist ve sömürücü düzenin artık ömrünü doldurduğunu kabul edip ilahi dinlerin yeniden dünyaya hidayet getireceğine inanan kimselerdir.

Bundan yüz sene evvel dinlerde reform yapılmaz görüşü vardı. Bugünün sorunlarını çözemediklerine göre din dışı bir düzeni kurmamız gerektiği görüşü hâkimdi. Semavi dinlerde reform olmaz. Elbette biz Allah’ın şeriatını düzeltecek değiliz. Halkın bu şeriat anlayışında reform olur, rönesans olur. Dinler bunu başaracaklardır.

Bunun için:  

1) Dinler arasında çatışma kalkacak. Bütün ilahi dinler birleşip dinsizlikle cihat yapacaklardır. Yahudilik, Hıristiyanlık, Müslümanlık, Hinduizm ve Budizm dayanışma içinde olacaklardır.

2) Her din çalışırken müsbet ilimlerle kendi bozulmalarını düzeltecektir. Müsbet ilim Allah’ın doğal kanunlarıdır. İlahi kitaplar ise Allah’ın şeriatıdır. Aynı Tanrı’nın eseridir. Aralarında çelişki olmaz. O halde her din şeriatını müsbet ilme göre düzeltecek, böylece aslını bulacaktır.

3) Son din olan İslâm ve Kur’an eski dinlerin hepsini içermektedir. Bozulmadan bize gelmiştir, dili ve manası korunmuştur. Bütün dinler bütün kitaplardan yararlanmalıdırlar.

4) Bütün dinler el ele verip asrın sorunlarını çözmelidir, halk o zaman bu dinlere gerçekten inanacaktır.

İşte bu gerçekleri kabul eden herkes mümindir. Hatta Hong Kong ekolü gibi Kur’an’ı ilahi kitap olarak kabul etmediği halde onu değiştirmeyi yapmayanlar da mümindir. Bizim için de böyledir. Biz Marksizm’i de değerlendiririz. Her söze kulak veririz.

Bunu kabul etmeyip hak, hukuk, adalet yerine ben güçlüyüm, o halde sömürürüm diyenler inanmayan kimselerdir. İşte onlara Allah şöyle dememizi emrediyor:

اعْمَلُوا عَلَى مَكَانَتِكُمْ

EiGMaLuv GaLAy MaKANaTiKuM

“Siz mekânenizde amel ediniz”

Gelin barış içinde yaşayalım. Sizin dininiz/düzeniniz sizin, bizim dinimiz/düzenimiz bizim olsun. Biz kooperatiflerimizi kuralım, üretim ve tüketim yapalım. Siz de mübadelemizi gerçekleştiriniz. Biz size karışmayalım, siz de bize karışmayın.

“Mekân” kelimesi kânenin ismi zaman, ismi mekân ve masdarı mimidir. Sonra MeKeNe fiili olmuştur.

“Mekân” feal vezni üzere cemal gibi isim olmuştur. Sonundaki “T” manayı darlatmış ve olanak manasını vermiştir. Her biri kendi mekânında, olanağında amel edecektir. Siz kendi yerinizde kendi işlerinizi yapın demektir.

إِنَّا عَامِلُونَ

EnNAv GAMiLUvNa

“Biz amiliz”

“Ve” harfi ile atfedilmemiştir. Atfedilseydi biz de sizin mekânınızda amiliz olurdu. Biz de kendi mekânımızda amiliz demektir.

Şimdi bu ayet bizim KOOPERATİFLEŞME önerimizi emretmiyor mu?

Müminler yüz dairelik işyeri apartmanları yapacak ve orada kendi mekânlarımızda kendi imkânlarımızla amel edeceğiz.

Bu ayetler “Adil Düzen” dışındakilere bir şey söylemiyor mu?

Ve biz amiliz. Neleri amiliz?

1) Ahşap evler üretiyoruz. Kendi dinlenme sitelerimizde oturup yaşayacağız. İçki içmeyeceğiz. Fuhuş yapmayacağız. Namazımızı kılacak, Kur’an’ı tedris edeceğiz.

2) Yüz lojmanlı işyeri apartmanları yapıyoruz. Buralarda kendi semtimizi oluşturacak, kendimiz üreteceğiz, onlara satacağız; onlardan alacak ve kendi şeriatımız içinde yaşayacağız; bunun amili olacağız.

3) Mala-mal marketlerimizi kuracak ve sermayesiz mal alıp satacağız. Karşılıksız yani karşılığı olmayan sahte paralara el sürmeyeceğiz.

4) Hangi din ve mezhepten olursa olsun, Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsa ve salih amel işliyorsa o bizim dinde kardeşimizdir; her yerde onlarla beraber yaşayacağız.

وَانْتَظِرُوا إِنَّا مُنْتَظِرُونَ (122)

Va iNTaJıRUv İnNAv MuNTaJıRUvNa

“Ve intizar ediniz, biz de intizar edenleriz.”

“İntizar etmek” demek sonucu beklemek demektir.

Buğdayı ekersiniz ve hasat zamanını intizar edersiniz.

Evlenirsiniz ve çocuğun gelmesini intizar edersiniz.

Biz faizsiz müessesemizi kuracak ve kredileşme ilkesi içinde ekonomimizi çalıştıracağız. Siz de kendi müesseselerinizi kurunuz ve faizli müesseselerle intizar ediniz.

Eğer biz onların yaptıklarını intizar etseydik “ve” harfi getirilirdi. Biz kendi yaptıklarımıza intizar edeceğiz. Onlar da kendi yaptıklarına intizar edeceklerdir.

Karşı tarafa barış öneriyoruz. Biz size karışmayacağız, siz de bize karışmayın. Sizin siteniz içinde size rakip olmayacağız. Faizli sistemde sizinle yarışmayacağız. Biz kendi kentlerimizde FAİZSİZ SİSTEMİMİZİ kuracak ve yaşayacağız. İleride kooperatifler arasındaki değişmeleri biz yaparız. İki grup rekabet içinde olur. Sizinki başarılı olursa siz, bizimki başarılı olursa biz hâkim oluruz.

İntizarın manası bunlardır. Kabul ederler mi? Etmezler! İşte o zaman da kıssalarda anlatılanlar olur. Emir geldiği zaman hiç yoklar gibi olurlar.

Bundan yüz sene iki yüz sene sonra yazılacak olan tarihler bu emri de zikredecek ve o günkü müfessirler Kur’an’ın bu mucizesini anlatacaklardır.

وَانْتَظِرُوا

Va iNTaJıRUv

“Ve intizar ediniz”

Nazar etmek, basar etmek, re’y etmek gözetlemek demektir. Bakmak var, nazar etmek var, görmek var. Arapçada nazar var, basar var, re’y, rasad var,  dörtlü sisteme uymaktadır.

Re’y görmedir. Re’ye’l-ayn vardır. Re’ye’l-hak vardır.

“İntizar” iftial babındandır, kendi içine bakmak demektir. Zihni gözetlemek demektir. Acaba benim beklediğim oluyor mu demektir.

Mahir Kaynak’tan öğrendiğim, sonra birçok defalar teyit edilen bir olay vardır. Sermaye ile yönetim/devletler çatışmaktadır. Mahir Kaynak devletler galip gelecektir demiştir. Ben de bu görüşteyim. İntizar ediyorum.

1 Kasım Seçimi’nde bu görüş teyit edilmiştir. Sermaye tüm gücünü harcadı ama Erdoğan’ı yenemedi. Şimdi de Meclis’te aynı uğraşı verecektir.

إِنَّا مُنْتَظِرُونَ (122)

İnNAv MuNTaJıRUvNa

“Biz de muntazırız.”

İntizar edilenler aynı olsaydı “ve” getirilirdi.

Biz bizim işimize bakacağız, onlar onların işine bakacaklar.

Semtler kuracağız.

Tarım semtlerini öyle kuracağız ki her semt kriz zamanında yaşasın.

Benim bucağımda (Artvin/Borçka/Camili/Macahel) İkinci Cihan Savaşı’nda beş sene dışarıdan hiçbir şey almadan yaşadık. Kendimiz kendimize yeter tüm düzen kurulmuştu. Köyümüzde tuz yoktu. Meyveyi atlara yükleyip Ardahan’a götürürler ve tuz alır getirirlerdi. Kibrit yoktu, çakmak taşı ile ateş yakılırdı. Ancak çok rutubetli olduğu için yakmak zordu. Komşulardan ateş temin edilirdi. Közleri küle gömerlerdi, birkaç gün dayanırdı. Hattâ atasözü vardır, gelip hemen giden kimseye ‘ateş almaya mı geldin’ derler. Kentlerdeki semtler köylerden birileri ile kardeş olacak, mala-mal marketleri kuracaklar. Krizlere dayanıklı hâle geleceğiz. Semtler arası ilişki ile mikrodan makroya doğru yürüyeceğiz.

وَلِلَّهِ غَيْبُ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ وَإِلَيْهِ يُرْجَعُ الْأَمْرُ كُلُّهُ فَاعْبُدْهُ وَتَوَكَّلْ عَلَيْهِ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ (123)

Va LilLAHi ĞaYBu elSaMAvVATı Va eLErWı Va İleyHı TurCaGu elEaMRu KulLuHu FaGBudHu Va TaVakKUl GaLaYHı Va MA RabBuJa Vi ĞAvFiLin GanMAv TaGMaLUNa.

“Ve arz ve semavatın gaybı Allah’ındır. Emrin küllisi O’na rücu eder. O’na ibadet et. O’na tevekkül et. Rabbin amel ettiklerinizden gafil değildir.”

Bu surede altı yerde “sema” olarak geçmektedir. Dört defa “semavat ve arz” olarak geçmektedir. İkisinde “semadan gelen yağmurdan” bahsetmektedir. Semavat arzın ikisi burada, ikisi de âhiretteki semavat ve arzdan bahsetmektedir. Âhirettekinin biri cennetin semavat ve arzıdır, diğeri cehennemin semavat ve arzıdır. Bunlar ayrı ayrıdır. Cehennemdeki arz da sema da sıcak arz ve semadır. Surenin başlarında altı yevmden bahsedilmiş, doğadaki evrim anlatılmıştı. Sonra da yeryüzündeki sosyal evrimden bahsetmiştir. Böylece bizler aynı kanunlara tabi olduğumuzla ilgili bilgilendirilmiştir.

Başta semavat ve arzın altı dönemde yaratıldığını açıklamış, burada surenin son ayetinde de yine arz ve semavatla sure sonlandırılmıştır.

Kâinatta iki çeşit olay vardır. Hesabi olan vardır, gaybi olanlar vardır. Hesabi olanlar Allah’ın sünnetine tabi olan olaylardır. Kurallıdır ve biz onları bilebiliriz. Yarın onsekizde akşam olacağını hesaplayabiliriz. Bazı olaylar vardır ki hesabi değil ihtimalidir, gaybidir. Bir damlanın nerde oluşacağını ve o damlanın nerde düşeceğini hesaplamamız mümkün değildir. Bir yumurtayı dölleyen milyonlarca spermin hangisinin yarışı kazanacağını, dolayısıyla bebeğin kız mı yoksa erkek mi olacağını bilemez. Bunlar gaybi bilgilerdir. Biz bilemeyiz ama Allah bilmektedir. Allah için hesabi olmayan bir olay yoktur.

Bizim beynimizin gaybi olayları bilme imkânı yoktur. Heisenberg bunu matematikle hesaplamış, sistematik hatayı ortaya koymuştur. İnsanın yüzüne çok yakından bakarsanız incelikleri görürsünüz ama bütününü kavrayamazsınız, uzaktan bakarsanız bütününü görürsünüz incelikleri bilemezsiniz. Siz inceliğe bakarken bütünü değildir, bütününe bakarsanız ince tarafı değildir. O halde hiçbir zaman kesin bilgiye sahip değilsiniz.

Uzakta olanlar da gaybidir. Geçmişte olanlar gayb olduğu gibi gelecekte olacaklar da gaybdır. Semavat ve gaybın bilgileri Allah’tadır. İnsanın öleceği kesindir ama ne zaman öleceği kesin değildir. Faizli düzen değişecek ama ne zaman, onu bilemeyiz. O halde şu tarihte bu olacaktır, bu tarihte bunu yapacağız demek gaybi olaylarda mümkün değildir. Sureyi baştan itibaren bu şekilde okumak gerekir. Olacak tarihi yalnız O bilir.

Surenin başlarında Hazreti Nuh Peygamber kavmine ben gaybı bilmiyorum demiştir. Biz Kur’an’ın bildirdiklerini biliyoruz. Allah nurunu tamamlayacaktır. Bugünkü uygarlıktan anlıyoruz ki O’nun bize vaat ettiklerinin yapılacağı hal ortaya çıkmıştır.

İnsanlar yalnız bu dünyada değil göklerin diğer gezegenlerinde de vardır. Tüm Kâinat insanlarla doludur. Onlar Âdemoğlu değildir ama insandır. Kur’an’ın hükümleri zamanla ve mekânla değişmez. Sadece uygulanan duruma göre değişir. Bu ayetle Allah bize diyor ki; bu kelime benim sadece sizin yerinizdeki bir kelime değildir, tüm kâinatı kaplayan bir kelimedir.

En yakın yıldız ile bugünkü teknoloji ile ancak dört yılda alo diyebiliriz. Biz göndersek alo sözümüz iki yılda varır. Orada da onlar alo dediği zaman iki yılda varır. Işınlama ile bile onlara ulaşmamız imkânsızdır. Bununla beraber bugün henüz tekniğini geliştiremediğimiz ışık hızından yüksek dalgalar vardır. Bunları çok iyi biliyoruz. Tekniğine sahip olduğumuz zaman haberleşmeyi kolayca yapabiliriz.

Burada gaybın ona rücu edeceğini söylemektedir.

“Emr” bu surede 15 defa geçmektedir. Üçü buyruk anlamındadır.  Biri genel iş olarak anlatılmaktadır. Kalan on tanesi Allah’ın azabı zamanında gelen “emr”dir.

Buradaki de o emirlerden birine işaret etmekle beraber cins isim olarak “emr” müfret kullanılmış, sonra da ona küllühü diye beyan edilmiştir. Bir marifenin müfredi tamamı anlamına gelir. O takdirde cüzlerin de ona ait olduğu bildirilmektedir.

1 Kasım Seçimi olmuştur. Çünkü hisabidir. Ama alınan oy hisabi olmamıştır. Kimsenin beklemediği bir oy gelmiştir. Bizim yaptığımız açıklamaların hepsi biz doğru anlamışsak doğrudur. Ama zaman bize bildirilmemiştir, ne zaman olacağını bilmiyoruz.

Bir işe başlarken şunları şu zamanlarda yapalım deriz. Ama bunu yapacağımızı garantiye almayız. Bu sebepledir ki yaptığımız vaatlerde zamanı koyarız ama cezayı koyamayız. Eğer failin kusurundan doğmuşsa kredisini kesme gibi cezalar verebiliriz. Ama doğal afetten dolayı olmuşsa, yani failin kusuru olmaksızın yerine getiremediği yükümlülüklerden fail sorumlu tutulmaz.

Biz Adil Düzen Çalışanları olarak 2023’te “Adil Düzen” uygulamalarına yaygın şekilde başlayacağımızı söyleriz ve ona göre hazırlık da yaparız. Ama erken veya geç olur, orasını bilemeyiz. Yaptığımız istidlallerle 2033’de Türkiye’de “Adil Düzen” iktidarda olacaktır. Bu sadece tahmindir, doğrusunu Allah bilir.

O halde sen O’na ibadet et, O’nun işlerini yap, başkalarına ibadet etme.

Bütün “Adil Düzen” gençleri ancak öğretmenlik yapabilirler. Çünkü o ilimdir. Öğrenmek ve öğretmek Allah’a ibadettir. Bunun dışında kamu görevlisi olmak İslâmî değildir. Emrin küllisi ona aittir, O’na ibadet ediniz, O’nun dediğini yapınız.

O’nun ne dediğini eskiden Cebrail peygamberlere getiriyor, onlar da halka anlatıyorlardı. Şimdi artık Cebrail gelmiyor, onun yerine biz içtihat yapıyoruz. Kur’an bize söylüyor. Biz de birbirimize anlatıyoruz. Vahyeden ise Allah’tır. Birine değil de farklı kimselere farklı şeyleri vahyediyor, birbirimize katarak ortak düzen doğuyor. Hükümlerin de pazarı kuruluyor ve piyasanın kabul ettiği hükümler geçerli oluyor.

Emrin küllisi O’na rücu eder. Yani sonunda işler O’nun olur. Siz yapmazsınız, O yapar ve nasıl isterse öyle yapar. Herkes kendi yaptığından sorumludur, sonuçtan sorumlu değildir. Sonuç onun değil Allah’ın eseridir. Buradaki emr O’na rücu ederin anlamı budur.

Biz yaptığımız ibadetlere karşılık ecrimizi alacağız ama Allah’tan başkasına, mesela dolara taptığımızda, onun cezasını çekeceğiz, O yaptıklarımızdan gafil değildir.

وَلِلَّهِ

Va LilLAHi

“Ve Allah’ındır”

Buradaki “Ve” harfi hak mev’ize ve müminler için zikra geldi ayetindeki “caeke”ye atfedilmiştir. Arz ve semavatın gaybı O’nundur denmektedir. Arz ve semavatın geçmişi ve geleceği O’na aittir. İlmin gaybı denir. Gaybın kendisi denmektedir. Yani hisabi olmayan şeylerin faili O’dur, O’nun emriyle yapılmaktadır.

غَيْبُ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ

ĞaYBu elSaMAvVATı Va eLErWı

“Arz ve semavatın gaybı”

İlim ufka benzer. Şu dağa gidersen göğe ulaşacağını sanırsın ama orada yeni ufuklar ortaya çıkar. Kâinatı öğrendim dediğiniz zaman yeni öğreneceklerin ortaya çıkar.

Kâinatı tam olarak anlayıp kavramak mümkün değildir.

O kendi iradesi ile oluşturur ve O her an yeni şe’ndedir.

وَإِلَيْهِ يُرْجَعُ الْأَمْرُ

Va İLeyHi TurCaGu elEaMRu

“Ve emr O’na irca olunur”

İşler O’nun istediği gibi olur anlamındadır.

Firavunu Firavun yapan O’dur. Firavunu bedeniyle necata erdiren O’dur. Sermayeyi bugünkü güce ulaştıran O’dur. Suriye sınırında uçak düşmüşse O’nun emridir.

Sermaye üçüncü cihan savaşını çıkarmak istiyor; O izin verirse çıkarır.

Birinci Cihan Savaşı’nda imparatorluklar yıkıldı, TC devleti kuruldu. Yaşlanmış imparatorluk muhteremdi ama artık görevi bitmişti. Üçüncü cihan savaşı çıkar da İran ve Türkiye birlikte olursa bu savaş İslâm’ın zaferi ile biter.

كُلُّهُ

KulLuHu

“Bütünü”

“Emr” müfrettir. “Küllü” kelimesi istiğrak içindir. Yani hiçbir iş yoktur ki O’nun takdiri ve isteği ile olmasın. Kur’an bize bunu bildirmekle demek istiyor ki; olan olaylarla fazla ilgilenmeyin, O ne isterse o olur.

Rus-Türk savaşının körüklendiği bugünlerde bu ayetin yeniden bize nazil olması bizim endişe etmemize gerek olmadığını bildirmektedir.

فَاعْبُدْهُ

FaGBuDHu

“Sen O’na ibadet et”

Sana ne emrolunmuşsa, sana ne görev verilmişse onu yap.

Ruhu’l-Kur’an çalışmalarına devam edilmeli ve artık internette yayınlanmalıdır. Bugün artık insanlar hep Kur’an’la meşgul olmaktadırlar; meşgul olanların şiddetle Ruhu’l-Kur’an’a ihtiyaçları vardır. Projelerin yapılmasına Medhal Grubu daha sık devam etmelidir. Muhasebe için gerekli adımları atmalıyız. Ne yapmamız gerektiğine Allah’ın izni olursa örnek ahşap evi yaptığımızda önereceğim...

Buradaki O’na ibadet emrini, Adil Düzen Çalışanları olarak günlük kazançlarınızı da artık Adil Düzen işletmelerinde elde edin emri şeklinde anlamalısınız.

Ben 1960’larda iflas ediyordum. İş yapıyordum ama borcum artıyordu. Akevler’i kurduktan sonra devlet görevlisi olarak çalıştım ve bugüne kadar onun dışında iş yapmadım. Beklemediğim yerden Allah beklemediğim kazançlar sağladı.

Herkes bilsin ki Allah kendisine döneni geri çevirmez.

وَتَوَكَّلْ عَلَيْهِ

Va TaVakKaL GaLaYHı

“Ve O’na tevekkül et”

O’na ibadet ediyoruz ve O’na tevekkül ediyoruz. İşimiz ne olacak, gelirimiz nerden gelecek diye düşünmeyeceksin diyor Allah. Biz O’na ibadet ettikçe O da bizi görecektir. Ne zaman korku içinde başka yerlere başvurursak o zaman perişan oluruz. Başarısızlığımız olduğu zaman onun daha büyüğü için başaramıyoruz demektir.

“Adil Düzen”i benimseyen kardeşlerim için artık “Adil Düzen” işletmelerinden kazançlarını temin etme ve O’na tevekkül etme zamanı gelmiştir.

وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ

Va MA RabBuKa Bi ĞAvFiLin

“Ve Rabbin gafil değildir”

Evet, sizin yaptıklarınızı bilmektedir, size gerekli yolu göstermektedir, gerekli desteği de hazırlamaktadır.

Biz bir şeyi Allah rızası için yapmaya kalktığımızda O haberdardır.

Ahmet Uzun ve Bünyamin Demir buna yönelmişlerdir. Bir gün gelecek ki Bolu’daki fabrika Adil Düzen işletmesi olarak çalışacak, bir gün gelecek ki Bünyamin Demir Adil Düzen projeleri içinde meşhur mimar olacaktır.

İzmir’dekiler de Ahşap Ev Projesi ve uygulaması üzerinde duruyorlar.

Allah herkesin amelinden gafil değildir, O’na tevekkül etmemiz yeterlidir.

عَمَّا تَعْمَلُونَ (123)

GanMAv TaGMaLUNa

“Amel ettiklerinizden.”

Bundan evvel “O’na ibadet, O’na tevekkül, Rabbin” benzeri ifadelerde hep “sen, sen” dediği halde, şimdi “amel ettiklerinizden” diyerek çoğul getirilmiştir. Oradaki “sen” “Adil Düzen” için çalışan her kişidir. Peygamber yoktur aramızda, hepimiz O’nun halifesiyiz. Ayrı ayrı görevlerimizi yapacağız ama sonunda bu görevler tek “Adil Düzen”i oluşturacaktır.

Bir binayı yaparlarken değişik ustalar değişik şekil ve yerlerde ayrı ayrı çalışırlar ama hepsi projeye göre çalıştığı için sonunda tek bina ortaya çıkar.

Biz de ayrı ayrı çalışıyoruz ama KUR’AN ÇALIŞMALARIMIZ bizim ortak projemiz olduğu için sonunda “ADİL DÜZEN” ortaya çıkacaktır.

Bu surenin sonu bize yeni bir emir tebliğ etmiş oluyor. Artık Adil Düzen işletmelerini kurun ve orada çalışın. Buna karar verin.

Allah sizin kararınızdan gafil olmayacaktır.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org         (0532) 246 68 92

 

 

 


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
27.12.2015
13:19



1967...1968...1969...AKEVLER 49 YILDIR ÇALIŞIYOR...2013...2014...2015

BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...

SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜZEN 844

“ADİL DÜZEN” III. BİNYIL MEDENİYETİ PROJESİDİR

BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)

Haftalık Seminer Dergisi; 844. Hafta - 26 Aralık 2015 - Fiyatı: www.akevler.orga tıklamak!

BU DERGİYİ HER HAFTA OKUTABİLİR.. ÇOĞALTABİLİR.. DAĞITABİLİRSİNİZ...

“ADİL DÜZEN” UYGULAMALARI YAPMAK İÇİN BİZLERE DANIŞABİLİRSİNİZ...

 

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 844. SEMİNER

“HİÇ BİLENLER İLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?”      (KUR’AN; Zümer Sûresi, 39/9)

İ L İ M  TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.”      (Hadis)

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ,  Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA / İSTANBUL    Tel: (0212) 452 76 51

Tefsir Seminer Notları Yenibosna’da Cumartesi akşamları okunup tartışılmaktadır.

GAYEMİZ: Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada “OKUNMASI, ANLAŞILMASI VE UYGULANMASI”DIR. Süleyman KARAGÜLLE, Reşat Nuri EROL

 

***

 

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ/YORUMLARI

ÜÇ LİDER; ERDOĞAN, PUTİN VE OBAMA

VERGİSİZ DEVLET

Süleyman KARAGÜLLE

 

***

 

* SEBÎLURREŞÂD” / MAKALELER

MÜFSİT değil MUSLİH olmak gerek

Kapitalizm zulmünün çözümü yazının sonunda

AK Parti HELÂK OLMAMAK istiyorsa…

Savaş kapıda değil, çoktan içeri girdi bile!

Reşat Nuri EROL

 

***

 

HÛD SÛRESİ - 31. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

الر كِتَابٌ أُحْكِمَتْ آيَاتُهُ ثُمَّ فُصِّلَتْ مِنْ لَدُنْ حَكِيمٍ خَبِيرٍ (1) أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا اللَّهَ إِنَّنِي لَكُمْ مِنْهُ نَذِيرٌ وَبَشِيرٌ (2) وَأَنِ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُوا إِلَيْهِ يُمَتِّعْكُمْ مَتَاعًا حَسَنًا إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى وَيُؤْتِ كُلَّ ذِي فَضْلٍ فَضْلَهُ وَإِنْ تَوَلَّوْا فَإِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ كَبِيرٍ (3) إِلَى اللَّهِ مَرْجِعُكُمْ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ (4) أَلَا إِنَّهُمْ يَثْنُونَ صُدُورَهُمْ لِيَسْتَخْفُوا مِنْهُ أَلَا حِينَ يَسْتَغْشُونَ ثِيَابَهُمْ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ إِنَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ (5) وَمَا مِنْ دَابَّةٍ فِي الْأَرْضِ إِلَّا عَلَى اللَّهِ رِزْقُهَا وَيَعْلَمُ مُسْتَقَرَّهَا وَمُسْتَوْدَعَهَا كُلٌّ فِي كِتَابٍ مُبِينٍ (6) وَهُوَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ وَكَانَ عَرْشُهُ عَلَى الْمَاءِ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا وَلَئِنْ قُلْتَ إِنَّكُمْ مَبْعُوثُونَ مِنْ بَعْدِ الْمَوْتِ لَيَقُولَنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا إِنْ هَذَا إِلَّا سِحْرٌ مُبِينٌ (7) وَلَئِنْ أَخَّرْنَا عَنْهُمُ الْعَذَابَ إِلَى أُمَّةٍ مَعْدُودَةٍ لَيَقُولُنَّ مَا يَحْبِسُهُ أَلَا يَوْمَ يَأْتِيهِمْ لَيْسَ مَصْرُوفًا عَنْهُمْ وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ (8) وَلَئِنْ أَذَقْنَا الْإِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً ثُمَّ نَزَعْنَاهَا مِنْهُ إِنَّهُ لَيَئُوسٌ كَفُورٌ (9) وَلَئِنْ أَذَقْنَاهُ نَعْمَاءَ بَعْدَ ضَرَّاءَ مَسَّتْهُ لَيَقُولَنَّ ذَهَبَ السَّيِّئَاتُ عَنِّي إِنَّهُ لَفَرِحٌ فَخُورٌ (10) إِلَّا الَّذِينَ صَبَرُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ أُولَئِكَ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَأَجْرٌ كَبِيرٌ (11) فَلَعَلَّكَ تَارِكٌ بَعْضَ مَا يُوحَى إِلَيْكَ وَضَائِقٌ بِهِ صَدْرُكَ أَنْ يَقُولُوا لَوْلَا أُنْزِلَ عَلَيْهِ كَنْزٌ أَوْ جَاءَ مَعَهُ مَلَكٌ إِنَّمَا أَنْتَ نَذِيرٌ وَاللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ وَكِيلٌ (12) أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَاهُ قُلْ فَأْتُوا بِعَشْرِ سُوَرٍ مِثْلِهِ مُفْتَرَيَاتٍ وَادْعُوا مَنِ اسْتَطَعْتُمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ (13) فَإِلَّمْ يَسْتَجِيبُوا لَكُمْ فَاعْلَمُوا أَنَّمَا أُنْزِلَ بِعِلْمِ اللَّهِ وَأَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ فَهَلْ أَنْتُمْ مُسْلِمُونَ (14) مَنْ كَانَ يُرِيدُ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا وَزِينَتَهَا نُوَفِّ إِلَيْهِمْ أَعْمَالَهُمْ فِيهَا وَهُمْ فِيهَا لَا يُبْخَسُونَ (15) أُولَئِكَ الَّذِينَ لَيْسَ لَهُمْ فِي الْآخِرَةِ إِلَّا النَّارُ وَحَبِطَ مَا صَنَعُوا فِيهَا وَبَاطِلٌ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ (16) أَفَمَنْ كَانَ عَلَى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّهِ وَيَتْلُوهُ شَاهِدٌ مِنْهُ وَمِنْ قَبْلِهِ كِتَابُ مُوسَى إِمَامًا وَرَحْمَةً أُولَئِكَ يُؤْمِنُونَ بِهِ وَمَنْ يَكْفُرْ بِهِ مِنَ الْأَحْزَابِ فَالنَّارُ مَوْعِدُهُ فَلَا تَكُ فِي مِرْيَةٍ مِنْهُ إِنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ (17) وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أُولَئِكَ يُعْرَضُونَ عَلَى رَبِّهِمْ وَيَقُولُ الْأَشْهَادُ هَؤُلَاءِ الَّذِينَ كَذَبُوا عَلَى رَبِّهِمْ أَلَا لَعْنَةُ اللَّهِ عَلَى الظَّالِمِينَ (18) الَّذِينَ يَصُدُّونَ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجًا وَهُمْ بِالْآخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَ (19) أُولَئِكَ لَمْ يَكُونُوا مُعْجِزِينَ فِي الْأَرْضِ وَمَا كَانَ لَهُمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ مِنْ أَوْلِيَاءَ يُضَاعَفُ لَهُمُ الْعَذَابُ مَا كَانُوا يَسْتَطِيعُونَ السَّمْعَ وَمَا كَانُوا يُبْصِرُونَ (20) أُولَئِكَ الَّذِينَ خَسِرُوا أَنْفُسَهُمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ (21) لَا جَرَمَ أَنَّهُمْ فِي الْآخِرَةِ هُمُ الْأَخْسَرُونَ (22) إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَأَخْبَتُوا إِلَى رَبِّهِمْ أُولَئِكَ أَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ (23) مَثَلُ الْفَرِيقَيْنِ كَالْأَعْمَى وَالْأَصَمِّ وَالْبَصِيرِ وَالسَّمِيعِ هَلْ يَسْتَوِيَانِ مَثَلًا أَفَلَا تَذَكَّرُونَ (24) وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحًا إِلَى قَوْمِهِ إِنِّي لَكُمْ نَذِيرٌ مُبِينٌ (25) أَنْ لَا تَعْبُدُوا إِلَّا اللَّهَ إِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ أَلِيمٍ (26) فَقَالَ الْمَلَأُ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِهِ مَا نَرَاكَ إِلَّا بَشَرًا مِثْلَنَا وَمَا نَرَاكَ اتَّبَعَكَ إِلَّا الَّذِينَ هُمْ أَرَاذِلُنَا بَادِيَ الرَّأْيِ وَمَا نَرَى لَكُمْ عَلَيْنَا مِنْ فَضْلٍ بَلْ نَظُنُّكُمْ كَاذِبِينَ (27) .قَالَ يَاقَوْمِ أَرَأَيْتُمْ إِنْ كُنْتُ عَلَى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّي وَآتَانِي رَحْمَةً مِنْ عِنْدِهِ فَعُمِّيَتْ عَلَيْكُمْ أَنُلْزِمُكُمُوهَا وَأَنْتُمْ لَهَا كَارِهُونَ (28) وَيَاقَوْمِ لَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مَالًا إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى اللَّهِ وَمَا أَنَا بِطَارِدِ الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّهُمْ مُلَاقُو رَبِّهِمْ وَلَكِنِّي أَرَاكُمْ قَوْمًا تَجْهَلُونَ (29) وَيَاقَوْمِ مَنْ يَنْصُرُنِي مِنَ اللَّهِ إِنْ طَرَدْتُهُمْ أَفَلَا تَذَكَّرُونَ (30) وَلَا أَقُولُ لَكُمْ عِنْدِي خَزَائِنُ اللَّهِ وَلَا أَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلَا أَقُولُ إِنِّي مَلَكٌ وَلَا أَقُولُ لِلَّذِينَ تَزْدَرِي أَعْيُنُكُمْ لَنْ يُؤْتِيَهُمُ اللَّهُ خَيْرًا اللَّهُ أَعْلَمُ بِمَا فِي أَنْفُسِهِمْ إِنِّي إِذًا لَمِنَ الظَّالِمِينَ (31) قَالُوا يَانُوحُ قَدْ جَادَلْتَنَا فَأَكْثَرْتَ جِدَالَنَا فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَا إِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِقِينَ (32) قَالَ إِنَّمَا يَأْتِيكُمْ بِهِ اللَّهُ إِنْ شَاءَ وَمَا أَنْتُمْ بِمُعْجِزِينَ (33) وَلَا يَنْفَعُكُمْ نُصْحِي إِنْ أَرَدْتُ أَنْ أَنْصَحَ لَكُمْ إِنْ كَانَ اللَّهُ يُرِيدُ أَنْ يُغْوِيَكُمْ هُوَ رَبُّكُمْ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ (34) أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَاهُ قُلْ إِنِ افْتَرَيْتُهُ فَعَلَيَّ إِجْرَامِي وَأَنَا بَرِيءٌ مِمَّا تُجْرِمُونَ (35) وَأُوحِيَ إِلَى نُوحٍ أَنَّهُ لَنْ يُؤْمِنَ مِنْ قَوْمِكَ إِلَّا مَنْ قَدْ آمَنَ فَلَا تَبْتَئِسْ بِمَا كَانُوا يَفْعَلُونَ (36) وَاصْنَعِ الْفُلْكَ بِأَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا وَلَا تُخَاطِبْنِي فِي الَّذِينَ ظَلَمُوا إِنَّهُمْ مُغْرَقُونَ (37) وَيَصْنَعُ الْفُلْكَ وَكُلَّمَا مَرَّ عَلَيْهِ مَلَأٌ مِنْ قَوْمِهِ سَخِرُوا مِنْهُ قَالَ إِنْ تَسْخَرُوا مِنَّا فَإِنَّا نَسْخَرُ مِنْكُمْ كَمَا تَسْخَرُونَ (38) فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ مَنْ يَأْتِيهِ عَذَابٌ يُخْزِيهِ وَيَحِلُّ عَلَيْهِ عَذَابٌ مُقِيمٌ (39) حَتَّى إِذَا جَاءَ أَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُ قُلْنَا احْمِلْ فِيهَا مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَأَهْلَكَ إِلَّا مَنْ سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ وَمَنْ آمَنَ وَمَا آمَنَ مَعَهُ إِلَّا قَلِيلٌ (40) وَقَالَ ارْكَبُوا فِيهَا بِسْمِ اللَّهِ مَجْرَاهَا وَمُرْسَاهَا إِنَّ رَبِّي لَغَفُورٌ رَحِيمٌ (41) وَهِيَ تَجْرِي بِهِمْ فِي مَوْجٍ كَالْجِبَالِ وَنَادَى نُوحٌ ابْنَهُ وَكَانَ فِي مَعْزِلٍ يَابُنَيَّ ارْكَبْ مَعَنَا وَلَا تَكُنْ مَعَ الْكَافِرِينَ (42) قَالَ سَآوِي إِلَى جَبَلٍ يَعْصِمُنِي مِنَ الْمَاءِ قَالَ لَا عَاصِمَ الْيَوْمَ مِنْ أَمْرِ اللَّهِ إِلَّا مَنْ رَحِمَ وَحَالَ بَيْنَهُمَا الْمَوْجُ فَكَانَ مِنَ الْمُغْرَقِينَ (43) وَقِيلَ يَاأَرْضُ ابْلَعِي مَاءَكِ وَيَاسَمَاءُ أَقْلِعِي وَغِيضَ الْمَاءُ وَقُضِيَ الْأَمْرُ وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيِّ وَقِيلَ بُعْدًا لِلْقَوْمِ الظَّالِمِينَ (44) وَنَادَى نُوحٌ رَبَّهُ فَقَالَ رَبِّ إِنَّ ابْنِي مِنْ أَهْلِي وَإِنَّ وَعْدَكَ الْحَقُّ وَأَنْتَ أَحْكَمُ الْحَاكِمِينَ (45) قَالَ يَانُوحُ إِنَّهُ لَيْسَ مِنْ أَهْلِكَ إِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍ فَلَا تَسْأَلْنِ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ إِنِّي أَعِظُكَ أَنْ تَكُونَ مِنَ الْجَاهِلِينَ (46) قَالَ رَبِّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ أَنْ أَسْأَلَكَ مَا لَيْسَ لِي بِهِ عِلْمٌ وَإِلَّا تَغْفِرْ لِي وَتَرْحَمْنِي أَكُنْ مِنَ الْخَاسِرِينَ (47) قِيلَ يَانُوحُ اهْبِطْ بِسَلَامٍ مِنَّا وَبَرَكَاتٍ عَلَيْكَ وَعَلَى أُمَمٍ مِمَّنْ مَعَكَ وَأُمَمٌ سَنُمَتِّعُهُمْ ثُمَّ يَمَسُّهُمْ مِنَّا عَذَابٌ أَلِيمٌ (48) تِلْكَ مِنْ أَنْبَاءِ الْغَيْبِ نُوحِيهَا إِلَيْكَ مَا كُنْتَ تَعْلَمُهَا أَنْتَ وَلَا قَوْمُكَ مِنْ قَبْلِ هَذَا فَاصْبِرْ إِنَّ الْعَاقِبَةَ لِلْمُتَّقِينَ (49) وَإِلَى عَادٍ أَخَاهُمْ هُودًا قَالَ يَاقَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ مَا لَكُمْ مِنْ إِلَهٍ غَيْرُهُ إِنْ أَنْتُمْ إِلَّا مُفْتَرُونَ (50) يَاقَوْمِ لَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ أَجْرًا إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى الَّذِي فَطَرَنِي أَفَلَا تَعْقِلُونَ (51) وَيَاقَوْمِ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُوا إِلَيْهِ يُرْسِلِ السَّمَاءَ عَلَيْكُمْ مِدْرَارًا وَيَزِدْكُمْ قُوَّةً إِلَى قُوَّتِكُمْ وَلَا تَتَوَلَّوْا مُجْرِمِينَ (52) قَالُوا يَاهُودُ مَا جِئْتَنَا بِبَيِّنَةٍ وَمَا نَحْنُ بِتَارِكِي آلِهَتِنَا عَنْ قَوْلِكَ وَمَا نَحْنُ لَكَ بِمُؤْمِنِينَ (53) إِنْ نَقُولُ إِلَّا اعْتَرَاكَ بَعْضُ آلِهَتِنَا بِسُوءٍ قَالَ إِنِّي أُشْهِدُ اللَّهَ وَاشْهَدُوا أَنِّي بَرِيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَ (54) مِنْ دُونِهِ فَكِيدُونِي جَمِيعًا ثُمَّ لَا تُنْظِرُونِ (55) إِنِّي تَوَكَّلْتُ عَلَى اللَّهِ رَبِّي وَرَبِّكُمْ مَا مِنْ دَابَّةٍ إِلَّا هُوَ آخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا إِنَّ رَبِّي عَلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ (56) فَإِنْ تَوَلَّوْا فَقَدْ أَبْلَغْتُكُمْ مَا أُرْسِلْتُ بِهِ إِلَيْكُمْ وَيَسْتَخْلِفُ رَبِّي قَوْمًا غَيْرَكُمْ وَلَا تَضُرُّونَهُ شَيْئًا إِنَّ رَبِّي عَلَى كُلِّ شَيْءٍ حَفِيظٌ (57) وَلَمَّا جَاءَ أَمْرُنَا نَجَّيْنَا هُودًا وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا وَنَجَّيْنَاهُمْ مِنْ عَذَابٍ غَلِيظٍ (58) وَتِلْكَ عَادٌ جَحَدُوا بِآيَاتِ رَبِّهِمْ وَعَصَوْا رُسُلَهُ وَاتَّبَعُوا أَمْرَ كُلِّ جَبَّارٍ عَنِيدٍ (59) وَأُتْبِعُوا فِي هَذِهِ الدُّنْيَا لَعْنَةً وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ أَلَا إِنَّ عَادًا كَفَرُوا رَبَّهُمْ أَلَا بُعْدًا لِعَادٍ قَوْمِ هُودٍ (60) وَإِلَى ثَمُودَ أَخَاهُمْ صَالِحًا قَالَ يَاقَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ مَا لَكُمْ مِنْ إِلَهٍ غَيْرُهُ هُوَ أَنْشَأَكُمْ مِنَ الْأَرْضِ وَاسْتَعْمَرَكُمْ فِيهَا فَاسْتَغْفِرُوهُ ثُمَّ تُوبُوا إِلَيْهِ إِنَّ رَبِّي قَرِيبٌ مُجِيبٌ (61) قَالُوا يَاصَالِحُ قَدْ كُنْتَ فِينَا مَرْجُوًّا قَبْلَ هَذَا أَتَنْهَانَا أَنْ نَعْبُدَ مَا يَعْبُدُ آبَاؤُنَا وَإِنَّنَا لَفِي شَكٍّ مِمَّا تَدْعُونَا إِلَيْهِ مُرِيبٍ (62) قَالَ يَاقَوْمِ أَرَأَيْتُمْ إِنْ كُنْتُ عَلَى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّي وَآتَانِي مِنْهُ رَحْمَةً فَمَنْ يَنْصُرُنِي مِنَ اللَّهِ إِنْ عَصَيْتُهُ فَمَا تَزِيدُونَنِي غَيْرَ تَخْسِيرٍ (63) وَيَاقَوْمِ هَذِهِ نَاقَةُ اللَّهِ لَكُمْ آيَةً فَذَرُوهَا تَأْكُلْ فِي أَرْضِ اللَّهِ وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابٌ قَرِيبٌ (64) فَعَقَرُوهَا فَقَالَ تَمَتَّعُوا فِي دَارِكُمْ ثَلَاثَةَ أَيَّامٍ ذَلِكَ وَعْدٌ غَيْرُ مَكْذُوبٍ (65) فَلَمَّا جَاءَ أَمْرُنَا نَجَّيْنَا صَالِحًا وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا وَمِنْ خِزْيِ يَوْمِئِذٍ إِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْقَوِيُّ الْعَزِيزُ (66) وَأَخَذَ الَّذِينَ ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ فَأَصْبَحُوا فِي دِيَارِهِمْ جَاثِمِينَ (67) كَأَنْ لَمْ يَغْنَوْا فِيهَا أَلَا إِنَّ ثَمُودَ كَفَرُوا رَبَّهُمْ أَلَا بُعْدًا لِثَمُودَ (68) وَلَقَدْ جَاءَتْ رُسُلُنَا إِبْرَاهِيمَ بِالْبُشْرَى قَالُوا سَلَامًا قَالَ سَلَامٌ فَمَا لَبِثَ أَنْ جَاءَ بِعِجْلٍ حَنِيذٍ (69) فَلَمَّا رَأَى أَيْدِيَهُمْ لَا تَصِلُ إِلَيْهِ نَكِرَهُمْ وَأَوْجَسَ مِنْهُمْ خِيفَةً قَالُوا لَا تَخَفْ إِنَّا أُرْسِلْنَا إِلَى قَوْمِ لُوطٍ (70) وَامْرَأَتُهُ قَائِمَةٌ فَضَحِكَتْ فَبَشَّرْنَاهَا بِإِسْحَاقَ وَمِنْ وَرَاءِ إِسْحَاقَ يَعْقُوبَ (71) قَالَتْ يَاوَيْلَتَا أَأَلِدُ وَأَنَا عَجُوزٌ وَهَذَا بَعْلِي شَيْخًا إِنَّ هَذَا لَشَيْءٌ عَجِيبٌ (72) قَالُوا أَتَعْجَبِينَ مِنْ أَمْرِ اللَّهِ رَحْمَةُ اللَّهِ وَبَرَكَاتُهُ عَلَيْكُمْ أَهْلَ الْبَيْتِ إِنَّهُ حَمِيدٌ مَجِيدٌ (73) فَلَمَّا ذَهَبَ عَنْ إِبْرَاهِيمَ الرَّوْعُ وَجَاءَتْهُ الْبُشْرَى يُجَادِلُنَا فِي قَوْمِ لُوطٍ (74) إِنَّ إِبْرَاهِيمَ لَحَلِيمٌ أَوَّاهٌ مُنِيبٌ (75) يَاإِبْرَاهِيمُ أَعْرِضْ عَنْ هَذَا إِنَّهُ قَدْ جَاءَ أَمْرُ رَبِّكَ وَإِنَّهُمْ آتِيهِمْ عَذَابٌ غَيْرُ مَرْدُودٍ (76) وَلَمَّا جَاءَتْ رُسُلُنَا لُوطًا سِيءَ بِهِمْ وَضَاقَ بِهِمْ ذَرْعًا وَقَالَ هَذَا يَوْمٌ عَصِيبٌ (77) وَجَاءَهُ قَوْمُهُ يُهْرَعُونَ إِلَيْهِ وَمِنْ قَبْلُ كَانُوا يَعْمَلُونَ السَّيِّئَاتِ قَالَ يَاقَوْمِ هَؤُلَاءِ بَنَاتِي هُنَّ أَطْهَرُ لَكُمْ فَاتَّقُوا اللَّهَ وَلَا تُخْزُونِ فِي ضَيْفِي أَلَيْسَ مِنْكُمْ رَجُلٌ رَشِيدٌ (78) قَالُوا لَقَدْ عَلِمْتَ مَا لَنَا فِي بَنَاتِكَ مِنْ حَقٍّ وَإِنَّكَ لَتَعْلَمُ مَا نُرِيدُ (79) قَالَ لَوْ أَنَّ لِي بِكُمْ قُوَّةً أَوْ آوِي إِلَى رُكْنٍ شَدِيدٍ (80) قَالُوا يَالُوطُ إِنَّا رُسُلُ رَبِّكَ لَنْ يَصِلُوا إِلَيْكَ فَأَسْرِ بِأَهْلِكَ بِقِطْعٍ مِنَ اللَّيْلِ وَلَا يَلْتَفِتْ مِنْكُمْ أَحَدٌ إِلَّا امْرَأَتَكَ إِنَّهُ مُصِيبُهَا مَا أَصَابَهُمْ إِنَّ مَوْعِدَهُمُ الصُّبْحُ أَلَيْسَ الصُّبْحُ بِقَرِيبٍ (81) فَلَمَّا جَاءَ أَمْرُنَا جَعَلْنَا عَالِيَهَا سَافِلَهَا وَأَمْطَرْنَا عَلَيْهَا حِجَارَةً مِنْ سِجِّيلٍ مَنْضُودٍ (82) مُسَوَّمَةً عِنْدَ رَبِّكَ وَمَا هِيَ مِنَ الظَّالِمِينَ بِبَعِيدٍ (83) وَإِلَى مَدْيَنَ أَخَاهُمْ شُعَيْبًا قَالَ يَاقَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ مَا لَكُمْ مِنْ إِلَهٍ غَيْرُهُ وَلَا تَنْقُصُوا الْمِكْيَالَ وَالْمِيزَانَ إِنِّي أَرَاكُمْ بِخَيْرٍ وَإِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ مُحِيطٍ (84) وَيَاقَوْمِ أَوْفُوا الْمِكْيَالَ وَالْمِيزَانَ بِالْقِسْطِ وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ أَشْيَاءَهُمْ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْأَرْضِ مُفْسِدِينَ (85) بَقِيَّةُ اللَّهِ خَيْرٌ لَكُمْ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ وَمَا أَنَا عَلَيْكُمْ بِحَفِيظٍ (86) قَالُوا يَاشُعَيْبُ أَصَلَاتُكَ تَأْمُرُكَ أَنْ نَتْرُكَ مَا يَعْبُدُ آبَاؤُنَا أَوْ أَنْ نَفْعَلَ فِي أَمْوَالِنَا مَا نَشَاءُ إِنَّكَ لَأَنْتَ الْحَلِيمُ الرَّشِيدُ (87) قَالَ يَاقَوْمِ أَرَأَيْتُمْ إِنْ كُنْتُ عَلَى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّي وَرَزَقَنِي مِنْهُ رِزْقًا حَسَنًا وَمَا أُرِيدُ أَنْ أُخَالِفَكُمْ إِلَى مَا أَنْهَاكُمْ عَنْهُ إِنْ أُرِيدُ إِلَّا الْإِصْلَاحَ مَا اسْتَطَعْتُ وَمَا تَوْفِيقِي إِلَّا بِاللَّهِ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَإِلَيْهِ أُنِيبُ (88) وَيَاقَوْمِ لَا يَجْرِمَنَّكُمْ شِقَاقِي أَنْ يُصِيبَكُمْ مِثْلُ مَا أَصَابَ قَوْمَ نُوحٍ أَوْ قَوْمَ هُودٍ أَوْ قَوْمَ صَالِحٍ وَمَا قَوْمُ لُوطٍ مِنْكُمْ بِبَعِيدٍ (89) وَاسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُوا إِلَيْهِ إِنَّ رَبِّي رَحِيمٌ وَدُودٌ (90) قَالُوا يَاشُعَيْبُ مَا نَفْقَهُ كَثِيرًا مِمَّا تَقُولُ وَإِنَّا لَنَرَاكَ فِينَا ضَعِيفًا وَلَوْلَا رَهْطُكَ لَرَجَمْنَاكَ وَمَا أَنْتَ عَلَيْنَا بِعَزِيزٍ (91) قَالَ يَاقَوْمِ أَرَهْطِي أَعَزُّ عَلَيْكُمْ مِنَ اللَّهِ وَاتَّخَذْتُمُوهُ وَرَاءَكُمْ ظِهْرِيًّا إِنَّ رَبِّي بِمَا تَعْمَلُونَ مُحِيطٌ (92) وَيَاقَوْمِ اعْمَلُوا عَلَى مَكَانَتِكُمْ إِنِّي عَامِلٌ سَوْفَ تَعْلَمُونَ مَنْ يَأْتِيهِ عَذَابٌ يُخْزِيهِ وَمَنْ هُوَ كَاذِبٌ وَارْتَقِبُوا إِنِّي مَعَكُمْ رَقِيبٌ (93) وَلَمَّا جَاءَ أَمْرُنَا نَجَّيْنَا شُعَيْبًا وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا وَأَخَذَتِ الَّذِينَ ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ فَأَصْبَحُوا فِي دِيَارِهِمْ جَاثِمِينَ (94) كَأَنْ لَمْ يَغْنَوْا فِيهَا أَلَا بُعْدًا لِمَدْيَنَ كَمَا بَعِدَتْ ثَمُودُ (95) وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مُوسَى بِآيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُبِينٍ (96) إِلَى فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ فَاتَّبَعُوا أَمْرَ فِرْعَوْنَ وَمَا أَمْرُ فِرْعَوْنَ بِرَشِيدٍ (97) يَقْدُمُ قَوْمَهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَأَوْرَدَهُمُ النَّارَ وَبِئْسَ الْوِرْدُ الْمَوْرُودُ (98) وَأُتْبِعُوا فِي هَذِهِ لَعْنَةً وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ بِئْسَ الرِّفْدُ الْمَرْفُودُ (99) ذَلِكَ مِنْ أَنْبَاءِ الْقُرَى نَقُصُّهُ عَلَيْكَ مِنْهَا قَائِمٌ وَحَصِيدٌ (100) وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلَكِنْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ فَمَا أَغْنَتْ عَنْهُمْ آلِهَتُهُمُ الَّتِي يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ مِنْ شَيْءٍ لَمَّا جَاءَ أَمْرُ رَبِّكَ وَمَا زَادُوهُمْ غَيْرَ تَتْبِيبٍ (101) وَكَذَلِكَ أَخْذُ رَبِّكَ إِذَا أَخَذَ الْقُرَى وَهِيَ ظَالِمَةٌ إِنَّ أَخْذَهُ أَلِيمٌ شَدِيدٌ (102) إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لِمَنْ خَافَ عَذَابَ الْآخِرَةِ ذَلِكَ يَوْمٌ مَجْمُوعٌ لَهُ النَّاسُ وَذَلِكَ يَوْمٌ مَشْهُودٌ (103) وَمَا نُؤَخِّرُهُ إِلَّا لِأَجَلٍ مَعْدُودٍ (104) يَوْمَ يَأْتِ لَا تَكَلَّمُ نَفْسٌ إِلَّا بِإِذْنِهِ فَمِنْهُمْ شَقِيٌّ وَسَعِيدٌ (105) فَأَمَّا الَّذِينَ شَقُوا فَفِي النَّارِ لَهُمْ فِيهَا زَفِيرٌ وَشَهِيقٌ (106) خَالِدِينَ فِيهَا مَا دَامَتِ السَّمَوَاتُ وَالْأَرْضُ إِلَّا مَا شَاءَ رَبُّكَ إِنَّ رَبَّكَ فَعَّالٌ لِمَا يُرِيدُ (107) وَأَمَّا الَّذِينَ سُعِدُوا فَفِي الْجَنَّةِ خَالِدِينَ فِيهَا مَا دَامَتِ السَّمَوَاتُ وَالْأَرْضُ إِلَّا مَا شَاءَ رَبُّكَ عَطَاءً غَيْرَ مَجْذُوذٍ (108) فَلَا تَكُ فِي مِرْيَةٍ مِمَّا يَعْبُدُ هَؤُلَاءِ مَا يَعْبُدُونَ إِلَّا كَمَا يَعْبُدُ آبَاؤُهُمْ مِنْ قَبْلُ وَإِنَّا لَمُوَفُّوهُمْ نَصِيبَهُمْ غَيْرَ مَنْقُوصٍ (109) وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ فَاخْتُلِفَ فِيهِ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ وَإِنَّهُمْ لَفِي شَكٍّ مِنْهُ مُرِيبٍ (110) وَإِنَّ كُلًّا لَمَّا لَيُوَفِّيَنَّهُمْ رَبُّكَ أَعْمَالَهُمْ إِنَّهُ بِمَا يَعْمَلُونَ خَبِيرٌ (111) فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ وَمَنْ تَابَ مَعَكَ وَلَا تَطْغَوْا إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ (112) وَلَا تَرْكَنُوا إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ مِنْ أَوْلِيَاءَ ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ (113) وَأَقِمِ الصَّلَاةَ طَرَفَيِ النَّهَارِ وَزُلَفًا مِنَ اللَّيْلِ إِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّيِّئَاتِ ذَلِكَ ذِكْرَى لِلذَّاكِرِينَ (114) وَاصْبِرْ فَإِنَّ اللَّهَ لَا يُضِيعُ أَجْرَ الْمُحْسِنِينَ (115) فَلَوْلَا كَانَ مِنَ الْقُرُونِ مِنْ قَبْلِكُمْ أُولُو بَقِيَّةٍ يَنْهَوْنَ عَنِ الْفَسَادِ فِي الْأَرْضِ إِلَّا قَلِيلًا مِمَّنْ أَنْجَيْنَا مِنْهُمْ وَاتَّبَعَ الَّذِينَ ظَلَمُوا مَا أُتْرِفُوا فِيهِ وَكَانُوا مُجْرِمِينَ (116) وَمَا كَانَ رَبُّكَ لِيُهْلِكَ الْقُرَى بِظُلْمٍ وَأَهْلُهَا مُصْلِحُونَ (117) وَلَوْ شَاءَ رَبُّكَ لَجَعَلَ النَّاسَ أُمَّةً وَاحِدَةً وَلَا يَزَالُونَ مُخْتَلِفِينَ (118) إِلَّا مَنْ رَحِمَ رَبُّكَ وَلِذَلِكَ خَلَقَهُمْ وَتَمَّتْ كَلِمَةُ رَبِّكَ لَأَمْلَأَنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ (119)

 

***

 

وَكُلًّا نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ أَنْبَاءِ الرُّسُلِ مَا نُثَبِّتُ بِهِ فُؤَادَكَ وَجَاءَكَ فِي هَذِهِ الْحَقُّ وَمَوْعِظَةٌ وَذِكْرَى لِلْمُؤْمِنِينَ (120) وَقُلْ لِلَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ اعْمَلُوا عَلَى مَكَانَتِكُمْ إِنَّا عَامِلُونَ (121) وَانْتَظِرُوا إِنَّا مُنْتَظِرُونَ (122) وَلِلَّهِ غَيْبُ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ وَإِلَيْهِ يُرْجَعُ الْأَمْرُ كُلُّهُ فَاعْبُدْهُ وَتَوَكَّلْ عَلَيْهِ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ (123)

 

***

 

وَكُلًّا نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ أَنْبَاءِ الرُّسُلِ مَا نُثَبِّتُ بِهِ فُؤَادَكَ

Va KulLan NaQuöÖu GaLaYKa MiN EaNBAEi elRuSuLi MAv NuÇabBiTu BiHIy FaEAvDaKa

“Ve resullerin enbainden kıssa ettiklerimizin hepsi onunla senin fuadını tesbit etmiştir.”




Reşat Nuri Erol
27.12.2015
13:32


BİLGİ

BÖYLECE BU SUREYİ BİTİRMİŞ OLDUK

İBRAHİM SURESİ İLE GELECEK HAFTAYA "BİSMİLLAH" DEMİŞ OLACAĞIZ... 

ALLAH ÇALIŞMALARIMIZI BEREKETLENDİRSİN VE ÖZELLİKLE "ADİL DÜZEN"E VESİLE KILSIN...

SELAM VE DUA İLE...







Çok Okunan Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 204
İsrâ SÛRESİ (17)104.AYET -Kur’an’a Göre İSRAİL’İN SONU
19.04.2003 129264 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 845
İbrahim Sûresi Tefsiri 1-4. Âyetler
2.01.2016 17025 Okunma
1 Yorum 02.01.2016 21:41
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 834
Hûd Sûresi Tefsiri 74-78. Âyetler
17.10.2015 12178 Okunma
11 Yorum 15.11.2015 22:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 777
TEVBE SURESİ-128.AYET TEFSİRİ
23.08.2014 11514 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 853
İbrahim Sûresi Tefsiri 35-41. Âyetler
27.02.2016 10982 Okunma
1 Yorum 06.03.2016 14:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 944
Kehf Suresi Tefsiri 107-110. Ayetler
23.12.2017 10173 Okunma
1 Yorum 28.12.2017 19:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 870
Nahl Suresi Tefsiri 5-9. Ayetler
25.06.2016 9267 Okunma
1 Yorum 26.06.2016 10:29
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 864
Hicr Suresi Tefsiri 57-66. Ayetler
14.05.2016 9190 Okunma
2 Yorum 15.05.2016 08:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 858
Hicr Sûresi Tefsiri 10-15. Âyetler
2.04.2016 9114 Okunma
2 Yorum 03.04.2016 10:18
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 863
Hicr Suresi Tefsiri 48-56. Ayetler
7.05.2016 8987 Okunma
1 Yorum 08.05.2016 07:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 949
Meryem Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
27.01.2018 8986 Okunma
1 Yorum 28.01.2018 07:59
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 842
Hûd Sûresi Tefsiri 114-116. Âyetler
12.12.2015 8882 Okunma
2 Yorum 20.12.2015 12:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 838
Hûd Sûresi Tefsiri 90-95. Âyetler
14.11.2015 8562 Okunma
3 Yorum 21.11.2015 15:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 776
TEVBE SURESİ-126-127.AYET TEFSİRİ
16.08.2014 8406 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 8401 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 855
İbrahim Sûresi Tefsiri 47-52. Âyetler
12.03.2016 8325 Okunma
1 Yorum 14.03.2016 09:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 808
YUNUS SURESİ TEFSİRİ 90-92.AYETLER -FİRAVUN ÖLDÜ MÜ?
4.04.2015 8310 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 825
Hûd Sûresi Tefsiri 41-44. Âyetler
8.08.2015 8305 Okunma
2 Yorum 11.08.2015 17:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 850
İbrahim Sûresi Tefsiri 23-26. Âyetler
6.02.2016 8205 Okunma
4 Yorum 07.02.2016 19:39
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 852
İbrahim Sûresi Tefsiri 32-34. Âyetler
20.02.2016 8198 Okunma
1 Yorum 14.03.2016 09:40
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 862
Hicr Suresi Tefsiri 39-47. Ayetler
30.04.2016 7932 Okunma
1 Yorum 01.05.2016 07:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 841
Hûd Sûresi Tefsiri 109-113. Âyetler
5.12.2015 7847 Okunma
1 Yorum 05.12.2015 22:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 111
A'RAF SURESİ 1-3.AYETLER TEFSİRİ
25.05.2001 7742 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 865
Hicr Suresi Tefsiri 67-77. Ayetler
21.05.2016 7666 Okunma
1 Yorum 21.05.2016 21:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 837
Hûd Sûresi Tefsiri 87-89. Âyetler
7.11.2015 7426 Okunma
2 Yorum 08.11.2015 18:47
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 836
Hûd Sûresi Tefsiri 84-86. Âyetler
31.10.2015 7367 Okunma
1 Yorum 31.10.2015 19:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 835
Hûd Sûresi Tefsiri 79-83. Âyetler
24.10.2015 7334 Okunma
1 Yorum 25.10.2015 13:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 900
İsra Suresi Tefsiri 23-27. Ayetler
4.02.2017 7334 Okunma
1 Yorum 05.02.2017 09:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 844
Hûd Sûresi Tefsiri 120-123. Âyetler
26.12.2015 7252 Okunma
2 Yorum 27.12.2015 13:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 832
Hûd Sûresi Tefsiri 64-68. Âyetler
3.10.2015 7214 Okunma
1 Yorum 03.10.2015 21:47
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 815
Hûd Sûresi Tefsiri 4-6. Ayetler
23.05.2015 7174 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 856
Hicr Sûresi Tefsiri 1-8. Âyetler
19.03.2016 7165 Okunma
1 Yorum 20.03.2016 10:41
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 888
Nahl Suresi Tefsiri 93-97. Ayetler
12.11.2016 7125 Okunma
1 Yorum 20.11.2016 09:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 824
Hûd Sûresi Tefsiri 37-40. Âyetler
1.08.2015 7063 Okunma
1 Yorum 11.08.2015 17:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 819
Hûd Sûresi Tefsiri 17-22. Ayetler
20.06.2015 7019 Okunma
1 Yorum 25.06.2015 04:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 827
Hûd Sûresi Tefsiri 48-49. Âyetler
22.08.2015 7015 Okunma
1 Yorum 25.08.2015 20:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 817
Hûd Sûresi Tefsiri 9-12. Âyetler
6.06.2015 7010 Okunma
3 Yorum 25.06.2015 04:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 833
Hûd Sûresi Tefsiri 69-73. Âyetler
10.10.2015 6962 Okunma
1 Yorum 10.10.2015 23:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 843
Hûd Sûresi Tefsiri 117-119. Âyetler
19.12.2015 6901 Okunma
1 Yorum 20.12.2015 06:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 846
İbrahim Sûresi Tefsiri 5-8. Âyetler
9.01.2016 6712 Okunma
1 Yorum 17.01.2016 08:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 823
Hûd Sûresi Tefsiri 32-36. âyetler
25.07.2015 6625 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 828
Hûd Sûresi Tefsiri 50-52. Âyetler
29.08.2015 6610 Okunma
1 Yorum 05.09.2015 13:29
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 800
YUNUS SURESİ TEFSİRİ 62-66.AYETLER
7.02.2015 6492 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 816
Hûd Sûresi Tefsiri 7-9. Ayetler
30.05.2015 6473 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 830
Hûd Sûresi Tefsiri 58-60. Âyetler
12.09.2015 6464 Okunma
1 Yorum 18.09.2015 07:28
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 831
Hûd Sûresi Tefsiri 61-63. Âyetler
19.09.2015 6363 Okunma
1 Yorum 20.09.2015 18:10
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 839
Hûd Sûresi Tefsiri 96-101. Âyetler
21.11.2015 6333 Okunma
1 Yorum 22.11.2015 09:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 840
Hûd Sûresi Tefsiri 102-108. Âyetler
28.11.2015 6295 Okunma
1 Yorum 30.11.2015 09:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 826
Hûd Sûresi Tefsiri 45-47. Âyetler
16.08.2015 6241 Okunma
1 Yorum 16.08.2015 19:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 829
Hûd Sûresi Tefsiri 53-57. Âyetler
5.09.2015 6178 Okunma
1 Yorum 05.09.2015 20:25