Ne Kadar Allah’ı Tanıyoruz?
Böyle önemli bir soruyu cevaplamadan önce beş temel bilgiyi edinmemiz lazımdır:
A) Bugün dünyada beş milyar insan Allah’a inanıyor. Hepsinin de kanaati: Allah var, bütün kâinat onun varlığının delilidir ama Allah’ın özgün varlığı bilinmez. Bu konuda iddialı olan İbn Sina ve Bediüzzaman da onun varlığının mahiyeti için meçhul (bilinmez) dediler.
B) İnsanlık tarihinde Allah’ın varlığının ispatı ve mahiyeti hakkında en çok kafa yoran, İslam Kelamcılarıdır. Bunlar da nihayette sadece O’na Vacibül-Vücud (varlığı gerekli olan) diyebildiler. Vacibül-Vücud olması, kâinatın mümkinül-vücud olmasından anlaşılıyordu. Kâinat olabilirdi, olmayabilirdi. Yani mümkün idi. Demek onu yoktan var eden bir Vacibül-Vücud var idi. Fakat çağdaş fen ilimlerinin Termodinamik yasalarıyla ve enerjinin sabitliği ilkesiyle ve Tevrat, İncil ve Kur’an gibi temel dini kitapların metinleri sonucu anlaşıldı ki yoktan var etmek yoktur.
C) Dini metinler içinde asla bilimlere ters düşen bir kayıt yoktur. Eğer tevili ve yorumu bilinse. Hatta dinin tespit ettiği birçok nokta var ki bilimler yeni yeni onu fark ediyor. Evet tevili ve yorumu bilinmezse özellikle çağımızda, dine asla inanılacak gibi değildir.
D) Hz. İsa, Allah ancak vahiy ile bilinir ve Vahyin mahiyetini ancak Allah bilir, dedi. (İncilin deyimiyle Babayı ancak Oğul ve Oğulun el verdiği kişiler bilir. (Matta, 11/27)) Nitekim yedi bin senedir semavi dinler var; onların anlattığı Allah hiçbir felsefe ekolü tarafından öyle etraflıca bilinmiş değildir.
E) Eskiden hatta çağımıza kadar da varlık Ontolojik olarak bilinmediğinden, inanç ahlaka dönüşüyordu. Fakat çağımızda varlık anlaşılınca; Tanrı sonsuz olması lazımdır, diye zihinler artık arayış içinde kalıyor. Bunun dışında bir Tanrı algısı artık ahlaka dönüşmüyor.
İşte üç özgün dini metne bakacağız. Tevrat, İncil ve Kur’an. Onların Allah tanımını alacağız. Sonra Hz. Muhammed’in iki pratik duası ve yorumu ile yazımızı özetleyeceğiz.
1) İncil Allah’a ruh diyor. Asıl varlık ruhtur diyor. (Matta, 10/25) Kâinata da Oğul diyor. Hz. İsa varlığın ve kâinatın mantığı ve logosu olduğu için ona da Oğul diyor. Evet, Hz. İsa Thomas İncilinde somut varlık soyut ruhtandır, ruh somut varlıktan değildir, dedi. İncil Allah’ı (Babayı) gökte kabul eder, Gök ise melekut yani metafizik alemdir. Uzay demek değildir. Nitekim Beyin üzerine ihtisas yapan Prof. Dr. Türker Kılıç Hoca, asıl varlığın datalar değil de datalar arası bilgi yani ruh olduğunu ispat etti. Ve insan beyninin kâinatın bir özeti olduğunu gösterdi. (İnternette var, bakabilirsiniz.)
2) Tevrat da varlık bir tanedir, sonsuzdur; sınırlandırıcı manasında ismi yoktur, bir tek YAHWE ismi vardır, o da sonsuzluk demektir, diyor. İki ay önce bu meseleyi şöyle özetlemiştim:
Tevrat’ta Allah kavramı önce Elohimdir (Herkesin İlahı). Fakat bu nihai amaç değildir. Nihai amaç insanların, Allah’ı YAHWE (YA HUVE: Ey O, Ey Sonsuz Olan) manasında anlamasıdır, yaşamasıdır ve bunu dünyaya yerleştirmesidir. Yani bütün İnsanlığın Beni İsrail olmasıdır. (Çıkış Kitabına bakınız. Çıkış: İbranicesi Fısıh, her nevi baskıdan kurtuluş demektir.)
Nitekim Allah bu son manası ile anlaşılmadığı için din ve iman, birçok dindarda ahlaka ve bilime dönüşmüyor. Evet Putperestin yasası ve ahlakı olmaz. Onun için bugün bu özellik kaybolduğundan dindarlık utanılacak bir hal almıştır.
Hatta sırf bu sonsuzluk vurgusu için Allah’ı belli, sınırlı bir nitelikte algılamak demek olan şifa ve rızık gibi isimler, boş yere yani belli bir mana anlamak için olmadan ağza alınmayacaktır, diye On Emrin önemli bir ilkesi olmuştur. Türkçe tercümelerde boş yere kelimesi yerine Arapça çeviride “batıl olarak kullanmayacaksın” kelimesi geçiyor. Evet belli, sınırlı bir nitelik için kullanılan sözcükler (adlar) Allah’ın Sonsuz Olan Özgün Varlığı için kullanılmaz. Kullanılsa batıl olur. Yani gerçek bir adlandırma olmaz. Çünkü biri sonsuzdur, diğeri sonludur ve insani bir özellik taşır.
Nitekim Kur’an’daki Allah kelimesi de etimolojik olarak Ey Sonsuz olan demektir. İşte bu farkı bilen ve Allah kelimesini yanlışlıkla mabud (tapılan) manasında kullanan İbn Arabi, Allah’ın özgün ilk varlığının “EY O” (İbranicesi: Yahwe) den başka ismi yoktur, demiştir. Ben İbn Arabi’yi çok beğeniyorum. Varlığın birliğini önce Kutsal Kitaplardan ve bilimden; sonra ondan öğrendim. Ama onun yaratılış öncesi, Allah’ın özgün varlığına Ehadiyet mertebesi demesi ve kök itibarı ile sonsuz demek olan İlah kelimesini ikinci aşamada kabul etmesi yanlıştır. Çünkü sadece Sonsuz Olana tapılır, yoksa kutsal da olsa sonlu bir şeye tapmak bir nevi putperestliktir; çünkü o haldeki din ve iman, ahlak ve bilime dönüşmez. Demek İbn Arabi, Ehadiyet (her yerde birlik sahibi olmak) ve Vahidiyet (sonsuz birlik sahibi olmak) kavramlarını yanlış kullanıyor, diyebiliriz. Bu iki kavramın izahı için Said Nursi, 16. Söz ve Davud-u Kayseri, Füsusu’l-Hikem Mukaddimeler kısmına bakınız.
Hulasa: On Emrin ikisi inanç ve akıl sağlığı ile ilgilidir. Biri burada anlatılan sonsuzu herhangi bir mana ve amaç anlatılmadan sonlu bir varlık imiş gibi dile getirmemek. Diğeri de sonlu, fani benliğini veya somut sonlu bir nesneyi sonsuz tapılan varlık manasında put yapmamaktır.
Evet, her iki durumda da iman ahlaka ve bilime dönüşmez. Çünkü ahlak ve bilim, yanılgı ve yanlışı asla affetmez. İşte bu dört gerçekten yani sonsuzu sonlu bilmekten, sonluya sonsuz, diye inanmaktan; ahlak ve bilimin zayıf oluşlarından bugün sekiz milyar insanın ne kadar zor durumda olduğu anlaşılıyor.
3) Şimdi Kur’an’ın Allah algısını özetleyen bir ayet var. Hz. Muhammed, Allah’ı en iyi tanıtan bu ayettir; bu ayet Kur’an’ın üçte biri eder, dedi.
Bu ayet (2/255) Allah’ın özgün varlığı olan ilmini anlatır. Hemen hatırlatalım ki ruhun aslı da ilimdir. Yani datalar değil de datalar arası bilgidir, asıl ruh ve asıl varlık.
İşte Kur’an’ın bu ontolojik ayetini anlamak için şu beş bilgi notunu önceden bilmek gerektir:
1) Varlık soyutuyla somutuyla sonsuzdur. Dolayısıyla yokluk diye bir şey yoktur.
2) Asıl varlık, bilim adamlarının soyut datalar ve yazılım diye dile getirdiği bilgidir.
3) Allah kelimesinin belirsiz hali olan İlah kelimesinin etimolojisi, Soyut ve Sonsuz olduğu için yalnızca kendisine tapılan demektir. La İlahe İllallah, sadece sonsuz olana tapılır manasına gelir. Uluhiyet tevhidini bildirir. Allah kelimesi, belirlilik edatı (Lam-ı tarif) alan halidir. Demek Allah soyut boyuta bakar, Rahman somut boyuta bakar, Rahim ise aradaki varlıklara bakar. Üçü de birdir. O’nun Ehad (çok birlik sahibi) ismi ise, her yerde bulunduğunun ve her şeyde göründüğünün ifadesidir. Evet, sınırlı varlıklar, sınırlı olmaları ile beraber sonsuzluğu gösterirler. Çünkü ancak sonsuz bir enerji, yazılım ve gelişme süreci ile var olabilirler.
4) Bu ayette geçen Hayy ve Kayyum (Diri ve Ayakta Tutan) isimleri, bütün biyolojik ve fizik varlıklardır. Evet, Allah’ın isimleri kâinattaki hakikatlerdir. Bu hakikatler Allah’ın sonsuz soyut varlığının devamıdırlar. İsim-müsemma birdirler. Bir görüşe göre bu varlıklar, süreç ve sistem olarak sonsuzdurlar; diğer bir görüşe göre fizik olarak da sonsuzdurlar. Demek Arapça ve İbranice olarak kullandığımız sözcükler, Allah’ın isimleri değil de O’nun gerçek isimlerinin isimleridirler. (İbn Arabi, Ansiklopedi)
5) Ayette geçen Allah Kürsüsü, kadim tefsirlerde Allah’ın ilmi diye geçiyor. Kralın, üzerinden devleti yönettiği Taht demek olan Arş ise, Allah’ın kudreti (gücü) diye tefsir edilir. “Rahman (somut varlığı da olan) Allah arşa istiva etti.” ayeti, Allah somut tecellisiyle, bütün varlık ve kâinata egemen oldu, manasındadır.
Ben merak ediyordum: Allah, gücüyle her şeyi kuşatmış yönetiyor. Neden Arşı gökleri ve yeri kuşatmış denmiyor da Kürsüsü gökleri ve yeri kuşatmış deniyor? Sonra asıl varlığın ilim ve yazılım olduğunu ve her şeyi kuşattığını öğrenince bu ayetin önemli asıl bir nüktesini bilmiş oldum.
İşte şimdi bu mucizevi ayetin tefsirine geçiyoruz:
2/255- Allah O’ndan başka ilah (tapılan) olmayan sonsuz Varlıktır: (Ana dosyadır.) Hayy ve Kayyum’dur: (Yani O ana dosyanın fizik ve biyolojik bütün icraatı (tali dosyalar) da sonsuzdur. Evet biyolojik, ekolojik ve özellikle Kuantum fiziğindeki etkileşim bilgi-işlem hacimleri sonsuzdur. Sadece bu tali dosyalarda bazen devre dışı kalış oluyor. Yani bazen onları uyku ve esneme tutuyor. Ana dosyada ise asla devre dışı kalmak yoktur).
Evet, uyku ve esneme asla o ana dosyayı tutmaz.
Göklerdeki ve yerdeki her şey O’nundur. (Yani, fizik ve metafizik diğer bütün dosyalar O ana dosyaya bağlıdırlar.) O’nun izni olmadan, hiç kimse O’nun yanında şefaat (etki) edemez. (O’na ortak olamaz. Yoksa dosyalar arası etkileşim, yardımlaşma ve dayanışma vardır.
İşte meşru şefaat budur. Demek şefaati haksız torpil diye anlayanlar yanılıyor.)
O, onların geçmişlerini ve geleceklerini: önlerini ve arkalarını bilir. (Yani Allah o tali dosyaların sadece şimdiki bilgi-işlemlerini değil de birer yazılım olan geçmiş ve geleceklerini: önlerini ve arkalarını da bilir.) O’nun istediğinden başka, O’nun ilminden (yazılımlarından) hiçbir şey tam öğrenemezler: (Kuşatamazlar).
Onun kürsüsü (ilim ve yazılımı), gökleri ve yeri (metafizik ve fizik alemleri) kuşatmıştır. Yer ve göklerin (o fizik ve metafizik alemlerin) muhafazası, O’nu yormaz. (Çünkü o ana dosya aynı zamanda ana bellektir de.)
O Aliyy ve Azimdir. (Yani soyut ve sonsuz olduğu için yüce ve aşkındır: (Uluvv). Aynı zamanda somut ve büyüklük (azamet) olarak da sonsuzdur.)
Bu Ayetel-Kürsi Hakkında Son Beş Not:
1) Yazılımın aslı matematiktir. Matematiğin de en kullanışlı iki sistemi var: İkili ve ondalık sistem. Ayetin numarası bu ikisine ince bir işarettir.
2) Bu ayet, gördüğünüz gibi bilimsel yönden de bütün varlığı kuşattığı için herkes her derdi için bunu kullanıyor. Hakkında birçok rivayet var.
3) Fizik varlık, Allah’ın Arşı (tam egemenlik alanı) olduğu için Kur’an’da Arş-ı Azim deyimi tekrarla geçiyor.
4) Buradaki Hayy ve Kayyum Allah’ın iki büyük ismidirler. Sonsuz yazılım (ilim) içeren bütün fizikî ve canlı varlıkları içine alır. Ehl-i Sünnete göre İsim-Müsemma birdir. Zaten Aristo ve onu esas alan İbn Sina, Alim-İlim ve Malum (Bilen-Bilgi ve Bilinen) bir varlıktır. Sadece itibarî fark vardır, diyor. İbn Sina Alim (Bilen) boyut için Vacib’ül-Vücud (varlığı soyut ve gerekli ilk ilke) dedi.
Said Nursi ve son Sünni Kelam alimleri de bu Vacib’ül- Vücud deyimini kabul ettiler. Sürekli bu deyimi Allah için kullandılar. Fakat içini ilim kavramı ile dolduramadılar. Nitekim, Said Nursi Şemme Risalesinde O’na meçhul (bilinmez) dedi. Daha sonra bu meçhul deyimi onu tatmin etmeyince; Ayet’ül-Kübra risalesinde O’na Manevi Nur dedi. Fakat İbn Sina’nın dile getirdiği o üçlü birliği kabul etmedi. Çünkü İbn Sina ilim kelimesi yerine yine aynı manada kullanılan akıl kelimesini kullanıyordu. Ve Said Nursi varlığın birliğini savunan İbn Arabi’ye karşı idi. Ona göre İbn Arabî kâinata hayal diyordu. Ama İbn Arabi’nin La-mevcude İlla Hu sözü, o manada değildi.
5) Bu kısa yazı, Hz. Muhammed’in ilmî bir mucizesi olduğu için mucizeler ile ilgili kitabımın sonuna koydum. Nitekim gerek bu Ayet’el-Kürsiden ve gerek yazıda gelecek onlarca ayetten anlayacaksınız ki: Kur’an bütün beşerî düşüncelerin ve bütün felsefelerin üzerinde bir bilgiye sahiptir.
Şimdi Hanefi mezhebine göre, namaza başlarken ve namazı bitirirken okunan iki duanın nasıl Allah’ı tanıttığını göreceğiz. Ve neden Müslümanların ilimden kopup gerilediğini anlayacağız. Şöyle ki: (Hanefi mezhebi dedim, çünkü diğer mezhepler başka bir dua okuyor. O da namazın omurgası olan dengeye işaret ediyor.)
Sübhaneke: Seni bütün eksiklik ve çirkinliklerden ve bunların kaynaklandığı sınırlılıktan tenzih ederiz. Allahümme: Sen bize en iyi hayır olan bilgiyi ver. We bi-hamdike: Sen soyut boyutunla temiz ve münezzeh olduğun gibi somut boyutunla da sonsuz nimetlerle her nevi kemaldesin. We tebarekesmüke: Senin ismin olan diyalektik kâinat çok bereketli ve verimlidir. İsmin bereketli olmak için böyle diyalektik olmakla beraber: We teala ceddüke: Senin özgün varlığın çok aşkın ve yücedir.
We la İlahe gayruke: Bu aşkınlıkla beraber senin varlığın bütün varlık çeşitlerini içeriyor. Dolayısıyla senden başka tapılmaya layık hiçbir varlık yoktur. Başka varlıklara başka dememiz, onların sınırlı ve somut olmasındandır. Yoksa La Mevcude İlla Hu: Ondan başka hiçbir varlık yoktur. Biz ise yazılımdan oluşan sadece birer benliğiz.
Namazın Sonunda Okunan Dua:
Allah’ım, Selam: Gerçek barışık varlık sensin. We minkes-selam: Bizdeki ve kâinattaki barışıklık da sendendir. Tebarekte: Sen biz varlıkları bereketler için diyalektik yapmışsın. Rabbena: Bizi böylelikle geliştiriyorsun. Bu diyalektik yapıyla beraber sen son derece aşkın ve yücesin. Özgün varlığın aşkın ve yücedir, ama somutlaşırken celal ve kerem olarak somutlaşıyor.
Sonuç:
Varlık bir tanedir ve sonsuzdur. Bereket ve verim için diyalektik sürece girer; bilgi, data ve mana şeklinde, sonsuzluğu sonsuz sefer elde eder. Özellikle insan üzerinden hatta her birey üzerinden bu sonsuzluğu ve sonsuz anlamları elde ediyor. Varlığının absürt olmadığını, kötülük denilen göreceli durumların aslında kötülük olmadığını, sonsuz sistemde yine güzelliğe ve lezzete dönüştüğünü görüyoruz. İrfan ehli olan Mutasavvıflar bin yıl önceden varlığının bu birliğini, sonsuzluğunu ve çok anlamlı olduğunu dile getirmişlerdir. İrfan tanımak demektir. Onlardan önce Tevrat da Varlığı bir cennet olarak tanımlamıştır. Kadim Mezopotamya’yı tipik bir örnek olarak sunmuştur. Otuz yıldır, Tevrat’ı okuyorum. Ama bunu bir hafta önce tam fark ettim. Şöyle ki:
Sonsuzlukta bütün kötülükler hayra dönüşür. Şeytan, Azazil (Allah’ın bilgi meleği) olur. Sonsuzluk anlaşılsa varlık bütün katman ve bütün çeşitleriyle cennete dönüşür. Nitekim Tevrat, Tekvin, 2. Bap, varlığı cennet olarak tanımlıyor. Onda insan için üç ağaç dikildiğini söylüyor. Görünüşü güzel ve yenilmesi hoş her ağaç: (Bütün Fiziki ve Kimyevi yapılar). Cennetin ortasında hayat ağacı. (Biyoloji özellikle cinsellik). Bu ağaç başta insanoğluna yasak edilmiştir. Bir de iyi ile kötüyü bilme ağacı. (Bilgi, bilinç ve hikmet). Bu ağaç metafiziktir. Hayat ağacı ise Cennetin ortasındadır. Yani Fizik ve Metafizik ortasıdır. Allah burada bizim için biyolojik ebediyeti değil de bilgi ve bilinçten oluşan yani ruhani bir ebediyet tavsiye ediyor. Ve bunu dışlayıp sadece cinsellik üzerinden üreyenleri kınıyor. Onlara sıkıntı azabını vadediyor.
Bu 4000 yıllık İlahi metin açıkça söylüyor ki: Eğer siz varlığı sonsuzluk tarzında anlamazsanız ve eğer cinsellik gibi hayvani dürtülerinizin peşine düşerseniz varlık ağacı, olur zakkum ve acılar ağacı. İşte cehennem bu acılardır. Evet bu acıların toplu haldeki arketipal görüntüsü ateş ve cehennemdir.
Son Bir Hatırlama: Varlık soyutuyla somutuyla birdir ve sonsuzdur. Her iki boyut ruh-beden gibi iç içedir. Karpuz gibi ikiye bölünmüş değildir. Asıl boyut soyut olmakla beraber, Kur’an İsra, 110’da ikisini, Allah ve Rahmanı bir görüyor. Ve nedensellik olarak somut boyut, yasalar tarzında nedenlerini kendi içinde saklıyor, diye işaret ediyor. Gazali ve Eş’ari imamları ve Hristiyan ruhaniler gibi her şeyi hemen Allah’a (yani soyuta) vermeye gerek yoktur. Çünkü dini temel kitaplar, somut boyut da O’dur, başkası değildir, diye söylüyor. Maalesef dindarlar bu noktaya dikkat etmedikleri için gerici oluyorlar; yani bilimsellikten kopuyorlar. Hâlbuki besmeledeki Ba nedenselliğe, İsim de bilimselliğe bakar. Ve bir dindara düşen de Rahim ismine ayna olmasıdır. Yani soyutu aynı somut, somutu da aynı soyut gibi algılamasıdır. Muhammedî çizgi budur.
Biliyorum dinlerin on bin meselesi mucize iken hurafeleştirildiği gibi Oğul kelimesinde de hurafeleştirilen manasını kastedip, yazıma bir su-i kastta bulunacaksınız. Onun için kendimi bu kısa notlarla savunmak zorunda kalıyorum:
Buna Dikkat!
Matta, 5/48-Bundan dolayı, semavî Babanız kâmil olduğu gibi, siz de kâmil olun.
(Baba, Kitab-ı Mukaddes dilinde şefkat ve merhamet sahibi ve insanı soyut algıya sahip bir şekilde Yaratan demektir. Yani Allah, soyut ve dini değerleri bilen herkesin babasıdır.) (Tekvin, 6/8)
Önemli Bir Fark: İncillerde Oğul kelimesi tekrarla geçiyor. Asr-ı Saadetteki Kur’an’ın tasdik ettiği kopyalarda da geçiyordu. İmam Razi’nin beyan ettiği gibi, Asr-Saadetten günümüze İncillerin değişmediği de bir gerçektir. Çünkü Kur’an, bu kelimeyi yasak etmiyor. Evet, oğul Tevrat’ta tekrarla ifade edildiği gibi; insan soyut değerleri, dilleri ve yasaları öğrendiğinde bu makamı alır. (Tekvin, 6 ve diğerleri) Demek oğul kelimesi, Allah İbrahim’i dost edindi. (Nisa, 125) ayetindeki dost gibi bir manaya geliyor. Evet, Kur’an’ın yasak ettiği oğul kelimesi değildir, veled (maddi olarak doğan çocuk) kelimesidir. Çünkü bu kelime, Allah’ın maddi, sınırlı bir varlık olduğunu bildiriyor. Bu ise, ontolojik, fahiş bir hata olur. Zaten bu veled yasağı daha çok müşriklere yönelik idi. Bediüzzaman Said Nursi ise, bu oğul ve veled farkını nazara almadığından Hristiyanlarda velediyet akidesi var, diyor; 29. Mektupta.
Nitekim, Tevbe 30. Ayet, oğul kelimesini veled (çocuk) diye anlayan Yahudilerin özellikle avam kesiminin ve Hristiyanların özellikle avam kesiminin ve veled kelimesini bizzat kullanan müşriklerin bu Ontolojik fahiş hatasını şöyle anlatıyor:
“Yahudiler, Üzeyir Allah’ın Oğludur, dediler. Hristiyanlar, İsa Allah’ın Oğludur, dediler. Bu sözleri, müşriklerin sözüne ne kadar da benziyor. Allah onları kahretsin. Nasıl sapıyorlar.!”
İkinci Önemli Hatırlama: Çağımızın iman hareketini temsil eden Said Nursi, bu bütüncül ve tevhidi Allah algısı yerine bilinçaltındaki Allah arketipini esas alıyor. Kâinatı ve somut bilimsel bakış açısını önemsemiyor. Her şeyi o arketipe vermeyi tavsiye ediyor. Evet, mana-ı harfi ve mana-ı ismi ikilemi Nur Camiasında bilimsel bakış açısını kökünden kesiyor. Çünkü nedensellik ancak mana-ı ismi ile bilinebilir. Evet bu tek taraflı bakış açısı, Dünyada da Türkiye’de de Üniversiteyi yüzde doksan agnostiklere bırakmıştır.
Bediüzzaman’ın bu arketipal Allah algısını altı ay önce şöyle yazmıştım:
[Kalb denilen ve Rabbani olan yani insanın gelişmesi için olmazsa olmaz olan latifenin (derin ince duygunun) nihai amacı ise, Allah’ı görüp müşahede etmektir. Evet Allah’ın varlığı sonsuz ve soyuttur; kuşatılmaz ve görünmez. Fakat kâinat olarak somutlaşır ve bilinç altımızda bazen Güneş bazen Devlet Başkanı olarak görüntülenir. Risale-i Nur’da bu bilinç altı görüntü, Şems-i Ezeli ve Sultan-ı Ezeli şeklinde geçiyor. İşte Allah’ı görmekten maksat budur. Yoksa En’am Suresinde geçtiği üzere: Gözler O’nu göremez, ama O, gözleri ve gözlerin gördüğünü görür. Burada bu keşfi görüş, Allah’ın özgün varlığının Güneş ve Sultan şeklinde olduğu manasına gelmez. Sadece Bediüzzaman’ın çok önemsediği iki figürdürler bunlar. Dolayısıyla o rüyasında ve keşfinde Allah’ı da o iki şekilde görüyordu. Halbuki o, 18. Mektupta keşifleri dini metinlere göre tashih ve tevil etmek gerekir, diye yazmıştı. Ve her namazında Ya Aliyyü Ya Allah Ya Ğaniyyü Ya Allah Ya Latifu Ya Allah Ya Azimü Ya Allah, diye tesbihat yapardı. Ama bunlardaki diyalektik manaları bilmiyordu. Çünkü O (Allah makamını ali etsin) Allah’ın isimlerini saf soyut manalara takılan soyut kelimelerden ibaret biliyordu.]
21.04.2023
Bahaeddin Sağlam