Bahaeddin Sağlam
Varlık ve Allah’a Dair
13.01.2023
686 Okunma, 0 Yorum

 

Varlık ve Allah’a Dair

a) Vahiy Dilinde Varlık Kavramı

Nasıl ki, bütün gelişmişliğine rağmen yapay ürünler, doğal olanlarının yerini tutamıyor; çünkü yapay şeyler sınırlı ve belli bir zihin ve sürecin ürünüdürler; doğal olanlar ise, milyarlarca yılı aşan ve kâinat kadar bilinç içeren bir sürecin meyvesidirler. Aynen bunun gibi vahiy denilen kâinatın logosu ve mantığı bütün geçmiş ve geleceğin, fizik ve metafiziğin dili, mantığı ve ifadesidir. Buna mukabil günlük dilimiz, yüz yıllık bir birikime ve derinliğe sahiptir. Ana konumuza geçmeden önce bir-iki örnek verirsek bu çetrefilli ve derin yapıyı biraz aydınlatmış oluruz. İşte:

Âdem (insan) soyut kavramları bilmeden önce çıplaklığın utanç verici bir şey olduğunu bilmiyordu. Sonra üst kortex ve süper ego sayesinde soyut değerleri öğrenince çıplak kişiliğini meşeliğin içinde (bir orman gibi olan bilinçaltında) gizlemeye çalıştı. (Tekvin, 2/5)

Bu tarz bir izah, belki sıradan bir insan için çok şey ifade etmeyebilir. Fakat Antropolojiyi, Psikolojiyi, Nörolojiyi bilen bir bilim adamı için bu iki satır iki kitap kadar bilgi veriyor. Tekvin kitabının ileriki baplarında bu meseleyi izah eden bir pasaj daha var o da şudur: İbrahim Rabbi (geliştirici İlahî gücü) mamre meşeliği içinde gördü.  (Tekvin, 18/1)

Evet, Âdem (insan) Rabbin (geliştirici İlahî gücün) çağrısına mukabil, eski ilkel ve çıplak kişiliğini imha edemiyor; süper ego ve üst kortex altında (bilinçaltında) onları gizliyor. Burada bu insanî yapıda kadın ve erkek eşit olduğundan Allah (Rabb) direkt olarak âdem ile konuştu, deniliyor.

Âdem (insan) soyut kavramları (Allah’ın isimlerini) öğrenince İlahî bir varlık oldu. Tevrat bu devrenin sonunda Allah’ın oğulları ve kızları olan insanlar birbirleriyle evlendiler diyor. Demek nikâh kavramı ve evlilik kurumu namus, mülkiyet ve inanç gibi soyut değerlerden sonra var olmuştur. (Tekvin, 3, 9-11; 6/1-8)

Burada dikkat etmeniz gereken şudur: Dinî ve vahiy ürünü olan metinler, ürün ve meyve manasında olan oğul ve oğullar deyimini kullanırken, Allah’ın sonsuz soyut varlığına yakışmayan veled ve doğurma gibi kelimeleri kullanmamışlardır. Daha sonra gelen bazı şekilci dindarlar oğul kavramını maddi bir doğurma gibi anlayınca Kur’an bunu düzeltmeye çalıştı. Yani Kutsal Kitabın metnine yanlış demedi. Sadece Yahudi ve Hıristiyanlar yanlış anlıyor; müşrikler gibi Allah’ı maddi olarak biliyorlar, dedi. (Tevbe, 30)

Evet, varlık konusunda Tevrat ve İncil mucize oldukları gibi, Kur’an da dil ve iman açısından yüksek mucizeler gösteriyor. Mesela tapılan varlığa ve değerlere normal dil bilgisi kurallarına göre mabud kelimesi kullanılması gerekirken, buna bedel daima Allah ve İlah kelimelerini kullanıyor. Bununla der ki; ism-i meful kipi edilgenliği, sınırlılığı ve donukluğu ifade ediyor. Hâlbuki Tanrı ve tapılan hakikat aktif, kutsal ve sonsuz olmalı ki, ancak İlah ve Allah kelimeleri ile ifade edilebilir. Kur’an’da mabud kelimesinin geçmemesi gibi mahlûk (yaratık) kelimesi de geçmiyor. Sadece halık (yaratan) ve halk (yaratma) kelimeleri geçiyor. Evet, İlahî sonsuz-soyut varlık, kudretine sürekli şekil veriyor. Nesneleri belli bir form içinde oluşturuyor.  Halık kelimesi şekillendiren demektir. Evet, Allah’ın yaratıcılığı ve şekillendirmesi sonsuz ve süresiz olarak devam ediyor. Fakat an-bean nesnelerin yapısı nitelik ve nicelik olarak değiştiğinden donukluk ve sınırlılık ifade eden ism-i meful kipi ile mahlûk ve mahlûkat kelimesi Kur’an’da geçmiyor. 

Bu ontolojik iki kelime gibi mevcut ve mevcudat kelimeleri de geçmiyor. Çünkü vücud (varlık) sürekli aktiflik içindedir; sonsuzdur ve sadece bir tanedir. Ki bu sonsuz varlığın zihindeki karşılığı 1 ve Birliktir. Diğer nesneler ve formlar sadece o Birin türevleridir.

Kur’an vücud kökünden sadece vecede-yecidu fiillerini kullanıyor. Bu üslubuyla der ki: Varlık bir tanedir ve sonsuzdur. İnsan sadece kapasitesi nispetinde onunla karşılaşır; onu hisseder. Çinliler (Taocular) bu 1 değerindeki somutluk kavramından da rahatsız olmuşlar ki; o sonsuz ve soyut varlığı 1 ile değil de sıfır ile ifade etmişlerdir. Nitekim İslamî literatürde sıfır ulûhiyeti temsil ederken 1 (somut tecelli işareti olarak) Rahmaniyeti temsil ediyor.

Ayrıca Arapçada fonetikleri birbirine yakın olan kelimeler belli bir ortak noktada kesişiyorlar. Mesela necis ve ricis gibi; cûd ve vücud kelimeleri de birbirine yakın manalara konulan iki bayraktırlar. Evet, bizim mecazen kullandığımız vücud kelimesi, somut ve İlahî sonsuz soyut varlığın bir cûdu ve cömertliğidir. Kur’an bu varlık nimetini ve şifresini Besmelenin dört kelimesinde ifade etmiştir:

Allah, tapılmaya layık, bütün yetkinlik ve değerlere sahip, sonsuz soyut varlık manasına gelir.

Rahman, Allah’ın (sonsuz-soyut varlığın) sonsuz-somut örneklerle somut varlıkları ve onların özü olan kişiliklerini düzenli ve yasal olarak belirlemesi ve beslemesi demektir.

Rahim, soyut ile somutun birleşmesi sonucu sıra dışı ekstra iyilikler, cömertlikler, şefkat ve inayetlerde bulunan demektir. Bu iki çeşit varlığın bilimsel yönü ise isim kelimesinde saklıdır. İsim ve esma sınırlı somut belirgin nokta varlıklar, demektir. Özellikle belirginleşen benler ve bilinçler. Ki her birisi Allah’ın o sonsuz varlık hazinesinden istifade etmenin bir yolu, yordamı ve bilimsel bir izahıdır. Demek Allah’ın isimleri yıldız, çiçek, böcek, kimya, fizik, ihsan, insan vs. varlıklardır. Yani Allah’ın isimleri, İbranice ve Arapça veya Süryanice belli kutsal kelimeler demek değildir. Bu kutsal kelimeler, anlattığımız bu cûd ve rahmet noktalarının insan tarafından sözcüklerle işaretlenmesidir:

Allah, Âdeme (insanoğluna) Allah’ın isimleri olan eşyanın mahiyetlerini öğretti. Ve ey Âdem bunların isimlerini (özelliklerini) meleklere bildir, dedi. (Bakara, 31)

Evet, o sonsuz-soyut varlık yani Allah rahmaniyetiyle somut noktalarda kendini gösterdiği gibi, insanoğlunu hayvaniyet mertebesinden alıp rububiyet ve gelişme sürecinde onu yeryüzünün halifesi yapması da o sonsuz mükemmel varlık düzeninin bir çiçeğidir. Evet, özellikle Sami dillerde Allah’ın isimleri kabul edilen sözcüklerin sonsuz bir bilinci ifade eder tarzda matematiksel boyutları taşımaları, insanın âdem olmasının bir mucizesi gibi duruyor.

Evet, varlık bütün boyutları ve renkleri ile o kadar büyük ve sonsuz bir nimettir ki; Kur’an onu kapsayacak, sınırlandıracak bir kelime ile ifade etmiyor. Yokluk yoktur, dercesine yokluk manasına gelen ‘adem kelimesini kullanmıyor. Tek gerçek, sonsuz ve kuşatıcı olan Allah’tır, diyor. Peki, bu kadar güzelliğe rağmen neden bazıları onu inkâr ediyor?

Cevap: Aslında kimse Allah’ı inkâr etmiyor. Çünkü Allah’ı inkâr etmek varlığı ve gerçekliği inkâr etmek demektir. Yani Allah yoktur, diyenler, Kilisenin ve avamın tasavvur ettiği Teo yoktur, demek istiyorlar. Kendi varlık anlayışlarını ifade edemediklerinden agnostik gibi kalıyorlar. Hatta varlık bir yanılsamadır, diyenler dahi hayal seviyesinde bile olsa bir çeşit gerçeklik rengini kabul etmiş oluyorlar. Varlığı kabul ettiği halde hayatı ve kendisini absürt, anlamsız ve değersiz görenlere ise, Nihilist denilir. Bu kelime etimolojik olarak algı ve duygu zayıflığı demektir.

Evet, insanda sağlıklı bir mide ve iştah yoksa semavi (göksel) bir sofra olan sonsuz nimetleri içeren, sürekli gelişen ve geliştikçe göreceli eksiklikleri tamamlayan varlık sofrasından elbette ki payı az olacaktır. Azap dediğimiz gerçek dahi, yıkıcı olma niteliği ile değil de nimetin eksikliği demektir. Nimetten istifade ise, duyu ve algıların gelişmesine bağlıdır. Bu da insan elindedir.

Nitekim küfür kavramının birinci manası değerlerin yokluğunu iddia etmek değildir. Varlığın ve hayatın nimet oluşunu görmemektir. İnkâr manasındaki kelime ise cuhudtur. Ki bu da bilimsel ve gerçek manada mümkün değildir. Varlığın bütün boyutlarının yapısını ve çeşitliliğini algılama ve duyumsamanın dinî ismi şükürdür.

Evet, kim neyi ne kadar algılıyorsa, hissedip yaşıyorsa, onun değeri o kadardır. Aşk ise, bu varlık nimetinin mükemmelliğini şiddetli derecede hissedip ona doğru incizap ve cezbedir. 

b) Gölge ve Gölge Varlık Kavramı

Hem Kur’an’da hem Sami dil ailesinde hatta Arien dil grubunda gölge ve gölge edebilen eşya manalarını taşıyan kelimeler birbirlerine çok yakındırlar. Evet, insanın yapısı aynı olduğuna göre duyguların varlık karşısındaki ifadesi olan bu ontolojik meselede de kelimeler aynı zihniyeti taşıyor. Mesela:

Sami dillerde madde uzayan nesne demektir. Ki Batı dillerinde bu, mater ve materyal kelimeleriyle ifade edilmiştir. Metre kelimesi bu kökten gelir. Fizikte bilindiği gibi parçacıklar (kuantite) birleşip bir alanda yer alınca Arapçada buna mekân (oluşum sahası) yani varlık nimetinden istifade edilebilecek somutlaşma alanı denilmiştir. Belki de kader tarafından madde ve varlığın 5’li yapısına ve mekânın niceliğine işareten madde’nin sayısal değeri 50; mekân’ın ise sayısal değeri 111 gelmiştir. Madde ve mekân ile ilişkili olan zıll (gölge) kavramının da dikkat çekici manaları vardır. Şöyle ki:

Bu kök kelime, nakıs fiil (yardımcı fiil) olarak kullanılır; süreklilik ve fiilin o ana kadar devam ettiğini bildirir. Bir de mecaz-ı mürsel olarak, gölge eden bulut, dağ, duman gibi somut şeyler manasına da gelir. Ve gölgelik mekân manasından dolayı, varlığın konfor ortamının adı manasına geldiğinden, gölge ve gölgelikler Kur’an’da, özellikle cennet, nimet ve saadetin ifadesi siyakında kullanılmıştır. (Müfredat’a bakılabilir.) Bu manalara dayanarak diyebiliriz ki; gölge ne çok sıcak ne çok soğuk olmayan ve bugünkü dilde konfor kelimesi ile ifade edilen mutlu ortam demektir.

Dolayısıyla Araplar gölgeye çok muhtaç olduklarından Kur’an bu kelimeyi çokça kullanmıştır, gibi bir serzenişe gerek yoktur. Kur’an’ın fizik deyimi olarak gölge kavramını kullanması, başlı başına büyük ve açık bir mucizedir. Öyle ki bu konudaki ayetlerin zahiri meallerinden bile bu açık mucize anlaşılabiliyor; şöyle ki: (Nahl, 48)

Allah’ın yasal meşietiyle şekillendirip yararlı hale getirdiği nesneleri görmediler mi? Onların gölgeleri sağdan (doğudan) ve şemaillerinden (şekillerinden) çekilip, Allah’ın sonsuz sistemine itaat ediyor. O nesnelerin kendisi de Allah’ın sonsuz büyüklüğü karşısında bükülüp kalıyorlar.

Burada bu ayetin dört kelimesinin birer işaretine değinsek iyi olur.

1) Allah’ın halk etmesi deyimi, hacim alıp yasal olarak devam eden; gelen ışığı kıran, gölge yapan varlıklar demektir. Hz. Muhammed’in gölgesi yoktu rivayetinin manası bu çerçevede anlaşılmalı. Yani onun her davranışının arkasında İlahî bilinç ve kasıt açıkça görünüyordu. Ragıp El-İsfehani, bu rivayetin sahih olduğunu ve Müfredatta değil de başka bir kitapta bunu açıklayacağını söylüyor.  

Demek eğer hacim, şekil, devamlılık ve faydalanma boyutu yoksa başka bir tabir ile gölgelik olmuyorsa ona mahlûk denilmez. Bu manada İbn Arabî Ruh mahlûk değildir, demiştir. Evet, varlık, sonsuz ve şekilsiz bir enerji deryası+sonsuz bir yazılım ve bilinç+sonsuz gelişme ve yararlanılma döneminden ibarettir. İlk iki aşamaya mahlûk denilmiyor. Çünkü bu iki aşamanın şekli yok ve çünkü sonsuzdurlar. Fakat Rububiyetin diyalektik sürecinde gelişmek ve mana üretmek için Allah sonsuz olan kudretine ve bilincine dosyalar olarak formlar giydirir; yaratılma ve yararlanma gerçekleşir. Evet, yoktan yaratma demek olan exnihilio yoktur.

2) Burada geçen fey kelimesi, gidip gelen gölge demektir. Zilal ise daha çok sabit gölgeler için kullanılır. Doğu manasına gelen yemin (sağ taraf) tekil gelmiştir. Şekil, kuzey ve batı manasına gelen kelime ise şimal değil de çoğul olarak şemail gelmiştir.

3) Eşyanın iki temel durumu var: Görünürdeki (şehadetteki) halleri; metafizik olan geçmiş ve gelecekteki görünmeyen gaybî halleri...

Kur’an’da birinci durum için kunût, kıyam, boyun eğme (dâhirun) gibi kelimeler kullanılırken, ikinci durum için genelde secde kelimesi kullanılır. Hz. Peygamberin Ebu Zer’e güneş batarken, Nereye gittiğini biliyor musun, diye sorması, Ebu Zer’in Allah’a secde etmeye gidiyor, diye cevap vermesi bu mana çerçevesindedir.  Evet, secde kulun Rabbine en yakın olduğu durumdur. Yani insanın sonsuzluğu, maneviyatı, devamlılığı ve yazılımı anlaması ve yaşaması için en iyi ortam secdedir. Bu hadis, temel kaynaklarda rivayet edilmiş ve itiraz görmemiştir.

4) Fizik ilminde bilindiği gibi, parçacıklar tek bir noktadan doğarlar, sonra tek başlarına veya birleşerek birçok şekiller alırlar. Ve her şeklin bir gölge boyutu oluyor. Demek Nahl 48. ayet, sağı (doğuyu) tekil ve diğer oluşumları şemail diye çoğul olarak ifade etmesi başlı başına gaybî bir mucizedir.

Konumuzla alakalı 2. belge, Furkan 45-46. ayetleridir:

Rabbin zıtları birbirine çatıştırarak somut maddeyi (dolayısıyla) gölgeyi nasıl uzattığını görmedin mi?

Ben kesin bilmiyorum, fakat büyük bir ihtimal ile denilebilir ki; dört farklı enerji alanının yoğunluğu, birleşmesi ve gelişmesiyle atomlar yaratılıyor; uzay, zaman ve madde meydana geliyor; geldikçe de gölgeler uzuyor.

Eğer Rabbin dileseydi, o gölgeyi durağan kılardı. Fakat her şeye hareket vermiştir. Ve güneşi gerek gölgenin ve gerek gölge eden cismin görünmesine delil (gösterici) kılmışız.

[Evet, dışarıdan büyük ve güçlü bir ışık olmazsa ne eşya görünür ne de onlardan istifade edilir. Fakat bazıları eşyanın sınırlı dar yapısında boğulup, güneşi görmedikleri gibi; bazı sofiler de o kadar aşk ile güneşe kilitlenmişlerdir ki hayatı görmez olmuşlardır. Demek madde ve somut nesneler, insanı sonsuz bir gücü ve sonsuz bir bilinci görmekten alıkoymamalı!]

46. Ayet: Sonra biz o gölgeyi bize doğru (metafiziğe) yavaşça çekeriz.

[Evet, varlıklar içinde en büyük bene sahip ve dolayısıyla en çok gölge eden 46 kromozomlu insanoğludur. Ki insanın bir silüeti olan ruhu ölümde metafizik âleme karışır. Bu ince manaya işareten ayetin numarası 46 olduğu gibi, harfleri de 23 adettir.]

c) İhlâs Suresinin Beş Nüktesi

Surenin tamamı: De ki (evrensel vahiy diliyle de ki;) Hüve (o varlık mutlak olarak) Allah’tır (soyut ve sonsuzdur.) Fakat nokta tecellileri olarak ehadiyet cilvesiyle (monadlar şeklinde) somutlaşır, görünür.

* Ehad kelimesinin sayısal değeri 13 etmekle determine somut dünyayı, göreceli ve sınırlılıktan kaynaklanan şerri, Mekke’de ehadiyet cilvesi sonucu alınan vahiyleri gösterdiği gibi; Allah ehaddır cümlesinin 130 olması bu remze bir imadır; (med ve tenvin ile beraber.)

Allah sameddir. Yani sınırlı sonlu dünyada her şey zıddına muhtaçtır. Fakat Allah sonsuz olduğu için, soyut ve somut gerçekler, O’nun birer eli gibi durduğundan, o hiçbir şeye muhtaç değildir.

* O doğurmamıştır. Yani doğum, maddenin maddi bir şeyi ortaya çıkarmasıdır, Allah’ın Kur’an’ı indirmesi, İsa’yı canlı bir vahiy yapması, kâinatı bir melek gibi yönetmesi, doğurganlık değildir. Belki tecelli ve yansımadır. O sonsuz varlık ve bilincin her an (her gün) yeni bir şe’n ve faaliyette olmasıdır. Bu cümlenin 114 (19x6) etmesi, Kur’an’ın 19’lu yapısına ve 114 sureli oluşuna bakar.

* O doğmamıştır. Surenin Besmele ile beraber harfleri 66 adettir. Ki Allah kelimesinin değeri ile eşittir. (66+66) 132 eder. Ki bu sayı Muhammed kelimesinin ebcedidir. Demek Allah sonsuzluğu ifade ediyorsa da ehadiyet cilvesi olarak peygamberler, kitaplar, veliler olarak kendini temsil ettiriyor. Fakat o mutlak (hüwe) ve sonsuz olduğundan:

* Hiçbir kişilik ona denk değildir.

Kul Hüve kelimesi 141 ve Hüve kelimesi 11 etmesi ima eder ki; Allah geçmiş ve gelecek olarak mutlak ve sonsuzdur. Aradaki maddi örnekler sadece kulların yararlanmasına yani yaradılışa alt yapı ve araç olmaları içindir.

Bu surenin tamamının ebcedî değeri 1001 ediyor. İşareten der ki; ara tecelliler olan isimler ve şüunat hem çokturlar hem çeşitlidirler.

Demek ancak bu derin, varoluşsal nükteler ile insan, kendisini şirkten ve ataletten kurtarabilir. Onun için bu sureye isim olarak İhlâs Suresi (kurtarıcı sure) denmiştir. Demek Kur’an’da ve bir kısım edebî ifadelerde Allah için kullanılan Melik (kral) Sultan, Şems-i Ezelî gibi tabirler mecazdırlar. Allah’ın sonsuz egemenliğini ifade için birer düşünce merceği olan kelimelerdir.

Evet, Allah’ın maddi ve sınırlı olduğunu söyleyen ifadeler, Kur’an’ın sonsuzluk ifade eden tevhidî anlayışına zıt olduklarından dinî bir kıymetleri yoktur. Zümer suresinin 4. ayeti, gayet net bir şekilde bu hakikati izah ediyor:

Eğer Allah maddi evlat edinmek isteseydi, yarattıklarından bir varlığı seçerdi. Fakat O’nun sonsuz varlığı böyle bir şeyden çok çok yücedir. O mutlaktır, sonsuz ilahtır; bütün varlığı kuşatan Vahid (Birdir) ve kâinatta kendisine bağlı (abd) olan diğer bütün kişilikleri ve nesneleri bu birlik içinde birleştirmiştir.

Bu ayette görüldüğü gibi Kahhar ismi imha edici, lanet edici manasında değildir. Allah’ın, sonsuz gücüyle zorla dahi olsa kâinattaki bütün dosyaları bir birlik ve ahenk içinde tutması manasındadır.

d) Şehadet Âlemi ve Belge

Buraya kadar dediklerimiz ve anladıklarımız, makul ve gerçek olmakla beraber, bir derece gaybî ve metafizik kalıyor; onun için akıl, maddi ve somut dört köşeli bir delil istiyor. İşte diğer notlarda Kur’an’ın beyanının mucizeliğini gördüğümüz gibi şehadet âleminden olan belge konusunda da Kur’an yine mucizeliğini gösteriyor. Şöyle ki: (En’am, 19)

De ki: Hangi varlık, hangi nesne somut şahitlik ve belge olarak daha büyüktür. Sen de ki: Allah, somut hayatımız itibariyle benim ile sizin aranızda şahittir. Ayrıca gayb âleminden şehadet âlemine (bana) bu Kur’an bildirildi ki, sizi ve ulaşan herkesi uyarayım. Siz Allah ile beraber (onu sınırlandıracak) başka ilahların olduğuna mı şahitlik ediyorsunuz? Sen de ki: Ben şahitlik etmeyeceğim. Ve ben kesinlikle sizin eş koştuklarınızdan beriyim: (Onlardan kurtulacağım.)

Bu ayette bilginin kalitesine ve kaynağının sağlamlığına işaret eden 7 kelime var. Şöyle ki: Kul (de ki) kelimesi vahiy bilgisinin yapısına ve sonsuz delillere dayandığına işarettir. Bu kelimenin bir tek ayette üç kere gelmesi de bu vahiy bilgilerinin Kur’an olarak somut bir belgeye dönüştüğüne bakar.

Şey form ve bilgi almış nesne. Bu kelime der ki; her varlık ve her nesne maddeten sınırlı ve küçük de olsa, taşıdığı form, yazılım ve bilinç itibari ile sonsuzluğu, birliği, düzenin egemenliğini gösterir. Kaldı ki; Allah’ın şahitliği sonsuzluğu ve bütün değerleri temsil ettiğinden ondan daha büyük ve daha önemli bir şahit ve belge olamaz. (Ayete bu şekilde mana verdiğimiz zaman Allah hakkında şey denilir mi, denilmez mi gibi bir tartışmanın bir anlamı kalmıyor.)

Allah benimle sizin aranızda şehittir. Evet, Allah bu konuda somut olarak da şahit olmuştur. Hz. Peygamberi muvaffak etti, düşmanlarına üstün kıldı.  Bu 19. ayet ve bu cümlenin 19 harfi ve Kur’an’da milyar ihtimalleri aşan 19’lu tevafuklar, Hz. Muhammed’in somut birer belgeleridirler. Kur’an binler somut verisiyle bu konuda çok büyük bir şahit, belge ve delildir:

De ki: Ben şirke şahitlik etmeyeceğim. İşte bu haber aynen gerçekleşti. Mekke’de sekiz sene Müslümanlar bu konuda zora tabi tuttukları halde, bu vaad bozulmadı. Cümlenin harfleri de sekiz adettir.

De ki: O tek bir ilahtır. Bu cümle mantık önermesi gibi somut bir belgedir. Yani eğer Allah varsa sonsuzluk ve birlik O’nun birinci zorunlu niteliğidir. 2×2 eğer gerçekse bunun zorunlu neticesinin 4 olması gibi.

Ve ben sizin eş koştuklarınızdan kurtulacağım. Bu da bir ihbardır ve somut bir belge olarak gerçekleşmiştir. Yani on dokuz sene sonra, Hz. Muhammed Kâbe’yi putlardan temizlemiş oldu. Bu cümlenin görünen harfleri 19 adettir.

Bir Hatırlatma: Kâinatta göreceli bir ben ve bilince sahip olan kişilikler ve nesneler, abd yani kul yani Allah’ın sonsuz sisteminin bir hizmetkârı olduklarından tevhide, birliğe, sonsuzluğa yani ulûhiyete zıt olmuyorlar. Tam tersi ulûhiyetin varlığı, bunları gerektiriyor. Nitekim bunlar da bu muhtaç ve sınırlı benlikle o Sonsuz Umman’ın varlığına görünür birer delil oluyorlar. 

Evet, bu sonsuz ulûhiyeti inkâr eden veya bencillik ile ondan ilişkisini kesen benler, ancak kendi benlikleri kadar varlıktan ve kemalattan istifade ederler. Onlar için bütün kâinat bir cehennem gibi olur. Fedakâr, iman ve ibadet ile sisteme entegre olmuş bir kul ise sonsuz sistem kadar istifade eder. Belki göreceli bir sistem olur. Varlık bütün boyutlarıyla onun için bir nimet cenneti haline girer.

Kur’an’da çok kullanılan abd ve ibadet kelimesi sadece bağlılık manasına gelir; esirlik manasına gelmez. Fakat bağlılığı bir esaret gibi değerlendiren veya sosyal entegrasyonu istibdada dönüştüren bazıları, bu kelimeyi mecrasından çıkarmışlar. Hâlbuki bu sevimli bağlılığa daha önce hıllet (dostluk), muhabbet ve vedudiyet (sevgi) bağı deniliyordu.

e) Tarihi Bir Hatadan Geri Dönmek

Çok eski zamanlardan beri inanç ve varlık anlayışında iki cereyan hep devam edip gelmiştir. İrfanî ve batınî bilgi ile şeklî, zahirî inanç veya başka bir tabir ile heterodoks bilgi ile ortodoks inanç veya başka bir tabir ile tasavvuf ve kelam akımları birbiriyle mücadele ederek bugüne gelmişlerdir. Mutasavvıflar hiçbir zaman Vâcibul-Vücud, hudûs, imkân gibi kelam literatüründen haz almamışlardır; kelamcılar da sofiler halkı saptırmasın diye hurafevari, skolâstik zahiri bir literatürü devletler eliyle millete dayatmışlardır.

Bediüzzaman, dinsizliğin egemen olduğu ve kutsal değerlerin çiğnendiği bu çağda imanı kurtarmak endişesiyle önce Kur’an ağırlıklı bir kelam yolunu tutturmuş; ömrünün sonlarına doğru, tasavvufun varlık anlayışını yaşadığını ve hakkal-yakin olarak tecrübe ettiğini Şualar adlı kitabında söylüyor. Üç yüz yıl önce Afrikalı bir Şâzeli, varlığı çok basit ve güzel bir şekilde şöyle açıklamıştır: Vücut ve varlık umumi ve sonsuzdur. Sadece ak ve kara desenlerde kendini gösteriyor.

Haliyle Allah’ın somutlaşmış esması olan ve mülk (tarla) ile ifade edilen sınırlı yaratıklar, Allah’ın aşkın, yetkin ve sonsuz varlığının yerini tutmasın, putçuluk gelişmesin diye kelamcılar, sofileri çokça kınamışlar. Hâlbuki sofizmdeki bu tehlike ihtimaline karşı, kelamcıların anlattığı Teo anlayışı daha çok putperestlik zihniyetinin oluşmasına elverişlidir. Ve bilim ehli için dinsizliğe götürür.

Türkçedeki var kelimesi etimolojik manası ile tarla yani istifade edilen somut nesne demektir. Demek eğer Kur’an’ın sonsuzluk ve esma tarifi esas alınsa tehlike hepten ortadan kalkar, irfan ve bilgi yolu açılır. O zaman sonradan var olma manasındaki hudûs ve olasılık içeren imkân kavramları da müfredattan çıkar. Ki dinin asıl kitaplarında bu iki kavram ve onların dayandığı Vâcibul-Vücud kavramı geçmiyor. Evet, varlık sonsuz ve bir tanedir. Sonradan hiçbir şey var olmuyor. Bu varlık sonsuz tecelli imkânlarına sahiptir ve sonsuz olarak da tecelli ediyor. Dolayısıyla yoktan var etme manasındaki icad kelimesi sadece form ve nesnelerin yazılımı için mecazen kullanılabilir. Hudûs ve imkân kelimeleri de birer zihnî idman olmaktan öte bir şey ifade etmiyor.

Bence her üç semavi din birleşip yeni bir varlık ve Allah inancı literatürünü yazmalıdırlar. Orta Çağda dinsizleri susturmak için spekülasyonlarla gelişen ve vahiy metinlerine uymayan, varlığı bölen şirk ve ikilik kokan Orta Çağ Akaidini bırakmalıdırlar. Günün bilimsel bilgileri ışığında semavi metinlerin mucizeliğini göstermelidirler.

Evet, bazı sofiler, şeyhlerini kutup bildiklerini (sınırlı oldukları halde) sonsuz ulûhiyet ile karıştırıp onları bir süpermen gibi algılamışlar ise de bunlara mukabil İbn Arabî ve Mevlâna gibi âlim sofiler, sonsuzluğu ve varlığın bütünlüğünü çok güzel bir şekilde ifade edebilmişlerdir.  Galiba bu farklılıktan dolayıdır ki; bazı Ortodoks Nakşîler teist olduklarından Mevlâna ancak bize mürid olabilir, demişler; Mevlana’yı küçümsemişler. İbn Arabî’yi de tekfir etmişlerdir.

Bütün mesele vahyin, yazılımın, logosun, kelamın mahiyetini iyi bilmemekten kaynaklanıyor. Zaten Selef-i Salihînin, Akaide Kelam İlmi demesi bu önemli noktaya dikkati çekmek içindi. Çünkü kelam yazılım, yasa ve logos manasına gelir.

Hülasa: Sonsuzluk ve kuşatıcılık ve birliği ifade eden Vahidiyet kavramı ile benleri ve küçük, bağlı dosyaları ifade eden Ehadiyet gerçeğini iyi dengelemek gerekiyor. Ki bu varlık odacıkları, Allah’ın en büyük ismi olan Adl ile gerçekleşiyorlar. Demek her şeyde denge gerekli olduğu gibi inanç ve epistemolojide de adalet ve denge gerekiyor. Demek Biyolojiyi, Fiziği, sibernetiği, bilgiyi, dinin evrensel deyimlerini tam anlasak, cehalet ve şirk karanlıklarından kurtulup sonsuz nimet bahçelerinde sonsuz bir aydınlıktan beslenebiliriz, Allah’ın razı olacağı bir kul (abd) oluruz.

Sözümüzü bir arifin şu beyti ile bitirelim:

Gir meslek-i uşşaka, gör hikmet ü feyzi

İrfan u hüda akl-ı Aristo ile olmaz.

Evet, Aristo bilimde ve inançta Muallim-i Evvel sayılır. Onun bilgilerinden insanlık çok istifade etmesine rağmen, bugünkü kilitlenmenin ve hurafeciliğin en birinci sebebi yine odur. Zaten Hıristiyanlık ve İslam dinleri, mucizevî vahiy metinlerini bırakıp Aristo felsefesine dayalı olarak Akaid ve Kelam kitaplarını yazmalarından sonra, dinin mucizeliği kayboldu. Çünkü:

Aristo, Allah’ı ilk sebep olarak algılıyor, kâinatı ve varlıkları Allah’ın o sonsuz bilinç ve inayetinden müstakil, ayrı, kendi kendine etkin ve yetkin olarak biliyor. Dolayısıyla ciddi İslam âlimleri tarafından müşrik kabul ediliyor. Bugünkü deyim ile ifade edersek Aristo gibilere Deist denilir. Yani Allah var, fakat vahiy göndermek, ölüleri canlandırmak gibi işler ile ilgilenmez. Ki Kur’an böylelere müşrik diyor. Ahirete ve vahye inanan Ehl-i Kitaba ise asla müşrik demiyor. Sadece bazı yanlış bilgilerini düzeltiyor. Demek Ahmet Remzi Efendi’nin yukarıdaki şiiri, Aristo’nun bu halini ifade eder ki; bin yıla yakın bir süredir, medreselerimizde Aristo’nun mantığı ve felsefesi okutuluyor. Demek Ümmetin bu meseleyi önemli tutması lazım!

Aristo akıl, akl ve makul, İbn Sina’nın deyimiyle alim, ilim ve malum birdir demişseler de bunu tam birlik (tevhid) için dememişlerdir. Sadece yazılımın ve yazılımın özü olan bilginin (aklın) mahiyetini anlatmak için söylemişlerdir.

 

Bahaeddin Sağlam

 

 






Son Yorumlanan Makaleler
Bahaeddin Sağlam
Hz. Ayşe Sendromu
20.12.2022 819 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Saff Suresi Meal-Tefsiri
20.12.2022 773 Okunma
Bahaeddin Sağlam
ÂDEM VE EVRİM
24.12.2022 681 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Âdem ve Havva Hakikati
24.12.2022 684 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Âdem ve İsa Mukayesesi
24.12.2022 696 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Mürselat Suresi Meal-Tefsiri
30.12.2022 748 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Hadid Suresi: 57. Sure 29 Ayettir
30.12.2022 720 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Sanat ve Kültür Mahiyetleri ve Etimolojileri
6.01.2023 648 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Deizme Cevap Olarak Şehit ve Şahit Farkı
6.01.2023 645 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Allah'ın Nefsi
13.01.2023 723 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Varlık ve Allah’a Dair
13.01.2023 686 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Allah’ın Sonsuz Varlığı ve İnsan Özgürlüğü
23.01.2023 659 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Kitab-ı Mukaddes’te Hikmet Kavramı 1
1.02.2023 569 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Kitab-ı Mukaddes’te Hikmet Kavramı 2
1.02.2023 597 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Deprem, Kıyamet ve Diriliş
8.03.2023 617 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Kur’an’ın Kolaylığı Derin İlmi Bir Gerçekliktir
8.03.2023 592 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Arketip Ne Demektir?
8.03.2023 609 Okunma
Bahaeddin Sağlam
İslam Bilim Tarihinden Bir Anekdot
23.03.2023 552 Okunma
Bahaeddin Sağlam
İSLAMİYETİN TEMELLERİ NASIL ATILDI!?
23.03.2023 1146 Okunma
Bahaeddin Sağlam
İnsanlığın Şerefini Kurtarmak İçin
9.04.2023 633 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Risale-i Nur’un Beş Temel Amacı
22.04.2023 701 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Ahlak Kelimesinin Reel Anlamı ve Etimolojisi
22.04.2023 608 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Ne Kadar Allah’ı Tanıyoruz?
22.04.2023 555 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Bediüzzaman’da Nedensellik Problemi
22.09.2023 637 Okunma
Bahaeddin Sağlam
İnsan Nedir?
22.09.2023 587 Okunma
Bahaeddin Sağlam
İnsanlığın Şerefini Kurtarmak İçin
22.09.2023 598 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Karşılaştırmalı Eski Ontoloji ile Çağımızdaki Ontoloji
22.09.2023 558 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Sıdk ve Kizb, Mesih ve Deccal Kavramları
23.09.2023 726 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Varlık, Diyalektik, İmtihan ve Savaşlar
23.09.2023 539 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Dücane Cündioğlu’na Cevap-2 veya Allah’ı Tam Tanımak
23.09.2023 711 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Allah, Ruh ve Bilinçdışı
23.09.2023 499 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Dücane Cündioğlu ve Akıl
23.09.2023 548 Okunma
Bahaeddin Sağlam
İmtihanı Kazanma veya Kaybetme
23.09.2023 600 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Winning or Losing the Spiritual Test
23.09.2023 586 Okunma
Bahaeddin Sağlam
AB’ye Üye Olmak veya Olmamak (Türk Kardeşlerime Çağrı)
23.09.2023 559 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Türk Kardeşlerimle Bir Hasbihal (Durum Değerlendirmesi)
23.09.2023 531 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Varlık, Bilinç ve Sorumluluk
7.10.2023 645 Okunma
Bahaeddin Sağlam
To Join or Not to Join the EU
7.10.2023 640 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Netanyahu Amalek Deyince Neyi Kastetti?
5.11.2023 561 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Çağımızda Şiddet ve Şiddet Felsefesi
14.12.2023 457 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Değişim ve Gerçek İslam Söylemi
14.12.2023 487 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Prof. Dr. Celal Şengör’den Beş Tespit
29.12.2023 405 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Filistin İçin Üç Reçete
29.12.2023 473 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Three Prescriptions for Palestine
29.12.2023 400 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Kibir ve Gurur
29.12.2023 433 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Ateist Kardeşlerime Bir Çağrı
10.01.2024 411 Okunma
Bahaeddin Sağlam
A Call to My Atheist Brothers and Sisters
14.01.2024 334 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Yahudilerin Özgeçmişi ve İsrail Devleti
26.01.2024 393 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Erken Doğmuş Fakat İnsanlık İçin Gerekli Bir Proje
3.02.2024 567 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Din Kaygısı mı, Siyasi Çıkar Kavgası mı?
5.02.2024 455 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Oruç ile İlgili Beş Kavram
17.03.2024 531 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Yusuf’un Rüyası
19.10.2024 109 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Cevher Kelimesinin Etimolojisi
19.10.2024 107 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Acemi Doktor Prof. Dr. Mustafa Öztürk
19.10.2024 114 Okunma
Bahaeddin Sağlam
İnsanları Yanıltanlar
29.10.2024 79 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Yol ve Yolsuzluk
3.11.2024 144 Okunma


© 2024 - Akevler