KUR’ÂN MATEMATİĞİ – XI. DERS Üsküdar, 22.05.1999
U S Û L
Bu dünyaya bir işçi olarak geldik. Bize verilen işleri yapacağız ve ücretimizi alıp öbür dünyaya gideceğiz. Bu Kâinatın fabrikasında bize iş verilmesi için ne yapacağımızı ve nasıl yapacağımızı bilmemiz gerekir. Bize verilen işi yapabilmemiz için bilmeye ihtiyacımız vardır. Ne bileceğimizi ve nasıl bileceğimizi de bilmek zorundayız. Usûl ilmi neyin bilinebileceğini ve nasıl bilinebileceğini öğreten ilimdir. İlim ise ne yapacağımızı ve nasıl yapacağımızı öğretir. Öyleyse “usûl” ilmin ilmidir. İlim bilinenlerden bilinmeyenleri bilmektir. Bilinenlere “delil”, bunlara dayanılarak elde edilen sonuca “hüküm” diyoruz. Geçmişte cereyan edip bize ulaşan izlerdir. Hüküm, delillere dayanarak beynimizde oluşturduğumuz ve bize olacakları veya yapmamız gerekenleri bildiren bilgidir. Geçmişte cereyan eden olayları bilebilmemiz için onları sınıflandırmamız ve aralarındaki ilişkileri kurabilmemiz gerekir. Buna “Mantık İlmi” diyoruz. Bilgileri ölçülendirip proje üretmek için hesaplar yapmamıza ihtiyaç vardır. Buna “Matematik İlmi” diyoruz.
Bize ne yapmamız gerekeceğini “din” öğretmektedir. Nasıl yapacağımızı “ilim” öğretmektedir. Kimin neyi yapacağını ise “ekonomi”; elde edilen ürünlerin paylaşımını ise “yönetim” sağlamaktadır
Biz mekânın içinde zamanı yaşıyoruz. Madde ve enerjiyi kullanarak iş yapabiliyoruz. İlim mekanımızı, Din zamanımızı, Ekonomi maddemizi, Yönetim gücümüzü düzenler. İlim fikirlerin, din hislerin, ekonomi amellerin, yönetim ünsiyetin içtimaileşmiş şeklidir. Dil fikirlerin, sanat hislerin, teknik iradenin, hukuk ünsiyetin ifade aracıdır. Bu sayede bunlar içtimaileşir.
Maddenin DNA’larla özel olarak örülmesine ve faaliyet göstermesine “nebat” diyoruz. İlmin konusudur Enerjinin 01 devreleri ile çalışarak ve üretim yaparak bedeni harekete geçirmesine “hayat” diyoruz. Dinin konusudur. Beyinde 01’lerle çalışacak programları üretebilen varlığa “insan” diyoruz. İnsan ekonomik varlıktır. Kollektif üretip kişi olarak tüketmektedir. Oysa diğer canlılar ya kollektif üretip kollektif tüketirler, yahut kişisel üretip kişisel tüketirler. Beyindeki 01 ağlarından oluşan bilgisayarın dil ve yazı ile ilişki kurarak ortak ve sürekli hayat oluşmasına “topluluk” veya “ümmet” diyoruz. Yönetim topluluk içinde vardır. Ümmet demek, “başkanı olan topluluk” demektir.
Kâinatta her şey doğar, büyür, gelişir ve ölür. Bu safhalar ECEL ilmi içinde oluşur. Batıda bu entropinin büyümesi olarak ifade edilmiştir. Ölüm daha iyi hayatın oluşması içindir. Eskinin yapısını bozmadan yenilik yapamazsınız. Bu EVRİM ilminin konusudur. Ayrıca bütün geçmişi araştırıp öğrenmeye “tarih ilmi”, geleceği öğrenmeye de “âhiret ilmi” denmektedir, mâzi ve âti ilmi ile ifade ediliyor. Mâzi, ilim ile ekonomi arasında; âti, ilim ile yönetim arasında; ölüm, din ile yönetim arasında; ve evrim, din ile ekonomi arsında köprü kurar .
Bütün ilimler, tanrı ile insan arasındaki işveren-işçi ilişkilerinin düzenlenmesi içindir. Çalıştığımız o yerin sahibi hakkında da yeteri kadar bilgiye ihtiyacımız vardır. Böylece ilimler 25 çeşittir. Her ilmin 4 türü vardır. Nazari ilimler kuralları koyar, tabii ilimler nazari ilimlerle öğrenilen kurallara göre şimdiye kadar gerçekleşmiş olanları belirler. Ameli ilimler ise neleri yapabileceğimizi öğretir. Hikemi ilimler de bütün bu oluşlardaki kasıtları ve iradeyi ortaya koyar. Kör tesadüflerin ve zorunlu oluşların değil de tanrının ve insanın isteğine göre bilinçli olarak Kâinatın düzenlenmiş olduğunu ortaya koyar. Zorunlu olmadığı halde en uygun çözümlerin üretildiğini ortaya koyar. Bir üniversite 25 fakülteden ve her fakülte de 4 bölümden oluşacaktır. Demek ki 100 bölüm olacaktır. Her bölüm 3 öğretim üyesine sahip olursa, bir üniversitede 300 öğretim üyesi olacaktır. Bir ülkede 10 üniversite olursa, toplam 3000 öğretim üyesi bulunacaktır demektir.
KUR’ÂN MATEMATİĞİ - XIX. DERS (TEFSİR)
İstanbul - Üsküdar, 24.07.1999
MÜRSELAT VE MÜLKIYAT
بسم الله الرحمن الرحيم
والمرسلات عرفا * فالعاصفات عصفا * و الناشرات نشرا *
فالفارقات فرقا * فالملقيات ذكرا * عذرا او نذرا *
“Va eL MuRSaLAvTi GuRFan * Fa eLGAvÖıFAvTi GaÖFaN * Va elNAvŞiRAvTi NaŞRan*
Fa el FavRiQAvTi FaRQan * Fa eL MuLQiYAvTi ÜiKRan * GuÜRan EaV NuÜRan”
“Örfen mursalata, arkasından asfen asıfata ve neşren naşirata,
arkasından farkan farıkata, arkasından üzren veya nüzren zikri mülkıyata yemin.”
“Bilinmiş gönderilenlere, arkasından yönelip ulaşanlara, ve yayılıp varanlara,
ayırıcılara ve anlamını eksik veya tam ulaştıranlara yemin.” (77/1-6)
Çift yaratılmada iki temel olay vardır. Bunlardan biri ayrılıp çoğalmadır. Sonra bu çoğalanlar arasında,ilişki kurup birleşmenin sağlanmasıdır. Bu ayetlerde ayrı iki şeyin nasıl birleşip birlik oluşturduklarını anlatmaktadır. Birlikte varlıklar kendi varlıklarını korurlar, birlikte yeni varlık oluştururlar. İnsanın hücreleri ayrı yarı varlıklarını korumaktadırlar. Ama birleşerek insanı oluşturmaktadırlar.
İki varlığın birbirleri ile ilişki kurabilmesi için aralarında bir köprünün oluşması gerekir. Bu köprü haber köprüsüdür. Birinden çıkan bazı tesirler diğerine ulaşır. Bunun için birinin diğer tarafa gönderme kabiliyeti olmalıdır. Diğerinin de onu kabul etme ve alma kabiliyeti olmalıdır. Bir televizyon merkezi bulunmalı ve o dalgaları her tarafa yayabilmelidir. Evlerde de televizyon olmalı ve o dalga alınabilmelidir. Bir tarafta haber gönderen kimse bulunmalı, diğer taraftan haber alan kimse olmalıdır.
İşte bu ayetlerde bunları şöyle belirlemektedir.
MuRSiL: Gönderen anlamındadır. Resl aslında saçaklardan sarkan buz parçalarıdır. Pencereden bir şey sarkıtmaya irsal denir. Resul, elçi demektir. Birinden diğerine haber ulaştıran şey veya kimse demektir. Mürsil kelimesi geçmemekle beraber gönderilen olunca göderen de elbette olacaktır.
MuLTaKı: Alan, kabul eden demektir. Yani iki uçta bulunan gönderenle diğer uçta bulunan alan baz olarak alınmaktadır.
GoRF: Bilinen demektir. Daha doğrusu aralarında kararlaştırılan anlamındadır. Biz konuşurken karşı tarafın bildiği kelime ve kuralları kullanarak cümle yaparız. Cümle bizimdir, ama kelime ve kural önceden konup kararlaştırılmıştır. Televizyon merkezi de kendisine ait dalgaları gönderir. Televizyon bu dalgaya ayarlanırsa onu alır. Televizyon merkezi ile televizyon arasında frekans uyuşması yoksa irtibat kurulamaz. Buna neşriyat taşıyıcı dalga veya frekans denmektedir.
Zikr: O dalgalara yüklenmiş haberler olup o haberler haber gönderenin meramını iletmektedir. “Zakire” bellek demektir. Yanı bellekte sakladığı bilgiler yardımı ile karşı tarafın neler istediğini anlar. İki atom arasında da benzer ilişki vardır. Atomun etrafında elektronlar dönmektedir. Bunlar belli frekansta enerji taşımaktadır. Kendileri yörünge değiştirerek o frekansı alırlar. İşte o başka atomlara çarpar onlar da onun yardımı ile kendi elektronlarının yörüngelerini değiştirirler. Böylece atomlar arasında enerji alışverişi sürüp gider. Her madde kendisinde bilinen ışık sayesinde hem çok küçük olan atomları hem de çok büyük ve uzak olan yıldızları, galaksileri iyice bilmemize imkan verir. Bir çok ahvalde alıcı taraf aynı zamanda verici olabilmektedir. Telefonda durum böyledir. İnsanlar konuşurken de böyle iki taraflı mesaj alış verişi vardır.
Şimdi bir kaç varlık çifti ile bunların arasında irtibat sağlayan alıcı ve verici hususunu sayalım. Siz de her hangi bir şeyi araştırmaya başladığınız zaman hemen iki temel baz alacaksınız. Bunların iki özelliğini alacaksınız. Bu özellikleri ile birbirleri ile nasıl ilişki kurduklarını düşüneceksiniz. O zaman o konuyu kolay kavrar ve ondan kolay yararlanırsınız. Cıvata var, somun var. Cıvatada erkek diş, somunda dişi diş var. Eğer bunlar uygun ise birbiri üzerine vidalanır ve perçin gibi tek varlık gözükür. Demonte edilebilir.
İNSAN - KAİNAT İLİŞKİSİ
İnsan bilen ve yapan varlık olarak yaratılmıştır . Kainat bilinen ve yapılan varlık olarak yaratılmıştır. Kainat ışık, ses gibi dalgalar göndererek kendisini insana tanıtır. Gönderilen dalgalara “alamet” diyoruz. İnsan da dalgaları alarak haberdar olur. Buna “ilim” diyoruz.
ALEM Alamet İlim ALİM
Sonra insan isteklerini bildirir ve alem de bu isteklere uyar. Bu da sâni’, irade, ittiba, masnu’.
İNSAN İrade Tağayyür KAİNAT
İnsan alimdir.
Kainat alemdir.
RUH - BEDEN İLİŞKİSİ
İnsan dediğimiz varlığın merkezinde şuurlu ruh vardır. Asıl etkilenen ve etkileyen odur. Ruhun etkileme veya etkilenme özelliğin “nefis” veya “kişilik” diyoruz. Bedenin etkileme ve etkilenme özelliğine “hayat” diyoruz. Kainat-insan ilişkisi ruh-beden ilişkisine dönmektedir. Kainat ile beden arasında en önemli fark, kainatın kendi kendine yeterli olmasına karşılık, beden kendi kendine yeterli olamamasıdır. Kainatın hayat özelliği olmadığı halde bedenin hayat özelliği vardır.
RUH Nefis Hayat BEDEN
HALK - TOPRAK İLİŞKİSİ
İnsanın bedeni ne ise topluluğun toprağı da odur. İnsanın ruhu ne ise topluluğun halkı da odur. İnsandanefis vardır, topluluktateşkilat vardır. İnsandahayat vardır, toplulukta imar vardır. Halk ayrı ayrı varlıklardan oluşmaktadır. Bunlar birleşerek birliği ve hakimiyeti meydana getirmektedir. Toprak tek varlıktır, bu da bölüşülerek herkes için ayrı mülk haline getirilmekte, böylece ülke imar edilmektedir, mamur kalmaktadır. Görülüyor ki, ruh ile beden arasındaki ilişkiden daha çok halk ile toprak arasındaki ilişki bilinebilmektedir.
HALK Teşkilat Mülkiyet TOPRAK
HİZMET İLİŞKİLERİ
Şimdi topluluk içinde kamu hizmetlerine ihtiyaç vardır. Bu kamu hizmetinin temeli, aralarındaki ilişkileri kaydetmekten ibarettir. Böylece geçmiş hafızaya alınmış olur. Bu da dört çeşittir: 1. Kişiler arsındaki haberleşme ilişkileri. 2. Topraklar arasında geçmiş ilişkiler. 3. Nüfus sicil kaydı. 4. Tapu sicil kaydı. Bunun yanında kişiler arasındaki borç - alacak ilişkilerle eşyaların bulunduğu yerler de tesbit edilerek aralarındaki ilişkilere hizmet edilmiş olur. Burada en önemli husus kamu hükmedici değil yardım edicidir. Kişiler istediklerini yapmakta, kamu onları kayda alıp muhafaza etmektedir. Bu bilgi topluluğu oluşturmakta, yaşatmakta ve geliştirmektedir. Kamu karar vermez. Kararı hakemler veya başkanlar verirler. Kamu bunları kayda alır. Gerektiğinde bunları arz ederek topluluğun sürmesini sağlar.
NÜFUS KAYDI ZİMMET MUHASEBESİ ENVANTER MUHASEBSİ TOPRAK KAYDI
EŞYA - İNSAN İLİŞKİSİ
Ekonomi, insandaki ihtiyacın eşyadaki fayda ile giderilmesidir. Burada insan var eşya vardır. İnsanda ihtiyaç var eşyada fayda var. Fayda ihtiyacı giderir. Bununla birlikte eşyanın da faydasını artırması için ihtiyaçları vardır. Bunu da insanın emeği giderir. Böylece karşılıklı ilişkiler sürüp gider.
EŞYA Fayda İhtiyaç İNSAN
İNSAN Emek İhtiyaç EŞYA
KONUŞMADA İKİLİK
Konuşmak için önceden oluşmuş bir dil vardır. Bunun konuşan tarafından kullanılması ve bir şeyin ifade edilmesi gerekmektedir. Cümlenin delalet ettiği mânâdır. Bu ne söyleyenin kastettiği ne de dinleyenin anladığı mânâ olabilir. Hakemlerce belirlenecek afaki bir mânadır. Konuşma karşılıklı sözlerle olur.
DİLİN OLUŞMASI DİLİN KULLANILMASI SÖYLENENİN MÂNÂSI SÖYLENENİN ANLAŞILMASI
SAVAŞ – BARIŞ İLİŞKİSİ
İnsanlar birbirleri ile ya savaşta veya barışta olurlar. Korkuya dayanan barış vardır. Fıkıh korkuya dayanmayan bir barışın oluşması için gerekli kuralları koymaktadır Bunu kabul etmeye “İslâm”, barışı korumaya “iman”, savaştan uzak durmaya “hicret”, savunmaya da “barış” denmektedir.
BARIŞ Güven Ayrılma SAVUNMA
İSLÂM İman Hicret CİHAD
MANTIK - İLİM İLİŞKİSİ
İnsan mantıkla düşünür ve kainatı kavrar. Matematikle yapacaklarının projesini yapar. Usûl içinde projeyi çevreye ulaştırır ve sonunda uygulanır. Buna “tümden gelim” denir. Dışarıdan bilgi toplanır. Bir usûl içinde bunlar birleştirilir. Formüller elde edilir. Genel kurallar ortaya çıkar. Buna da “tüme varım” denir.
MANTIK Matematik Usûl İLİM
HAYATIN OLUŞMASI
Canlı doğar, gelişir, yaşlanır ve ölür. Bunların hiçbirisi kendiliğinden olmamaktadır. DNA’lardaki programla oluşur. Elbette doğma ve gelişmeyi, yaşlanmayı ve ölmeyi anlayabilmemiz için bu ayetlere uygun olarak tüm hayatı ele almak gerekecektir.
SONUÇ
Görülüyor ki;
Neyi ele alırsak alalım,
Onun birzâhir varlığı, bir debâtınvarlığı vardır.
Zâhirin bâtınla, bâtının zâhirle ilişki kurma özellikleri vardır.
Böylece “yeni varlık” veya “yeni sistem” oluşmaktadır.
Kur’ân işte bu ayetler ile bu ikiliilişkiyi ifade etmiş oluyor.
İki varlık da ikişer varlıktan oluşmuştur.
Onlar arasında da ilişkiler vardır.
Böylece altı kutuplu bir heyet oluşmaktadır.
Bu ayet bu heyeti anlatmaktadır.
KUR’ÂN MATEMATİĞİ - XX. DERS (TEFSİR)
İstanbul - Üsküdar, 31.07.1999
MÜRSELÂT VE MÜLKIYÂT
بسم الله الرحمن الرحيم
والمرسلات عرفا * فالعاصفات عصفا * و الناشرات نشرا *
فالفارقات فرقا * فالملقيات ذكرا * عذرا او نذرا *
“Va eL MuRSaLAvTi GuRFan * Fa eL GAvÖıFAvTi GaÖFaN * Va eL NAvŞiRAvTi NaŞRan*
Fa eL FavRiQAvTi FaRQan * Fa eL MuLQiYAvTi ÜiKRan * GuÜRan EaV NuÜRan”
“Örfen mursalata, arkasından asfen asıfata ve neşren naşirata,
arkasından farkan farıkata, arkasından üzren veya nüzren zikri mülkıyata yemin.”
“Bilinmiş gönderilenlere, arkasından yönelip ulaşanlara, ve yayılıp varanlara,
ayırıcılara ve anlamını eksik veya tam ulaştıranlara yemin.” (77/1-6)
MuRSELAT: “Resl”, düz saç, saçak demektir. Atık salınmış anlamındadır. “Resul”, haberci demektir. “Haber saldı” sözü Türkçede de kullanılmaktadır. “Risale” mektup demektir. Her varlık diğer varlık ile ilişki kurarken bir mektup salmaktadır, bir haber göndermektedir. Karşı taraftan da bir şey alırsa diyalog kurulmaktadır. Bundan önceki konuşmamızda bu ikili ilişkiyi anlatmıştık. Şimdi Kur’ân’ın “Murselat” kelimesini açıklamaya çalışalım.
Hemen belirtelim ki “Murselat”ın başında harf-i tarif gelmiştir. Arapçada bunun anlamı şöyledir. Muhataba diyor ki; “o senin bildiğin dört mürsel var ya işte onlara yemin” diyor. Demek ki, Allah bizim bildiğimiz dört mürsele işaret ederek yemin ediyor. Biz şimdi düşünmeğe başlıyoruz. Bu dört mürsel nedir? Hepimizin aklına başka şeyler geliyor ve değişik şekilde anlıyoruz. Bu içtihat oluyor. Herkes anladığına göre amel etmekle yükümlüdür. Anlamaya çalışırsınız. Zanni de olsa, anlamamış durumda iseniz, “bu mücmeldir” dersiniz ve beklersiniz. Eğer ondan herkes aynı şeyi anlamışsa, o zaman o kat’i bilgi olur. Biz şimdi anladıklarımızı anlatmaya devam ediyoruz. Sizin aklınız da benim gibi düşünmeğe uygun olursa uyarsınız. Siz daha iyi marifelik getirirseniz biz ona uyarız. Anlayışımız farklı ama eşit olursa, ben benim bildiğime göre amel ederim, siz de sizin bildiğinize göre amel edersiniz.
“Murselat”ın sonunda “at” yani Arapçadaki düzgün dişi çoğul vardır. Arapçada değişik tür çoğullar vardır. Bunlardan kurallı olanlar vardır, kuralsız olanları vardır. Kuralsız olanlar sadece sayı çokluğunu ifade eder. Aralarında ilişki olduğu kullanılan kalıptan anlaşılmaz. Ama o da bir birliği ifade edebilir. Kurallı çoğuldan birini “Uun” veya “Iın” diye yapıyoruz. Erkek kurallı çoğuldur. Bu kuralla yapılan bir çoğul kişileri ayrı ayrı belirlemez. Topluluğu birden ifade eder. “Bin altını ulemaya verin” derseler, ulemanın her birine eşit olarak bölüştürülür. “Bin altını alimuna verin” derseler, bin altını onların başkanına veririz. O da cemaat adına kendi içtihadına göre harcar. Dişi kurallı çoğul topluluğu değil, bir heyeti, bir birliği ifade eder. Bu insanların birliği olabileceği gibi eşyaların birliği de olabilir. “Saffat”daki saflar bu anlamdadır. Dişi çoğul olduğu halde erkekleri de içerir. Dişi kurallı çoğul genellikle dördü ifade eder. Çünkü Arapçada çoğul en az üçtür. İki için ayrı kalıp vardır. Bu bir birlik olduğundan sistemdir. Denge için çift olma zorundadır. En küçük çift çoğul dörttür. Usûlde kural vardır. Belirsiz olunca en azına ve en sadesine hükm olunur. “Benim derahim borcum var” dediğimizde, üç dirhem borçlu olduğumuzu ikrar etmiş oluruz. Eğer bu kurallı dişi çoğulsa, birbiriyle ilişkili dördü ifade eder.
Demek ki salınanlar dört çeşittir. Yahut dörttür. Şimdi bunların ne olduğunu bilebilmemiz için yine Kur’ân’a dayanmamız gerekir. Bu âyetlerde zanni ve kat’i hükümleri ayırıyor, “üzr” ve “nüzr” kelimelerini kullanıyor. Özel ve genel hükümleri ayırıyor, “âsıf” ve “nâşir” diyor. O halde gönderilen de buna göre dört olacaktır. Genel kat’i ve zanni, özel kat’i ve zanni. Salınanların içinde bunlara göre bir tasnif yapmalıyız.
Kainatın saldığı genel kat’i haber (mesaj) mekandır. Elimize aldığımızda kesin olarak ölçebilmekteyiz. Mekanı herkes aynı şekilde algılamaktadır. Dolayısıyla geneldir. Zamanı da hepimiz aynı saatle ölçüyoruz. Dünyanın ekseni etrafında dönüşü ile ölçüyoruz. Geneldir. Zamanı biz doğrudan ölçemiyoruz, ancak saatteki yelkovanın mekandaki durumu ile ölçüyoruz. Dolayısıyla saatteki mekana göre zannidir. Kainatın özel mesajı maddedir. Madde değişik yerlerde bulunur. Özel yerlerde bulunur. Mekan gibi genel değildir. Dolayısıyla özeldir. Ancak parçacıkların sayısı ile bilinir ve bir yerde iki parça bulunmaz. Dolayısıyla kat’idir. Enerji ise değişik parçacıklara kazandırdığı hızlarla bilinmektedir. Bir yerde çoğalır ve azalır. Dolayısıyla özeldir ve zannidir.
Ruhu ele aldığımızda kainattaki mekanın yerini insanda hafıza almaktadır. Hafıza ruhun mekanıdır. Faaliyetini orada gösterir. Zamanın yerini dışarıdan alınan etkiler alır. Duygu organlarına gelen etkiler zaman içinde gelip geçer. Hisler zaman gibi hafızaya alınamaz. Kainattaki maddenin yerini insandaki davranışlar alır. Bedeni hareketler alır. Kainattaki enerjinin yerini insandaki sözler alır. Söz söyler, onunla diğer insanlara etki eder. Bu karşılıklılık ile hafızanın genel kesin olduğudur. Çünkü hafızada herkesi ilgilendiren ortak bilgiler saklanır. Hafızanın sakladıkları da kesindir. Duygular da dışarıdan alındığı için geneldir. Ancak gelip geçici olduğu ve saklanamadığı için de zannidir. Kitapların kat’i, hadislerin zanni olması da buna dayanır. Yaptığımız iş özeldir. Biz ne istiyorsak onu yapıyoruz. Ama istediğimizi yapıyoruz. Bu sebeple kesindir. Oysa sözlerin mânâsı da karşı tarafa etkisi de zannidir.
Topluluğa geçtiğimizde, insandaki hafızaya ülkeyi tanıma gelmektedir. Duygular ise ülkeyi yaşanır şekle getirmedir. Yani yaşama tekabül etmektedir. İnsandaki fiil kısmına toplulukta ülkenin çalışır bir şekle getirilmesi yani çalışma tekabül etmektedir. İnsandaki sözlere karşılık ise koruma gelmektedir. Yani bir ülkenin tanınması, çalışır ve yaşanır imkanlar sağlanması ve her çeşit saldırılara karşı korunması gerekir. Tanıma geneldir ve kesindir. Yaşanır hâle getirilmesi de geneldir. Ama kesin değildir. Farklı şartlar oluşmaktadır. Çalışır olmak özeldir. Çünkü herkes çalışmıyor, ama herkes yaşıyor. Ancak yapılan iş ise kesindir. Korumak ise özeldir. Çünkü hukuk düzeninde suç ve ceza özeldir. Kesin de değildir, zannidir.
Hizmetlerde tanımaya planlama tekabül eder. Yaşamaya sağlık tekabül eder. Çalışmaya imar tekabül eder. Koruma hizmeti ise güvenlikle sağlanmaktadır. Planlama geneldir ve kesindir. Herkes uymak zorundadır ve ifadeler kesindir. Topluluk sağlığı da geneldir. Tedavi değil de iaşesinden koruma tabipliğine kadar her şeyi içerir. Geneldir. İmar ise özeldir. Her yerin ayrı ayrı imarı vardır. Planı vardır. Ancak yapılacaklar belli olduğu için kesindir. Güvenlik ise özeldir. Ama zannidir. Cezanın şahsiliği ilkesi anayasalarda yer almıştır. Kısas kat’ilerde uygulanır, diyet zannilerde uygulanır.
Ekonomi üretimi yapılır. Herkes ürettiğine sahiptir. Onu satarak genelleştirir. Yahut onu kamu ambarlarına mevduat olarak koyup genelleştirir. Satışta karşılık kesin olarak bellidir. Bu sebeple kat’idir. Oysa kredileşmede mevduat sahibi karşılığında ne kredi alacağını bilmediği için zannidir. Pazarlık usûlü satış kat’i değildir. Oysa arz satışlarında genellik vardır. Tüccar kişilere göre fiyat değiştiremez. Satış planlamaya tekabül etmektedir. Kredileşeme ise sağlığa tekabül etmektedir. İlk anda, kredi ile sağlık arasında ne ilişki var denebilir. Halka devre başında kredi verilmekte, halk o kredi ile sipariş yapmakta ve böylece üretim kollektif olarak planlanmaktadır. Sağlık böylece korunmaktadır. Üretim ise özeldir. İnşaatta özeldir. Bunların özelliği kolayca belli olmaktadır. Ancak acaba imalat mı kesindir? Yoksa inşaat mı kesindir? Bu hususu tesbitte zorlanabiliriz. Toplulukta imar inşaata ve imalat güvenliğe tekabül ettirilebilir. Sosyal güvenlik ve genel güvenlik terimleri kullanılmaktadır.
Dilde mürselat ise, Kur’ân’da ibare ile geçen “mürselat”tır. Çünkü burada Kur’ân’ın insanlara tebliği esas alınmıştır. Bununla beraber Kur’ân genel kural olarak ifadelendirilmektedir. Kur’ân’da bahsedilen örf sözünün açıklanmasıdır. Bu da dilin vaz’ıdır yani dilin icadıdır. Usûlcüler bunlara adlar vermişlerdir. Vaz’an kitabı dörde ayırdılar: Hâs, âm, müşterek ve cemi münker. Âm, bizim genele tekabül etmektedir. Hâs, özele tekabül etmektedir. Cemi münker de geneldir. Ancak zannidir. Çünkü en azına yorumlanmaktadır. Yahut eşitliğe yorumlanmaktadır. “Bu arazi şunlarındır” dediğimizde hukuken eşit olarak pay alırlar. Ancak bu kat’i değil zannidir. Eğer farklı açıklanırsa açıklama geçerli olur. Buna karşılık hâs özeldir ve kat’idir. Müşterek ise özeldir. Mesela, “Ahmet” ayrı ayrı iki kişinin adıdır. Ancak aralarında belirsizlik olduğu için zannidir.
Hayatı ele aldığımızda alemi doğum ile ele alırsak, doğmak ve gelişmek dört esas ile oluşur: Biri çiftleşme ve çoğalma, diğeri birleşme ve farklılaşmadır. Çiftleşme ve çoğalma geneldir. Çünkü genel olarak irsiyeti sürdürmektedir. Genetik geneldir. Çiftleşme kat’idir. Bölünme ise zannidir. Zira bölünme esnasında irsiyetten başka çevre de etki etmektedir. Oysa çiftleşmede sadece genetik hakimdir. Birleşme ise özeldir. Ancak birleşmede kat’ilik vardır. Çünkü belli hücreler birleşmektedir. Farklılaşma da özeldir Ancak farklılaşmada daha fazla belirsizlik vardır.
.
Fıkıh ilminde barış dört şeye dayanmaktadır:
- Bunlardan biri vergidir.
- Diğeri diyettir.
- Üçüncüsü nafakadır.
- Dördüncüsü velayettir.
Vergi geneldir ve kesindir. Kişilerden farklı vergi alınamaz. Diyet de geneldir. Bütün kişiler eşit diyet ile ölçülür ve ödeyenler eşitlik içinde öderler. Nafaka ise özeldir. Duruma göre herkesin nafakası ayrıdır. Velayet de aynı kişilere göre değişmekte, herkes kendi takdirine göre farklı yönetim uygular. Bunlardan vergi kesindir. Diyet belirsizdir. Zannidir. Nafaka kesindir. Ölçülebilmektedir. Velayet ise zannidir.
İlme gelinirse:
Mekan ilmi Geometridir.
Zaman ilmi Mekaniktir.
Madde ilmi Kimyadir.
Enerji ilmi Fiziktir.
Geometri genel ve kat’idir. Mekanik genel ve zannidir. Hareketleri ancak geçici olarak kavrarız. Kimya ilmi kesindir. Çünkü sürekli elimizde tutacağımız maddeyi içerir. Fizik ilmi ise depo edilemeyen dolayısıyla ancak geçici olarak müşahede ettiğimiz olaylardır. Zannidir.
Böylece görülüyor ki, mürselatın Kur’ân yorumuna tüm konular uymaktadır.
MÜRSELÂT
| NAŞİR = ÂM = GENEL | ASIF = HÂS = ÖZEL |
| NUZR=KATİ=KESİN | NÜZR=ZANNİ=SANİ | NUZR=KATİ=KESİN | ÜZR=ZANNİ=SANİ |
ALEM | MEKAN | ZAMAN | MADDE | ENERJİ |
BEDEN | BELLEK | DUYU | FİİL | SÖZ |
TOPRAK | TANIMA | YAŞAMA | ÇALIŞMA | KORUNMA |
NUFUS | PLANLAMA | SAĞLIK | İMAR | GÜVENLİK |
EKONOMİ | SATIŞ | TEVDİAT | İMALAT | İNŞAAT |
DİL VAZİ | ÂM | MÜPHEM | HÂS | MÜŞTEREK |
İSLÂM | ZEKÂT | DİYET | NAFAKA | VELAYET |
MANTIK | GEOMETRİ | MEKANİK | KİMYA | FİZİK |
MÜRSELÂT - MULKIYÂT
KUR’ÂN MATEMATİĞİ - XXI. DERS (TEFSİR) İstanbul - Üsküdar, 07.08.1999
MuLQıYAvT: فالملقيات ذكرا“İlka edenler, ulaştıranlar” anlamındadır. “LQV” kökü ilkin “yanak” anlamındadır. Kafkas dillerinde “LoQA” “yanak” demektir. Araplar yüze inen felce “LaQVat” diyorlar. Sonra “kavuşma” anlamında fiilleşmiştir. Yolun ortasına. “LaQAvt” denmektedir, “buluşma yeri” anlamındadır. “İlka etmek” yerine; “koymak, yerleştirmek” anlamındadır. Haber salanların karşısında haberin anlamını yerine yerleştirenler zikredilmiştir.
İlka edenler de salınanlar gibi dörttanedir. Aynı siga ve eşleştirme yapılmıştır. Âm olanlar, hâs olanlar ve gerek âm gerek hâs olsun kat’i ve zanni olanlar. Bizim bunların her birine karşılık bularak eşleştirmemiz gerekmektedir. Böylece bilgimiz bir sınıflama içine girecektir.
Âlemin dört mürseli vardır: Bunları görmüştük; Mekan, Zaman, Madde ve Enerji. “Âlem”in karşıtı “Âlim” yani “bilen insan”dır. “Âlim”in de dört mülkisi olması gerekmektedir. Yani insan onlarla âlemle ilişki kurabilmelidir. Bu dört meleke de; Fikir, His, Fiil ve Kavil’dir. Mekana karşılık Fikir, Zamana karşılık His, Maddeye karşılık Amel ve Enerjiye karşılık Kavil gelmektedir.
İnsan, fikirler ile mekanı böler, parçalara ayırır ve onlara ayrı ayrı adlar verir. Sonra onlar arasında ilgiler kurarak düşünmeye başlar. Türkiye bir bütündür. Biz onu kısımlara ayırır, ayrı adlar verirsek, onlar ayrı iller, ayrı kentler olmaktadır.
Zamanınhisler ile ilgisi ise, biz duyguları zaman gibi geçici olarak alırız. Duyguları hafızaya alıp sonra aynı duyguları yaşayamayız. Zamanda olduğu gibi hislerde geri dönmek de mümkün değildir. Zaten biz zamanı hislerle algılarız. Mekanda olduğu gibi metre ile ölçemeyiz. Âlimdeki maddenin yerini insandaki fiiller alır. Çünkü biz fiillerimizle maddeye etki eder ve onun yerini değiştirebiliriz. İstediğimiz şekli veririz. Maddeyi kullanarak onunla iş yaparız. Enerjiyi doğrudan alamayız ancak besin olarak alırız. Onunla fiil yaparız. Konuşmamız, sözlerimiz ise enerjiye tekabül etmektedir. Birbirimize sözlerle iş yaptırırız. Tabiata da ancak birleşirsek hükmedebiliriz. Dünyayı emrimize alabilmemiz için önce insanlarla birleşmemiz gerekmektedir. Bu da kavil yani sözler ile olmaktadır. Beşeriyet olarak birlikte oluşturduğumuz teknikle yeryüzüne hükümran olduk. Göklere de uzanıyoruz.
İnsanda ise Bedene karşılık Ruh vardır. Beden Âleme, Ruh Âlime karşılık gelmektedir. Bedenin dört özelliği mevcut idi: Hafıza, Duyu, Hareket ve Konuşma. Hafıza Mekanın, Duyu Zamanın, Hareket Maddenin ve Konuşma Enerjinin karşısındadır.
Şimdi Ruhta bunlara karşılık bulmamız gerekmektedir. Hafızanın karşılığı Bilinçtir. Hafıza bilinç tarafından çağrıldığında bir işe yaramaktadır. Yoksa beyinde bir yığından başka bir şey olmaz. Hafıza dış âlemin haritasıdır. Bilinç de o haritayı okuyan kimsedir. Haritayı okuyan olmazsa o harita sadece bir kağıt parçası olur.
Duyu, dış âlemin beynimize yaptığı etkilerdir. Dışarıdan gelen dalgalar beyne elektrikle 01 şeklinde ulaşır. Beyin bunu ruhun bilincine kainatın benzeri bir şekle çevirip anlatır. Gelen duyular ise duygulara dönüşerek haz ve elem şeklini alır. Duyular depo edilemeyen 01’lerdir. Allah fikirler gibi bunları da belleğe koyabilirdi. Çünkü bunlar da 01 dalgalarıdır. O zaman fonksiyonu kalmazdı. Ekmek yiyeceğimize hafızadan çağırır ve doyardık.
Bedendeki harekete karşılık insan beyninde zeka vardır. Beden alınan emirlere göre hareket eder. Bu hareket emirlerinin bir kısmı daha önce belirlenmiş ve hafızada depo edilmiş hareketleri içerir. Ama insanda diğer canlılardan tamamen farklı olarak da kuralları belli olmadığı halde sorunları çözme ve denemeler yapma kabiliyeti vardır. Biz bunu bilgisayara yaptıramayız. Bilinç ve zevk de böyledir. Tamamen ruhun özelliğidir. Hareket ve zeka karşılıklı olarak birbirini tamamlayan çift oluştururlar. Bedenin konuşma kabiliyeti yanında ruhta da diğer insanlarla ilişki kurma özelliği vardır. İnsan, zekası ve hareketleri ile madde üzerinde ilişki kurar. Oysa konuşma ve muaşeret ile diğer insanlarla ve ruhlarla ilişki kurar. Bu da bedenin madde ile kurduğu ilişkiden tamamen farklıdır. Bu yolla iki insan anlaşır ve birlikte hareket imkanını bulurlar. Böylece bedenin irsallerine karşı ruhta mulkıyler vardır. Gerek insan ile kainat arasında, gerekse ruh ile beden arasında karşılıklı irsal ve ilka vardır. Yani muhabere yapılmaktadır.
Toplulukta; Toprağın karşısında Halk vardır. Toprakta; Tanıma, Yaşama, Çalışma ve Korunma yer almaktadır. Buna karşılık Halkın da Dili, Sanatı. Tekniği ve Hukuku vardır. Dil, tanıma karşılığıdır. Çünkü mekanı tanımak için onu parçalamamız gerekmektedir. Parçalara da dil içinde adlar veririz. Böylece dil ile kainat karşı karşıyadır. Dil kainatın haritasıdır. Bizi ısıtan gökteki varlığa “güneş” kelimesi tekabül etmektedir.
Dil, fikirlerin içtimaileşmiş şeklidir. Sanat, hislerin içtimaileşmiş şeklidir. Teknik, fiillerin içtimaileşmiş şeklidir. Hukuk da konuşmaların (sözleşmelerin) içtimaileşmiş şeklidir. Kişi bunlarla toplulukla ilişki kurmaktadır. Topluluğa; dil ile fikirlerini, sanat ile hislerini, teknik ile fiillerini ve hukuk ile davranışlarını aktarmaktadır. Topluluktan da benzer davranışlar almaktadır.
Hizmetlerde; tapu tescili yanında nüfus tescili vardır. Tapuda; Planlama, Sağlık, Bakım ve Güvenlik vardır. Nüfus tescilinde bunlara Basın, Yayın, Ulaştırma ve Haberleşme tekabül eder. Bu müesseselerle kişiler arasında ilişkiler doğar. Basın ile insanların fikirleri birbirlerine aktarılır. Yayın ile insanlar hislerini birbirlerine aktarırlar. Ulaşım ile insanlar maddi ürünlerini birbirlerine aktarırlar. Haberleşme ile de insanlar birbirlerine sözlerini ulaştırırlar.
Bakınız, müesseseler oluşmuş, kurulmuş, bugün bakanlık veya genel müdürlük halinde fiilen vardır. Biz bunları dörtlü sistem içinde sınıflandırıyoruz. Böylece Kur`an ütopik dünyadan bahsetmiyor. Bizim yaşadığımız dünyayı bize daha kolaylıkla tanıtıyor. Kur’ân bir rehberden ibarettir. Zorlama yapmaz. İnsanlara hükmetmez. Polisi, jandarması, mahkemesi, tevkif evleri yoktur. İsteyen yararlanır, isteyen yararlanmaz. Buna rağmen tarihte bunlara inananlara zulmedilmektedir.
Ekonomide; eşyanın karşılığı insan idi. Ekonomi, insandaki ihtiyacın eşyadaki fayda ile giderilmesi müessesesi idi. Eşyanın dört mürseli vardı: Satma, Kullandırma, İmalat ve İnşaat idi.
İnsanda bunlara karşı mevcut dört özellik vardı: Biri satınalmadır. Karşılığını vererek alıyorsun. Bu yeterli değildir. Çünkü herkes çalışarak karşılığını alamıyor. Yeryüzü bütün insanlarındır. Çalışmasalar da kira payları vardır. Dolayısıyla satın almadan hak olarak da ürünlere iştirak etmektedirler. Diğer taraftan insanlar günlük ihtiyaçlarını karşılamak için emeklerini veriyorlar. İmalat onunla olmaktadır. Artık emeklerini de inşaata veriyorlar. Bununla da inşaat yapılmaktadır. İmalatla da halihazır ihtiyaçlarını gideriyorlar. İnşaatla da gelecekteki ihtiyaçlarını gideriyorlar. İnşaat maddeye, imalat enerjiye benzemektedir. Artık emek maddeye, üretim emeği ise enerjiye benzemektedir.
Zamanla daha çok tartışılarak bunların daha sağlam yerleri belirlenebilir.
Hayatta ise doğum ve ölüm vardır. Doğum ve gelişme iki çifte dayanır: Bunlardan biri çiftleşme ve bölünme, diğeri ise birleşme ve farklılaşmadır. Doğum maddidir. Âleme benzer. Ölüm ise manevidir. Âlime benzer. Tüm hayat olayları böyle başlar. Ayrı iki çift birleşip yek vücut olur. Sonra bölünerek çoğalır. Daha sonra da ayrı ayrı hücreler yan yana gelir. Ortak hayat kurarlar. Farklılaşarak iş bölümü yaparlar. Bunların hepsi yalnız canlıya ait özelliklerdir.
Doğumda bu dördünün karşısında ölümde de dördü bulunmalıdır. Yaşlanma böyle gerçekleşecektir. Bu dört esas da Kıtlık yani besin bulamama, Darlık yani yer bulamama, artık maddeleri atacak yer bulamayıp pislik içinde ölme. İnsanlığı bu sebeple çevre kirliliği tehdit etmektedir. Sonra ölümün özel sebepleri de vardır. Bunlardan biri Hastalıktır. Bedenin içinde hâsıl olan mikroplar bedeni yiyip bitirirler. Bu tedrici ölümdür. Diğeri de, bir başka canlının yakalayıp bir anda Avlanması ve öldürüp onu yemesi şeklinde olmaktadır. Bunlardan hangilerinin hangilerine tekabül ettiği konusu ise; Kıtlık ve Darlık geneldir. Kıtlık kesin, Darlık zannidir. Hastalık ve Avlanma özeldir. Avlanma kesindir. Yakalanırsan ölürsün. Hastalıkta ise tedavi yolu vardır.
Demek ki çiftleşmeye kıtlık, bölünmeye darlık, birleşmeye avlanma, farklılaşmaya hastalık tekabül eder. Düşünüldüğü zaman bu karşılıklılık da uygun düşmektedir. Çiftleşme beslenmeyi gerektirir. Çoğalma darlığı doğurur. Birleşme ile avlanma zıt oluşlardır. Hastalık farklılaşmadır.
Usûlcüler bir mevzuatın oluşması için önce dilin oluşması gerektiğini kabul ettiler. Buna “vaz`” dediler. Biz Türkçede mevzuatı bu sebeple kullanıyoruz. Âm, Hâs, Müşterek ve Müphem olarak ayırdılar. Buna karşılık delaleti de ele aldılar. İbare ile, İşaret ile, Delalet ile ve İktiza ile delalet kavramlarını geliştirdiler. İbare, söylenenin asıl maksadını içerir. İşaret ise söyleyenin cümlesinden açıkça anlaşılır. Ancak söyleyen onu diğerini söyleyebilmek için söylemiştir. “Ahmet nereden geldi?” sözüne karşılık, “Ahmet dün Ankara`dan geldi” cevabı böyledir. “Dün” kelimesini eklenmese, soran, bir ay önce Ankara`dan gelmiş olduğu şeklinde anlayabilir. Cümlede Ahmed`in Ankara`dan gelmesi ibare ile, dün gelmesi işaret ile anlaşılmaktadır. Bunun yanında konuşmalarda lugatla anlaşılmasa bile anlaşılan manalar da vardır. Kelime İzmir`de olduğunu söylemiyor ama, konuşanlar İzmir`de olduğu için taraflar bunu hemen anlıyorlar. Buna “delaletle delalet” denir. Yine böyle lugat olarak bilinmekle beraber başka bilgilerle bilinenler ile bir takım manalar daha anlaşılır. Ankara`nın uzak olduğunu bilenler, gelen kişinin uçak veya araba ile geldiğini de bilirler. Oysa İstanbul ile İzmir arası olsaydı, gemi ile gelme de ihtimaller arasında olurdu. Buna “iktiza ile delalet” denir. Bu delaletlerden ibare ile iş`ari delalet geneldir. Çünkü lugat kuralları ile anlaşılmaktadır. Delalet ve iktiza özeldir. Çünkü kişinin özel bilgisiyle anlaşılmaktadır. İbare kesin, İşaret zannidir. Delalet kesin, İktiza zannidir.
Fıkıhta ise Barış ile Savaş karşı karşıya idi.
Barış yani İslâmdört temele dayanıyordu: Biri yeryüzünün kira payını çalışmayanlara ödeme yani Zekât, diğeri ise meydana getirilen zararları Diyet olarak tazmin etme idi. Zekat ve Diyet genel müesseselerdendir. Buna mukabil yakınların birbirlerine Nafaka yükümlülüğünün olması da tabii hukuk içinde barış için gereklidir. Doğmaya sebep olanlar onu besleyip büyütmelidir. Bunun sonucu olarak küçüklerin hukukunu korumak da Velilere ait olur.
Savaş da dört temele dayanır: Savaşta asıl olan caydırıcılıktır. Yani barış istemeyenleri korkutmaktır. Kuvvetli olmaktır. Bunlardan biri, toplantılar yapıp kişilerin birbirlerini eğitmesidir. Askerlik hizmetidir. İslâmiyet`te bu Namaz Müessesesi ile tertiplenmiştir. Savaşın ikinci önleyicisi de kısastır. Kısas, tabii hukukun temel kuralıdır. Bunların ikisi de geneldir. Ancak kısas belirsizdir. Buna karşılık toplulukta yönetim Başkanlarca yapılır. Ortak hareket Başkan tarafından götürülür ve kararları kesin değildir. Uygulanır, sonra Hakemlerce düzeltilebilir. Haklar ise hakem kararları ile bölüştürülür.
Hakemler Nafaka karşılığı, Başkanlar Veli karşılığıdırlar. Böylece fıkıhta da dörtlü ilka vardır.
İlimde ise Mantık karşılığı ilmi dil vardır, ilmi metinler vardır, kurallar vardır. Geometri, Mekanik, Kimya ve Fizik ilimleri karşılığında; Dil, Sanat, Teknik ve Hukuk ilimleri vardır. Veya İlim, Din, Ekonomi ve İdare ilimleridir.
Bu tablolar üzerinde tartışılacak, sistem oturduğunda insanlık yeni ilim sistemine ulaşacaktır.
KUR’ÂN MATEMATİĞİ - XXII. DERS (TEFSİR)
İstanbul - Üsküdar, 14.08.1999
ÂSIFÂT VE NÂŞİRÂT
بسم الله الرحمن الرحيم
والمرسلات عرفا * فالعاصفات عصفا * و الناشرات نشرا *
فالفارقات فرقا * فالملقيات ذكرا * عذرا او نذرا *
“Fa eL GAvÖıFAvTı GaÖFan * Va eL NAvŞıRAvTı NaŞRan”
“Mürseller” ve “Mulkiler” dörder olarak belirtilmiştir. Bu sıralamada hep “Fa” harfi kullanıldığı halde, sadece “Âsıfler” ile “Nâşırler” “Vav” ile birbirine bağlanmıştır. “Mursil”, “Mulki” ve “Fârık”ların yanında bu ikisi bir kabul edilerek dörtlü yapılmıştır. “Mürsil” ile “Fârık” bir çift, “Âsıf” ve “Nâşir” ile “Mulkiler” de bir çift yapılmıştır. Böylece dörtlük korunmuştur. Bununla beraber beş yapılarak parmakları 20 yapılmıştır.
Şimdi yeni bir cetvel yapmamız gerekecektir. Birleşenlerin dörtlüleri olacaktır.
“Kainat”ın “Bilen” ve “Bilinen” çifti yanında, “Bilinen”in çifti olarak “Varlık” ve “Etki” yahut “Vücut” ve “Tesir” vardır. “Vücut”, “Mekan”da yer alır ve bir yerde iki varlık olmaz. “Tesir”, “Zaman” içinde yer alır ve bir yerde değişik etkiler birleşerek toplanır. “Varlık”, “Mekan” ile “Fikirler”in birleşmesinden oluşur. “Tesir”, “Zaman” ile “Hisler”in birleşmesinden oluşur. “Bilen”in çifti ise “Gaye” ile “Meşiet”tir. “Varlık” ve “Tesir” bir maksat için var edilmiştir. Yoksa abes ile iştigal olurdu. Bu “Gaye” Canlılarda kendisini gösterir. Cansızlarda “İlliyet” hâkimdir. Canlılarda “Gaye” hâkimdir. Gaye demek, bir iradenin ortaya çıkması demektir. Meşiet demek, gayenin tesbitidir. İnsanın meşieti Allah’ın meşietine bağlıdır. Gaye, “Madde” ile “Fiil”in birleşmesidir. Meşiet demek, “Enerji” ile “Kavl”in birleşmesidir. Varlık, geneldir ve kesindir. Tesir, geneldir ve zannidir. Gaye, özeldir ve kesindir. Meşiet ise özeldir ve zannidir. İnsanın Meşieti belirsizdir. İnsanın yarın ne karar alacağını bugün bilmemiz mümkün değildir. Allah’ın Meşieti ile İradesi birdir ve O’nun da ne irade edeceği bilinemez. Bu İrade sadece Allah için meçhul değildir. İleride ne İrade edeceğini O şimdiden bilmektedir. Çünkü OZaman ve Mekan dışıdır. Bunun nasıl gerçekleşeceği hususunu ise bizim mantığımız bizim dünyamızda idrak edemez. Çünkü Biz ancak Zaman ve Mekan içinde düşünürüz.
İnsanın “Beden” ve “Ruh” yanında dört kutbu vardır. “Beden”in kutbu “İrade” yani “iş yapması” ve “Ünsiyet” yani “topluluk oluşturması”dır. Birincisi eşyada değişiklik yapmaktır. İkincisi ise diğer bedenlerle işbirliği yapmaktır. “Ruh”un ise iki kutbu vardır; “Fikir” ve “His”. Fikir, insanın kainatı bilmesi ve kavraması demektir. His ise insanın kainattan etkilenmesidir.
Fikir, “Hafıza” ve “Bilinç”ten oluşur. His, “Duyular” ve “Zevk”ten oluşur.
Fikir, genel ve kesindir. His, genel ve zannidir. İrade, özel ve kesin, Ünsiyet özel ve zannidir.
Topluluğun “Toprak” ve “Halk” yanında dört kutbu vardır. İkisi toprakla ilgilidir: “Ekonomi” ve “Yönetim”; ikisi de halkla ilgilidir: “İlim” ve “Din”.
İnsanın Hisleri, insanın ihtiyaçlarını tesbit eder. Hislerin içtimaileşmiş şekli olan “Din” de topluluk içinde ne yapılması gerektiğini tesbit eder.
İnsanınFikirleri, nasıl yapılacağını tesbit eder. Fikirlerin içtimaileşmiş şekli olan “İlim” nasıl yapılacağını tesbit eder.
İnsanın İradesi, insanın ne zaman yapacağını belirler ve yapar. İradenin içtimaileşmiş şekli olan “Ekonomi” de işleri kimin yapacağına karar verir ve bunu “kredi” ile düzenler.
İnsanın Ünsiyeti ise elde ettiği ürünlerden nasıl yararlanacağına karar verir. Ünsiyetin içtimaileşmiş şekli olan “Yönetim” ürünlerin bölüşümünü yapar. Ürünlerin kimin olacağını düzenler.
Böylece “Topluluk” bir “Beden” hâline gelir.
İlim ile Din geneldir, ortak ihtiyaçları belirler.
Ekonomi ile Yönetim özeldir, kim yapacak ve kimin olacak hususlarını belirler.
İlim kesin, Din zannidir. Ekonomi kesin, Yönetim zannidir.
İlim, “Tanıma” ve “Dil”den oluşur.
Din, “Yaşama” ve “Sanat”tan oluşur.
Ekonomi, “Çalışma” ve “Teknik”ten oluşur.
Siyaset, “Koruma” ve “Hukuk”tan oluşur.
Hizmetlerin de dört kutbu vardır. “Nüfus” ve “Tapu Tescilleri” yanında; Nüfus ile ilgili “İlmi ve Ahlaki Eğitim”, Toprak ile ilgili “Mesleki ve Askeri Eğitim”. Temel Ehliyet “İlmi Ehliyet”e dayanır. Geneldir ve kesindir. Ortak imtihanlarla belirlenir. Ahlaki Ehliyet “Dini Eğitim”e dayanır. Bu da geneldir. Her hususta değerlendirilir. Ancak kişilerin takdirine bağlıdır ve zannidir. Mesleki Eğitim özeldir. Her mesleğin ayrı eğitimi vardır. Kesindir. Çünkü eşyaya hükmediliyor. Askeri Eğitim de özeldir. Sonuçları kesin değildir.
İlmi Eğitim “Basın” ve “Planlama”ya, Ahlaki Eğitim “Yayın” ve “Sağlık”a, Mesleki Eğitim “Ulaşım” ve “Bakım”a, Askeri Eğitim “Haberleşme” ve “Güvenlik”e dayanır.
Topluluğun Yönetimihizmetlere dayanarakoluşur. Bu tasnifleri yaparak kuracağımız bakanlıklar artık sürekli olur. İsteyen istediği gibi değiştiremez. Bu da gelişmeyi ve evrimi sağlar. Önce bu aşama geçilir, sonra bakanlık içi düzenlemelere sıra gelir. Her şey ilim ile çözülmeye çalışılır.
Hayatın da “Doğum” ve “Ölüm” yanında dört rüknü vardır. Dışarıdan “Besin” alır ve onu düzenleyerek “Beden”i oluşturur, yaşlanınca parçalayarak “Dışarıya Atar”: BESİN ve ATIK. Diğeri ise “Güneş Enerjisi”ni alır ve onu kullanarak “Isı Enerjisi”ne çevirerek dışarıya atar: IŞIK ve ISI.
Bu çok önemli bir olaydır. Bir göl düşünelim. O göle bir yerden su gelmesin. Gölün dibinde bir delik olsun. Su oradan devamlı kaçsın. Biz de o kaçan suyun sayesinde yaşayalım. Değirmen kurup işletelim. Testilere doldurup istediğimiz zaman kullanalım. Kainat buna benzer. Güneş bir göldür. Işığı kaçan sudur. Bir gün güneşin ışığı tükenip sönecektir. Yeryüzü o ışığı yakalıyor ve yağmur hâline getiriyor. Bitkiler de yakılıp testileri dolduruyor. Biz o sayede yaşıyoruz. Gölde azalan suyu hesap ederek suyun ne zaman biteceğini bilebiliyoruz. Kainatın on milyar yıla yakın ömrü kalmıştır. Göldeki suyun bataklığa inip yayılması gibi, Işık da bizden geçerek ısıya dönüşür. Hayat, ondan yararlanmadır.
Besin genel ve kesindir. Atık da genel ancak belirsizdir. Nereye atıldığı bilinmemektedir. Işık özeldir. Çünkü her ışıktan yararlanılamıyor. Ancak Işık kesin, Isı zannidir. Besin, “Çiftleşme” ve “Avlanma”dan; Atık, “Çoğalma” ve “Darlık”tan; Işık, “Birleşme” ve “Avlanma”dan; Isı, “Farklılaşma” ve “Hastalık”tan oluşmaktadır.
Mevcut kelime ve kavramlar ile izah yapılmaktadır. Bunlara daha uygun terimler bulunabilir ve hayat daha anlaşılır şekle sokulabilir. Yeni keşifleryeni kelimeleri ortaya çıkarır. Daha doğrusu kelimelereyeni anlamlarverilir. İlk kullanıldıklarında bu anlamlar pek oturmaz. Kavramlar bir defa ortaya çıktıktan sonra herkes o kavramlara uygun kelime arar. Bunlardan halk tarafından benimsenenler zamanla yerleşerek “ilim” olur. Batı dünyası demokrasiyi, laikliği, liberalliği ve sosyalliği hâlâ oturtmuş değildir. Asırlardır tartışıyor. Hatta kelimeler üzerinde bile ittifak edilememiştir. Laiklik mi, seküler mi, liberalizm mi, kapitalizm mi? Biz ise dörtlü sistemler sayesinde mefhumlara kesin tanımlar getiriyoruz. Kullandığımızkelimeler ise Kur’ân’dan istidlâl edilmelidir. Bu mesele de zamanla çözülecektir.
Usûl İlminde “Mürsil” ve “Mülteki” yanında dört kutup vardır. Bunlardan “Mürsil” tarafından gönderilen hükümlerin genel olmasıdır. Yani Zamana göre ve Topluluğa göre değişmeyen hükümlerdir. Bunlar icmaile sabit olur. Bunlardan bilinenlere “Muhkem”, bilinemeyenlere “Müteşabih” denmektedir. Burada Muhkem kat’idir. Müteşabih ise zamanla anlaşılabilir ve bu itibarla zannidir. Buna karşılık Hükümlerin bazıları ise Zaman ve Mekana göre değişir. Bunlar da “içtihatlar” ile belirlenir. Nas olanlar kesindir. Müşkil olanlar zannidir. Nas, içtihadı sonuçlanan hükümlerdir. Müşkil ise henüz içtihat yapılmayan hükümlerdir. Muhkem, “Âm” ile “İbare”nin birleşmesinden; Müteşabih, “Müşterek” ile “İşaret”in birleşmesinden; Nas, “Hâs” ile “Delalet”in birleşmesinden; Müşkil ise “Cem-i Münker” ile “İktiza”nın birleşmesinden oluşur. İktiza bir takım ilimlerle anlaşılabilmektedir. Bu sebepledir ki belirsizlik hâkimdir. Aynı belirsizlik “Cem-i Münkerler”de veya “Âtifler”de de mevcuttur. Genel olanlar “Nâşirat”, özel olanlar “Âsifat” ile belirtilmiştir.
İlimde de “Mantık” ve “Gramer” yanında dört temel vardır. Bunlar İlmi, Dini, Mesleki ve Siyasi Eğitimdir. İlmin temeli “doğru – yanlış”tır. Eğitimi araştırmaya dayanır. Dinin temeli “iyilik”tir ve sevgiye dayanır. Mesleğin temeli “kazanç”tır ve pazarlığa dayanır. Siyasetin temeli “güç”tür ve korkuya dayanır. Her birinin eğitim usûlü tamamen farklıdır. Bunlardan İlmi Eğitim ile Dini Eğitim geneldir. Ortak imtihanlarla sabit olur. Mesleki Eğitim kesindir. Dini Eğitim zannidir. Mesleki Eğitim özeldir ve kesindir. Siyasi Eğitim itaate dayanır ve zannidir. İlimi Eğitim “Dil” ve “Plan”a dayanır. Dini Eğitim “Sanat” ve “Sağlık”a dayanır. Mesleki Eğitim “Teknik” ve “Bakım”a dayanır. Siyasi Eğitim “Haberleşme” ve “Güvenlik”e dayanır. Nöbetleşme asıldır.
Fıkıhta da “İslâm” ve “Cihad”ın dayandığı dört kutup vardır. İslâm, tabii haklara uyulmakla doğar. Bu da ya “Sözleşme”den doğar ya da “Akrabalık”tan doğar. Birine “Erham” veya “Nikah” denmektedir. Diğerine “Muamelat” denmektedir. “Nikah” ve “Erham” kesin hükümleri içerir. “Muamelat” belirsiz hükümleri taşır. İkisi de özeldir. “İbadetler” dini hükümleri içerir, müeyyideleri uhrevidir. Dünyada cezası yoktur. “Kazai Hükümler” ise dünyevidir. Sözleşmelerden doğacak dünyevi cezaları içerir. Bununla beraber konan hükümler geneldir. Cezalar kesin, ibadetler ise zannidir.
Kur’ân’daki “Mürselât Âyetleri”ne uyarak ve Dörtlü Sistemi esas alarak;
A,a,b,B A1 a1 a2 A2 B1 b1 b2 B2
AA1 AA2 AB1 AB2 BA1 BA2 BAı B1B2
A1B1 A1B2 A2B1 A2B2
A1: A1(A+B) A2:A2(A+B) B1:B1(A+B) B2: B2(A+B)
Dört Mürselât ile Dört Mulkiyât, Dört Âsıfât ve Nâşirât ile birleşirler.
KUR’ÂN MATEMATİĞİ - XXIII. DERS (TEFSİR)
İstanbul - Üsküdar, 21.08.1999
ÂSIFÂT VE NÂŞİRÂT DÖRTLÜLERİ
بسم الله الرحمن الرحيم
والمرسلات عرفا * فالعاصفات عصفا * و الناشرات نشرا *
فالفارقات فرقا * فالملقيات ذكرا * عذرا او نذرا *
Âsıfât bir vadide esen yel, Nâşirât ise bir ovada yayılan yel anlamlarında olduğunu belirtmiş; Âsıfâtı özel hükümler ve Nâşirâtı da genel hükümler olarak belirlemiştik.
“Âsıf” ve “Nâşir”in dörtlüsü elbette genel ve özel olmayacaklardır. Bunların dörtlüleri Mürsel, Örf, Zikr ve Multeki’ye benzer şekilde olacaktır. Kur’ân bunu belirtmek için bu iki kelimeyi diğerlerinin aksine “Fa” ile değil “Vav” ile bağlamıştır. Demek ki Mürselât ve Mülkiyât birbirine benzemektedir. Âsıfât ve Nâşirât da benzemektedir. Nâşir genel kutupları, Âsıf özel kutupları belirlemektedir. Bu kutuplardan birileri maddi diğer birileri manevi olmalıdır. Maddi tarafının manevi tarafı ile ilgi kuracak imkanı olmalıdır. Manevi tarafın da maddi taraf ile ilgi kuracak imkanı olmalıdır.
Nâşir daha çok Mürsil ile ilişkilidir. Ondan sudur eden geneldir. Âsıf ise daha çok Mülteki ile ilgisi olması gerekir. Çünkü kişilere ulaşmakta özel olmaktadır. Âyetlerde bu tekabüliyete göre Nâşirât önce söylenmeli idi. Ancak o zaman bu ikilisinde eşitlik olmazdı. Bunların eşitlik içinde olduğunu yani iki tarafa da eşit uzaklıkta olduğunu belirtmek için “Vav” ile atfettikten sonra, sonra gelen öne alınmış, öne gelen sona alınmış, böylece âyetler arasında kenetlenme oluşturulmuştur. İki kancayı birbirine taktığımız zaman da böyle yaparız. Bu suretle “Mürselât” ile “Mülkiyât”ın birer uçları “Âsıfât” ve “Nâşirât” ile birbirine bağlanmış bulunmaktadır. Ayrıca “Âsıfât”ın çifti birbirine bağlanmış olmalıdır. “Nâşirât”ın çifti de birbirine bağlanmış olmalıdır. Biz şimdi bugünkü konuşmamızda Âsıfât çifti ile Nâşirât çiftini birbirine bağlayan bağları belirtmeğe çalışacağız.
ÂLEM
ÂleminNâşirât çifti “Vücut” ile “Tesir” idi. Âsıfât çifti ise “Gaye” ile “Meşiet” idi. “Vücud”u “Tesir”e bağlayan bağ nebati (bitkisel) yapıdır. DNA denen bir takım dizi programları canlı oluşturulmaktadır. “Tesir” de buna karşılık 01’lerden oluşan sinirsel yapıdır. İnsan ve hayvanların beyinleri bunlardan oluşur. Gerek bitkide gerekse sinir sisteminde serbestlik yoktur. Kimya ve fizik kanunlarının özel terkibinden oluşmaktadır. Bunların yapıları fizik ve kimyada olduğu gibi genel kanunlara tabi olarak oluşmamıştır. Tamamen özel yapıdır. Bir duvarcının duvar işlemesidir. Ancak bunlarda tüm oluşlar fizik ve kimya kanunları ile olmaktadır. DNA’larla 01’ler arasındaki fark, DNA’larla madde gerekli yerlere taşınır. 01’ler ile elektriki uyarılar gerekli yere ulaştırılır. Böylece varlık arasında genel kanunlara tabi hareketler ortaya çıkar. Canlılık bu eksende kendisini gösterir.
“Âsıfât çifti”ni biz “Gaye” ve “Meşiet” olarak belirlemiştik. Bir iş yapıldığı zaman bir hedefi olmalıdır. Abes hareketler düzgün de olsa mânâsızdır. Şüphesiz hedef ancak bilinçli bir varlık için söz konusudur. Bitkiler ve hayvanlar da yaşamayı hedeflemişlerdir. Ancak bizim şimdilik o hususta fazla bilgimiz yoktur. Yalnız, biz insanların birbirleriyle ilişkileri vardır. Kişiler varlıklarını sürdürmek istemektedirler. Kendileri yaşayamazlarsa nesillerinin yaşamasını istemektedirler. Bunlar birbirini tanıyor ve özel ilişkiler kuruyorlar. Gaye, kişilerin yaşamalarını sağlamaktır. Bilhassa insanların yaşamalarını sağlamaktır. Biz, diğer canlıların da bizim için var edildiğini kabul ediyoruz. Allah öyle diyor. Gaye yaşamak olunca kişi hak sahibi olmaktadır. Buna karşılık Meşiet yani dileme başta yer almaktadır. Bu da topluluğun oluşmasıdır. Yani kişiler birleşip topluluk oluşturmakta, topluluk birtakım kurallar koymakta, o kurallar içinde kişiler kendi varlıklarını ve huzurlarını sürdürmektedirler. Böylece dört kutup dört yarım merkezi bağlarla birbirine bağlanmış duruma gelmektedir.
İNSAN
İnsanın Nâşirât çifti “Fikir” ve “His” idi. Âsıfât çifti de “İrade” ve “Ünsiyet” idi. “İrade” ile “Ünsiyet” arasında bir bağlantı olmalıdır. “Fikir” ile “His” arasında da bir bağ olmalıdır. Hisler kişinin ihtiyaçlarını belirler. Bunu Arzu denen bir meleke ile Fikre bildirir. “Fikir” Muhakeme denen meleke ile bunu değerlendir. Demek ki “Fikir”de Muhakeme denen bir meleke var, onunla “His”se bağlıdır. “His”te ise “Arzu” denen bir meleke var, onunla Fikre bağlıdır. Arzu hep yapılmasını ister. “Muhakeme” ise imkanları araştırır, olabileceklerini ortaya koyar. İnsandaki “İrade” ise bunların zamanlamasını yapar ve bedeni harekete geçirir. İşte “İrade”nin “Ünsiyet” ile ilişkisi bedeni “Hareket”e geçirmesidir. İnsan topluluk içinde yaşayabilen varlık olduğu için bütün hareketleri topluluk içinde ve topluluğun düzenine tâbidir. “Hareketler” topluluk içinde telif edilir yani birleştirilir ve bütünlük arz eder. Senin benim hareketlerimiz sonunda topluluğun ortak faaliyeti olur. O halde “Ünsiyet”te “telif etme” kabiliyeti vardır. Yani insanda öyle bir meleke vardır ki hareketlerini topluluğun istediği şekilde düzenler. Topluluğun yararına olan hareketleri yapar. Buna “Ülfet” diyoruz. Aile fertlerinin birbirlerine bağlılıkları, birlikte yaşayan insanların düzene uymaları hep onlardaki bu “ÜlfetMelekesi”nden ortaya çıkmaktadır.
Demek ki insanın iç bağlarını oluşturan dört meleke; Arzu, Muhakeme, Hareket ve Ülfettir.
TOPLULUK
Topluluğungenel kutupları “Din” ve “İlim” idi. Özel kutuplar ise “Ekonomi” ve “Yönetim” idi. Bu kutuplar arasında da bağlar olmalıdır. Din topluluğun ihtiyaçlarını tesbit edip topluluğun yetkililerine ulaştırır. Yapılması halinde yapıldığını bildirir. O halde din topluluğun oluşlarını denetlemekte ve arabanın raydan çıkmamasını sağlamaktadır. Bunu “Teminatlı Tezkiye” ile yapmaktadır. İlim ise topluluğun ihtiyaçlarının nasıl giderileceğini tesbit etmektedir. Kanunlar yaparak çalışma kurallarını sağlamaktadır. Gerek gelir gider, gerekse kredi bütçelerini yaparak imkanlar arasında dengeyi tesis etmektedir. Buna “Teşri” denmektedir, Türkçesi “Yasama”dır. Ekonomi ise ilim tarafından hazırlanmış plan ve bütçeleri kişilere yaptırmaktadır. Yönetim ise ortak çalışma sonunda elde edilen ürünleri bölüştürerek dengeyi sağlamaktadır. Hakları bölüştürmekte, hakkına razı olmayanlara karşı haklıyı korumak için kuvvet kullanmaktadır. Krediyi dağıtarak işlerin yapılmasını sağlayan ekonominin bu yaptığı işe “İcra” denmektedir. İdarenin hakları hukuka göre bölüştürmesine ve bunu korumasına da “Yargı” denmektedir. O halde yönetimin gayesi hukukun üstünlüğünü sağlamaktır. Demek ki toplulukta da dört birleştirici müessesesi vardır: Murakabe, Teşri, İcra ve Kaza. Türkçe olarak ifade edersek: Denetleme, Yasama, Yürütme ve Yargı olarak belirlenir.
HİZMETLER
Topluluk içinde çalışmada ve yaşamada birliğin sağlanarak ortak bir vücudun oluşması için değişik hizmet müesseseleri mevcuttur. Bunların başında “eğitim” gelmektedir. İnsanların bilgi, ahlâk, iş ve savunma eğitimlerine tâbi olmaları gerekmektedir. İlmi eğitime “tedris”, ahlâki eğitime “irşat”, mesleki eğitime “terbiye” ve askeri eğitime “talim” denmektedir. Bunlar hizmetlerin ana kutuplarını oluşturmaktadırlar. Bunlar sadece eğitmezler, aynı zamanda “ehliyet” de verirler. Bu ehliyet teminatlıdır. Bilgisizlikten doğan zararları ilmi, ihmalden doğan zararları dini, beceriksizlikten doğan zararları mesleki ve kasden iras edilen zararları ise siyasi dayanışma ortaklıları tazmin eder. Fikri hakları ilmi, vicdani hakları dini, mesleki hakları mesleki ve siyasi hakları siyasi dayanışma ortaklıkları korur. Bunların genel yönetimde temsilcileridir. Yasamayı ilmi, denetlemeyi dini, yürütmeyi mesleki ve yönetmeyi de siyasi dayanışma ortaklıkları kullanırlar. Bu görevlerin yapılması için her birerlerinin diğerleri ile ilişki kuracak bağları vardır. Dini kuruluşlar uyarı kuruluşları ile topluluğun arzularını dile getirirler. Yanlış yapana sadece hatırlatırlar. Gerektiğinde bu hususta şahitlik yaparlar. Katiyen zorlama yapmazlar. Bunlara “Tebliğ Müessesesi” denmektedir. Bunun yanında ilmi müesseselerin ise “Araştırma Merkezleri” vardır. Bilgiler buralarda toplanır ve burada değerlendirilir. Mesleki kuruluşların emrinde Bütçe vardır, Hazine vardır, Ambar stokları vardır. Siyasi kuruluşların emrinde ise Kasa vardır, Banka vardır. “nin kaynağı orasıdır. Devlet demek “asker” demek, devlet demek “para” demektir.
Hizmetlerde de dört bağ müessesesi vardır: Tebliğ, Araştırma, Ambar ve Kasa bütçeleri.
EKONOMİ
Ekonominin Nâşirât çifti “Pazar” ve “Banka” idi. Âsıfât çifti ise “Çarşı” ve “Şantiye” idi.
Çarşıda mal üretilir. Pazarda mal satılır. Bankada değerler kullandırılır. Şantiyede inşaat yapılır. İnsanın ihtiyacı, eşyanın faydası vardır. Bunlarda pazarı “fiyat” düzenler. Her malın fiyatı vardır. Mal azaldığında fiyat yükselir, mal çoğaldığında fiyat düşer, böylece denge korunur. Fiyat müessesesinin para ile ilgisi olduğu için banka ile yakınlığı vardır. Buna karşılık banka tarafının ise kamu payı yani “vergi” ile ilişkisi vardır. Yani banka parayı tedavüle sokar ve ekonomik hareketi sağlar. Ona mukabil sermayeden pay alır veya sermayeden yıllık faiz alır. Faiz kamunun hakkıdır. Çünkü paradan alınmaktadır. Para da devletindir. Ne var ki bunun miktarı kırkta birden fazla olamaz. Kişiler de birbirlerine faizle kredi verirlerse topluluk bunu korumaz. Demek ki bankanın çalışabilmesi için kredi verilmelidir. Para geçerli olmalıdır. Bu da ancak askeri güçle korunmuş hukuk düzeninde olabilir. Bunu sağlayan kuruluş da “devlet”tir. Buna dayanarak vergisini almaktadır. Vergi olmazsa devlet olmaz, devlet olmazsa ekonomik faaliyet olmaz. Çarşıda ise üretim yapılmakta ve elde edilen hâsıla ile insanlar yaşamaktadır. Yaşamanın sağlanması için “ücret”e ihtiyaç vardır. Buna karşılık yapılar “kira”ya verilmektedir.
Demek ki ekonomide de dört iç bağ vardırt: Fiyat, Vergi, Ücret ve Kira.
HAYAT
Hayatta Nâşirât “Besin” ve “Atık” idi. Çünkü doğum madde ile oluşmaktadır. Doğumu maddi kabul ediyoruz. Çünkü önce bedeni yapı oluşmaktadır. Ölüm ise ruhsal olaydır. Sonradan ortaya çıkmaktadır. Ölümle hukuki kişilik bitmekte ise de topluluk yaşamaya devam etmektedir. Âhiret düşüncesi de ölümü manevi kılmaktadır. O halde Besin atık ekseni, maddi ekseni oluşturmaktadır. Bu iki kutbun iç bağı ise maddenin özel programla dizilerek biyolojik yapı hâline getirilmesidir. Atık tarafı ise biyolojik yapının ortadan kaldırılmasıdır. Eğer siz evinizi yenileyecekseniz, arsadaki eski yapıyı ortadan kaldırırısınız. Canlılar da yeni canlıları oluşturmak için yaşlı eski canlıları ortadan kaldırırlar. Bu bir hedefi gösterir. Bu kendiliğinden olan bir bozulma değildir. Bu programlı ortadan kaldırmadır. Yaşlı meyve ağaçlarını kesip yenilerini dikeriz. Ölüm bunun için vardır. Daha ileri hayat için vardır. Âhiretin varlığı bundan dolayı ilmidir.
İlmin dayandığı kriterler vardır: Hiçbir şey kendiliğinden var olmaz, hiçbir şey kendiliğinden yok olmaz. Bu birinci kriterdir. İkinci kriter ise tabiatta boş bir şey yoktur, abes bir şey yoktur. Bu iki kriter bize Âhireti kesin olarak ispatlar. Kendiliğinden yok olmazsa Âhiret vardır demektir. Abes olarak yaratılmadıksa, Âhiret vardır demektir.
Canlıda ikinci çift ise “Işık” ile “Isı” idi. Işık en yüksek seviyede bir enerjidir. Isı en düşük seviyede bir enerjidir. Işık kendi hızında seviyesini koruyabilmektedir. Canlı bunu yapraklarında kimyasal enerjiye çevirip depo eder. Gerekli olduğu yerde kullanır. İşte enerjiyi depolama bir bağdır. Enerjiyi kullanma ikinci bağdır. Benzin deposunu doldurursunuz, motor da onu kullanır ve yol alırsınız. Canlılık da bundan ibarettir. Yeşil yapraklarda besin olarak üretilir, sonra yakılarak iş yapılır.
Demek ki canlının da dört iç bağı vardır: Dizme,Parçalama, Depolama ve Yakma.
USÛL
Usûlün Nâşirât çifti “Muhkem” ve “Müteşabih”tir. Âsıfât çifti ise “Nas” ve “Müşkil”dir.
Bunların da dört iç bağı vardır. Muhkem hiçbir zaman hiçbir yerde değişmeyen hükümleri içerir. Müteşabih ise hiçbir yerde ve hiçbir zaman anlaşılamayacak taraflarını bildirir. Mesela insan hiçbir zaman ruhun ne olduğunu bilemeyecektir. Allah’ın varlığını bilecek, yaptıklarını ve yapacaklarını bilecek, ama kendisini bilemeyecektir. Allah biz O’nu nasıl düşünürsek O öyle değildir. İşte Allah’ın tarifini böyle yapabiliriz. Çünkü O hiç bir şeye benzemez. Bu tanım sonsuzun tanımına veya sıfırın tanımına benzemektedir.
Bunun yanında çağımızda her yerde aynı olmakla beraber zamanla değişecek bilgiler de vardır. Mesela, bugün Ay’da hayat yoktur. Yarın olabilir. Yıldızlarda hayatın olup olmadığını bilmiyoruz, yarın öğrenebiliriz. Buna “Müfesser” denmektedir “Müteşabih”in bir kısmı da yarın bilinebilir. Buna da “Mücmel” denir. Nas, içtihat yapıldıktan sonra bilinen bilgidir. “Zâhir” ise henüz üzerinde çalışamadığımız ama ilk görüştü doğru görünen bilgiler vardır. Müşkil, üzerinde çalıştığımızda bilip bilemeyeceğimiz bilgilerdir. Henüz bilmediğimiz ama ileride çalışırsak bileceğimizi bildiğimiz konular vardır ki bunlara “Hafi” denmektedir.
Demek ki usûlün dört iç bağı vardır: Müfesser, Mücmel, Zâhir ve Hafi.
Usûlün bu sınıflanması toplum yapısının temelini oluşturur. Bilgimizi bunlar değerlendirir.
Muhkem : Değişmez kesin bilgiler. Bu insanlığın icmaı ile bilinir.
Müfesser : Değişir kesin bilgilerdir. Yaşayanların icmaı ile bilinir.
Nas : İçtihadın sonunda elde edilen bilgilerdir. İlmidir. Üstün ehliyetlilerin bilgisidir.
Zâhir : İçtihatsız bilebildiğimiz bilgilerdir . Amelidir. Yüksek ehliyetlilerin bilgisidir.
Hafi : İçtihatla bilinebilecek bilgilerdir. Orta ehliyetlinin bilgisidir.
Müşkil : İçtihatla bilinip bilinemeyeceği şeklinde bilgilerdir. İlk ehliyetlinin bilgisidir
Mücmel : Halihazırda bilemediğimiz bilgilerdir. Asrın icmaı ile bilinmez olur.
Müteşabih : Bilinemeyeceği hususunda insanlığın hemfikir olduğu konulardır.
Görülüyor ki bu tasnif bir taraftan elimizdeki bilgileri sınıflamaktadır, diğer taraftan da insanların ehliyetlerini derecelendirmektedir. Geleceğin dünyası bu tasnif üzerinde oturacaktır. Herkes teminatlıehliyet ile iş yapabilecektir.
İLİM
İlimler dört çeşittir: Biri genel kanunları ortaya koyar. Kainat onlarla varlığını sürdürür. “Nazari İlimler”in konusudur. Bunlar geçmişe ait bilgiler verir. Bu kanunlara dayanarak gelecekle ilgili bilgiler de alınır ki bunlara “Hikmet İlimleri” denmektedir. Diğeri ise özeldir. Bunlardan biri kesinlik ifade eden “Tabii İlimler”dir. Mevcut olan kainatın istatistiğinden ibarettir. İnsanlar bunlara dayanarak pratik yaparlar. Bunlara da “Ameli İlimler” diyoruz.
Demek ki dört kutbumuz vardır: Nazari ve HikemiNâşirât, Tabii ve AmeliÂsıfât kutuplarını oluşturur. Bunların iç bağları ise Genetik ilmin alfabesidir. Nebatat “Nazari”nin, Hayvanat “Hikemi”nin, Ruhiyat “Tabii”nin, Sosyoloji “Ameli”nin irtibat ilimleridir.
Bunların üzerinde düşündükçe sistem daha çok ortaya çıkacak ve daha da netlik kazanacaktır.
KUR’ÂN MATEMATİĞİ - XXVI. DERS (TEFSİR)
İstanbul - Üsküdar, 28.08.1999
F Â R İ K Â T
بسم الله الرحمن الرحيم
والمرسلات عرفا * فالعاصفات عصفا * و الناشرات نشرا *
فالفارقات فرقا * فالملقيات ذكرا * عذرا او نذرا *
“Âsıfât” ve “Nâşirât”tan sonra Kur’ân’da “Fârikât” kelimesi gelmektedir.
“Fırka” veya “Fılka” kayalıklardan kopan taş parçası anlamındadır. Ayırmak, bölmek veya seçmek mânâsındadır. Neşredilmiş veya asfedilmiş gönderilenlerin seçilerek bize uygun olanların alınmasıdır. Bugün bunun en açık örneği antenden gelen pek çok dalgalardan istediğimizi seçip alarak belli kanalı veya dalgayı seyredebilmemiz veya dinleyebilmemizdir. Şimdi odamızda binlerce istasyonların dalgaları vardır. Ama biz onları alamıyoruz. Radyomuz veya televizyonumuz onlardan birini seçerek hoparlöre veya ekrana getirmekte ve bize göstermektedir. Tüm varlıklarda böyle seçicilik özelliği vardır. Çeşitli araçlar kullanırlar. Bunlar renk olabilir, ses olabilir, koku olabilir. Arılar kovanlarına giren yabancı arıyı özel kokularıyla seçerler. Bedenimizdeki hücreler vücuda giren yabancı maddeleri seçicilik sayesinde ayırırlar. Bunun için kullandıkları cihazlar vardır. Atomlar da kendilerine özgü ışığı seçerek yayınlarlar. Bu sayede yıldızlarda olan maddelerin cinslerini ve nisbi miktarlarını bilebilirler. Bugün ışık analizleri yardımıyla bir çok maddenin hangi elementleri ihtiva ettiğini çok kolaylıkla tesbit edebiliriz. Milyonlarca insan görsek, seçicilik sayesinde tanıyabiliyoruz. Kitaptaki harfleri seçicilik sayesinde birbirinden ayırıyoruz.
İşte Kur’ân tüm hayatımızı düzenleyen canlı ve cansız bütün âlemlerdeki ilişkiyi sistemli bir şekilde ortaya koyan ayırıcılara ve seçicilere yemin etmektedir. Seçiciliğin ne kadar büyük bir öneminin olduğunu en basit bir düşüncemizle bulmamız mümkündür. Seçicilik olamasaydı, mesela bozulmuş bir yiyecekle bozulmamış bir yiyeceği anlayamayacak ve zehirlenebilecektik. Seçicilik maddesinin iyi kavranılabilmesi için bu husustaki matematikle ilgili kuralları gözden geçirelim:
(Matematik Notları “SEÇİCİLİK” maddesine bak.)
Şimdi “Fârikâtlar”ın uygulamasını yapalım.
Kainatta “Âlem”in genel ekseni VÜCUT (VARLIK) ve TESİR (ETKİ) ile;
“İnsan”ın özel ekseni GAYE (AMAÇ) ve MEŞİET (DİLEME) ile irtibat düzlemini oluşturur.
Bunları birleştiren de ikişer olarak şöyledir:
“Vücut” ile “Gaye” arasında “Fıtrat” yerini alır. Bunlar kurallı olaylardır. Değişmez olaylardır. Yani tükenmezler, bitmezler. Yaratılıştan beri aynı kanunlarla ve aynı miktarda varlıklarını sürdürmektedirler. Madde ve enerjiyi içermektedirler. Oysa “Tesir” ile “Gaye” arasında olan olaylar da kurallıdır. Belli kanunlara tabidirler. Ne var ki burada entropinin büyümesi vardır. Faydalı enerjinin tükenmesi vardır. Güneş soğuyor. Soğuma kurallıdır. Güneş sıcak cisimden soğuk cisme dönüşecektir. Geri dönüş de olmayacaktır. Buna “Kur’ân’da Fânilik” denmektedir. Kurallı oluşların yanında kuralsız oluşlar vardır. Bunlara “gaybi oluşlar” deniyor. Bu da elbette iradeye dayanacaktır. Meşiete dayanacaktır. “Meşiet” ile “İrade” arasındaki fark, “Meşiet” bir kimsenin başka birinden bir şey beklemeksizin kendi kendine bir şeyi dilemesidir. “İrade” ise başkasının üzerinde bir şeyin olmasını istemesidir. İrade de iki şekilde tezahür etmektedir. Ani irade ile istenenin var olmasıdır. Buna “hilkat” diyoruz. Yahut tedricen gelişerek daha üst oluşlara gitme şeklinde olur. Buna “rabvet” veya “evrim” diyoruz. “Evrim” ile “Fânilik” tesir tarafında, “Fıtrat” ila “Hilkat” ise diğer tarafında yer alacaktır. “Fıtrat” ve “Fânilik” hisabidir, “Hilkat” ve “Rabvet” ise gaybidir. Kainat bunlar üzerinde oluşmuştur.
İnsanda “dört kutup” Fikir, His, İrade ve Ünsiyet’ten oluşuyordu. Bunları birbirine bağlayan “dört meleke” daha söz konusu olmalıdır. Bunlar KARAR, İÇGÜDÜ, ÂDET ve HÜKÜM dür.
İnsan duyu organları aracılığı ile oluşlardan haberdar olmaktadır. Bu haber derhal beyne ulaşmakta, beyin zevkleri ile acı tatlı cevapları ile hisleri uyarmaktadır. İşte hisler burada acil olmayan durumlarda arzu şeklinde fikirlere isteklerini bildirmektedir. Acil durumlarda ise eğer yapılacak iş bedenle ilgili ise içgüdü ile iradeye havale etmekte, irade de onu uygulamaktadır. Eğer yapılacak iş bedenle ilgili olmayıp toplulukla ilgili ise, sosyal ilişkilerle ilgili ise, o zaman mevcut âdet veya mevzuat ile sorunlarını çözmektedir. His melekesi öyle bir melekedir ki kendisi gerek dışardan gerekse ruhtan etkilenerek yapılacaklar hususunda karar vermektedir. Bildiği bir şey değilse o hususta karar vermek üzere arzu şeklinde ilme havale etmektedir. Bildiği konularda ise içgüdüye veya âdetlere uyarak davranışları kararlaştırmaktadır. Fikir melekesi arzudan aldığı istekleri muhakeme melekesinde değerlendirdikten sonra, bilinç ve hâfıza ile de ilişki kurduktan sonra karar şeklinde iradeye bildirmektedir. Eğer kendi bedeninin yapacağı bir iş ise bedenine doğrudan bilgi vermekte ve ona göre davranışlar yapılmaktadır. Kendi bedeni ile yapacağı bir iş değilse, diğer kimselerin de katkıları gerekiyorsa, o zaman karar şeklinde ünsiyete bildirmektedir. Ünsiyet de diğer insanlarla ilişkiler kurarak soruna ortak sorunlar aranmış olur. Böylece İnsanın Fikri ile İradesi arasında “Karar”, Hissi ile İradesi arsında “İçgüdü”, Hissi ile Ünsiyeti arasında “Âdet”, Fikri ile Ünsiyeti arasında da “Hüküm Melekeleri” yer almaktadır. Karar yapılacakları, Hüküm ise yapılması gerekenleri kararlaştırır.
Topluluk,İlim, Din, Ekonomi ve Yönetim olmak üzere “dört meleke”den oluşmaktadır. İnsandaki fonksiyonların benzerleri toplulukta yapılmaktadır. Halkın yaşaması ile ilgili istekler dini kuruluşa iletilir. Yayın organları bu istekleri kollektif hâle getirir. Dini araştırma doğrudan doğruya yapılabileceklerini ekonomi ve yönetime bildirir. Onlar da onları yaparlar. Üzerinde araştırılması gerekenleri uyarı kuruluşu ile araştırma kuruluşlarına bildirirler. Araştırma kuruluşları planlama ve basından yararlanarak araştırma yapar. Üretilen proje “İlm”in direktifi ile “Ekonomi”ye bildirilir. Bu yapılan “sözleşmeler” ile gerçekleşir. Yani araştırma sonucu elde dilenler sözleşme ile “mevzuat”a dönüşür. Meclis, şûra ve başkanların kararları bunun içindedir. Halk bu mevzuata uygun olarak işler yapar. Bu hususu ekonomi “kredi” ile düzenler. Üretildikten sonra elde edilen mallar kontrola tâbi tutulur. O halde sözleşmeden sonra “kontrol” ortaya çıkar. Ambara giren mallar yönetimce paylaştırılır. Ancak burada haksızlık ortaya çıkarsa kişilerin “hakemler”e gitme hakları vardır. Tahkik dediğimiz “soruşturma müessesesi” olayları tesbit eder. Tarafların seçtiği “hakemler” de dengeli karar verirler. Psikolojide kişi kendi hükmünü bildirmekle yetiniyordu. Toplulukta tarafların seçtiği hakemlerin kararları “hüküm” oluyor ve uygulamaya zorlanıyor. Böylece toplulukta İlim ile Ekonomi arasında “sözleşmeler”, Ekonomi ile Din arasında “kontrol”, Din ile Yönetim arasında “soruşturma” ve Yönetim ile İlim arasında “hakem kararları” vardır. Bunların hepsinin seçici olduklarına dikkat edilmelidir.
HizmetteTedris, Terbiye, İrşat ve Tâlim vardı. Bu dört kutbu birbirine bağlayan hizmetler olmalıdır. Tedris ile Terbiye arasında “tescil” yanı noterlik vardır. Tüm sözleşmeler yazılarak topluluğun hâfızasına alınır. Terbiye ile İrşat arasında “kontrol” vardır. Üretilenlerin yaşama ile ilgili olup olmadığı, ihtiyaçları giderip gidermeyeceği bu kurum tarafından gerçekleştirilir. Buna “tesbit” diyoruz. Olanı olduğu gibi tesbittir. Terbiye ile Atılım arasında ise “tahkik” vardır. İddiaların doğru olup olmadığı soruşturularak tahkik edilir. Nihayet Talim ile Tedris arasında “tahkimin tescili” vardır. Bunlar kaydedilir ve saklanır. Gerektiğinde ibraz edilir.
Ekonominin dört kutbu Mal, Para, Emek ve Yapılar idi. Çarşılarda imalat yapılabilmesi için halktan “emek” gelmelidir. Pazardan “ham madde” gelmelidir. Bankadan da “sipariş” gelmelidir. Bunlara dayanılarak “imalat” yapılır. Şantiyede de inşaat yapılabilmesi için pazardan “inşaat malzemesi”, halktan “artık emek” ve bankadan da “çalışma kredisi” gelmelidir. Bunlar birleşince “inşaat” yapılabilmektedir. Öyleyse mal ile emek arasında “ham madde”, para ile emek arasında “sipariş kredisi”, mal ile yapı arasında “malzeme”, para ile inşaat arasında “çalışma kredisi” verilmelidir. Bu kredilendirme ve satın almalar hangi malzemelerin nerelerde kullanılacağını, hangi emeğin nerelerde harcanacağını belirler ki; burada “seçicilik” açıktır.
Hayatın kutupları olarak Işık alışı ve Isı verişi, Madde alışı ve Madde verişi idi. Bunların canlılığı oluşturması için her şeyden önce irsiyet var olmalıdır. Yani yavrular ana babasına benzemelidirler. Bu yeterli değildir. Değişik şartlarda uyum sağlamalıdırlar. Yani bir taraftan atalarına benzeme, diğer taraftan da çevreye uyumlu olma ile farklılaşma durumu vardır. Bu olay insanlarda son derece belirgindir. Tüm insanlar insan olarak birbirine benzer ama sima olarak hiç kimse hiç kimseye benzemez. İnsanın insana benzemesiyle insan diğerlerinden ayırt edilir. Simanın farklı olmasıyla da insanlar arasında ayırd etme ortaya çıkar. Burada her ikisi de madde ile yapılmakta ve doğuşla ilgilidir. Dolayısıyla ışık alışı ile madde alışı arasında “irsiyet”, madde alışı ile ısı verişi arasında “uyum” söz konusudur. Diğer taraftan yeryüzü yaratılmıştır ve yok olacaktır. Hayat evrime tâbidir ve nesiller inkıraz etmektedir. Evrim ve inkıraz da bir “seçicilik”tir. İnkıraz güneş enerjisinin tükenmesi ile ilgilidir. Evrim ise ısının oluşması sonunda meydana gelmektedir. Böylece ışık ile atık arasında “inkıraz”, atık ile ısı arsında “evrim” vardır. Yani hayat daha üstün bir hayatın oluşması için sona ermektedir.
Usûl ilmindeseçiciler “istimal” olarak adlandırılır. Vaz ile dil oluşur. İstimal ile dil kullanılır. Konuşan kimse kelimeleri seçerek kullanır. Cümleleri ayırd ederek söyler. Dinleyen de seçilen kelimelerle konuşanın kasdını anlar. Buradaki anlama vaz ile değildir. Muhkem ile Nas arasında “hakiki sarih”, Nas ile Müteşabih arasında “mecazi sarih”, Müteşabih ile Müşkül arasında “kinayeli mecaz”, Muhkem ile Müşkil arasında “kinayeli hakikat” vardır. Hakikat demek, bir kelimeyi bir cümle içinde kullanılmadan da anlaşılan mânâdır. Cümle olarak da herkesin aynı şey anladığı mânâdır. Kullanılan cümle içinde kelimede anlaşılan değişik mânâdır. Mecazda kelime hakiki mânâsını kaybeder. Sarih de hakikat gibidir. Yani söylendiği gibi anlaşılan mânâdır. Ancak yine ifade ettiği cümlelerin gereği anlaşılan mânâdır. “Güneş doğdu” dediğinizde aynı zamanda “aydınlık oldu” demiş olursunuz.
İlim: İlmin dört kutbunu yeniden hatırlarsak; Tedrisat, insanların doğru düşünmelerini öğretir. Terbiye, insanlara iş becerilerini öğretir. İrşat, insanların ahlâklı davranışa alıştırır. Talim ise insanların savaşlarda ve âfetlerde nasıl korunacağını veya nasıl savaşacaklarını öğretir. Bunlar “eğitim müesseseleri”dir. Okullar, atölyeler, mabetler ve kışlalar bu hizmetleri yüklenmişlerdir. Dört çeşit yan bağların oluşmasını gerektirir. İlim delillerden hükümler çıkarmaktır. Bütün geçmiş olaylar delillerdir. Yanı tarih delillerden ibarettir. Hükümler ise gelecekte olacakları tahmin etmedir. Geçmiş kesindir. Değişmez gelecek ise insanın ve Allah’ın iradesine bağlıdır. Ancak tahmin yapılabilir. “Âhiret ilmi” veya füturoloji denmektedir. İrşat ile Terbiye arasında “evrim” yer alır. Evrim, birbirine benzeyen ama aralarında ilişki olmayan varlıklardan, birbirine benzemeyen ama aralarında dayanışma bulunan varlıklara doğru gidiştir. Buna karşılık İrşat ile Talim arasında entropinin büyümesi vardır. Termodinamiğin ikinci kanunu gereği her şey bozulmaktadır. Kainat peryodik değildir. Bunların ilmi yapılacaktır. Bunlar henüz bağımsız ilim şeklini almamıştır. Gelecekte bunlar tarih gibi gelişmiş ilimler olacaktır.
Fıkıhın dini hükümlerinde insanın kendisi ile Allah arasında olan hükümler olup kişi Allah’a karşı sorumludur. Bunlar ibadetlerle gerçekleşir. Zekat ve Namazı daha önce görmüştük. Keffaretleri anlatmıştık. Yan iki kolu eksiktir. Bu da Hac ile Oruçtur. Oruç, kişinin kendi sağlığı ve ailesinin sağlığı ile ilgili hükümleri içerir. Erham yanı nikah ile ilişkilidir. Hac ise topluluğun, tüm insanlığın birlikte yaşama hükümlerini düzenler. Ukud yani sözleşmeler ile ilgilidir. Kazai hükümler ise kamuca teminat altına alınmış hükümlerdir. Sözleşmelere ve anlaşmalara dayanır. Bunlardan Kısas ve Diyet daha önce görülmüştü. Tazirin hükümleri konmuştu. İki kol eksik kalmıştır. Onlar da kol kesme ve dayak cezalarıdır. Cezalar kamudan gizli yapılan fiillere uygulanır. Çünkü kamu onları denetleyemez duruma düşmektedir. Bunlar kişilere karşı işlenmiş suç olmayıp kamuya karşı işlenmiş suçlardır. Bu sebepledir ki affedilmesi mümkün değildir. Maddi bir tahribat yoksa dayak cezaları verilir. Bu da zina ve kazf yani iftira cezalarıdır. Zinada 100 sopa, iftirada 80 sopa vurulmaktadır. Diğeri ise hırsızlıktır. Hırsızlık elle yapıldığı için kol kesme cezaları vardır. Cezalar için konmuş kuralları hatırlatmakta yarar vardır: 1) Cezalarda kat’ilik aranır. Şüphe cezaları düşürür. Suç olduğu kesin olarak bilinmelidir. 2) Cezası da kesin olarak tesbit edilmiş olmalıdır. 3) İşlenmiş olduğu da dört âdil soruşturmacı tarafından belirlenmelidir 4) Fail fiili sanat hâline getirmelidir. Zinada bu tam duhulü gerektirir. Sevişme ceza için yeterli değildir. Hırsızlıkta çalınan mal yeter miktarda olmalıdır. Bununla birlikte dört şahidin ayrı ayrı tesbit etmesi bunların sanat hâline gelmesine de delil teşkil eder.