Reşat Nuri Erol
23.01.2017
23:44
|
http://www.milligazete.com.tr/zulum_duzenini_guclendirmek_ve_burokrasi%E2%80%A6/resat_nuri_erol/kose_yazisi/32912  Reşat Nuri Erol 24.01.2017Zulüm düzenini güçlendirmek ve bürokrasi…ERBAKAN, ülkemizde ve dünyada “zalim düzen” var, tek çare “ADİL DÜZEN” dedi, hayatı boyunca; dedikleri gün geçtikçe daha da anlaşılır hâle geliyor… Anlayan ve gereğini yapanlar çoğaldıkça sorun çözülecek… Bugün, iki anlayandan aktarma yapacağım… Zulüm düzenini güçlendirmek “Başkanlığı (BAŞKANLIK SİSTEMİ) çözüm zannediyorlar. / Ne değişecek? / Sistem, düzen “Kur’an düzeni” olmadıktan sonra, başta kim olursa olsun sonuç değişmez. “Merkezi yönetim” zulmün en büyük aracıdır. Ankara’dan tüm Türkiye hakkında kararlar almak, işletmelerin kapı genişlikleri, merdiven yükseklikleri, kazan dairelerinin milimetrik olarak ne kadar olacağına karar vermek, personellerine vereceği ücretin bütün ayrıntılarına karışmak, bunun için de sayısız memur istihdam edip bunun için sürekli vergiler üretmek ve bu kısır döngü tam bir “zulüm düzeni”dir. / “Merkezi yönetim” bu ciddi sıkıntıların sebebi iken, bu yönetimi daha da merkezileştirmek sıkıntıları daha da artıracaktır. Kur’an ile ilgileneceklerine, çözümleri Kur’an’da arayacaklarına, dünyanın en kötü düzenine doğru gidiyorlar. Komünizmde patron devlettir ve masraflar devlete aittir. Kapitalizmde devlet patrona karışmaz, masraflar patrona aittir. Mevcut düzenimizde ise devlet komünizmdeki gibi her şeye karışır, şu şekilde yapılacak, bu şu şekilde yapılacak, buna şu maaşı vereceksin, şuna bu maaşı vereceksin der ama masrafları da sana yıkar! Tepene müfettişler gönderir, sürekli cezalar yazarlar, yönetmeliklerle yasaklar koyar bakanlar, yasaklar yalnızca kanunla konabildiği halde. / Mevcut düzenler içindeki en kötü düzeni daha da güçlendirecek hamleleri yapıp da bunun en büyük kurtuluş olduğunu iddia etmeleri ne kadar da üzücü. / Daha acısı da merkezdeki başkanın her şeyden haberdar olduğunu zannedip aslında hiçbir şeyden haberdar olmaması. / Bundan daha acısı da Erdoğan’ın yerine bir gün tepemize hiç de beklemediğimiz, iyi görünen ama aslında en ciddi zulümleri yapabilecek olan bir başkanın gelmesi ihtimali. / Allah bizi korusun ve hayırlısı ne ise onu eylesin.” Hepsi bu kadar! Aklıselim sahiplerine bu kadarı da yeter ama... Kaynak: Dr. Lütfi Hocaoğlu, Adil Düzen Dergisi, 397. sayı, 22.01.2017. *** Bürokratik oligarşinin ‘zaferi’ Evet, ikinci yazının başlığı aynen böyle! Yazı taze, geçen hafta yazıldı (18.01.2017) ve yazan da eski bir bürokrat; eski Anadolu Ajansı bürokratı. (Bilgi aynen şöyle: 3 Ağustos 2011 tarihinde Anadolu Ajansı Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdür olarak atanan Kemal Öztürk, 3 yılı aşkın süre bulunduğu görevinden 1 Aralık 2014 tarihinde istifa etmiştir!) Yazı şöyle başlıyor: “‘İstanbul ekibi’... 2002 yılında AK Parti’nin seçim zaferinden sonra Erdoğan’ın İstanbul’dan bizzat getirdiği ya da o süreçte oradan gelen ekibe Ankara’dakiler ‘İstanbul ekibi’ derdi. / Bu gelen ekipten, 2 başbakan, onlarca başbakan yardımcısı ve bakan, yüzlerce çok stratejik yerlerde görev yapan siyasetçi ve üst düzey bürokrat çıktı. Türkiye’nin bugün sahip olduğu reform ve büyük projelerde, Erdoğan’ın etrafında kümelenmiş bu İstanbul ekibinin çok büyük katkısı vardır. / Ankara’nın sevmediği reformcu ekip / İstanbul ekibi, klasik Ankara bürokrasine hiç benzemiyordu. Daha özgür, daha vizyoner, daha iş bitirici, risk alan, dünyayı bilen ve hızlı hareket eden bir ekipti. / Bu yüzden reformcu ve yenilikçi tutumlarını bulundukları her yere yansıtırlardı. Sonuç odaklı çalışırlardı. ‹Kadro, ek gösterge, makam, kıdem tazminatı, emeklilik› gibi bürokrasinin zikirlerinde sık tekrar ettiği kavramları bilmez, hoşlanmazlardı ayrıca. / İstanbul ekibi, bir başarı hikâyesinin, peşindeydi. Devrimciydi. Devletin işletme sisteminden, bürokrasinin iş yapma biçimine, yemek yeme alışkanlığından, şaka yapmaya kadar, her konuda Ankara’da devrim yapmaya başladılar. / Devlet organizması, bünyesine yeni giren bu yabancı ekibe karşı direndi. Yaptığı tüm reform ve yeniliklere karşı çıktı, engellemeye çalıştı. Bunu klasik Ankara bürokrasisi eliyle yaptı. Hem de her yolu deneyerek...” (15 yıllık bu hikâyenin devamı gelecek yazıda...) |
Reşat Nuri Erol
25.01.2017
09:36
|
http://www.yenisafak.com/yazarlar/kemalozturk/gazetecilikten-geride-kalan-2035751
Gazetecilikten geride kalan 25 Ocak 2017 23 yıl önce ne büyük heyecan duymuştuk. O zaman hepimiz gençtik. Şimdi birbirimizin, aklaşmış saçlarına ve sakallarına bakıp, geçen zamanın izlerini konuşuyoruz (ben daha şanslıyım sanırım, saçlarım beyazlamadı henüz!).
Zordu gazeteci olmak. Muhabir olarak işe girmek istediğimde, dönemin yayın yönetmeni Nabi Avcı, bana bir ay süre vermiş, kendimi ispatlamamı istemişti. Deli gibi çalıştığımı, geceleri uyuyamadığımı, her haber için ayrı heyecan duyduğumu hatırlıyorum. Sonunda kendimi ispatladığımı ve işe başlayacağımı söylemişti de, dünyalar benim olmuştu.
Köşe yazarlığı ulaşılmaz mertebeydi
Dünyanın en iyi aydınlarından alıntılar yapılırdı düşünce sayfasında. Türkiye'nin en nitelikli entelektüellerinden yazı alınırdı. Yeni Şafak'ta makale yayınlamak kolay değildi.
Yazı dizileri, araştırma dosyaları, özel haberler ve kılı kırk yaran haber dili, gazeteciliğe entelektüel bir seviye getirmişti.
Yazı işleri odasının kapısında beklerdik. Haberimizi kullanacaklar mıydı, kullanırlarsa birinci sayfaya girecek mi ona bakardık. Manşet olma ihtimali kalbimizin hızını arttırırdı. Bir muhabirin haberi manşet oldu mu, o gün herkes onu kutlardı. Haber yapmak da, haberci olmak da kıymetliydi anlayacağınız.
Köşe yazarı olmak, bizim asla ulaşamayacağımız bir mertebeydi. Hayrettin Karaman, Ahmet Taşgetiren, İsmet Özel, İsmail Kara, Mustafa Özel gibi köşe yazarlarını gördük mü, heyecanlanırdık. Hele hele, biz muhabirlerin ismi bir köşede geçti mi, o köşeyi keser, yemeye kalkardık! O kadar değerliydi yani.
Gazetenin sahipleri fedakarlık yaptı hep
Gazetede ajans haberinin fazlalığı bizim için ayıp karşılanırdı. İllaki özel haber olacak, illaki araştırma olacak, illa ki bize mahsus olacak haber. Hele hele, Ajans haberine “takla attırıp”, muhabirin haberiymiş gibi vermek çok ayıptı. Yakalanan muhabir fena fırça yerdi.
Gazetenin sahibi Mahmut Kış, hiç kar etmeden, uzun yıllar gazeteyi finanse etti. Çok hakikatli ve işimize karışmayan, saygın bir aileydi. Sonra Albayrak ailesi gazeteyi, gazetenin misyon bayrağını devraldı. Onlar da aynı fedakarlık ve hassasiyetle gazeteyi bugüne kadar taşıdılar.
O günün gazeteciliğinden geride ne kaldı?
Şimdi hepimiz, 23. yıl yemeğinde bir araya geldik ve birbirimize bakarken o günleri özlemle anıyoruz. Sanırım en çok özlediğimiz şey, samimiyet ve kalite. Tüm sıkıntılarımıza rağmen, 28 Şubat'ın sert darbelerine rağmen, bitmeyen mücadele azmi, güven veren samimiyet ve hiç düşmeyen kaliteyi ne kadar özlediğimizi anlatıyoruz birbirimize.
O günün gazeteciliğinden geriye ne kaldı? Çok az şey. Çok az kıymet, çok az değer. Mesleğimiz hiç bu kadar seviye kaybetmemişti. Gazete manşetleri hiç bu kadar ciddiyetsiz olmamıştı. Yayın yönetmenlerinin kalibresi hiç bu kadar düşmemişti. Köşe yazarlığı hiç bu kadar ucuzlamamıştı. Ve haberin değeri hiç bu kadar yerlerde sürünmemişti.
Artık gazeteci ya da köşe yazarı olmak isteyenler yayın yönetmenlerinin imtihanından geçmiyor, Siyasilerin torpilini arıyorlar.
Bütün birikimimizi heder ediyorlar
Bir sel gelip, sanki tırnaklarımızla biriktirdiğimiz tüm değerleri silip süpürdü. Bütün birikimimiz, bütün çabamız, bir 'kuş' kadar beyni olmayan, yeni yetme yayın yönetmenleri, köşe yazarları, tv yorumcuları tarafından heder ediliyor gözümüzün önünde.
Ne büyük dram. Ne büyük erozyon. Ne büyük kayıp bizim için. Çünkü muhafazakar medya, ahlakı, adaleti, dürüstlüğü, kaliteyi ve millet menfaatini hep önde tutmak için uğraştı. Bunun için de çok fedakarlık yaptı, bedel ödedi. Zira “kartel medyası” dediğimiz insanları bu yüzden eleştiriyorduk.
Peki şimdi?
Kartel medyasının artıkları, lejyonerler, lejyon hastalığına yakalananlar, aslını kaybedenler ve kifayetsiz muhterisler elinde bu camianın birikimi perişan ediliyor. Sadece seviyeyi aşağı çekmekle kalmıyorlar, aynı zamanda kendinden başka herkesi, muhafazakar medya da dahil, suçluyor, iftira atıyor, mahkum ediyor ve bir nefret halesi oluşturuyorlar. 23. yılını kutladığımız gün, bu müfteri ekip yine Yeni Şafak Gazetesi'ne saldırıp, iftira atmakla meşguldü.
Faturayı “Reis”e kesiyorlar
Ne hazindir ki, bu kifayetsiz muhterisler ve lejyonerler bunları yaparken, siyasilerin arkasına saklanıyorlar, iktidarın gölgesinde kaybolmaya çalışıyorlar. Sanki “Reis” tüm bunların yapılmasının emrini vermiş gibi, her şeyi ona fatura ediyorlar.
Sonra da devletin uçaklarında, “gücü buradan alıyoruz” pozları veriyorlar. Oysa bu seviyesizlikten, bu ahlaksızlıktan herkes gibi, devletin üst makamları da rahatsız sanırım. Ancak neden bir şey yapmıyorlar, bunu bilmiyorum.
Sonuçta 23 yılı geride bıraktık bu meslekte. Yaşlanmak, yıllarla değil de, bu moral bozucu şeyleri gördükçe daha da hissediliyor sanki.
Ancak kendi adıma şunu söyleyeyim: Kalemim ve sözümle ekmeğimi kazanıyorum. Doğruya doğru, yanlışa yanlış diyeceğim. Sonuna kadar adalet, ahlak, özgürlük, dürüstlük, millet, ülke ve insanlık için kullanacağım bunları.
Bedeli ne olursa olsun, vazgeçemeyeceğim. |