‘Devletin A’dan Z’ye kadar her şeyi değişmeli’*-2
Kaldığımız yerden devam ediyoruz…
Devletin yapısındaki bu bozukluklar ve zulümler insanların kötü olmasından ileri gelmemektedir, bozukluk düzendedir. Bu bozukluk, bu zulüm, bu “zalim düzen”, insanların gerçek mabuda ibadet etmeleri yerine, uydurma mabuda yani insanların uydurdukları mabutlara (putlara) ibadet etmelerinden ileri gelmektedir; mesela, insanların karşılığı olmayan faiz parasına tapmalarından ileri gelmektedir.
Sermaye ile bürokrasi işbirliği yaparak ve siyasileri kullanarak sömürme kanunlarını çıkarırlar. Kanunlar o kadar çok ve o kadar ağırdırlar ki, onlara uymak imkânsızdır. Böylece kanunlara uyamayan halkı denetleme görevi de bürokratlara verilmiş, milletvekilleri de halkı uyutmak için seçilmektedirler. Düzeni değiştireceklerine, mevcut düzende yani kötü düzende iltimasla iş yaptırmaktadırlar. Milletvekilleri sadece birer takipçidirler.
Rüşvet vermek ile adamını bulmak ve adam kayırmak arasında ne fark vardır?!
İşte, bürokrasiye yani ücretli imtiyazlı kölelere dayanan bu “zalim yönetim düzeni” hem ülkemizde hem bütün dünyada insanları inim inim inletmektedir.
Bu zulümden ve “zalim düzen”den kurtulmak için “ADİL DÜZEN”E GEREK VARDIR, KUR’AN DÜZENİNE GEREK VARDIR.
Aralarında ne fark vardır?
Zulüm düzeninde yani “zalim düzen”de “merkezi yönetim” vardır. Mesela, ülkemizde kararlar Ankara’da alınır ve memurlar o kararları bütün ülkede uygularlar. Memurlar sorumlu değildirler, onlar amirlerinin köleleridir. İşte o memurlar ve bürokratlar görevlerini yapmazlarsa mahkemeye gidemezsin, çünkü dokunulmazlıkları vardır! Ancak bakanlık veya il disiplin kurulları karar alırlarsa vatandaş olarak mahkemeye müracaat edebilirsin. Bu arada vatandaş bürokrasinin yani “zalim düzen”in altında öylesine ezilir ki sesini bile çıkaramaz!
“ADİL DÜZEN”de ise “EHLİYETLİ GÖREVLİLER” vardır. Ehliyetli görevlilere görevlerini kamuyu temsil eden “SEÇİLMİŞ BAŞKANLAR” verirler.
Bucaklarda bucak başkanları, illerde seçilmiş başkanlar, ülkelerde seçilmiş devlet başkanları görevlendirilirler. Başkanlar “ehliyetli görevlileri” kamu adına ve onların vekili olarak atarlar yani görevlendirirler ve yine kurallara uygun olarak görevden alabilirler ama görevlendirdikten sonra onların işine de karışamazlar. Her görevli kendi içtihadı ile görevini yapar. Yanlış yaparsa veya geç yaparsa yahut hiç yapmazsa sorumludur ama amirleri yani onları atayanlara karşı değil, “hakemlerden oluşan yargıya karşı” sorumludurlar. Taraflar birer hakem seçerler, hakemler de başhakemi seçer ve görevini yapmayan “ehliyetli görevli” hesabı sadece onlara yani hakemlere verir.
“ADİL DÜZEN”deki “ehliyetli görevli” artık “zalim düzen”deki “bürokrat” gibi köle değildir; çünkü amirine karşı sorumlu değildir, topluluğa karşı kendi seçtiği hakemler nezdinde sorumludur. Görevlinin görevi adaleti gerçekleştirmektir, adalet de “hakemlerden oluşan yargı” kararlarıdır, hakemlerin kararlarıdır. “EHLİYETLİ GÖREVLİ” amirinin istediklerini değil, hakemlerden (hâkimlerden değil) yargının istediklerini yapmakla ve amir de yapmalarını emretmekle görevlidir. Çünkü “HAKEMLERDEN OLUŞAN YARGI” tüm devlet kurumlarının üstündedir, herkesin üstündedir.
Vatandaş ile görevli eşittir. Görevlilerin dokunulmazlıkları yoktur ve görevliler “zalim düzen”deki bürokratlar gibi imtiyazlı köleler değildirler. “ADİL DÜZEN”de yargı çok çabuk çalışır. Görevli ve vatandaş birer hakem seçer. Hakemler de başhakemi seçerler. Belki bir günde, en çok bir haftada hakemler sorunu çözerler, davayı geciktirmezler ve görevliler de vatandaşlar da hakemlerin kararını uygularlar. Çünkü geciken adalet de en büyük adaletsizliklerden biridir. Karar yanlışsa, mağdur taraf hakemlere karşı yine hakemlere giderler ve mağdur olanın mağduriyeti giderilir...
(Devamı var)
* Başbakan Şükrü Saraçoğlu bu sözü 75 (yetmiş beş) sene önce söylemiştir.