Erbakan2017: 'Adİl Düzen' iyi marka olabilir…
Yazı başlığındaki ifade bana değil, dün ve bugün görüşlerini aktardığım yazara ait. “Erbakan’ı anma, anlama ve gereğini yapma” yolunda “15 Temmuz’dan Önce - 15 Temmuz’dan Sonra” dönemi diyor ve sadece bir yazardan ibret alınası örnek itiraflar aktarıyordum ya; kaldığımız yerden devam edelim… Yeni Şafak yazarı Ali Nur Kutlu, “Erbakan Hoca” başlıklı, Erbakan’ın doğum günü vesilesiyle, 30 Ekim 2016 günü yani 15 Temmuz’dan üç buçuk ay sonra yazdığı yazısında “ADİL DÜZEN” ve başka şeyler diyor:
“'Adİl Düzen' en iyi siyasi marka olabilirdi/ Millî Görüş hareketinin (..) “Adİl Düzen” kavramı başlı başına takdire şayan muhteşem bir siyasal kavramlaştırmadır./ Adİl Düzen kavramının içi, gerçekten iktisadi ve sosyolojik olarak doldurulsaydı, hangi siyasal sistem üzerine oturduğu net olarak anlaşılsaydı, eminim tüm İslam dünyasında, hatta Batı harici tüm dünyada ciddi etkiler yaratacaktı. Öylesine başarılı bir kavramlaştırma örneğidir./ Adİl Düzen ihtiyacı bugün bile dillendiriliyor. Adalet her zaman ihtiyaçtır, her zaman çekicidir. Belki de o yüzen AK Parti 'adalet' kelimesini parti adı arasına almayı tercih etti…”
Uzun zamandır karşı cepheden böyle bir takdir ve itiraf bekliyordum… Darısı, “SOSYAL TUFAN” seviyesindeki sorunların Nuh’un Gemisi mesabesinde tek çaresi olan “ADİL DÜZEN” sisteminin değerini bir an önce anlaması gereken istisnasız herkesin başına…
Ali Nur Kutlu’nun, yazısının en sonundaki hatırlatmalarla bitirelim:
“Erbakan'ın hepimizi etkileyen özelliği nedir?/ Herkes başka bir şey buluyor sanırım onda. Öngörüsü, zekâsı, dindarlığı, liderliği, babacanlığı, güler yüzü, esprileri...
“Ben Erbakan’ın yerli, milli ve dini bir siyasi damar yolu açması nedeniyle her zaman hayırla yad etmemiz gerektiğine inanıyorum.
“Hala Erbakan Hoca'nın iyi bir belgeselinin yapılmamasını, filminin çekilmemesini ve güçlü kitapların çıkarılmamasını da kendi ayıbımız olarak kayıtlara geçiyorum.” (http://www.yenisafak.com/yazarlar/alinurkutlu/erbakan-hoca-2033820)
***
Bu bölümü de, önceki üç yazıdaki gibi, geçen haftaki 900’üncü “KUR’AN VE İLİM” haftalık seminer çalışmamızdan aktardığım bölümlerin devamı ile noktalayalım:
“Akrabaların kendilerine değil, akrabalara bakan yani onlara ihsan edenlere biz haklarını veriyoruz. Yoksula ve fakir kesime veriyoruz, oysa yetimin ve yaşlının kendilerine değil de onlara hizmet edenlere veya nafakalarını temin edenlere veriyoruz. / Bu sistemin bugünkü sigorta (Sosyal Güvenlik) sisteminden farkı buradan doğmaktadır. / Önce yaşa göre sigorta etmiyoruz. Kendisi ne zaman isterse o zaman sigortalı yapıyoruz. Çalıştığı zaman “çalışma kredisini” veriyoruz. Çalışmadığı zaman “yaşlılık payını” veriyoruz, çalışma kredisini kesiyoruz. Çalıştığı günlerde mesleki derecesi artmaktadır. Oysa çalışmadığı günlerde mesleki derece artmamaktadır. Sigorta primi diye bir şey yoktur. İşletmelerden alınan genel hizmet payından karşılanmaktadır... (s.13’ten)
“İşletme girdileri içinde tesis ve altyapı var, emek ve bakım emeği var, hammadde ve yardımcı madde var, genel hizmet ve kamu görevi var. Ürün bunlar arasında paylaşılır. Kamu görevi payları şeriatça belirlenmiştir, Kur’an’ca belirlenmiştir. Bu değişmez. Genel Hizmet paylarını kooperatifler belirler. Diğer paylar işletme sorumlusu ile çalışanların temsilcisi arasındaki sözleşme veya anlaşmalarla belirlenir.
Bu ayetler yetimlerden bahsetmektedir. Çünkü emeklilik sadece yaşlılar için söz konusudur. Yani zengin de olsalar bir akrabayı yanında bulunduranlar pay istihkak ederler. Oysa yetimlerde başkalarının çocuklarına bakıyorlarsa pay istihkak ederler.
Buradan anlıyoruz ki anne babaya bakanlar bazı haklara sahip olurlar. Zengin olsalar da bu haklara sahip olurlar. Bu hususta fıkıh mezhepleri oluşacak, bucaklar farklı uygulamalar yapacak, başarılı olanlar varlıklarını sürdürecek, başarısız olanlar elenip gideceklerdir...” (s.14)
Biz, Erbakan Hocamız hayattaymış ve birlikte çalışıyormuşuz gibi -kaldığımız yerden- çalışmaya devam ediyoruz, herkesi de böyle yapmaya davet ediyoruz; ve’s-selâm…