ÜSKÜDAR ÇALIŞMALARI-9 Cuma, 27.05.2016
“İSLÂM MEDENİYETİ” deyince ne anlıyoruz?
İSLAM MEDENİYETİ VAKFI’nın herhangi bir toplantısına katıldığınızda, önce o vakfın çıkarlarını düşüneceksiniz. Vakfın gayesine aykırı işlerle vakfı meşgul etmeyeceksiniz. Başka amaçlar peşine vakfı yöneltmeyeceksiniz.
“İSLÂM MEDENİYETİ” dediğimiz zaman neyi anlıyoruz, İslâmiyet’in geçmişi mi yoksa İslâmiyet’in geleceği mi?
Sümer Medeniyeti Vakfı kursak, beş bin sene önce yaşamış ilk medeniyeti öğrenmek gayemiz olur, böyle bir vakıf da kurulabilir, ilim dünyasına yararlı olur.
“İslâm Medeniyeti” deyince, Sümer Medeniyeti gibi yaşanmış ve artık tarih olmuş bir medeniyeti mi anlayacağız, kurucuların gayesi bu mudur? Ben şahsen böyle bir İslâm Medeniyeti Vakfı çalışmalarına katılamam, çünkü buna ayıracak vaktim yoktur.
Diğer taraftan bugün yaşayan ve gelecekte kurulacak üçüncü binyıl uygarlığına yön verecek akımlar vardır; kapitalizm, sosyalizm, karma medeniyet akımları vardır. Bir vakıf kurarız, kapitalist uygarlık vakfı deriz, bu vakıf gelecekte kapitalizmin hâkim olması için çalışır. Bu geçmişi incelemek için kurulmuş bir vakıf değildir, geleceğe yönelik bir vakıftır.
İslâm Medeniyeti Vakfı’nın hedefi bu olabilir; üçüncü binyıl uygarlığının bir İslâm medeniyeti olmasını hedefleyen ve o medeniyetin oluşmasına katkıda bulunan vakıf olabilir. Vakfı kuranların, bugün kurucu olanların gayesi nedir? İslâmiyet’in tarihini mi incelemek, yoksa İslâmiyet’in geleceğini mi incelemek? Önce bunun ortaya konması gerekir.
Şüphesiz İslâmiyet’in geleceğini yönlendirmek için geçmişi bilmek gerekecektir ama geçmişte boğulup geleceğe gözlerini kapamak, hep geriye bakmak, üçüncü binyıl uygarlığındaki İslâmiyet’in yerini belirlemede fazla faydalı olamaz, hattâ zararlı olur.
Şimdi yeni yönetim vakfın başına geçmiştir. Şimdilik ekip üç kişiden ibarettir; Reşat Erol, İsmail Er Bacak ve Hakan Halit Köse. Önce bunlar birbirleri ile tartışıp buna karar vermelidirler; VAKFIN GAYESİ geçmiş İslâm Medeniyeti’ni öğrenmek mi, yoksa gelecekteki İslâm Medeniyeti’ni oluşturmak mı? Bu hususta önce bu üç kişi anlaşmalı ve karar vermelidirler.
Ondan sonra Vakıf Mütevelli Heyeti’ni bu hususta ikna etmeli, birlik sağlamalıdırlar. Vakıf Mütevelli Heyeti ittifakla, gayemiz İslâm Medeniyeti’nin geçmişini incelemektir, yeni içtihatlara ve yeni icmalara gerek görmüyoruz diyebilirler. İslâmiyet’i bin yıl öncesinde dondurabilirler. Bugünkü İslâm camiası buna taraftardır. Çünkü İslâm Sermaye’nin işine gelmiyor. Yenilik demek Kur’an’ın bugün uygulanması demektir.
Evet, Reşat Erol önce İsmail ile Halit’i ikna etmeli, onların sadece katılmasını değil buna inanmasını sağlamalıdır. Ondan sonra bunların desteği ile diğer vakfın kurucuları ikna edilmelidir. Bu zannedildiği gibi kolay bir iş değildir. Günlük düzen içinde iş yapanlar, geleceğin sistemi için çalışamazlar. Çünkü gelecek düzen, bugünkü düzendeki kazançlara engel olacaktır.
Benim yakın çalışma arkadaşlarım olmuştur. Necmettin Erbakan ve Fethullah Gülen bunların başındadırlar. Bunlar hep cari sistemde kazanmayı ve bununla elde edilen güçle İslâm düzenini getirmeyi tercih ettiler. Gayelerine eriştiler; biri siyasette, diğeri de dinde zirvelere ulaştılar. Her ikisinin cari sistemde kazandıkları bol servetleri var ama İslâm düzenine doğru bir adım atmış değildirler. Atamazlardı... Soru/sorun şudur: Cari sistemde zengin olan, iktidara ulaşan ve cemaatleşen topluluk kazançlarından vazgeçebilir mi?..
Reşat Erol da bir taraftan Adil Düzen için günde belki on saatten fazla çalışmaktadır ama bir türlü cari sistemde kazanma sevdasından vazgeçmemektedir. Bu üç yönetici önce cari sistemde kazanma sevdasından vazgeçip Adil Düzen’de kazanma yollarını aramalıdırlar.
Yaşamak için cari sistemde çalışırlar ama o sistemde asla servet edinmeye uğraşmazlar. Zaruri ihtiyaçların üstünde bu düzende kazanılanlar haramdır.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL