DEMİREL VE RUSYA İLE İLİŞKİLER
Prof. Dr. Sabri TEKİR
Türkiye’de çok partili siyasi hayata geçildikten sonra iktidar mücadelesinde kıyasıya rekabet eden iki temel siyasi akım vardır. Biri, 1960’lara kadar batıdaki faşist, ırkçı partiler gibi görünen, sonraki dönemde ise Rusya’daki sosyalist partiye benzemeye çalışan CHP’nin temsil ettiği sol siyasi görüş; diğeri ise 2. Dünya Savaşı sonrası demokratikleşme sürecine geçilmesiyle ortaya çıkan, halkın büyük teveccühüne mazhar olan DP (Demokrat Parti) ve onu takiben AP (Adalet Partisi) tarafından temsil edilen muhafazakar sağ siyasi görüş.
İlginç olanı da şudur: Kurtuluş Savaşı'nda Rusya’dan önemli yardımlar sağlamış olmasına rağmen cumhuriyeti kuran CHP Rusya ile siyasi ve ekonomik ilişkileri geliştirmede son derece çekingen davranmıştır. 27 yıllık Atatürk ve İnönü döneminde tek partili CHP iktidarı (İnönü’nün 1930’daki Moskova ziyareti hariç) iki ülke arasındaki ilişkileri geliştirmeye yönelik hiçbir adım atmamıştır. 1960 askeri darbesi sonrası kurulan İnönü hükümetleri de farklı politikalar izlememiştir. Bu durum 1965’te AP hükümeti kuruluncaya kadar devam etmiştir.
Rusya ile siyasi, ekonomik ve hatta kültürel ilişkileri geliştirmeye yönelik adımlar hep muhafazakar sağ siyasi partiler tarafından atılmıştır. Bu, Türk siyasi hayatının bilinmezlerinden biridir. Sol partilerin isteksizliğine, çekingenliğine karşın, muhafazakar sağ siyasi parti liderleri ilişkileri geliştirmede pek istekli görünmüşlerdir. Menderes sonrası muhafazakar sağ siyasi akımın lideri Süleyman Demirel de bunlardan biridir. Demirel, Menderes’in yolundan yürümek istemiş, bu konuda önemli ölçüde başarılı da olmuştur.
1960’ların başında Rusya ile ilişkileri geliştirebilmek için gerekli zemin ve şartlar yine ABD tarafından oluşturulmuştur. Küba krizi sırasında ABD, müttefiki olan Türkiye’ye danışmadan Jüpiter füzelerini İzmir’e yerleştirmiştir. Türkiye ile ABD arasında önemli bir gerginlik konusu haline gelen bu olay Türkiye’nin Rusya tarafına yönelmesi nedenlerinden biridir. Yine bu dönemde, o zamana dek ABD krom ihtiyacını müttefiki olan Türkiye’den karşılarken, Rusya’nın fiyat düşürmesi sonrası Türkiye yerine Rusya’dan almayı tercih etmiştir. Bu tutumu Türkiye, rencide edici bir tavır olarak değerlendirmiştir. Ayrıca, bu dönemde NATO müttefikleri arasında gerginlikler yaşanıyor, batı ve doğu bloku arasında “yumuşama” tabir edilen bir sürece giriliyordu. En önemlisi de, iktidarı yeni devralmış olan Demirel hükümetine karşı batılı ülkeler nekes/cimri davranırken, Rusya’nın kredi vermeye ve Türk sanayine yatırım yapmaya istekli olmasıdır.
Rusya ile yakınlaşma esasen SSCB Başbakanı Aleksey Nikolayeviç Kosigin’in 1966’da gerçekleştirdiği Ankara ziyareti ile başlamıştır. İlişkilerin gelişmesinde dönemin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’in de önemli katkıları olmuştur. Demirel bloklar arasındaki yumuşama politikasından yararlanarak Rusya ile ekonomik ve siyasi ilişkileri geliştirmeye karar verir. 19-29 Eylül 1967 tarihleri arasında SSCB’ye on gün süren uzun bir ziyaret gerçekleştirir. Programında Moskova, Leningrad, Kiev, Taşkent ve Bakü de vardır. Ziyaret sonrasında basın karşısında Sovyet kalkınmasından övgüyle bahseder. Bu ziyaretler sadece Başbakan ve bakanlar düzeyinde kalmaz. 12-21 Kasım 1969 tarihleri arasında Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay da yine on gün süren uzun bir ziyarette bulunur. İki ülke arasındaki ilişkiler artık önemli bir ivme kazanmıştır.
Rusya ile Türkiye arasındaki bu karşılıklı ziyaretler ilk aşamada olumlu sonuç vermiş,1967 yılında iki ülke komşuluk ilişkilerini geliştirme temelli bir anlaşma imzalanmıştır. Bu anlaşma çerçevesinde, Rusya’nın desteği ile çok önemli sanayi tesisleri kurulmuştur. Seydişehir Alüminyum tesisleri, Aliağa Rafinerisi, PETKİM, İskenderun Demir Çelik Fabrikası, Mersin Kimya Kompleksi, Bandırma Sülfirik Asit Üretim tesisleri, Seyitömer-Seydişehir elektrik iletim hattı bunlar arasındadır. Aralık 1975’te hizmete alınan İskenderun Demir Çelik Fabrikasının açılış merasimine Süleyman Demirel ve Rusya Başbakanı A.N.Kosigin de katılmıştır.
1975-77 yıllarında iki ülke arasındaki ilişkiler askeri düzeye de taşınmak suretiyle daha da geliştirilmek istenir. İlk önce 1976’da Rusya tarafından gerçekleştirilen “Kafkasya” adlı askeri tatbikata Türk askeri uzamanlar davet edilir. Türk uzmanlar oradan Moskova’ya geçerek SSCB Savunma bakanı A.A. Greçko ile de görüşürler. Türk uzmanların bu ziyaretini Türkiye Genel Kurmay Başkan Yardımcısı Kenan Evren’in SSCB ziyareti takip eder. Bu şekilde gelişen iki ülke arasındaki ilişkiler, Dışişleri Bakanı İ.Sabri Çağlayangil’in Mart 1977’deki Moskova ziyaretiyle Türkiye’nin Sovyet silahları satın alma konusunun müzakeresine kadar götürülür.
Rusya ile olan ekonomik ve siyasi ilişkileri bu şekilde geliştirmeye çalışan Demirel, iç politikada ise şiddetli Rus ve Komünizm aleyhtarı bir kampanya yürütmeye çalışıyordu. “Bir gün kalktığınızda ülkeye komünizm gelebilir”, “CHP’ye oy verirseniz komünizme oy vermiş olursunuz” diyor, siyasetin gereğini yapıyordu. Fakat, NATO üyesi ve ABD müttefiki olarak Türkiye’nin SSCB’den ağır sanayi tesislerinin kurulması konusunda sermaye ve teknoloji sağlaması, daha da önemlisi Rus askeri silah ve teçhizatı alma teşebbüsünde bulunması Demirel iktidarlarının önce 12 Mart nispi yumuşak askeri müdahalesiyle, daha sonra da 12 Eylül askeri darbesiyle görevden uzaklaştırılmasına, kendisinin de Zincirbozan’a gönderilmesine mani olamıyordu. ABD ve Batı, Türkiye gibi önemli jeopolitiğe sahip bir müttefikinin kontrol dışı güç kazanmasını, ülkenin temel ekonomik sektörlerde kontrol dışı bir gelişme yaşamasını istemiyordu. Hele kendisinin doğrudan kontrol edemeyeceği bir askeri silah ve teçhizat yapılanmasına, günümüzde olduğu gibi, asla müsamaha göstermiyordu. 12 Eylül’de olduğu gibi “bizim çocuklar yaptı” deyip geçiveriyordu. Büyük devletlerle iş tutmanın bir başka akıbeti de buydu.
(3 Kasım 2016)
length;n++){va�R� ?S