Denge ve düzen, zekât ve faiz
‘İki türlü “DENGE” vardır.
Biri “geçici denge”dir. Bir zaman dengesini korur, sonra bozulur.
Diğeri “kararlı denge”dir. Bu denge sürekli dengedir.
“Kararsız düzenler” her yıl yeni kanunlar yaparlar. Ekseriyet sistemi “kararsız düzen”dir. Bir kişinin bile cephe değiştirmesi ile “denge” değişir ve yeni düzene gidilir...
Ak Parti on senedir iktidardadır. Kendileri ana sorunlarla ilgili hiçbir şey yapmadıkları halde istikrar olmuş, dolayısıyla birçok iş başarılmıştır. “İstikrarı” herkes istiyor ama “ZULÜM DÜZENİ” üzerinde oturmayı da iktidar istiyor, “ekseriyet sistemine dayalı istikrarı” istiyor. Onun bile yararı vardır. Millet onu bildiği için geçmişte Demokrat Parti üzerinde ısrar etmiştir. Millî Görüş geldikten sonra da onun üzerinde ısrar etmektedir...
Bir topluluk sözleşmeler yapar ve ona göre oluşur. Uygun sözleşme yani uygun anayasa yapmışsa o topluluk yaşar, yapmamışsa kaybolur gider...
Biz şimdi sözleşme yapmıyoruz, sözleşmenin nasıl yapılacağı üzerinde çalışıyoruz. Bu dönem araştırma dönemidir. Araştırma tamamlandıktan sonra bir işletme kuracağız, onun sözleşmesi değişmeyecek. O işletme ya devam edecek ya da iflas edecektir...’ (s.8,9)
‘ZEKÂT ile FAİZ birbirlerinin menfi ve müsbetidir. FAİZ, altının olduğu için artırmaktır. ZEKÂT ise altının olduğu için şükür anlamında eksiltmektir. Etkileri de böyledir. Faiz krizlere sebep olur, zekât ise berekete sebep olur.
FAİZ aldığınız zaman piyasadan parayı çekersiniz, halkın elinde satın alma gücü kalmaz. Halk bakkallardan ve diğer yerlerden mal alamaz, bakkallar fabrikalardan mal alamazlar, fabrikalar da işçi çalıştıramaz, sonunda işçilerin eline hiç para geçmez, halk işsiz ve aç kalır.
ZEKÂT ise halkın eline satın alma gücünü verir. Halk bakkallardan mal satın alır. Bakkallar işyerlerinden mal alır, işyerleri de işçilere ücret verir. Onlar da bakkallara gidip satın alır, böylece devre çalışmaya başlar, döngü devam eder...’ (s.11)
“FAİZ” başkasına zarar vererek kendine yarar sağlamadır.
FAİZLİ DÜZENLER, faizli kuruluşlar, ZEKÂTSIZ KURULUŞLAR insanlık tarihinde daima krizlere sebep olmuş, bunun sonucu olarak ekonomik inkılâplara sebebiyet vermişlerdir. Bugün de aynı krizler sürüp gitmektedir.
Bir taraftan tekel sermaye “merkezi ekonomiyi” dünyaya hâkim kılmakla meşguldür. Diğer taraftan da halk “halk ekonomisinde” direnmektedir. Bu direniş Millî Görüş Hareketi tarafından organize edilmiştir. Sonunda merkezi ekonomi sistemi aleyhine siyasi düzen gelişmiştir. Ne var ki ekonomide “faizli karşılıksız para” hâlâ sömürü sermayesinin elindedir.
“ADİL DÜZEN”in birinci çıkışı, birinci hamlesi siyaseten başarıya ulaşmıştır; savaşla değil, barışla ulaşmıştır. Şimdi de ekonomide yine savaşla değil barışla başarıya ulaşacaktır.
Öz titreşim ve rezonans olayları iyice kavranmadıkça bu âyetin manasını anlamak zordur. Ondan sonra bu bütün sosyal müesseselere uygulanarak problemler çözülmüş olur.
Bugün ilim yani ilmî kuruluşlar sömürü sermayesinin elindedir. Üniversiteler, sömürü sermayesinin tahakkümünü sürdürmesi için öğretim yapmaktadırlar. Buluşlar sermayeye aittir. Patent hakları ile sömürü sermayesi yeni buluşları tekeline almıştır. Sen buluşunu değerlendiremezsin. Ancak ona verirsin, o da sana birşeyler verebilir.
Bunun sonucu insanlık yerinde saymaktadır. Sanayi hamlelerini tekelleşmeden önce yapan sermaye şimdi duraklama dönemine girmiştir. Yüz sene önceki teknolojiyi okullarda okutturmaktadır. Uygulamalı hiçbir ders verilmemekte, öğrenciler gerçek anlamda eğitilmemekte, sadece hafızalar boş şeylerle doldurulmaktadır.
Sanayide eski hız devam ediyor. Henüz duraklamaları hissetmiyoruz. Tarımda ise çok büyük gerileme vardır. Köyler boşalmıştır. Hukukta ve yönetimde zaten hiçbir zaman ilerilik olmamıştır. Anarşi giderek artmakta ve gelir dağılımı gittikçe bozulmaktadır...’ (s.12)
(KUR’AN VE İLİM, 741. hafta, Tevbe Sûresi 36-37. âyetleri tefsir çalışmamızdan...)