Balkan Savaşları'nın ordusu
1408 Okunma, 1 Yorum
Mümtazer Türköne - Zaman
Arif Ersoy

16 Mart 2010, Salı

 

Tarihimizin felaketleri ve rezaletlerini, yol açtığı acı sonuçlarına göre sıralamaya kalksak, ilk başa Balkan Savaşları'nı yerleştirmemiz gerekir. Balkan Savaşları, Osmanlı  İmparatorluğu'nun asıl ağırlık merkezi olarak kabul ettiği Balkanları kaybetmesi ile sonuçlandı.

Kaybedilen topraklarda nüfusun yarıdan fazlasını oluşturan Müslümanlar, büyük bir katliama uğradı. Sayı, birkaç milyon olarak hesaplanıyor. Kaçıp kurtulan Balkan muhacirleri mübadele ile gelenlerle birlikte bugünkü nüfusumuzun önemli bir kısmını meydana getiriyor.

Yaşanan rezaleti anlatmak için şu olay yeterli. Savaş, Balkan çeteleri ile Türk ordusu arasında. Denge açık ara bizim lehimizde. Avrupa devletleri savaş patlayınca, Osmanlı Devleti'nin toprak kazanacağını hesapladığı için, savaş öncesi sınırların korunacağı taahhüdünde bulunuyor. Türk tarafının Edirne dahil bütün Balkanları kaybetmesi ve Midye-Enez hattını kabul etmesi, herkesi şaşırtıyor.

Bu büyük rezaletin bir tek sebebi var: Ordu'daki subayların boğazlarına kadar politikanın içine batması. Dışarıdan bakıldığında görülmeyen çürüme, siyasetin ordunun bütün hiyerarşisini ve disiplinini yok etmiş olması. Sadece bir örnek. Selanik'te Tahsin Paşa'nın komuta ettiği redif kolordusu, tek mermi atmadan gerilla harbi yürüten çetelere teslim olurken, subay kadrosunun siyaseti çok iyi bildiğinden kimsenin kuşkusu yoktu.

Üzerinden neredeyse tam bir asır geçmiş olan Balkan Savaşları rezaleti, siyasete bulaşan subayın bu ülkeye vereceği zararın tarihî hafızadaki büyük kirli gölgesidir. Eğer subayınız siyasetle uğraşıyor, üzerindeki üniforma ile hükümetler yıkıp hükümetler kuruyorsa, o ülkenin sahip olduğu her şey tehlike içindedir.

Deniz Baykal'ın Balkan Savaşları uyarısı bu yüzden yerinde bir uyarı. Siyaset kışlaya girmemeli. Girerse ne olur? Felaketle karşılaşırız. Ama bu uyarı çok geç kalmış bir uyarı. Türkiye'de Ordu, 27 Mayıs'tan bu yana tam 50 yıldır siyasetin içinde. Bırakın siyasetin içinde olmayı, doğrudan Kışla'nın içinde üretilen siyasetle ülke yönetildi. Ve artık oturup adam gibi bu yarım asrın muhasebesini yapmalıyız. Çok ağır bedeller ödedik. Çok büyük rezaletler ve felaketler yaşadık.

Son elli yılı, askerin topuyla, tüfeğiyle, kurduğu yasal düzenlerle velhasıl her şeyiyle, tıpkı Balkan Savaşları'nda olduğu gibi gırtlağına kadar siyasetin içinde olduğu bir dönem olarak hatırlayacağız. Balkan Savaşları'nda olduğu gibi toprak kaybına uğramamış olmamızın sebebi, ulus devlet düzenlerinin artık oturmuş olması ve Soğuk Savaş'ta NATO şemsiyesinden ibaret. Ama bu elli yıl içinde yaşadığımız felaketlerle, Balkan Savaşları arasında kurulacak epeyce benzerlik var.

Türkiye, 1950'li yıllarda yakaladığı ve kullanmaya başladığı fırsatları 27 Mayıs'ın kör kuyusunda tüketti. 1960'lı ve 70'li yıllarda ağır bedeller ödediğimiz toplumsal şiddet, bu şiddetten iktidar planları çıkartan darbeciler olmasaydı bu kadar yıkıcı olmayacaktı. Bugün önümüze dökülen Balyoz, Kafes gibi planlara bakın. Bu planlardaki eylemlerin toplumu sürükleyeceği kaosu, hangi dış düşman yaratabilir? Ve son olarak bu geçen elli yılın tam yarısını kapsayan terör sorunu, siyasete ve devlet yönetmeye hevesli askerin içinden çıkılmaz hale getirdiği Kürt sorununun sonucu değil miydi? 1983 yılında 12 Eylül Cuntası'nın giderayak çıkarttığı ve özel hayatta bile Kürtçe konuşma yasağı getiren yasayı hatırlamak yeterli.

Silahlı vesayet düzeni, demokrasi aşkımızdan önce bu düzenin yol açtığı bedeller katlanamaz hale geldiği için tasfiye ediliyor. Son üç yılın tartışmalarına ve katlanmak zorunda kaldığımız rezaletlere dönüp bakalım. Türkiye bütün enerjisini, askerini siyasetin dışına çekebilmek için harcıyor. Askerin Türkiye'yi sürüklediği paranoyalarla malûl atmosfer kara bir delik gibi gücümüzü tüketmiyor mu?

Baykal'ın Balkan Savaşları uyarısı çok yerinde. Onun da hatırlaması lâzım. Balkan Savaşları'nda hükümet burnunu kışlaya sokmamıştı; tersine askerler ellerindeki silahı siyaset için kullanırken ülkeyi savunacak halleri kalmamıştı. Ve bu yüzden Atatürk, Cumhuriyet'i kurar kurmaz askerleri siyasetin dışına çıkarmıştı.

Yorum:

Hukuk düzeninde kuruluş amaçlarına göre kurumların görev ve yetkileri net ve açık bir şekilde belirtilmiştir.

Keyfi ve diktadörlüklerde kurumların görev ve yetkileri net belirlenmemiştir. Siyasi, iktisadi ve askeri güçleri denetimleri altında bulunurlar her alana müdahale eder, kurumların kuruluş amaçlarının dışına çıkmaları engellenemez. Çünkü önceden belli olan net ve açık hukuk kuralları yoktur.

 

Hukun üstün kılınmadığı toplumlarda kişilerin keyfi istek ve iradeleri kural haline gelir. Kurumlar asli işlevlerini yerine getirmez. Diktatörlük keyfi bir düzen olduğu ve kurallar insan hak ve özgürlüklerini kuruyan hukuki normlar olmadığı için rejimlerin en kötüsüdür. Bu düzende diktatörlerin sahıslarının iyi ve vatanperver olmaları bir şey değiştirmez. Rejim kötü olduğu için iyi insanlar da kötü işler yapmaktan kendilerini alı koyamazlar.

 

Hemen her hukuk düzeninde askeriyenin görev alanı net ve açık bir şekilde belirlenmiştir. Askeler ülkeyi dış saldırılara karşı korumakla yükümlüdürler. İç güven ve huzuru sivil iktidarın emrinde olan ve sivil hukuka göre görev ve yetkileri belli olan kolluk kuvvetleri sağlar. Askerler değil. Olaganüstü hallerde yasalarla belli olan görevler için siyasi iktidar süre ve alanı belli olan durumlarda askeriyeden yardım ve destek isteyebilir. Aseker ülke için dış tehlikenin bulunduğu yerlerde konuçlandırılır. Askeri eğitim ülkeyi dış saldırlara karşı koruyacak esas ve ilkeleri içerir. Asker buna göre eğtilir ve silahlandırılır.

 

Askerin iç güvenlikle görevlendirilmesi, askerlik kurumunun varlık nedenine aykırıdır. Ülke içi güvenliğin askere varilmesi hem askeriyeyi dejenere eder, hem de sivil rejimin zamanla diktalaşmasına yol açar. Böyel rejimlerde askeriyeyi siyasetin dışında tutmak güçleşir.

 

Ülke içinde iktidara gelme yarışında olan kesimler, normal yollarla iktidar olma ümitleri zayıflar ise, askerle iş birliği yapma yollarını ararlar. İktidarda olanlar iktidarı kaybetme korkusuna kapılırlar ise iktidarda kalmak için askeriyeyi kullanma  yollarına baş vurablirler. İç güvenlik işlerine kısmen de olsa askeriyenin müdahil olduğu rejimlerde askeriyeyi siyasetten uzak tutmak mümkün değildir. Asker iyi organize olduğu ve elinde silah bulunduğundan denetim alanını genişletmek ister.

 

Osmanlı Devleti’nin en güçlü olduğu dönemde İstanbul’a bulunan saker saysı sınırlı düzeyde tutulmuştur. İstanbul’da sker saysının artırılması dış savunmayı zayıflattığı gibi askeriyenin siyasete karışmasına yol açmıştır. Saraydaki entirikacılar sürekli askeriye içinde taraftar bulmaya uğraşmışlar; iç siyan ve kalkışmalar çışkırtılmıştır. Siyasette ağırlığını hissettirmek için yapay tehlikeler ve düşmanlar üretme yollarına gidilmiştir.

 

Dış mihraklarla sürekli işbirliği içinde bulunan İttihatçıların gizli kanadı dış mihraklarla irtibat kurmuşlardır. İttihatçıların gizli kanadı (ergenekoncuları) o döenmin emperyalist güçlerile işbirliği yapmış; millete ve hükümdara karşı çeşitli kopmlulara karışmıştur. Osmanlı Devleti’nin çöküşünü hızlandıran yanlış politikların izlenmesine ortam hazırlanmıştır.

 

Türkiye bu bölgenin güçlü devleti olması için her alanda hukukun üstünlüğünü sağlayacak başta anayasa olmak üzere temel hukuki düzenlemeleri gecikmeden yapmalı. Askerirye sadece ve sadece ülkenin dış savunması ile görevlendirilmeli.

 

Yetki ve sorumlumlulukları kuruluş amacına göre hukuki kurallar ile net ve açık olarak belirlenmeyen kurumlar ilgi alanlarının dışına çıkar ve hukuki olmayan müdahaleler yaparlarsa sosyal düzen ve enge bozulur. Kuruluş gayelerinin dışına çıkan kurumların varlık nedeni tartışıl hale gelir. Böyle kurumlar hem kendi varlıklarını, hem de mensubu bulundukları devletin varlığını tehdit eder hale gelebilirler.

 

Devlet dış saldırlara karşı askeri güç ile korunur. Devlet hukukun üstün kılınması ve adlaetin tesis edilmesiyle güçlendirilir ve yaşatılır. Keyfi idareciler, devletlerin ömrünü kısaltırlar. Devleti güçsüzleştirirler. Çöküş sürecini hızlandırırlar. 

 

 

Arif Ersoy


YorumcuYorum
Ali Bülent Dilek
23.03.2010
12:58

Arif ağabeye tamamen katılıyorum.bizde hukuk malül (yani hastalıklı,ana hastalık açık ve net bir yargı –HAKEMLİK-sisteminin olmaması)aslında 4’lü bir denge düzenimiz yok3’lü sacayağı(teslis)düzeniyle ancak bu kadar.sonuda devrilme yangın ve yanıp haşlanmalar.çünkü ayağın biri eksik.hemde en önemli ayağı(denetleme ;insan da sinirlere dolayısıyla hislere tekabül eder)felç hali yani.yük binince veya artınca devriliyor..denetleme kuvveti sistemi terk etmiş çünkü onu adil düzende dini kurumlar yapıyor.Mümtazer bey Osmanlının balkan savaşını kaybetmesini ve milyonlarca müslümanın öldürülmesini subayların siyasete batmasıyla direk ilgili buluyor.acaba Osmanlı devletinin çöküş ve yıkılış döneminde olmasını ve kötü ve yetersiz yönetim sistemi ve yönetimin hiç mi rolü yoktur.bugün kü sistem le mukayese edilirse türkiyedeki zalim sistemin ve kötü yönetimin(işsizliğin,borçların,adaletsiz yargının(20-40 yıl süren(bizimki de 40.yılında)insan hakları ihlallerinin(başörtüsü,katsayı)hiç mi bir etkisi yoktur.el insaf…basın, basın, basın, yerli özgür ve sansürsüz halk basını.akevler adil düzen dergimizi inşallah yaşayanlar ve ileriki nesiller bu basının öncüsü olarak görüp bizlere dualar edecekler…onun için ben yorumcu yazar ve yorumcularımızı bu bakımdan çok çok önemsiyorum.sizde önemseyin Türkiye ve dünyanın çok sesli ana gündemi burada oluşacak inşallah.mümtazer bey son elli yılı askerin boğazına kadar siyasetin içine girdiği bir dönem olarak hatırlayacağız diyor.inşaallah sonumuz Osmanlı gibi olmaz.olsa bile adildüzenciler yeni bir kurtuluş savaşı yapıp yeni bir adil düzen cumhuriyetini kurarlar allahu alem…adil düzen partisiyle ilgili örnek tüzük ve program (akevleradilduzen(at)gmail.com /şifre:suleyman1928 )indirilebilir…





Sayı: 41 | Tarih: 21.03.2010
Zülfü Livaneli
Atatürk’le ilgili bilinmeyen bir anı
2141 Okunma
3 Yorum
Ali Bülent Dilek
Ebubekir Sifil
Filistin Davası
1931 Okunma
15 Yorum
Zafer Kafkas
Ahmet Hakan
İmanımı kurtar Ekrem
1859 Okunma
10 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Reşat Nuri Erol
Vergi adaletsizliği
1480 Okunma
3 Yorum
Ilker Ardic
Mümtazer Türköne
Balkan Savaşları'nın ordusu
1408 Okunma
1 Yorum
Arif Ersoy
Hayrettin Karaman
Yoğun ibadetli zamanlar
1337 Okunma
3 Yorum
Hilmi Altın
Mahir Kaynak
Tepki siyaseti
1309 Okunma
Süleyman Karagülle
Ali Bulaç
Feryat edenler!
1305 Okunma
Ahmet Yasir Erol
Mehmet Altan
Siyasal milliyetçilik önce AK Parti’yi vurur
1278 Okunma
5 Yorum
Mehmet Hikmetumut
Ruşen Çakır
Solculara İslam konusunda pratik öneriler
1270 Okunma
1 Yorum
Tayibet Erzen
Dücane Cündioğlu
İnsan İnsan Ola ki Uslubunca Öle
1255 Okunma
3 Yorum
Abdülkadir Altınhan
Oktay Ekşi
Sürahi Çatladı mı?
1254 Okunma
Vahap Alma
Rahmi Turan
Nemrut Mustafa Mahkemesi
1196 Okunma
1 Yorum
Serdar Turan
Mehmet Niyazi
Kütüphanemizdeki hazine
1161 Okunma
Abdurrahman Erol
Fehmi Koru
Gönlünde merhamet, gözünde iki damla yaş...
1122 Okunma
1 Yorum
Ahmet Kirtekin
Can Ataklı
ABD 250 yıllık geleneğini Türkiye’nin hatırı için
1095 Okunma
Mesut Karaaytu
Mehmet Şevket Eygi
Bir Devir Sona Ererken
1090 Okunma
Emine Hocaoğlu


© 2024 - Akevler