İnsanlığın hikâyesi, bizim hikâyemiz-7
Reşat Nuri EROL
Haber çok taze, bir günlük, başlığı şöyle: Bin Ladin’i verdik ama almadılar! Bunu söyleyen Afganistan’daki devrik Taliban rejiminin eski Dışişleri Bakanı.
Taliban lideri Molla Ömer’in yardımcısı, devrik Taliban yönetiminin son Dışişleri Bakanı Vekil Ahmed Mütevekil, El Cezire’ye verdiği demeçte, ABD’ye, 11 Eylül 2001 saldırılarının planlayıcısı olarak kabul edilen Bin Ladin konusunda, 1990’larda Amerikan tesislerinin hedef alındığı saldırılarla ilgili olarak yargılanması için önerilerde bulunduklarını söyledi. Mütevekil, 2001 saldırılarından önce bile Bin Ladin meselesini çözmek için çeşitli öneriler sunduklarını, bunlar arasında, üç ülkeli mahkeme kurulması ya da bağımsız uluslararası kuruluş olarak İslam İşbirliği Teşkilatı’nın (İTT) gözetiminde bir şeyler yapılması olduğunu ifade etti. ABD bu önerileri kabul etmiyor, Irak’ı işgal ediyor, birkaç milyon insanı katlediyor, dul ve yetim bırakıyor, koca bir ülkeyi ve bölgeyi perişan ediyor…
Sadece bu örnek bile oynanan oyunu açıklamak için yeterlidir. Oyun devam ediyor, kendilerini bir şey sanan Saddam ve Kaddafi üzerinden ibreti âlem olmak üzere diğer diktatör ve yöneticilere ders verilmektedir. Önce Baas yönetimleri devrildi. Sonra onlara hazırlattığı mahzenlerde onları yaşattı. Usame Bin Ladin’i de öyle yaptı. Ne var ki bir kaza oldu. Saddam tesadüfen başka güçler tarafından yakalandı. Muhakemede uzun zaman onu korudu ama başaramadı. Yoksa sermayenin istediği Saddam’ı da aynen Abdullah Öcalan gibi saray gibi hapishanede yaşatmaktı. Usame Bin Ladin’i acemi Obama yakalattı. Tekrar hatırlatıyorum: Usame Bin Ladin’i öldürdüklerini sanmıyoruz...
Kaddafi’nin durumu da Saddam gibidir. Bir görevli tesadüfen yakalamazsa onu yaşatacaklardır. Bunu ne diye yapıyorlar, bu işbirlikçi diktatörleri neden yaşatıyorlar? Eğer öldürseler veya öldürtseler o zaman yeni dünyada yeni diktatörler bulamazlar da ondan.
Türkiye’de ve İran’da sömürü sermayesi duruma tam hakim değildir. Zaten bu ülkelerin genel siyasetleri de Batı’ya uygundur. Çünkü ne İran’da ne Türkiye’de İslâm’ın halk düzenini getirme çabaları yoktur. Mevcut düzen içinde İslâm’ı yaşamaya çalışıyorlar. Bu İslâmiyet değildir, sadece adı İslâmiyet’tir. Sömürü sermayesi siyasetini değiştirmiştir.
1897’de İsviçre Basel Yahudi Kongresi’nde alınan kapalı kararla 1997’de İslâm dini ortadan kalkacak, yeryüzü lâiklik içinde sermaye tarafından yönetilecekti. 28 Şubat aslında bunun denemesi idi. Başaramayınca siyasetini değiştirdi, sermaye şimdi kendini mevcut duruma uyarlıyor. İslâmiyet’i de yavaş yavaş kendilerine uyarlayacak hâle getirip İslâm ile dünya hakimiyetini sürdürmek istiyor; “Büyük Ortadoğu Projesi” budur... Erbakan’ın önderlik yaptığı “Adil Düzen Projesi” engellenmek istenmiştir…
Şimdi dinsiz diktatörler tasfiye edilmekte… Diktatörlerin yerine dindar işbirlikçiler getirilmekte... Nitekim İran’da ve Türkiye’de “dindar işbirlikçiler” iktidar edilmekte... Türkiye Başbakanı işte bu amaç için Mısır, Tunus, Libya seferine çıkmakta… “İşbirlikçi” kelimesini hakaret olarak kullanmıyoruz; “din”de İslâm kalmak, “düzen”de Batılı olmak, sermaye sömürüsüne teslim olmak, onun istediklerini yapmak demektir...
Örnek olarak, İran ülkesinde “altın karşılığı para” çıkaracağına atom santralini yapmakta! Kendisinin petrolü var, atom santraline ihtiyacı yok ama onu yapmakta! Böylece İran halkı uyutuluyor. Güya Batı’ya kafa tutuluyor ama İran düzeni batılılaştırılıyor...
AK Parti de güya “yeni anayasa” peşinde; bütün partilerin ittifak ettiği yeni bir anayasa yapacak. Bu ancak şu şekilde mümkün olur: Bütün partiler “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nı kabul eder, onun üzerinde tartışarak anlaşırlar veya anlaşamadıkları maddelerde hakemlere giderler. Yahut bütün partiler ABD dolarlarının buyruğuna boyun eğerler ve onun istediği anayasayı çıkartırlar. Başka türlü mutabakat nasıl sağlanacak? İkincisini yapacakları için işbirlikçidirler. Duamız elbette yanılmamızdır ama göreceksiniz, herkesle mutabık kalınan bir anayasa çıkacak, sadece bizimle mutabık olmayacaklardır. Yani bunların anayasasında hakkın ve halkın yeri olmayacaktır. Çünkü bunlar lâiktirler. Biz işte bunlara “işbirlikçi” diyoruz. Çünkü kâinatı var eden Allah’ı bırakmış, karşılıksız yeşil kâğıdın yani faizli doların peşinden koşmaktadırlar...