Bahaeddin Sağlam
Kibir ve Gurur
29.12.2023
432 Okunma, 0 Yorum

 

Kibir ve Gurur

Kibir, soyut ve sonsuz büyüklük demektir. Yine büyüklük manasına gelen azamet ise somut büyüklük demektir. Kemikler manasına gelen izam da bu köktendir. İnsanlık ve din olarak kibir yasaklanmış iken azamet yasaklanmamıştır. Çünkü insan için azamet söz konusu olmuyor. Sadece şişmanlık söz konusu olur; o da tıbben yasaktır. Gurur ise onur diye bugünkü dile çevriliyorsa da kelimenin tam manası aldanmak demektir. Ve her aldanma negatif ve şeytani bir işlem olduğundan, Şeytana Kur’an’da iki yerde Garur: Çok aldatıcı denmiştir.

İnsanın soyut duygu ve yetenekleri, sonsuza dek gelişmeye müsait de olsa, hayat genellikle onlara o izni vermiyor. Fakat insan, başta bilgisi olmak üzere kendi soyut yeteneklerini sonsuz hissediyor. Ve dolayısıyla eğer hariçteki hakikatin önünde kendi haddini bilmezse her zaman aldanır. Onun için bu iki kelime genellikle beraber kullanılır. Çoğunlukla negatif ve şeytani duygular olarak ele alınır. Kur’an dahi her yerde bu iki kavramı böyle kullanmıştır. Aşağıda bu konuda 9 ayetin açılımına döneceğiz.

Evet insan sonsuz değildir, ama sonsuzu anlayabilecek ölçeklere sahiptir. Fakat yanılıp kendini sonsuz hissederse, başta Psikolojik olarak hastalığa yakalanır. Sonra varlıktan, hayattan ve hakikatin sonsuz bilgisinden mahrum kalır.

Kibri tetikleten ve daha sonra aldatıp insanın ayağını kaydıran şu beş sebebi sayabiliriz:

A) İnsanda benlik var. İnsanın benlik sahibi olması demek, onun soyut ve sonsuz algıya sahip olması demektir. Bunun görevi, varlıktaki ve hayattaki sonsuz gerçeklere ölçü olup onları anlamaktır. Bu, insandan başka hiçbir hayvan türünde yoktur. Fakat o benlik arınmazsa döner kendini sonsuz sanır. Bu aşamada kendi namına yasalar yapar. Monarşilerde gördüğümüz gibi.

B) Sonra milletini en büyük ırk kabul ederek, milletin bütün yaptıklarını kendi yaptığı imiş gibi hisseder, ırkçı olur. Burada mesela millet namına yasalar yapar.

C) Sonra bütün insanlığın birikimini hırsızlayarak kendine mal eder. Firavunlaşır. Tamamen, yasama, yargılama ve yürütme yetkisini kendinde görür.

D) Sonra bütün evrene sahip çıkmaya çalışır. Tanrılık iddia eder. Yargı ve yasama işlerini az görüp yaratmaya çalışır. Ama bir atomu bile yaratamaz.

E) Bağlı olduğu dinin, mürşit ve üstadının büyüklüğünü de kendi benliğine dördüncü bir katman yaparak, artık kulağını hakka ve yeni bilgilere tamamen kapatır.

İslam ve diğer bütün semavi dinler, bu beş yanılgıya karşı Hak ismini devreye sokar. Eskiden milletlerde matematik yok iken, alfabeler rakamlar yerine kullanılıyordu. Demek çok önemli kelimeler aynı zamanda sayı idi. İşte bu Hak kelimesi, 108 ediyor. Diyor ki: Varlık ve hayat birdir ve sonsuzdur. Evet, Said Nursi, Hak isminin yansıması olarak insanlığı gösteriyor. Özellikle, imtihan edilip herkesin hakkını elde etmesi meselesi tam bir Hak ismidir. Hak aynı zamanda denge demek olan adıl ismi demektir. 

Evet, insan alacaklı ile verecekliyi dengeledi mi, Hak ismini gerçekleştirmiş oluyor. Nitekim başta biyoloji, sağlık, atomlar ve ekosistem olmak üzere her şeyin özü bu denge ve varlığın tahakkukudur. 

Evet, benlik beş karanlık katmanları ile sonlu ile sonsuzun dengesini kaybedince, varlıktan, hakikatten ve daha sonra hayattan kopar, yokluk ve acılar cehennemine yanaşır. Cehennem ateşi yokluk ve acı demektir. Nükleer veya Hidro-Karbon bir ateş söz konusu değildir.

Burada anlattığımız denge, Kur’an’da hem insan için hem Allah için ahlak kavramı olarak ifade edilmiştir. Çünkü ahlak, somut davranışlar demektir. Nitekim varlık ve hayat dahi ancak dengelenince somutlaşır.  Yoksa, göreceli olarak yoklukta kalır. Göreceli diyorum. Çünkü tam manası ile evrende yokluk diye bir şey yoktur. Şöyle ki:

Varlık, soyutuyla-somutuyla bir tanedir ve sonsuzdur. Varlığın üç sacayağı var. Enerji, yazılım ve evrim. Dini tabir ile, kudret, ilim ve irade. Bunlar birbirinden ayrılmaz. Enerji, yazılım ile form alır, irade ile evrimleşir. Ve bunlar bir arada olunca mekân söz konusu olur. Yoksa soyut ve metafizik boyutlar için mekân söz konusu değildir. 

Dolayısıyla diyebiliriz ki, varlıkta saf soyut ve saf somut yoktur. Böyle bir iddia, yokluk olur. Nitekim İslam dini (ki beş bin yıllık bir süreci temsil eder) asla saf soyut ve saf somutu kabul etmiyor. Beden ile ruhu, dünya ile ahireti, bilinç ile beyni, inanç ile bilimi asla ayırmaz ve ayıranları da hoş karşılamaz.

Şimdi denge denilen hakikate yeniden dönebiliriz:

A) Çağımız, bütün çağların bir açıdan kaçındığı ama gerçek bilim ve aydınlanmanın olduğu çağdır. Buna göre başta Fizik, Kimya, Biyoloji ve Yazılım olmak üzere bilimler ışığında bir aydınlık Ontoloji edinmemiz lazımdır. Ki varlığın bize olan tehditlerinden kurtulalım; Filibeli Ahmet Hilmi Bey'in dediği gibi irfan cennetine girelim.

B) Bu cennette bilim ve din çatışması; dolayısıyla cehalet karanlığında kalınması söz konusu değildir. Yeter ki bilimsel bilgilerimiz evrensel olsun. Ve semantik olarak, Hermenötik olarak, dini literatürü bilip yorumlayalım. Hemen hatırlatalım ki: Tevrat, Tekvin 2. Bap, fiziğiyle, kimyasıyla ve ikisinin ortası olan biyolojisiyle bütün varlığı dünyadaki cennet kabul ediyor.

C) Yazılım bilimi, varlığın metafizik boyutlarını bugün bize gösteriyor. Dolayısıyla, Fizik ve Kimyaya dayalı olan eski materyalizmin artık yeri yok. Evet yazılım ile, Allah’ı da sonsuzluğu da ruhu da bilinci de aklı da ve diğer mitolojik sembolik gerçekleri de bugün bilebiliyoruz.

D) Ve eğer biz, Hz. Muhammed’in “Allah’ın ahlakı ile ahlaklanın,” emrini anlasak, Allah’ın her şeyi kolaydan dengeleyerek ve sonsuz bilgi-işlemle yaptığını; insan bu yöntemle iş yaparsa, ruhundaki sonsuz bilgi-işlemi çalıştırıp gerçek manada Tanrı-İnsan olabileceğini anlıyoruz. Evet, Platon’un Tanrılaşmak dediği bu gerçeklik idi. Çünkü o da öğrencisi Aristo da ifrat-tefrit (aşırılık-gerilik) ortasını sürekli tavsiye ediyorlar Etikalarında…

Peki, azmış dolayısıyla hastalanmış bir benlik yanılgısını nasıl tedavi ederiz?

Hz. Muhammed, şu altı tavsiyede bulunuyor:

1) Varlığının sonsuzluğuna karşı tevazu yapanı Allah yükseltir. (Tevazu eden, benliğini orta yere koyan, onun kapasitesini gören demektir.)

2) İslam, denge ve barış dini olsa dahi, bu dengenin iki ayağı olan Musa (Yasalar) ve Yunus (Hümanizm ilkeleri) ondan önce gelir. Dolayısıyla beni onlardan üstün tutmayın, diyor.

 3) Ben krallar gibi değil de köleler gibi geçindiğim için, Allah’a hamd ediyorum.

4) Kalbinde zerre kadar kibir olan, asla cennete giremeyecektir. (Çünkü cennet sayısız varlıkların dengesi yani darüs-selamdır. Kibir ise bütün varlık ve hayat dengelerini zehirleyen bir deccallıktır: Yani yanıltma ve yanılgıdır.)

5) Ben, anası, kurutulmuş et yiyen biriyim. Sakın beni yüceltmeyin. (Yani ilk alınan ilkeler ve ilk eğitim, insanı ya mütevazi yapar veya kibirli yapar.)

6) Ben her gün yetmiş sefer istiğfarda bulunuyorum. Yani eksiklerimi dillendirip onların kapanmasını diliyorum.

Mevlâna ve İbn Arabi gibi büyük zatlar, dinin ve ahlakın -başka bir deyimle dengenin- yaşanması için irfanı şart koşarlar. İrfan demek, varlığı ve hayatı her yönüyle tanımak ve yaşamak demektir. Sadece bilmek değildir.  Diğer tarikatların çoğu ise, kibir belası için açlık ve riyazeti tavsiye ediyorlar.

Said Nursi ise, Kur’an’ın mucizeliğini ve Kur’an’ın somut versiyonu olan kâinat kitabının mucizeliğini salık verir. O mucizelik, insan nefsinin ve benliğinin haddini ona bildirir, der. Ve bunu Kur’an analizleri üzerinden epeyce oturtur. Fakat varlık ve Allah algısını Kur’an’dan alacağına Orta Çağ Kelamcılarından alıyor. Dolayısıyla varlığın ve Allah’ın sonsuzluğu ortaya çıkmıyor. Ve o konudaki verilen bilgi mucizevi olmuyor. Dolayısıyla benlik, haddini bilmek için etkin bir ders almıyor. Dinin ahlaka dönüşmesi için bu konuda bir makale yazmıştım.

Said Nursi’ye göre, kâinat bizim galaksiden ibaret, onda yüz milyon güneş var. Enerji (kuvvet) denilen hakikat, Allah’ın soyut ve sonsuz kudretinin bir yansımasıdır. Allah, kudretinin tecellisi olan o enerjiyi, ilmi kalıplara sürer, atomlar ve eşya olarak ortaya çıkarlar. Ona göre, kâinatta hiçbir nedensellik geçerli değildir. Her şey, bizden çok uzaklarda olan Allah’ın etkisiyle oluyor. Halbuki varlık ve evren sibernetik olduğu için, kendi nedenselliklerini kendi içinde saklıyor. Ve dışarıdan daha çok içeriden yönetiliyor. Yine Nursi’ye göre varlık mertebeleri vardır. Hayali, nurani, maddi ve zorunlu olarak kabul edilen (Vacibül-Vücud) Allah varlığı.  Her bir mertebe bir alt mertebede sınırsız işler yapabilir. Bizce meçhul olan Vacip varlık, evren dışında ve hadsiz uzaklıkta da olsa, onun kudret, ilim ve iradesi sonsuzdur. Onun için başta diriliş olmak üzere sınırsız yaratmada bulunabilir, sıfatları projektör gibi her şeyi kuşatıyor, diye binlerce sayfa yazmıştır.

 Fakat ne yazık ki, böyle bir varlık ve Allah algısını, bugünkü sayısız testlerden geçen fen ilimleri kabul etmiyor. Başta doktorlar olmak üzere ehl-i fenni böyle bir algıya çağırmak, onlara küfretmek gibi olur. Nitekim Nurcular, bu varlık algısından ziyade varlıktaki düzen ve amaçlılık ilkelerini anlatıyor. Ve daha çok Bediüzzaman’ın harika dehasını işliyorlar. Bütün bunlar ise bugün için mu’ciz (mucize etkisi) olmuyor. Onun için Ateizm başını almış gidiyor.

Çok sevdiğim bir Nurcu Psikolog okuyucum vardı. Onu, bu modası geçmiş Kelam algısından İbn Arabi’nin varlığın sonsuzluğu ve birliği tezine getirmek istedim. İki sene uğraştım olmadı. Onun bu eksiğini ona bildirince ve konu ile ilgili yazıları gönderince kabul etmedi. Kibir ve gurur meselesi yaptı; ben zaten bunları biliyorum, dedi. Halbuki varlığın sonsuzluğunu ve birliğini bilen insan, hayatta korku ve üzüntülerden kurtulur, diye Kur’an’dan tam beş ayet biliyordum. İki sene boyunca, o imanlı ama gururlu arkadaşın onlarca korku ve üzüntüsünü dinlediğim halde, döndü yok bunlar bende hiç yok diyerek yazılarımı da hafife aldı.

Hemen hatırlatalım: Bediüzzaman 1920’ye kadarki ilmi ve fenni gelişmeleri takip etti. Fakat talebelerine burada durun demedi. Onlar için binden fazla kural ve kaide koydu. İlmin gelişmesi için bir üniversitenin kurulmasını ve Kur’an’ın yeniden tefsir edilmesini tavsiye etti. Ayrıca kaziye-i makbuleyi (apriori önermeyi) asla kabul etmedi. Yani bu sözü söyleyen çok büyük zattır. Onun için ona uymak lazımdır, şeklindeki önermeyi hep reddetti. (Emirdağ Lahikası I ve II)

Şimdi gerçekten mucize olan ve her konuda tam dengeli bir şekilde akıl ve kalbe hitap eden Kur’an’ın kibir ve gurur hakkındaki 9 ayetinin tefsirine geçebiliriz. Hemen hatırlatalım ki: Kur’an’da, kibir kökünden konumuz ile ilişkili Kibir, Tekebbür ve İstikbar olmak üzere üç sığa: kip kullanılmıştır. Kibir, kendini çok büyük görmek demektir. Tekebbür, büyüklenmeye çalışmak demektir. İstikbar da büyük olmayı istemek demektir.

1) “Allah dedi ki: Ey Şeytan, neden diyalektik sürecin ifadesi olan iki elimle yarattığım Âdem'e; İnsana secde etmedin (boyun eğmedin)? Büyüklük mü istedin (İstikbar)? Yoksa tek taraflı uc (aşkın) varlıklardan mı idin” Şeytan: ben insandan daha yararlıyım. Beni ateşten yarattın. Onu ise çamurdan. Dedi.” (38/75-76).

Bu ayet diyor ki: a) Varlık diyalektiktir. Her şey zıddı ile vardır. İnsan bilgisi, bilmedikleri ile dengelenmeden tam bilgi olamaz. Bu iki kanat olmadan insan sonsuzluğa uçamaz. Nitekim Sokrat, bu ontolojik noktaya dikkat çekmek için, tek bildiğim şey, hiçbir şey bilmediğimdir, demişti.

b) Evet, gerçek varlık, soyut ile somutun dengesi ile olanıdır. Cennet böyle bir bahardır. İsmi, Darüs-selam: zıtların onda barışık olduğu yurttur. Dolayısıyla başta insan bilgisi ve beyni bu Allah’ın iki eli olan diyalektik süreç üzere olduğundan insan, tek taraflı fakat saf iyilik olan meleklerden daha üstündür. Varlığın negatif tarafını temsil eden şeytandan ise haydi haydi daha üstündür.

c) Şeytan, burada ateşi (canlılığı yok eden ve form almayan faktörü), canlılığın temeli olan ve başta biyolojik varlıklar olmak üzere her türlü formu almaya müsait olan çamurdan daha üstün gördü ve yanıldı. Sonsuz derece büyüyeceğini (istikbar) sandı. Ama denge Cennetinden yokluk cehennemine kovuldu. Yine yanıldı. Melekler gibi madde üstü aşkın bir varlık olduğunu biliyordu. Ama yine yanıldı. Evet o da madde üstü bir varlıktır. Ama negatif taraftandır.

d) Allah sonsuz ve soyut varlık demek olduğu için onun somut elleri olmaz. Dolayısıyla ayet diyor ki: yaratmak iki zıddın; iki elin dengesi ile oluyor.

e) İnsan bu diyalektik denge ile sonsuzluğu ve bilimler gibi başka temel değerleri bildiğinden, değil Şeytandan en büyük melekten bile daha büyük olabilir. İnsan-ı Kâmil olur, Allah namına yeryüzünü, yasa, yargı ve yürütme olarak yönetir. Evet, insan sınırlı ve fani bir varlıktır. Bilgisi sınırlıdır. Ama sonsuza entegre olursa sonsuz gibi olur.

2) “Kesin bir şekilde biz Musa’ya kitap (Tevrat’ı) verdik. (Bununla varlık ve hayatın anlamsız ve absürt olmadığı anlaşıldı.) Bunu insanlığın tamamında yerleştirmek için ondan sonra peş peşe nice elçiler gönderdik. Yetmedi, İsa İbn Meryem’e açık mucizeler verdik. Onu kutsal Ruh ile destekledik. Artık ilkel nefislerinizin arzusuna uymayan her bir elçi geldiğinde, ona itaat edeceğinize büyüklük tasladınız: Bir kısmını yalanlıyor diğer bir kısmını da öldürüyorsunuz.” (2/78)

Burada Yahudileri kast ettiği çok açık. Evet, Yahudiler çok kibirlilik tasladıklarından, aynen Şeytan gibi beş temel noktada yanılıyorlar.

A) Tevrat’ı tarih sanıyorlar. Halbuki Tevrat’ta asla Tarih yoktur. Her ayeti bir kanun-u külli-i meşhuttur. Evrensel ve gözle görülen bir yasadır.

B) Yahudiler, Tevrat’ta geçen zincirleme nesilleri tarih sanınca kendilerini en asil ırk sandılar. Kibirlendiler de kibirlendiler. C) Bundan dolayı, İsa’nın somut mucizelerini bile göremediler.

D) İsa’nın her zamana uyarlanabilen dinini ve Mesihliğini inkâr ettiler. Dolayısıyla insanlık aleminde çok küçük bir azınlık olarak kaldılar.

E) Nitekim akılsız maymunlar gibi olup, başta İsa olmak üzere diğer bütün peygamberleri ya öldürdüler veya yalanladılar. Artık kibirlenmenin ne kadar büyük bir kayıp olduğunu buradan anlayın.

Sakın bütün Yahudileri böyle görmeyin. Dört bin yıldır, Tevrat’ı insanlığa taşıyan ve Kur’an’ın deyimiyle bilimde kök salmış alim nesilleri de var. Kur’an, onların bir tek aliminin bile şahitliğini, bütün insanlık şahitliği kadar önemli tutuyor.

“Fakat o Yahudilerden ilimde kök salmış olanlar, sana ve senden önceki peygamberlere inen vahiylere inananlar, namaz kılanlar ve zekât verenler (kişisel ve toplumsal dengede olanlar), Allah’a ve ahirete (varlığın ve hayatın sonsuzluğuna) inananlar; işte bu beş gruba dünyada da ahirette de Allah çok büyük bir ücret verecektir. (Nitekim bugün dünyayı onlar yönetiyor.) (4/162)

Müslümanlar ise en büyük peygamber bizim peygamberimizdir, tek kurtarıcı din İslam dinidir, Cemaatimiz tek iyi cemaattir gibi yanılgılarla kibre girip bugün sefalet ve cehalet cehenneminde kıvranıyorlar. Çünkü diyalektiği ve dolayısıyla ilimleri terk etmekle, insanlık seviyesinden bile daha aşağı oldular.

3) “Vahiy dili ile de ki: Gördünüz mü? Ya bu Kur’an Allah katından (metafizik bilgi) ise; siz yalanladığınız halde Beni İsrail (dindar-medeni millet) olan Yahudilerden bir alim, onun gibi vahiylere (dinin hak olduğuna) şahitlik ederek ona inandığı halde siz kibir taslıyorsanız! Hiç şüphesiz Allah, sizin gibi materyalizmden dolayı dengesiz olan bir milleti başarıya ulaştırmaz.” (46/10)

4) “O Mekke müşrikleri, var güçleri ile yemin ettiler ki: Eğer kendilerine uyarıcı bir peygamber gelse, iki dindar toplum olan Yahudi ve Hristiyanlardan daha dindar olacaklar, diye. Fakat uyarıcı Peygamber onlara geldiğinde, onların dinden nefretini artırmaktan başka bir sonuç vermedi. Çünkü Putperestin (Allah’ı sınırlı ve somut bilenin) ahlakı olmaz. Ayrıca onlar bu dine karşı yeryüzünde kibirlenmek istediler. Dünyayı din değil de biz yönetiriz, dediler. Buna güçleri yetmediği için de birçok tuzak ve hilelere baş vurdular. Halbuki hile ancak kendi ehlini yakalar. Evet bu Hakkaniyet yasasıdır. Buna Allah’ın sünneti de denir. Allah’ın yasasına ise ne bir değişim ne de dönüşüm olur.” (35/42-43)

5) “Ben yeryüzünde haksız yere (dengesizce) kibirlenenleri, varlığın anlamsız olmadığını bildiren belgelerimi görmekten saptıracağım. Onun için her türlü mucizeyi de görseler ona inanmazlar. Rüşt ve aklın yolu olan doğru yolu gördükleri halde onu yol edinmezler. Yanlış ve bataklık yolunu görseler hemen ona sarılırlar.  Çünkü bunlar kainattaki belgeli bilgilerimizi tekrarla inkâr ettiler. Ve o belgelere karşı gaflet içinde oldular.” (7/146)

Evet, Allah, imtihanı verenden de imtihanı kaybedenden de lezzet alır. Çünkü bu ayetin ifade ettiği gibi her ikisi de Hakkaniyet yasası üzerine oluyor. Her ikisi de bilgi ve belgedir.

6) “Ayet ve belgelerimizi tekrarla inkâr edenler ve onlara karşı büyüklük taslayanlar; gök kapıları (metafizik alem: sonsuzluk) onlara açılmaz. Deve iğne deliğinden geçmeden onlar cennete giremezler.  İşte büyük suçluların cezası budur.” (7/40)

7) Şeytan size fakirlik ve aç kalacağınızı fısıldar. Dolayısıyla sizi aşırılığa iter. Allah ise kendi katından sizin eksiklerinizi gidermeyi ve kendinden fazla besinleri vadeder. Hiç şüphesiz Allah sonsuzdur yani o saf bilgidir. (Wasiun-alim.) (2/268)

8) “Ey bütün insanlar, Allah’ın sizi diriltme vaadi haktır. Geçici dünya hayatı sizi aldatmasın ve Allah’ın sonsuzluğunu inkâr eden Şeytan da Allah’ın gücü diriltmeye yetmez diye sizi aldatmasın. Allah da gücü de sonsuzdur.”  Hiç şüphesiz Şeytan sizin düşmanınızdır. Onu tam düşman edinin. (Ki diyalektik cihat ile zirveye çıkasınız.) O kendi partisi, ancak cehennem ehli olsunlar diye uğraşır.”  (35/5-6)

Biraz da kelimelerin sayısal değerleri ile bu kibir melesini kurcalayalım. İşte kibir, tekebbür ve istikbar kelimelerinin toplamı 1528 eder. Yani günümüzden seksen üç sene sonra. Kibrin en büyük sebebi olan gaflet kelimesi de 1510 eder. Bunlar önemli tarihlerdir. Tekebbür yani zoru kullanarak yapılan büyüklük kelimesi 622 eder. Bu tarihte Mekke müşrikleri zor kullanarak Müslümanları Mekke’den göçe zorladılar. İstikbar kelimesi ise (684=19*36) Emevilerin ırkçı kibrinin zirvesini gösterir. Evet, Emeviler, Arap ırkının üstünlüğünü dillendiriyor ve diğer bütün milletleri köle (mevali) kabul ediyorlardı. Kibirli yani dengesiz gittikleri için elli yedi sene sonra yıkıldılar.

Yazıda, hiç kimse kendi dini ile gururlanmamalı. Asıl olan ibadet ve takvadır, denildi. Nitekim Kur’an, Hz. Muhammed’i de sıradan bir peygamber olarak gösterir; "Onun ölümü ile hakikat ölmez." der (Al-i İmran suresi). Fakat Hacc suresinin sonunda “Ey Muhammed biz seni alemlere rahmet olarak gönderdik” diye bir ayet var. Maalesef bu da yanlış anlaşılmış. Seni kâinatın efendisi olarak gönderdik diye çevriliyor. Halbuki ayette geçen, kâinat alemleri demek değildir. Kur’an, alemler deyince, her biri sonsuz bilgi-işleme sahip insan bireylerini kastediyor. Ayette geçen rahmet kelimesi de başarı demektir. Evet Muhammed, fakir ile zengini, yönetenler ile yönetilenleri, dünya ile ahireti, erkek ile kadını, madde ile manayı, ruh ile bedeni ve özellikle inanç ile bilimi dengelediği için, aşırılığa meyyal olan insanlığa bir rahmettir, başarıdır. Kimse bunu gurur ve kibir meselesi yapmasın. Maalesef Said Nursi’de bu Peygamber yüceltmesi çok var. Ama bu Kur’an’a uymuyor. Ayrıca o, Hristiyanlıkta Oğul inancı var olduğu için onlar kibirlidirler diyor. Ama Kur’an böyle söylemiyor.

“……  Biz Allah’ın (maneviyatın) yardımcılarıyız, diyen Hristiyanlar İslam’a dost olacaklardır. Çünkü onlardan kıssisler (alimler) ve ruhban (ruhaniler) vardır. Onlar hiç kibirlenmiyorlar.” (5/82)

Evet, ilim ve ruhanilik, varlık ve hayatın sonsuzluğunu; dolayısıyla hakikatin varlığını bildirir. Bu sonsuzluğa karşı aciz, sayısız şeylere muhtaç, hastalıklı fani insanın daha büyüklenmeye fırsatı kalmaz. Yoksa kâinat büyüklüğünde cinayetler işler.

 

26.12.2023

Bahaeddin Sağlam

 






Son Yorumlanan Makaleler
Bahaeddin Sağlam
Hz. Ayşe Sendromu
20.12.2022 819 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Saff Suresi Meal-Tefsiri
20.12.2022 773 Okunma
Bahaeddin Sağlam
ÂDEM VE EVRİM
24.12.2022 681 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Âdem ve Havva Hakikati
24.12.2022 684 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Âdem ve İsa Mukayesesi
24.12.2022 696 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Mürselat Suresi Meal-Tefsiri
30.12.2022 748 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Hadid Suresi: 57. Sure 29 Ayettir
30.12.2022 719 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Sanat ve Kültür Mahiyetleri ve Etimolojileri
6.01.2023 646 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Deizme Cevap Olarak Şehit ve Şahit Farkı
6.01.2023 644 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Allah'ın Nefsi
13.01.2023 723 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Varlık ve Allah’a Dair
13.01.2023 685 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Allah’ın Sonsuz Varlığı ve İnsan Özgürlüğü
23.01.2023 657 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Kitab-ı Mukaddes’te Hikmet Kavramı 1
1.02.2023 568 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Kitab-ı Mukaddes’te Hikmet Kavramı 2
1.02.2023 594 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Deprem, Kıyamet ve Diriliş
8.03.2023 615 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Kur’an’ın Kolaylığı Derin İlmi Bir Gerçekliktir
8.03.2023 591 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Arketip Ne Demektir?
8.03.2023 607 Okunma
Bahaeddin Sağlam
İslam Bilim Tarihinden Bir Anekdot
23.03.2023 550 Okunma
Bahaeddin Sağlam
İSLAMİYETİN TEMELLERİ NASIL ATILDI!?
23.03.2023 1145 Okunma
Bahaeddin Sağlam
İnsanlığın Şerefini Kurtarmak İçin
9.04.2023 633 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Risale-i Nur’un Beş Temel Amacı
22.04.2023 701 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Ahlak Kelimesinin Reel Anlamı ve Etimolojisi
22.04.2023 606 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Ne Kadar Allah’ı Tanıyoruz?
22.04.2023 554 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Bediüzzaman’da Nedensellik Problemi
22.09.2023 637 Okunma
Bahaeddin Sağlam
İnsan Nedir?
22.09.2023 587 Okunma
Bahaeddin Sağlam
İnsanlığın Şerefini Kurtarmak İçin
22.09.2023 598 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Karşılaştırmalı Eski Ontoloji ile Çağımızdaki Ontoloji
22.09.2023 557 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Sıdk ve Kizb, Mesih ve Deccal Kavramları
23.09.2023 725 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Varlık, Diyalektik, İmtihan ve Savaşlar
23.09.2023 538 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Dücane Cündioğlu’na Cevap-2 veya Allah’ı Tam Tanımak
23.09.2023 709 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Allah, Ruh ve Bilinçdışı
23.09.2023 499 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Dücane Cündioğlu ve Akıl
23.09.2023 547 Okunma
Bahaeddin Sağlam
İmtihanı Kazanma veya Kaybetme
23.09.2023 598 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Winning or Losing the Spiritual Test
23.09.2023 586 Okunma
Bahaeddin Sağlam
AB’ye Üye Olmak veya Olmamak (Türk Kardeşlerime Çağrı)
23.09.2023 559 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Türk Kardeşlerimle Bir Hasbihal (Durum Değerlendirmesi)
23.09.2023 530 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Varlık, Bilinç ve Sorumluluk
7.10.2023 645 Okunma
Bahaeddin Sağlam
To Join or Not to Join the EU
7.10.2023 640 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Netanyahu Amalek Deyince Neyi Kastetti?
5.11.2023 560 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Çağımızda Şiddet ve Şiddet Felsefesi
14.12.2023 457 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Değişim ve Gerçek İslam Söylemi
14.12.2023 487 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Prof. Dr. Celal Şengör’den Beş Tespit
29.12.2023 404 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Filistin İçin Üç Reçete
29.12.2023 471 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Three Prescriptions for Palestine
29.12.2023 399 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Kibir ve Gurur
29.12.2023 432 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Ateist Kardeşlerime Bir Çağrı
10.01.2024 411 Okunma
Bahaeddin Sağlam
A Call to My Atheist Brothers and Sisters
14.01.2024 334 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Yahudilerin Özgeçmişi ve İsrail Devleti
26.01.2024 393 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Erken Doğmuş Fakat İnsanlık İçin Gerekli Bir Proje
3.02.2024 566 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Din Kaygısı mı, Siyasi Çıkar Kavgası mı?
5.02.2024 455 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Oruç ile İlgili Beş Kavram
17.03.2024 531 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Yusuf’un Rüyası
19.10.2024 106 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Cevher Kelimesinin Etimolojisi
19.10.2024 106 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Acemi Doktor Prof. Dr. Mustafa Öztürk
19.10.2024 113 Okunma
Bahaeddin Sağlam
İnsanları Yanıltanlar
29.10.2024 79 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Yol ve Yolsuzluk
3.11.2024 142 Okunma


© 2024 - Akevler