Doç. Dr. Emre Erşen Hocanın makalesinden bir kesit...
Donald Trump'ın yeni ABD başkanı olarak 20 Ocak 2017'de göreve başlamasının, Obama'nın başkanlığının son yıllarında ciddi şekilde bozulan ABD-Rusya ilişkilerinde bir atılım yaratması bekleniyor.
Obama da başlangıçta, Washington ve Moskova arasında buzları eritme süreci başlatmayı hedefleyen, "sıfırlama" (reset) ismi verilen bir politika takip etmiş, fakat bu politika 2012'den sonra, özellikle Suriye ve Ukrayna'daki krizlerden dolayı giderek artan sürtüşmenin akabinde terk edilmişti.
Bu çerçevede, başkanlık kampanyası boyunca Trump'ın, Putin'e olan hayranlığını defalarca dile getirmesi ve Ukrayna krizinden sonra Rusya'ya yönelik ABD yaptırımlarını kaldırmayı düşüneceğini söylemiş olması oldukça anlamlıydı. Buna karşılık, Kremlin'le doğrudan bağlantılı olduğu iddia edilen bazı Rus hackerlar, Trump'ın rakibi Hillary Clinton'ın kampanyasını zayıflatmak amacıyla Demokratik Parti Ulusal Komitesi'nin e-postalarını sızdırdı. Daha da önemlisi, Trump kasım ayında başkanlık yarışını kazandıktan sonra, zaferini tebrik etmek için kendisini arayan ilk liderlerden biri Putin oldu. Trump, diğer taraftan, dışişleri bakanı adayı olarak Exxon Mobil'in CEO'su Rex Tillerson'ı seçti. Tillerson'ın, hem Putin'le hem de Rusya'nın dev petrol şirketi Rosneft'in patronu Igor Sechin'le yakın iş ilişkileri tesis etmiş olduğu biliniyor.
Buna ilave olarak Tillerson'ın 2013 yılında Rusya'nın Dostluk Nişanı'yla onurlandırıldığını da değerlendirmeye katarsak, Washington ve Moskova arasındaki ilişkilerin Trump görevi devraldıktan sonra muhtemelen düzeleceği söylenebilir. Buna mukabil, Ortadoğu ile ilgili konuların da ABD-Rusya ilişkilerinin gündemini belirlemeye devam edeceği hesaba katılmalı. Bu da büyük ölçüde, Trump'ın başkanlık kampanyası boyunca 'Amerika'yı yeniden büyük yapma' sözü vermiş olmasından kaynaklanıyor; bu sloganın ABD'nin Ortadoğu'ya yönelik dış politikası üzerinde de önemli etkileri olacaktır. Obama'ya yöneltilen temel eleştirilerden birinin, "arkada kalarak liderlik etme" eksenli çekingen politikasının Rusya'nın Ortadoğu'ya kayda değer bir dönüş yapmasının yolunu açtığına yönelik olduğunu hatırlayacak olursak, Trump kendisini bölgede çok daha aktif bir rol oynamak zorunda hissedebilir.
Rusya'nın Ortadoğu'ya dönüşü
Sovyetler Birliği, Soğuk Savaş döneminde Ortadoğu'da ciddi bir nüfuz sahibi olsa da Rusya, kendi iç problemlerinden dolayı 1990'larda bölgede pek bir varlık gösteremedi. Ancak Putin 2000'de iktidara geldikten sonra, Rus liderliğinin önceki pasif duruşunu tersine çevirdi ve Moskova'nın, Türkiye, İran, Suriye ve Libya dahil bölgedeki birçok ülkeyle siyasi, askeri ve ekonomik ilişkilerini geliştirdi. Bu dönemde Rusya ayrıca Filistin-israil ihtilafında da daha etkin oldu ve eş zamanlı olarak Hamas ve Tel Aviv'le ilişkilerini geliştirdi.
Rusya'nın Ortadoğu'da artan etkisinde dönüm noktası teşkil eden olay ise 2011 yılında Suriye'de iç savaşın patlak vermesi oldu. Washington bölgeye asker göndermekten kaçındığı ve kendisini, muhaliflere askeri destek vermekle sınırlandırdığı için DEAŞ hem Suriye hem de Irak'ta geniş kesimleri ele geçirdi. Öte yandan Moskova ve Tahran ise Washington ve müttefiklerince iktidarda istenmeyen Beşşar Esed hükümetine önemli ölçüde askeri destek verdi. Aynı dönemde Obama, Suriye krizine aktif bir şekilde müdahil olmasının önündeki "kırmızı çizginin" ülkede kimyasal silah kullanımı olacağını ilan etti. Fakat, Şam'ın muhaliflerin kontrolü altındaki bir banliyösü olan Guta'da 2013'ün Ağustos ayında Esed güçlerince yapıldığı düşünülen sarin gazı saldırısında yüzlerce insan öldüğünde de Obama yine ciddi bir eyleme geçemedi ve Esed'in kimyasal silahlarının imha edilmesi için Moskova'nın arabuluculuğuna yapılan bir anlaşmaya razı oldu.
Obama'nın Suriye'yle ilgili eylemsizliğinin açtığı jeopolitik boşluk, Putin tarafından, Eylül 2015'te Esed rejimini desteklemek için başlattığı doğrudan hava saldırılarıyla dolduruldu. Bu, bir seneden biraz fazla bir zaman zarfında, Kremlin sadece Esed'in, rakipleri üstünde ciddi bir avantaj sağlamasını mümkün kılmadı, aynı zamanda Lazkiye'de yeni bir hava üssü elde etti, Tartus'taki Sovyet döneminden kalma askeri tesisi modernize etmeye başladı ve Suriye krizinin çözümüne yönelik uluslararası görüşmelerdeki diplomatik nüfuzunu artırdı. Ayrıca, İran, Mısır ve israil'le kuvvetlendirmiş olduğu bağlarıyla bölgedeki nüfuzunu ciddi ölçüde takviye etmiş oldu. ABD'nin 2003'ten beri büyük siyasi ve askeri nüfuzunun bulunduğu Bağdat'ta dahi Rusya ve İran, DEAŞ'la mücadeleyi koordine etmek için ortak bir şekilde bölgesel bir bilgi merkezi kurdu.
Trump'tan ne beklenebilir?
Başkanlık kampanyası boyunca Trump, Ortadoğu'ya yönelik uygulamayı planladığı politikalar hakkında önemli ipuçları verdi. En önemlisi, Washington'ın bölgedeki odağının, Suriye'deki muhalifleri desteklemek yahut Esed'i iktidardan devirmekten daha çok DEAŞ'la mücadeleye kayacağının işaretini verdi. Obama'nın bu konudaki politikasını da keskin bir şekilde eleştiren Trump, "Suriye'ye karşı muhalifleri destekliyoruz, ama bu muhaliflerin kim olduğuna dair hiçbir fikrimiz yok" demişti. Bu açıdan Esed'in, Trump'ın seçilmesine sevinmesi ve ABD'nin, terörün yenilmesinde "doğal bir müttefik" olabileceğini söylemiş olması hiç de şaşırtıcı değil.
Trump aynı zamanda, DEAŞ'ı bölgede yenebilmek için Putin'le anlaşma yapmak istediğini de ifade etti. İki ülke daha önce el-Kaide ve Taliban'a karşı Afganistan'da işbirliği yapmış oldukları için, kısa vadede böyle bir anlaşmaya varmak zor olmayabilir. Seçilmiş başkanın, Ortadoğu'nun mevcut liderleriyle işbirliği yapma fikrine açık olduğu bilindiği için Trump ve Esed arasındaki bir yakınlaşma da şaşırtıcı olmayacaktır. Trump, mesela, şimdiden Mısır Cumhurbaşkanı Sisi ile çok iyi ilişkiler tesis etti. Trump Tel Aviv'deki ABD büyükelçiliğini Kudüs'e taşıma niyetini de önceden beyan ettiği ve Filistin'deki barış süreciyle ilgili oldukça israil yanlısı bir tutum benimsediği için israil Başbakanı Netanyahu da memnun olmalı.
Putin de Sisi ve Netanyahu ile iyi ilişkilere sahip olduğundan, Trump'ın diğer bir iktidar sahibi olarak bu resme dahil olması, Moskova ve Washington arasında bölgeye dair yeni bir diyaloğun önünü açabilir. Oysa İran meselesi, Ortadoğu'daki ABD-Rusya işbirliğini kısa vadede zorlaştıracak gibi duruyor; zira hem Trump hem de Mike Pence, James Mattis ve Michael Flynn gibi, yeni yönetimin önde gelen isimleri, 2015'te imzalanan nükleer anlaşmayı olduğu kadar Tahran'ı da çok sert bir şekilde eleştirdiler. Hatta Trump anlaşmayı bir "felaket" olarak niteledi ve "yırtıp atacağını" ifade etti. Ancak Tahran'ın, Moskova'nın Ortadoğu'daki en yakın ortaklarından biri haline geldiğini göz önüne alacak olursak, aynı anda hem İran'ı cezalandırmaya çalışmak hem de ABD'nin Rusya'yla ilişkilerini ilerletmek Trump için çok önemli bir meydan okuma anlamına gelecektir.