II. AKEVLER HAMLESİ ve 822. Seminerden Seçmeler
Değerli Dostlar…
Aziz Adil Düzen Çalışanları;
Yarın geniş ve derin toplantımız var…
Verimli ve bereketli geçecektir, inşallah...
Toplantımıza farklı katkıda bulunayım dedim…
Bugün toparlayabildiğim 822. seminerimizden seçmelerle…
Öyle ümit ediyorum ki; bu “seçmeler” istişaremizde yararlı olacaktır…
“II. AKEVLER HAMLESİ” dememin sebebi var; okudukça sebebini anlayacaksınız…
Öyleyse; VİRA BİSMİLLAH…
*
“İslâm şeriatını öğrenmeyelim diye medreseleri kapattılar. Medreselerdeki ve tarikatlardaki eksiklikleri gidereceklerine yasakladılar! AK Parti de aynı şeyi yaptı; yurtları kapattı, dershaneleri kapattı! Oysa daha ilerisini ve bedava olanını açması gerekirdi.
Bizim eğitimle ilgili yazdığımız broşürde veya dergide anlattık; çalışarak okuma. Öğrenciler günde dört saat okuyacak, dört saat da işyerlerinde çalışacaklar. Vergide muaf olma, faizsiz kredi verme, vakıf tesislerinde kira almama, kamu ihtiyaçlarını onların ürettikleri ile giderme uygulaması, öğrenci bir yerden destek almadan ve kimseye esir olmadan okuma imkânını bulur. Kendi yurtlarına kendileri sahip olurlar. Derslerini istedikleri hocalardan kendileri alır ve karşılığını öderler.
Bunu yapmak yerine dershaneler kapatılmıştır. Sırf İslâm fıkhı okunmasın diye bizim arkadaşlar da bunlara hizmet ettiler. Şimdi de paralel yapı diye medreselere saldırılıyor.
Asıl paralel yapılar size o ışık evleri kapattırıp cahil ve ahlâksız öğrenci grubu oluşturmak amacıyla bunu yaptırmaktadır...”
“Bugün kendilerini üstün gören İsrail oğulları var. Onların yanında yer almış dernekler ve localar var. Kendilerini üstün görüp tüm insanları aşağı görüyorlar. Akşama kadar çalıştırıyor, onlara üç beş kuruş veriyor, sonra barlarda içki ve fuhuşla onları geri alıyor. Böylece tezgâhını kurmuş dünyaya hükmediyorlar. İstedikleri zaman savaş çıkarıyorlar, istedikleri zaman halkı isyan ettiriyorlar. Paraları ile seçimleri etkiliyorlar. Bütün faaliyetleri işçilik ve ahlaksızlık üzerine oturmuştur.
Hazreti Nuh zamanında da bu durum aynen böyle idi, kabile reisleri kendilerini üstün varlık görüp diğer insanları köle olarak kullanıyorlardı.
Hazreti Nuh kavmine rica ediyor…
Biz de insanlığa rica ediyoruz...
“Ben sizden ücret istemiyorum” diyor.
Biz Akevler’e devletten yardım almadık, kredi almadık, zenginlerden de bir şey almadık. Ortaklardan aidat bile almadık. Ortak aldık, verdikleri kadarıyla sermayeyi çalıştırdık. Tüm saldırılara rağmen zarar etmedik ve varlığımızı yarım asırdır sürdürüyoruz.
İşte…
Erbakan’a hep şunu dediler; bu halkla ne uğraşıyorsun, gel bizimle berber ol, beraber sömürelim dediler. Oysa asıl muhtaç olanlar onlardır. Köyleri terk etmişler, kente gelmişler. Kentte de köyde olduğu gibi yaşamak istiyorlar. Oysa şartlar uygun değil. Öncekilerle birlikte AK Parti de bu kente gelen köylülere iş yapmayı öğretti. İşyerleri kurdular. İstanbul’da, Ankara’da yerleştiler. Zengin olmaya başladılar. Çünkü bunlar köylerde çok çalışarak yaşıyorlardı. Hazreti Nuh aleyhisselâmı anlatırken sanki İstanbul’u anlatıyor; Menderes’i, Demirel’i, Özal’ı, Erbakan’ı, Erdoğan’ı anlatıyor. Aynı varoşlar var, aynı hikâye var. Kente gelince kent de artık eski hâlini koruyamaz oldu. İnsanlar günün yani vakitlerinin en az dörtte birini yollarda geçiriyorlar ve süre her gün biraz daha artıyor...” (s.6)
*
“Sözü kendimize getirirsek; biz insanlara kendi sorunlarını çözmek için Kur’an’ı anladığımız kadar anlatıyoruz. Bu görüşlerimizi aktarırken kimseden bir ücret talep etmiyoruz. Hiçbir Kur’an mübelliği karşı taraftan bir şey talep etmez.
Onların canı da buna sıkılmaktadır. Oysa bana şunu verin derseniz onların hoşuna gider, sizi istedikleri gibi konuştururlar.
Eskiden medreselerde herkes gider, rahlesini açar, istediğini istediğine okuturdu. Öğrencilerden isteyen istediği mollayı seçerdi. Öğrendikleri ile halkın huzuruna çıkar, görev isterdi. Halk arkasında namaz kılar, ona vaaz yaptırır, beğenirlerse mescitlerinde alıkoyardı. Halktan isteyenler onlara geçimlerini sağlamak için zekâtından verirdi.
Millî eğitim bakanlığı yoktu. Düşünün, Türkiye 80 milyon insan var. Bir kişi bakan olacak, öğrenciler onun istediklerini öğrenecek, onun istedikleri ile devlet görevlisi olacak!
Onlar işte buna ‘demokrasi’ diyorlar!
Bunlar nedir?
Sermayenin dünyayı sömürmesi için kurduğu tuzaklardır.
“Adil Düzen” bunların tamamını ortadan kaldıracaktır. Tedrisat tamamen serbest olacaktır. Herkes her işi serbestçe yapacaktır. Araba sürmek için şoför ehliyetine gerek olmayacak. Sadece kaza yaparsa, eğer dayanışma ortaklığı varsa, ona teminatlı ehliyet vermişse, önce zararlar dayanışma içinde giderilir, yoksa kendisi giderir...”
“Evet, sizden herhangi bir mal talep etmiyorum.
Akevler Kredi ve Yardımlaşma Kooperatifi İzmir’de ortaklık kurdu, herkese maliyetle daireler yaptı, %5 kadar da genel hizmet payı aldı. Böylece yarım asırdır hizmet vermektedir. Ortaklardan mal almadı, aksine onları ortak ederek onlara ortaklıklarının üzerine kar ekleyip verdi. O halde bugün tebliğ işini böyle yapmamız gerekir.
Gerek Millî Görüşçüler, gerekse Gülen Cemaati bu sistemi kabul etmedi, herkesten yardım aldı. Kurdukları ortaklıklar ise Batı düzeni içinde olduğu için başarıları büyük oldu ama tebliğden vazgeçmek zorunda kaldılar. “Adil Kur’an Düzeni” veya Risale-i Nurlar üzerinde duracakları yerde, Gülen ile Erdoğan’ı tanrılaştırdılar. Kimi Mehdi yaptı, kimi erişilmez kahraman yaptı ve bunların dışında asıl hizmet unutuldu.
Evet…
Kimseden yardım dilenmeyeceksiniz. Kooperatifinizi kuracaksınız. İnananları ortak edeceksiniz. Verdiğiniz hizmet karşılığı alacağınız pay ile hizmet görevinizi yapacaksınız.
Adil Düzen Çalışanları tebliğ yaptıkları kimselerden herhangi bir talepte bulunmayacak, onlardan bir ücret istemeyeceklerdir. Kurulacak televizyon ve gazeteler para ile satılmayacak, gazete ve televizyon reklam yapacak, o reklamla kurulacak kooperatiflere ortak bulacak. Ortaklık işleri yapacak ve gazete ile televizyonu finanse edeceklerdir.
Birinci dönemde kendimizi kabul ettirmek için onların usulü ile Müslümanlar olarak İslâmî olmayan müesseseler kurduk. Şimdi Müslümanların İslâmî olan müesseseleri kurma zamanıdır. Yalova’da başladığımız faaliyette Allah dilerse bizleri muvaffak kılacak ve “II. AKEVLER HAMLESİ” yapılamaya başlanmış olacaktır. Gerek İzmir’de gerek İstanbul’da yeniden canlanma başlamıştır.
Benzer canlanma Millî Görüş’te (Saadet Partisi ve AK Parti’de) ve Risale-i Nur cemaatlerinde (ve Gülencilerde ) de başlar inşaallah.
Cemaatçilikten, mezhepçilikten, hattâ dincilikten vazgeçilecek, Allah’a giden yolda insanlar yardımlaşacaklardır.
Buradaki “Allah” kelimesini topluluk olarak anlayabiliriz.
Kooperatif kurulacak, kooperatifler işletmelere genel hizmet verecek, kooperatifin genel hizmetten aldığı paylardan tebliğ yapan müminlere bölüştürülecektir.
Buradaki “Allah’ın üzerinde” derken onun halifesi olan topluluk demektir. O da kuracağınız kooperatiflerle merkez kooperatiflerdir. Bunlar ortak olanlara hizmet verecek ve bu hizmet karşılığı payını alacaktır. Bu pay Kur’an’da “Allah’ın hakkı” olarak belirtilmiş ve fıkıhçılar buna “hukukullah” demişlerdir.
Biz Kur’an’ın nasıl uygulanacağını kendi varsayımları içinde belirtmiş oluyoruz. Biz kooperatif kuruyoruz. Ortak olanlar kooperatifimize katılıyorlar. Ortak olmayanlardan ise hiçbir katkı kabul edilmeyecektir. Bundan dolayıdır ki Avrupa fonlarından yararlanmak şedit bir şekilde haramdır. Avrupa’da kooperatifler kurabiliriz. Merkez kooperatiflerimiz olabilir. Ortaklık içinde her şey yapabiliriz ama karşılıksız yardım asla!” (s.9-10)
*
الَّذِينَ آمَنُوا
“İman etmiş olanları”
“Evet, iman etmiş olanlar fakir olabilir, çöpçü olabilir, sakat olabilir. Ama onlar en üst seviyeye çıkmışlardır. Onlar Allah’ın yeryüzündeki askerleridir. Yeryüzünde adaletin tesis edilmesini sağlayacak kimselerdir. Bunu nasıl başaracaklardır?
Kendileri halktan ayrılarak ayrı topluluk oluşturacaklardır. Sonra Nuh Tufanı gelecek ve diğerlerini o helâk edecektir.
Dikkat edecek olursak Hazreti Nuh’un kavmini Nuh’un orduları helâk etmedi. Hazreti Nuh onları kurtarmaya çalıştı. Onlar gelmediler. Allah da onları helâk etti.
Bugün de farklı bir şey olmayacak. Biz kooperatifleri kuracağız ve gelin gemiye binin diyeceğiz ama onlar binmeyecekler. Ekonomik kriz olacak ve onlar o kriz içinde gark olup gideceklerdir. O ekonomik krizi biz çıkarmayacağız, kendi faizli sistemleri çıkaracaktır.
Biz kooperatifimize ortak olanları diğer ortaklardan ayıramayız. Ortakları eşit kabul ettiği içindir ki Batı’da kooperatifçilik değil sınıfsal anlayışa sahip anonim anlayış sistemi geçerli olmaktadır...”
“… Bunlar zafer kazanacaklar, kendileri zengin olacaklar, onlar iktidar olacaklardır. Nitekim böyle olmuş, insanlığın uygarlığını Hazreti Nuh’un yanında olanlar kurmuşlardır. Bugün de böyle olacaktır. Bu durumda bunların kazançları kooperatiflerin ambarlarında muhafaza edilecek ve onlara ücret oradan verilecektir. “Adil Düzen Anayasası” Kur’an’ın önerdiği ve bugün bizim muhtaç olduğumuz bütün kuruluşları içerir...”
“Artık kulaklarını tıkamışlar, “Adil Kur’an Düzeni”ni duymaz olmuşlardır. Türkiye’deki temsilcileri ve onların şimdiye kadarki işbirlikçileri olan bizim kardeşlerimiz de onlarla bir olup “Adil Düzen”i köreltmeye çalışmışlardır. Böylece kurtulmamak için parmaklarını kulaklarına tıkamış, duymaz ve düşünmez olmuşlardır. “Adil Düzen”den bahsetmemek ve onu yokluğa mahkûm etmek istemektedirler.
Bu durumda kendileri “Adil Düzen” cahili kalacaklar ve “Adil Kur’an Düzeni” geldiği zaman onun dalgaları onları sularda gark edecektir. “Adil Kur’an Düzeni”ni öğrenseler kendileri uygularlar ve kurtulurlar. Ama öğrenmemekte ısrar ettiklerinden helâk olacaklardır. Erbakan’a saldırıyorlar, Erdoğan’a saldırıyorlar ama “Adil Düzen”i eleştiremiyorlar. Çünkü onların kör gözleri “Adil Düzen”in yanlışlarını bile göremez durumdadır...”
“Bir parti kurarsınız. Eğer o toplulukta o partinin taraftarları varsa sizin etrafınızda toplanırlar. Siz insanları değiştiremezsiniz, sizin görüşünüzde olan insanları bir araya getirirsiniz. Peygamberler de bunu yapmışlardır.
Akevler’i veya Millî Görüş partilerini veya Nur Cemaatini oluştururken onları biz eğitip oluşturmadık. Allah onları eğitti, hazır bulundurdu. Biz sadece hedef tahtası olduk.
O halde bizim yapacağımız iş sistemde değişiklik yapma değildir, sistemi geliştirmedir. Yeni bir sistem getirecekseniz ayrı kooperatif, ayrı parti kurarsınız...”
“Kimileri zannediyorlar ki Allah Kâinatı var etti, yirminci yüzyıla gelindiği zaman mağlup oldu, kenara çekildi de dünyayı şimdi sermaye veya silah yönetiyor. Allah’ı ve Kur’an’ı unutup yerine doları tanrı edindiler.
Herkes hâlâ öyle inanıyor. Allah artık bize karışmıyor veya karışamıyor!
Yakında göreceksiniz, nasıl karıştığını göreceksiniz, var olup olmadığını öğreneceksiniz. Tanrı’yı mescitlere hapsedenler kendilerinin hapsolduklarını anlayacaklardır.
Her durumda Allah’ın bize bildikleriyle amel edip etmediğimizi kontrol ettiğini bilmemiz gerekir...”
وَلَا أَقُولُ لَكُمْ عِنْدِي خَزَائِنُ اللَّهِ وَلَا أَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلَا أَقُولُ إِنِّي مَلَكٌ وَلَا أَقُولُ لِلَّذِينَ تَزْدَرِي أَعْيُنُكُمْ لَنْ يُؤْتِيَهُمُ اللَّهُ خَيْرًا اللَّهُ أَعْلَمُ بِمَا فِي أَنْفُسِهِمْ إِنِّي إِذًا لَمِنَ الظَّالِمِينَ (31)
قُلْ لَا أَقُولُ لَكُمْ عِنْدِي خَزَائِنُ اللَّهِ وَلَا أَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلَا أَقُولُ لَكُمْ إِنِّي مَلَكٌ إِنْ أَتَّبِعُ إِلَّا مَا يُوحَى إِلَيَّ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الْأَعْمَى وَالْبَصِيرُ أَفَلَا تَتَفَكَّرُونَ (50)
“Allah’ın hazineleri bendedir demiyorum de ve gaybı da bilmiyorum. Ben bir meleğim de demiyorum. Ben bana vahyolunana uyuyorum. Basir ile amâ bir olur mu de. Tefekkür etmez misiniz?”
“Böyle deniyor.
O halde biz müminlere bütün peygamberler usvedir. Hazreti Muhammed de Hazreti Nuh peygamberin aldığı emri almıştır. Bize de o emir gelmiştir. Kur’an bütün semavi kitapların getirdiklerini getirmiştir. Kur’an bütün dinlerin kitabıdır.
Hazineler bende değildir. Gaybı bilen melek de değilim. Allah o sizin hor gördüklerinize hayır vermeyecektir demiyorum. Bunları diyecek olursam zalimlerden olurum.
Bu âyette Hazreti Nuh aleyhisselâm kendisinin herkes gibi bir insan olduğunu, bir üstünlüğünün bulunmadığını, sadece görevi dolaysıyla ona beyyine ve rahmet verildiğini söylemektedir. İlk şeriat yönetimini kuran peygamber ve şeriatın tüm hükümlerini tamamlayan peygamberler aynı şeyi söylemekle yükümlü oluyorlar. Bizde hazine yoktur. Gaybı bilmiyoruz. Melek de değiliz. Kimin iman edeceğini ve hayır göreceğini de bilmiyoruz. Biz bize vahyolunanı size ve herkese anlatıyoruz.
İşte…
Adil Düzen çalışanlarının işi budur. Kur’an’dan aldıkları emirleri yerine getirecekler. Sonrasına karışmayacaklar.
Seminerlerimizi takip eden kişiler yüzlerce kişiye ulaşmıştır. Yeni hareketimizi yani kooperatifimizi destekleyeceklerini bekliyoruz, umuyoruz...
Bulundukları yerlerde kooperatifler kuracaklardır. Sıkıntılı ve masraflıdır ama bunlara katlanacağız. Sitemizde çalışmalarını duyuracaklardır...”
وَلَا أَعْلَمُ الْغَيْبَ
“Ve gaybı da bilmiyorum”
“Ben olacakları söylüyorum, tufan olacak diyorum ama ne zaman olacağını bilmiyorum. Nasıl insan öleceğini bilir ama ne zaman öleceğini bilmezse, ben de tufanın olacağını biliyorum ama zamanını bilmiyorum. Bana fazla soracağınıza söylenenlere kulak verin, bu çok tanrıcılıktan vazgeçin. Bir kavim olun. Yoksa başınıza azaplar gelecektir ama ne zaman gelecektir; işte onu bilmiyorum...”
“Kredi çalışana verilecek. Çalışan istediği işyerine gidecek ve o krediyi kullandıracak, işveren borçlu olacak, çalışan ücretini alacak, işveren borçlu olacaktır. Böylece yeni düzende çalışan da işveren kadar saygın kimse olacaktır.
Mezopotamya’da sulama barajları yapılınca toprak sahipleri zengin oldular. Taşradan gelen çalışanlar karın tokluğuna çalışmaya başladılar. Peygamberler yeni düzenin hükümlerini anlattıkları halde asla kulak vermediler.
Hazreti Nuh Peygambere o işçilerden sömürülenlerden katılanlar olmuştur. Sonra o katılmayanlar fakirleşecek, katılanlar zengin olacaklardır.
Bugün de durum bundan farksızdır. Gelişmiş ülkelerde doğum oranı düşmekte, geri kalmış ülkelerde nüfus artmaktadır. Yoksullar zenginlerden daha çok çocuk yapmakta, zenginler ise bir veya iki çocukla yetinmektedirler. Bunun anlamı ileride fakirlerin çocukları ülkeye hâkim olacak, zenginlerin çocukları da elenip gideceklerdir...” (s.10-14)
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL