Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
24 Ocak 1998 Tarihinde Hakka yürüyen bir Allah dostu, Abdurrahim Reyhan Hz. nin sohbetlerinden paylaşım yapmak istiyorum.
Bu sohbetler teyip ve video kasetlerinden kitaplara aktarılmıştır.
Bu paylaşımımız, ''GÜLDEN BÜLBÜLLERE 1'' kitabından alıntılar olacaktır.
Biz kulluğumuzu yapalım, emir ve yasaklara uyalım. Veren Allah ne verirse ona uyalım (şükredelim). Tecelli neyse ona rıza gösterelim. Bizi müslüman halk etmiş. Maddî istekler istemeyelim.
Hak tecelli etmeyince nutka gelmez bir ahad
İzn-i Bâri olmayınca nutka gelmez bir ahad
Hayır ve şer fermanı var. İnanmak müslümanlığın bir parçasıdır. O zaman inancımızı hayra yoralım. Hayır ve şer Allah'tan gelir. Cüz'î irâdemizle şerre yönelmeyelim. Şer istemeyelim. Hayrı isteyelim. Bize şer görünenler hayırlıdır, biz bilmeyiz. Cenâb-ı Hakk'ın şerre rızası yoktur.
Hadis-i Şerif:
"Sizin için güzel görünen şeyler, sizin için çirkin olabilir."
Onun için biz hayırlısını isteyelim. Ne gelirse Allah'tan, hayır da şer de Allah'tan.
İnsanlar kanaat etmiyor. Bir şey haddini geçince haram oluyor. Tahmin ettiği bir şey var, 10 liraya satacağı bir şeyi 15 liraya sattı. İsteyerek değil, pahalı olduğunu bilerek değil, piyasa değişmiş. Burada veren kim? Cenâb-ı Hakk. Alan kim? Cenâb-ı Hakk. İnsanlar zarar ederse zarar ettiren kim? Cenâb-ı Hakk. "Vebil kaderi hayrihi ve şerrihi" fermanında kâr, zarar, hepsi var. Hastalık, sağlık hepsi var.
Bizim için büyük zarar, manevî zarardır. Büyük kârımız amelle olur. Büyük zararımız da isyanla olur. Manevî kârımız, büyük kârımız Allah'a itaatle olur. Allah'a itaatta ölçü yoktur. Zâhirde bizim bildiğimiz beş vakit namazdır. Namazdan başka ibadetler de vardır. Cenâb-ı Hakk:
"Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşır." buyuruyor.
Savm, salat, hac ile sanma biter zâhid işin
İnsan-ı kâmil olmaya lâzım olan irfân imiş
Bu da bir ilimdir. Kalb ilmini bilenler meşâyihlerdir. Çünkü onlar kalb ilmi okurlar. Cenâb-ı Hakk bizi inanmış olarak göndermişse bize kâr ve zarar bildirmiş. Manevî kârımız itaat, zarar ise Allah'a isyan etmektir. Fakat isyan edenler müsavi değiller, itaat edenler de müsavi değiller. İtaat edenler müsavi olsalar bile, birisi daha makbul olur. Diğerinin ki o kadar olmaz.
İlim, amel, ihlas ile itaatlar tamam oluyor. İlim: Allah'ı bilmektir. Amel: Bildiğini işlemektir. İhlas: İlmini de, amelini de Allah'tan bilmektir.
Bu ilmi, Allah verdi, bu ameli Allah verdi. Cenâb-ı Hakk fırsat verdi, kuvvet ve gayret verdi. Onun verdiği güçle ben bu ameli işledim. İşte ihlas budur. Esas ihlasın anlamı: Ben yapamadım, işlemedim, bilemedim.
Onun için, itaatı makbul olan kimse yaptığıyla övünmeyendir. Yapamadım zannedendir. Diğeri de itaat işlemiştir. Ama makbul olanı yapamadım diye düşünüyor. Onun için Cenâb-ı Hakk amelinizi, ibadetinizi rızası dahilinde istiyor. Benim ilmim yok diye üzülmeyin, ilim Allah'ı bilmektir. Herkes bildiğinin âlimidir. İlmimiz inancımızdan.
"Herkes bildiği ile amel ederse, biz bilmediklerini ona öğretiriz."
Burada "bilmediklerini biz ona öğretiriz" diyen Cenâb-ı Hakk, insanlara ilhâmı kalbinden doğduruyor. Hoca ilmi, medrese ilmi de inkâr edilmez. Hoca ve medrese ilmi ile de tasavvuf bulunmuştur. Fazîlet var. Amellerin makbulleri, amellerin kıymetlileri bunlarla bilinmiştir. Bir zâhir ulema kendi bildiği ile kalırsa, ilminden, amelinden dolayı bir kâmile kendini teslim etmezse, bir kâmil insan bulamazsa onun ilminden, amelinden ledünnî doğmaz. İlmi olsa bile. Eğer bir kâmile teslim olmazsa, ilmi yüksek de olsa ondan ledünnî doğmaz. Çünkü:
Söz ile bir kalbe doğmaz ledünni
Bütün azaları dil olmayınca
Nefsi emmârenin bilinmez fendi
Gönül şehri bahr-i Nil olmayınca
"Çok zikredin" diye Cenâb-ı Allah'ın bir emri var. Rakam vermiyor. Çok zikredin diyor. Bunu tasavvuf alimi nasıl izah ediyor? Diyor ki:
"Zikren kesîrâ"
Bunun manası ancak müntehide olana tecelli eder. Bir de kesîrin manası tecelli etmez. Kesîr demek, rakam yok demek. Sabahtan akşama kadar zikretmek demek. Müptedi irâde sahibi. Bunda rakam var. Kelâm-ı kibârda buyurulmuş:
Özün bir pîre teslim et müdâvim ol kapısında
Meşâyihten murad şâhım mürebbî kâmil olmaktır
Mürebbî kâmil: Mürşit, en üstün terbiye edici.
Hem mürebbîdir, O'nu bir yetiştiren var ama kendiliğinden yetişmemiş. Mevlânâ'yı o kadar ilmi ile bir yetiştiren var. Eğer kendiliğinden yetişmiş olsaydı Abdurrahman Câmi Hazretleri, o kadar ilmi ile yetiştirdi. Nice âbidler amelleri ile kendilerini yetiştirirlerdi. Yetiştirememiş bunlar. Yarıda kalmış. "Mûtû kable en temûtû" sırrına mazhar olamamışlardır.
Mürebbi olmak kimdedir ?"Mûtû kable en temûtû"sırrına mazhar olmaktır. "Mûtû kable en temûtû"sırrına ermemişse bir insan, yetişmemiştir. Yetiştirici değildir.
Elhamdülillah!
Şeriat cisimle, cesetle olan bir şey. Kalbimizi bütün kötü niyetlerden kötü düşüncelerden muhafaza etmek lâzımdır.
Allah'ın emirlerini yaparsak şeriatı işlemiş oluyoruz. Cesetle olan ibadete ŞERİAT diyoruz.
Tarîkat'a gelince, kalb ve ruh çok önem taşıyor. Daha ziyâde kalbimizi gafletten koruyacağız. Gaflet hangisidir? Allah'tan başka, Resulullah'tan başka, kalbimizde ne varsa bunların hepsi muhâliftir. Bunları atmaya çalışacağız. Niçin? Çünkü kalbimiz vücudumuzun padişahıdır. Herşey kalbimize geliyor ondan sonra vücudumuzu fiiliyata geçiriyor. Bunun için
"Din nasihattır, din nasihattır" buyuruyor Peygamber Efendimiz.
Nasihat ise ikidir:
1. Vaaz vardır (Zâhir).
2. Sohbet vardır (Bâtın).
Sohbet insanların kalbinden. Sebep ne oluyor buna, sohbeti kim çekiyor, kim meydana getiriyor?
Sohbeti ancak dinleyenlerin ruhu çeker. Mesela şöyle ki: Hasta gider, doktora hastalığını söyler. Doktor onu dinler, kitaplarına bakar, senin derdin şuymuş, hastalığının ilacı da şu der. İşte bunun gibi, ruhumuz da bir hastalık içerisinde, kalbimiz de bir hastalık içerisinde olduğu için, biz de burada toplanmışız. Sanki muayenehaneye gelmişiz. Doktor bizi ne yapıyor? Dinliyor. Ama bu ruh muamelesidir. Beşeriyette insanlar ayrı ayrıdır. Hani bir müptedi var bir de müntehi var. Bir avam var. Bir de havas var. Fakat mâneviyata gelince, tarîkata gelince bunlarda ayrılık yoktur. Ruhlar birbirleriyle anlaşıyorlar Burada sohbeti ruhlar cezbediyor.
Bakın kelâm-ı kibârda şöyle:
Bahr-i aşkın katresi ol sohbet-i mevlâ ile
Katreler deryâ olur cemiyet-i kübrâ ile
Bahr-i aşk : Allah için birbirlerini sevenler. Allah için birbirleriyle buluşanlar.
İbrahim Hakkı Hazretlerinin emri budur:
"Hak şerleri hayır eyler." buyuruyor.
Hakk şerleri hayr eyler. Anlaşılmasın ki sen veya ben şer işleyelim de Hakk bunu hayır etsin. Hayır! Madem ki Peygamber Efendimiz :
" Benim mürebbim Rabbim. Beni Rabbim terbiye etti." diyor.
Bunun zâhirdeki anlamı nedir? Peygamber Efendimiz ümmîdir. Yetimdir. Annesi yoktu. Babası yoktu. Okutmadılar. Mektep medrese görmedi. Ama O tıfl iken, onda bir ilim vardı.
Tıfl iken ol dilerdi ümmeti
Sen gocaldın terk edersin sünneti
Tıfl iken! Bu ne? Anasından dünyaya geldi, hemen secdeye kapandı. Seni, beni, ümmetini diledi. Hani onda bir ilim olmasaydı, ne bilyordu ümmetini? Nereden biliyordu? Meşâyih sohbetinde tarîkat sohbetinde buyuruyorlar ki büyüklerimiz, Cenâb-ı Hakk Peygamber Efendimizi O'nu bir hoca talebeye ders verir gibi bin sene okutmuş. Zaten kendisi de buyuruyor ki Peygamber Efendimiz :
"Evvel benim ruhumu halk etti, evvel benim aklımı halk etti, evvel benim nurumu halk etti."
Öyle ise, bizim de bir mürebbiye ihtiyacımız vardır. Biz de ruh sahibiyiz. Cenâb-ı Hakk bize de ruh üflemiş. Öyle ise, bizim de ruhumuzun mürebbisi olacak. Mürebbisiz, ruh yetişmez.
Bizim mürebbimiz kim? Mürşidimiz. Allah, şeriatımıza göre cüz'î irâdemize göre bize emretmiştir. Şerden sakının, kaçının demiştir. Şerre rızası yoktur. Hayra rızası vardır. Ama Hak'tan tecelli eden hayırlar, şerler var. Bizim hastalığımız bize şer görünüyor. Bizim fakirliğimiz bize şer görünüyor. Bu da nedir? İllet, gıllet, zilllet. Ama bir tane mi illet var? Bin tane illet var. Bunlar nereden geliyor. Allah'tan geliyor. Ama bunların hepsi bizim için şer. Mademki herhangi bir hastalık bizi rahatsız ediyorsa, rencide ediyorsa.. Fakirlik, yoksulluk, büyük zararlar, üzüntüler, kederler.. Nedir bunlar? Şer görünür. Allah'tan tecelli eden şer bunlardır. Bir de biz hayır düşünüyoruz. Hayra yoruyoruz. Sen iyi niyetlisin, insanlara iyilik yapmak istiyorsun. Fakat senin karşına çıkan insan da sana kötülük yapıyor. Bak! Ondan da kötülük geliyor sana. Nedir işte bunlar: İllet, gıllet, zillet.
İllet: Hastalık. Gıllet: Maişet darlığı, fakirlik. Zıllet: Cemiyette itibar yokluğu.
İlim olmazsa cihanda insanlar azar kalır yabanda
Böyle tarîk-i müstakîmden kaymış, kitaptan, sünnetten kaymış bir insanın da irâdesi var. Onun da fiiliyatı var. İşte bunlardan insana hayır gelmez. Kitaptan, sünnetten haberi olan iyi insana kitaptan sünnetten haberi olmayan insandan şer gelir. Bunu da Allah'tan bileceğiz ki Cenâb-ı Hakk bunu hayıra tebdil etsin.
Fiiliyatımız elimizde, amelimiz elimizde, hâlimiz elimizde değilse, Cenâb-ı Hakk ne buyuruyor?
"Her hâlinizle Bize, Azimüşşan'a rücu edin."
Her hâlinizle. Sadece sıkıntılı zamanımızda mı Allah'a yalvaracağız? Yok. Geniş zamanlarımızda da, safâlı zamanlarımızda da Allah'a şükredeceğiz. O'nu unutmayacağız. O'nu zikredeceğiz. Fakat sıkıntılı zamanımızda da yine Allah'a sığınacağız. Kurtulmamız için Allah'a sığınacağız. Bunun için Cenâb-ı Hakk:
"Her hâlinizle Bize, Azimüşşan'a sığının." buyuruyor.
Muhakkak bizim de bir cihâdımız oluyor. Cihâdımız ise: Bu kötü zamanlarımızda bize vesvese veren, bize kötü düşündüren, kötü niyetlerle mücâdele. Bunları ne yapmak lâzım? Bunları tebdîl etmek lâzım.
Onun için bakın:
Hevâyı Hû'ya tebdîl et
Bir nefes var insanın içinde "Ha", "Ha", "Ha" ile alınıp verilen bir nefes, nefesinden insanlar haberdâr olsunlar olmasınlar, bir "Ha" ile bir de hava ile girip çıkıyor. Bu nefesleri insanlar Allah'ı zikretmeden alıp veriyorlarsa boşuna. Bunu Hû'ya tebdîl etmek ne demek? Bir kimse nefesini Allah'ı anaraktan, alıp veriyorlarsa, O da hevâyı Hû'ya tebdîl ediyor.
Bu "Hû" da Cenâb-ı Hakk'ın bir ismidir ki, o nasıldır? Cenâb-ı Hakk'ın binbir ismi sıfatlarının ismi. Lafza-ı Celâl de Cenâb-ı Hakk'ın zatının ismi. Sıfatları var. Sekiz sıfatı var. Bu binbir isim (esma) Allah'ın sıfatları olan isimlerdir. 99 Esma-ı Hüsna var. Bu da binbir isminden seçilen isimlerdir. Cenâb-ı Hakk'ın zatına mahsus olan bir isim Lafza-i Celal'dir. Bu, insanların kalbinde yazılı imiş. Cenâb-ı Hakk onun için buyuruyor:
"Kulum Ben sana şah damarından daha yakınım."
Öyle ise yeter ki kalbimizi Allah ile meşgul edelim. Allah, Allah, Allah...
Allah ile meşgul edebilelim. Ne lâzım bize? Sa'y lâzım.
Zaten Cenâb-ı Hakk:
"Beni çok zikredin." Buyuruyor.
"Beni ayakta zikredin, otururken zikredin, yerken, içerken, gezerken, uyurken zikredin." buyuruyor.
Bak nimetimiz büyük. Nimetimizin kadrini, kıymetini bilelim. Allah'ın emri öyle:
"Ben bir kuluma nimet veririm, bu nimetin kıymetini bilirse büyütürüm, yükseltirim, artırırım onun nimetini. Yoksa çeker elinden alırım."
Burada anlayacağımız bizim:
Allah bizi müslüman olarak halk etmiş. Eğer müslüman olarak yaşarsak Allah bizi cennetine koyacak. Cenâb-ı Hakk âhirette bize çok ihsanlar verecek.
Yok!.. Müslümanlğımızı yaşamazsak, Allah bizi cehennemine koyacak. Bunu Cenâb-ı Hakk buyuruyor:
"Biz insanı güzel, çok güzel halkettik. Çok güzel halk ettiğimiz insanı biz cehennemin esfeli sâfilinine düşürürüz."
Ama bu insanın güzelliği ne ile?
Şeriatle, tarîkatle.. Eğer inanaraktan gelmişse bu dünyaya hayvanî sıfatta değil. Bu insan beşerî sıfata geçerse güzeldir. Melekî sıfata geçerse, güzellerin güzeli olur. Çok güzel olur o zaman. Bir güzel var, bir de çok güzeller var.
Dilersen dilberi dilber kılarsan dilberi dilber
Sana da keşf olur dilber mühim esrârı dervişân
GÜLDEN BÜLBÜLLERE 1 kitabının ilk bölümlerinden alıntılar paylaştım. Dileyen kardeşlerimiz, aşağıdaki linkten kitabı okuyabilirler. GÜLDEN BÜLBÜLLERE 1-2-3-4 cilt olarak yayınlanmıştır. Bu 4 ciltten seçilen sohbetlerden AŞK VE MAHFİYET kitabı 5. kitap olarak yayınlanmıştır.
Kitap okumayı sevenler için bir paylaşımda bulunmak istedim.
Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
ALLAH'A EMANET OLUNUZ.