Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a… (Tavzih!)
[Önce kısa bir açıklama: 3 Eylül (2005) akşamı, çok muhterem ve müşterek bir dostumuzun dâvetinde, başta Üstadım Süleyman Karagülle olmak üzere İzmir’den gelen arkadaşların da bulunduğu bir ortamda, İstanbul’da Sayın Başbakan ile birlikte olduk. Tokalaştıktan sonra, hal hatır sorup “Görüşemiyoruz” dediğimde, sitemkâr ve yazılarımdan rahatsız olduğunu ifade eder bir şekilde “Köşendeki yazılarını okuyorum!” dedi. Kısa selamlaşmamız bu minval üzere sürdü… Dâvet sonrasında çalışma arkadaşlarımla Çamlıca’da bir araya geldik ve Sayın Başbakan ile ilgili bir değerlendirme yaptık. Yazacaklarım aynı zamanda tüm arkadaşlarımın görüş ve duygularını da içermektedir.]
kan Recep Tayyip Erdoğan’a… (Tavzih!)
Sayın Başbakan! Benim yazılarım AK Parti’yi değil, Siyonizmi rahatsız etmektedir. Millî Gazete’de yazdığım yazılarım Siyonizmi neden rahatsız ediyor? Siyonizmin genel çalışma metodu şudur. Dünyada (ve Türkiye’de) bütün üniversiteler ve basın hep sadece “sorunları” ortaya koyacak, ama başkaları asla “çözüm” üretmeyecek; çözümü sadece kendisi üretecek ve sömürecektir. Siyonizmin “çözüm” üreten Millî Görüşçü Adil Düzencilere karşı düşmanlığı buradan geliyor. Bin yıl önceki içtihatları istediğin kadar oku, sabaha kadar zikret; ama sakın “yeni içtihat” yapma, “yeni çözüm” üretme! Onların istediği bu. İşte Siyonizmin köşemdeki yazılara olan düşmanlığı bundandır.
Sayın Başbakan! Gazetemdeki köşemde “Millî Görüş” çizgisinde yazılarımı yazıyorum. Size yazılarımın hangilerini gösterdiler, neler söylediler, bilemiyorum. Sorma imkânım da maalesef yok! Çünkü yıllarca birlikte çalıştığımız ve her istediğimde görüştüğümüz halde; bütün çaba ve taleplerimize rağmen “başbakan” olduktan sonra sizinle hiç görüşemedik. Bu arada, bilmem, verdiğiniz sözleri tekrar hatırlatmama gerek var mı? Daha sonra mezkur dâvette Üstadım Süleyman Karagülle ile görüşürken, içinde “Reşat’ı susturmak!” ifadeleri olan cümleleri de kullanmışsınız!.. Yazdıklarımla aynı zamanda çalışma arkadaşlarımın görüş ve duygularına da tercüman oluyorum. Yardımcılarınız bu yazımı da size ulaştırırlarsa, onlara teşekkür ederim.
Sayın Başbakan! İmam-Hatip Lisesi ile Almanya, İzmir ve Arabistan’da üniversitelerde okuduğum yıllarda, ben de sizin gibi değişik takım sporlarını amatörce yaptım. Takım oyununun ne demek olduğunu iyi bilirim. Şimdi profesyonel olarak karşı takımlarda oynuyoruz. Yazılarımda “MİLLÎ GÖRÜŞ” ve “ADİL DÜZEN”i anlatıyorum. Millî Gazete takımının bir oyuncusuyum. Ben bu takımda oynuyorum. Bu takımda oynuyorsam, elbette kendi kaleme gol atacak değilim. Ancak şunu biliniz ki, karşımızda sizinkinden başka takımın oynamasını da istemem. Ligden düşmenize asla razı olmam. Ama acizane gördüğümüz kadarıyla siz daha kendi takımınızı bile kurmuş değilsiniz. Âriyeten yanınızda olan başkalarının oyuncuları ve takımları ile karşımıza çıkıyorsunuz. Millî Gazete’deki köşemde çıkan yazılarımı bile herhangi bir maçta yenme yani cevaplama gücünüz yok. Karşımıza güçlü bir takım ile çıkıp bize verilecek cevaplarla bizi perişan etmeniz gerekirken, sizin takımınız yok diye bizi de “saha dışına çıkartmak” yani “susturmak” istiyorsunuz!
Muhterem Hocamız Erbakan “Millî Görüş”ü ve “Adil Düzen”i anlattı, oyları siz topladınız. Benim de İstanbul’un bir yerinde belediye başkan adayı olduğum son yerel seçimlerde sizin oyunuz arttı; ama Millî Görüşçülerin oyları da arttı. Bu gidiş nereye gidiyor? Çok yakında Meclis’te yalnız “Millî Görüş” kökenli partiler kalacaktır. Diğer bütün partiler elenip gidecektir. Belki sizi de parçalayacaklar ve üçüncü bir partiyi de kuracaklar ama Meclis sadece “Millî Görüş” kökenli partilerden oluşacaktır. İşte onların korkuları budur, endişeleri budur. Akılları sıra önce bizi devre dışı yapacaklar, sonra sizi devre dışı edecekler. Şimdi bizden korktukları için size dokunmuyorlar. Biz sizin paratoneriniziz, Sayın Başbakan!
Sayın Başbakan! Bu vesileyle size bazı tavsiyelerimiz olacak. Bu tavsiyelerimiz aynı zamanda ve onlar adına tüm Adil Düzen Çalışanlarının tavsiyeleridir. Artık kendi as takımınızı kurun, geçici âriyet takımlarıyla karşımıza çıkmayın. Hele hele bizim takımımızı asla saha dışına çıkartma (yani susturma) arzusunda bulunmayın. Bunu sizden çok daha güçlüler denedi, ama sonunda hep kendileri sahadan ayrılıp gittiler, hükmen mağlup oldular. Biz her seferinde ve daima daha güçlü olarak geldik. Ben onların hiçbir takımında oynamam. Ama sizin kuracağınız bir AK Parti takımında yer almaya ve transfer olmaya hazır çalışma arkadaşlarım var. Birlikte çalıştığımız her dönemde size hep söylediğim iki kelimecik şartımız var; “ADİL DÜZEN”! Siz bizi susturacağınıza, kendiniz konuşmaya başlayın. Siyonizmin talimat veya tavsiyelerine bu kadar fazla uymanız gerekmez. Onlardan korkmayın, Allah’tan korkun. Susturmak isteyenler çok yakında kendileri susacaklardır. Karşı basına hortumladığınız devlet bütçesinden değil; size oy veren kimselerin, “Millî Görüş”e oy verenlerin desteğiyle karşı takım oluşturalım. Millî Gazete ile maç yapmaya âriyet takımları ile değil, kendi takımınızla gelin… Vesselâm…
Sayın Başbakan! Bir zamanlar beraber yürümüştük biz o yollarda… Şimdi ayrı yürüyoruz bu yollarda!.. Acaba neden?.. “O yollar” kimin, “bu yollar” kimin?!. Aynı yolda yarışmak ne kadar kutsalsa; ayrı yollarda çekişmek de o kadar çirkin ve üzücü. REŞAT NURİ EROL
[TAVZİH: Bu “Açık Mektup” bu köşede 07.09.2005 tarihinde yayımlandı, arşivde duruyor… Geçen gün (13.12.2011), “sağlık” ve “insani” sebeplerle “R. Tayyip Erdoğan, sağlık, siyaset ve gelecek” başlıklı bir yazı yazdım… Ardından bana dört telefon geldi… Genel Yayın Yönetmenimiz Mustafa Kurdaş da aranmış… Bir “TAVZİH” yazısı yazmaya söz verdim… Yazıyı yazmaya başlamışken, bu “Açık Mektubu” hatırladım… Benim “R. Tayyip Erdoğan” ile ilgili görüşüm o günden bu güne hiç değişmedi, aynen devam ediyor… “TAVZİHİM” budur...]