08.07.2011
“Müdahaleler” deyince; her şeyden önce ülkemizdeki müdahaleleri yani 1960, 1971, 1980 ve 28 Şubat 1997 askeri müdahalelerini ve diğerlerini kastediyoruz. “Diğerleri” dendiğinde de 27 Nisan e-muhtırası ile “Ergenekon, Balyoz” ve daha bilmem ne diye isimlendirilen, hâlen de devam etmekte olan süreci ifade ediyoruz... Sağlıklı, sağlam, dengeli ve özellikle de “adil” bir “düzen” kuruluncaya kadar da bu süreç devam eder gider...
“Müdahaleler” deyince; elbette “din”e (başörtüsü zulmünden tarikat, diyanet ve cemaat yapılanmalarına kadar), “ilim”e (ilkokuldan başlayıp üniversiteye ve Kur’an kursları ile medrese eğitimine kadar), “ekonomi”ye (borsa, odalar, sendika, derneklerden şirketlere ve her alandaki “tekli” merkezî yapılanmadan “faiz” dayatmasına kadar) ve “siyaset”e (asılan başbakandan kapatılan Millî Görüş partilerine kadar) yapılan “müdahaleler” de var...
“Müdahaleler” deyince; insana bu kadarına da “pes” doğrusu dedirten “futbol kulübü yönetimleri, futbol medyası, federasyonlar, mafya, menajerler ve tüm bunların etkisine açık bazı hakemlerin kirli işbirliği” yani “futbola, maçlara, sonuçlara müdahaleler” var!..
***
Başlangıçta insanlığı dinler yönetiyor, peygamberler Allah’tan aldıkları vahiylerle insanlığın günlük ihtiyaçlarını çözüyordu. Peygamberlerden öğrendiklerini kendi çıkarları için uygulayan “hanedanlar” daha sonra yönetimi ele geçirdiler, dünyayı “saltanat” şeklinde yönetmeye başladılar. Din ile siyaset arasında uzun süren çatışmalardan sonra barış oluştu. Siyaset adamları din adamlarına saygı gösteriyor, din adamları da siyaset adamlarına itaat ediyordu. Roma, Bizans ve İslâmiyet’in saltanat dönemindeki (Emevi, Abbasi, Selçuklu, Osmanlı saltanat dönemlerindeki) uygulamalarla bu durum günümüze kadar böyle uygulanagelmiş; son yüzyıl da “diktatörlük” ve sözde “demokrasi” ile geçmiştir.
Son zamanlarda sermaye bütün dünyada yönetimi ele geçirmeye çalışmakta, dünyayı tek devlet gibi yönetmek istemekte, beş asırdır bütün dünyada bunun savaşı yapılmakta... Sivil yönetimleri sermaye oluşturmakta, askerlere de o hükmetmekte; kendisini dinlemeyen hükümetlere karşı askerleri devreye sokmakta, kendisinin istediğini yapmayan askerlere karşı ise sivil yönetimi kullanmakta; özellikle ülkemizdeki “müdahaleler çarkı” böyle dönmekte… Hatırlayalım: O dönemde AKP’deki Millî Görüşçü milletvekilleri ile birlikte CHP ve Ordu Irak tezkeresine (1 Mart 2003) izin vermedi; bundan dolayı CHP Genel Başkanı ve o dönemdeki parti yöneticileri tasfiye edildi; bundan dolayı Millî Görüşçü AKP milletvekilleri tasfiye edildi; bundan dolayı değişik isimli operasyonlar ve davalar vardır...
Sömürü sermayesi öyle tezgah kurmuştur ki; kendisini dinlemeyen hükümetleri askerler eliyle uzaklaştırmakta, kendisini dinlemeyen askerleri de hükümetlerine tasfiye ettirmekte; kendine göre oluşturduğu bu “sermaye-siyaset dengesi” üzerinde küresel sermaye sömürüsüne devam etmekte... Bu düzenin devamı ve sorunun çözümsüzlüğü elbette bütün dinî, ilmî, iktisadî, siyasî ve sosyal sorunların çözülmesini önlemekte...
***
“Adil Düzen”de bu sorunlara şu çözümler önerilmekte: 1- Sivil yönetim askeri yönetimden ayrılmalı, birbirlerine karışmamalı; devlet başkanı asker olmalı ve “asker-sivil dengesi”ni sağlamalı... 2- Askeri birliklerin faaliyet sahaları ayrılmalı, 12 ordu 12 bölgenin korunmasına hizmet etmeli, bir ordunun askerleri kendi bölgesi dışındaki halklardan oluşmalı... 3- Askeri bütçe ayrı olmalı, genel bütçe gelirlerinin beşte biri askere ait olmalı, gümrükler askere ait olmalı, bedeller askere ait olmalı, bir de bazı kamu hizmetleri bedel karşılığı askerlere verilmeli; asker sadece tüketici değil üretici de olmalı... 4- Vatandaşlardan isteyenler gönüllü olarak “asker” olmalı, asker olmak istemeyenler “bedel” vermeli, bedelin miktarını tayin etme orduya ait olmalı... Askerlik yani ülke savunması hizmetinin de bir karşılığı olmalı, “seçme” ve “seçilme” haklarına yalnız askerlik yapanlar ve bunların kadın eşleri, bekarların ise yakınları sahip olmalı... (Sonuç: Sorunlar çözülmedikçe bitmez, artar!)