|
|
Muhterem İstanbul Tüccarları! |
|
Reşat Nuri EROL resaterol@akevler.org |
AĞUSTOS 2010 |
|
|
|
İki haber, iki yorum
Reşat Nuri EROL
06.08.2010
Önce ‘iyi’ bir haber: Veriler açıklandı, enflasyon düştü!
Enflasyonun düşmesinin ana sebebini hep hatırlatıyorum:
Ne kadar ‘faiz’ o kadar ‘enflasyon’. Faizleri düşürürseniz enflasyon da düşer.
Merkez Bankası son zamanlarda faizleri sürekli düşürüyordu; o düşürmelerin ‘iyi’ yönleri sonunda ortaya çıktı.
Demek ki neymiş?
İstenince ‘iyi’ ve ‘doğru’ şeyler de yapılıyormuş.
Devam etmesini dileyelim…
***
Sonra iyi gibi görünen ‘kötü’ bir haber:
Türk bankacılık tarihinde böyle ‘KÂR’ görülmedi!
Türk bankacılık tarihinin en yüksek 6 aylık kâr rakamı elde edildi!
İşte rekor kıran ‘kâr’ tutarı:
İlk yarıda net kârını yüzde 42 artırarak 2 milyar 54 milyon TL’ye çıkaran ….. Bankası, Türk bankacılık tarihinin en yüksek 6 aylık kâr rakamını açıkladı. ….. Bankası, geçen yılın ilk 9 dokuz ayında elde ettiği 2.1 milyar TL’lik kâra bu yıl ilk 6 ayda ulaşmayı başardı. Dünyanın dev bankalarının zor günler geçirdiği 2009 yılında Türk bankalarında yaşanan ‘kâr patlaması’ bu yıl da devam ediyor. Halkbank, Yapı Kredi Bankası, Şekerbank’tan sonra, dün de ….. Bankası bu yılın ilk yarısına ilişkin mâli tablolarını açıkladı: 2010 yılının ilk yarısındaki net kârı 2 milyar 54 milyon TL’ye çıktı!..
Banka nerelerden kâr ediyor?
Faizli konut kredilerinde piyasa lideriymiş… Banka ve kredi kartları toplamında 15 milyona yakın portföyü varmış… Faizli kredi kartı, işyeri ve alışveriş cirosunda da lidermiş…
Üretmeyen Türkiye ‘faizli kredilerle’ tüketim çılgınlığına devam ediyor…
Ne zamana kadar?
Bütün taraflar her şeylerini kaybedip iflas edene kadar…
***
‘Faiz’in pek çok tanımı var.
Bizim en çok önemsediğimiz faiz tanımı şudur:
Bir tarak kaybediyor yani ‘ZARAR’ ediyorken, diğer taraf kazanıyor yani ‘KÂR’ ediyorsa, işte bu ‘FAİZ’dir.
Türkiye’de son yıllarda uygulanan ekonomi politikaları sayesinde ‘faizli bankalar’ hep kazanıyorken, bu sene bir de ‘kâr patlaması’ yaşamaya başladılar…
Peki, bankalar ‘kâr patlaması’ yaşarken, bizim ‘faiz’ tanımımıza uygun olarak ‘kaybeden’ ve ‘zarar’ eden kim?
Elbette bankalarla iş yapan HALK!
Ne diyelim?
Biz sadece görevimizi yerine getirip hatırlatmamızı yapalım:
HALK uyanıncaya ve ‘ALTERNATİF FAİZSİZ SİSTEM’ gelinceye kadar sömürülmeye devam…
***
Aman dikkat!
Reşat Nuri EROL
07.08.2010
Son olarak ne demiştik: İşte bütün mesele bu!
Neye istinaden demiştik, kısaca hatırlayalım: Komünizm gitti… Kapitalizm gidici…
İyi de; gidenlerin yerine ne gelecek, kim gelecek, nasıl gelecek, kim getirecek?
Tamam, biliyor ve iman ediyoruz:
Hak geldi, bâtı zâil oldu. Bâtılın zâil olması için Hakkı kim getirecek?
İşte bütün mesele bu!
İnsanlığın ve insanlık tarihinin bütün güçleri ya yenilmiş, ya kenara çekilmiş, ya susmuş, susturulmuş; ya da her şey hazır da, müjdeli ve sadetli bir huruç hareketi ile Hakka ve adalete dayalı yeni bir medeniyetin henüz vakti gelmedi mi, ne?
Bence o vakit geldi ve geçmesine geçiyor da; sünnetullah gereği, boşluk kabul etmeyen tabiatta Hak gelinceye kadar envai çeşit bâtıllar var olmaya ve hükümranlıklarını sürdürmeye devam ediyorlar!
Ne zamana kadar?
Hakkı hak bilip ona ittiba edenler onun önce ‘bilgi’sine erişinceye ve o bilgiye eriştikten sonra onu ‘amel’e dönüştürünceye kadar; yani hayatın ilmî, dinî, iktisadî ve özellikle idarî/siyasî her alanında ‘ilim’ ile ‘amel’, ‘teori’ ile ‘pratik’ bir araya gelip at başı bir arada hareket edinceye kadar.
Asıl mesele de işte budur ve son zamanlarda içimizde ve dışımızda gelişen bütün olayları bir de bu pencereden bakarak değerlendirmenizi tavsiye ederim.
***
Elbette biz kendi aklımızca bunları düşünüyor ve değerlendiriyoruz…
Bir de her şeyin Yaratıcısı, Yönlendiricisi, Hakimi, Sahibi var ve olan her şey O’nun hükümranlığında, kontrolünde ve yönetiminde cereyan ediyor…
Biz ise sadece ‘Hak’ ile ‘bâtıl’, ‘adalet’ ile ‘zulüm’, ‘doğru’ ile ‘yanlış’ denilen iki taraftan birini seçiyor ve o taraftaki yerimizi alıyor; aldıktan sonra da üzerimize düşeni yapmaya çalışıyoruz…
Bâtılın beş asırdan beri çağımızdaki temsilcisi olan küresel tekel sömürü sermayesi planlamalar yapıyor ve bilinçli şekilde insanlığı istediği istikamete doğru sürüklüyor.
Onlar planlıyor... Allah da planlıyor...
Türkiye’de başlayan ‘Millî Görüş ve Adil Düzen Hareketi’ zamanla İran’a ‘İslâm İnkılâbı’ olarak, Rusya’ya ‘Glasnost ve Perestroyka’ olarak, dünyanın başka yerlerine de başka bir şekilde etki etmiş ve tekel sömürü sermayesinin gücü zayıflamıştır.
Çin güçleniyor: Sömürü sermayesinin Çin’e etkisi zordur, çünkü Yahudiler orada kendilerini istedikleri gibi kamufle edemiyorlar, Çinlilere istedikleri gibi hükmedemiyor.
Sovyetler yıkılmış ama sermaye düşmanlığı bitmemiştir. Eski Sovyet halkları uyanmakta ve tekrar Rusya’nın etrafında toplanmaktadırlar. Eskiden sömürü sermayesinin zoruyla ‘kapitalizme’ karşı oluşturulmuş bir güç olarak ‘komünizm’ temsilcisi gibi toplanıyordular; şimdi ise kendi arzuları ve iradeleriyle toplanıyorlar...
AB’de papalık yani dindarlık etkin rol oynuyor, orada yeni şeyler oluyor...
ABD’de halk beklenmeyen bir şey yaptı, Barack Hüseyin Obama başkan oldu!..
Malezya’dan Venezuella’ya, Afganistan’dan Sudan’a her yerde yeni şeyler oluyor…
***
Küresel tekel sömürü sermayesi bu durumda yeni planlar hazırlıyor ve bu planlara dayanarak yeni politikalar izliyor.
Bizce dikkat edilesi planı şu:
İslam âlemini organize edip dayanaksız olan süper güçlerle çatıştırmak istiyor.
Bunu sağlamak için İran’a farklı baskılar uyguluyor ve kışkırtıyor…
Bunu yaparken Türkiye ile Brezilya da devrede görünüyor...
I. ve II. Dünya Savaşları kim tarafından başlatıldı?..
III. Dünya Savaşı kim tarafından başlatılmak isteniyor?...
Aman, işte bu plana çok dikkat edelim ve oyuna gelmeyelim!..
Aman dikkat!
***
Faizli PARA!
Reşat Nuri EROL
10.08.2010
Bundan önceki ‘iki haber, iki yorum’ başlıklı kısa yazımda, iyi gibi görünen ‘kötü’ bir haberden söz etmiştim; haberin özü ve özeti şöyle: Türk bankacılık tarihinde böyle ‘KÂR’ görülmedi! Türk bankacılık tarihinin en yüksek 6 aylık kâr rakamı elde edildi!
Yorumun özü ve özetine gelince: ‘FAİZ’i tanımlarken dedik ki; “Bir taraf ‘ZARAR’ ediyorken, diğer taraf ‘KÂR’ ediyorsa, işte bu ‘FAİZ’dir... Faizli bankalar ‘kâr patlaması’ yaşarken, ‘zarar’ eden kim? HALK!
Bankalar halkı sömürürken ana araçları ne?
PARA!
Faizli para!
Karşılığı olmayan para!
Yani cebimizdeki kâğıt kazık PARA!
***
İlk alışverişler karşılıklı ‘mal mübadelesi’ ile yapılmış... İlk parayı Lidyalılar icad etmiş... İlk para ‘altın’ ile ‘gümüş’ (ve ‘bakır’) olmuş; hâlâ öyle olmaya devam ediyor…
Altın ve diğer madenlerin para olarak dolaşımı zor olunca, karşılığında kâğıttan ‘senetler’ çıktı. Sonunda olan oldu, karşılığı olmayan yani karşılıksız senetler hâkimiyeti ele geçirdi. İşte, bugün hem ‘karşılıksız’ hem de ‘faizli’ bu senetlerin adına ‘PARA’ diyoruz!
Meselenin özü, özeti ve aslı şöyle: Artık altın karşılığı ‘para’ basılmıyor, karşılığı olmadan basılıyor; yani cebimizdeki veya bankamızdaki kâğıt parçalarının karşılığı olmadığından dolayı aslında hiçbir değeri yok! Sadece kendi kendimizi ‘paramız var’ diye aldatıyoruz! Birileri (onları biliyorsunuz) kâğıt parçalarını renklendirip bize ‘para’ diye (hem de üstüne bir de ‘faiz’ alarak) bize yutturuyor, yani kazıklamaya devam ediyor!..
Bu aldatmaca, kandırmaca ve kazıklama ne zamana kadar devam eder?
Biz uyanıp karşılığı olan gerçek parayı tedavüle sokuncaya kadar...
***
Bu yazı, ‘kısa bir yazı’ olsun diye yazılmaya başlandı. Önceki kısa yazıda bu ‘faizli para/banka düzeni’ üzerinden nasıl kazıklandığımızı, -daha önceki nice yazımda olduğu üzere,- kısaca yazıp hatırlattım.
Bu köşede konu ile ilgili yüzlerce ‘nasihat’ etmesine ettim de, ‘faizli paraya dayalı zalim sömürü düzeni’ devam ettiğine göre; demek ki bugüne kadar yaşananlar hiç de ‘musibet’ değilmiş!
O halde; ‘bir musibet’in, kim bilir belki de ‘TUFAN’ seviyesinde ‘okkalı bir musibet’in ‘binlerce nasihat’ yerine geçeceği güne veya günlere kadar beklemeye yani ‘karşılıksız faizli ve de kazıklı kâğıt para düzeni/sistemi’ ile sömürülüp kazıklanmaya devam!..
Bugünlük kısa kestim!
Anlayanlara ve arif olanlara bu kadarı da yeter!
Belki bir başka yazı ile anlayıp uyanmayanları uyarmaya devam ederim…
***
Yeni planlar, yeni dengeler
Reşat Nuri EROL
11.08.2010
Türkiye bölgesel güç olur mu diye sormanın gereği yok; oldu bile!
Olmasına oldu da; her şeyin bir bedeli var, şimdi de o bedeli ödüyor; aynen geçmişte yani Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde ödediği gibi.
O dönemlerde Batı’dan gelen ‘Haçlı Seferleri’ vardı, şimdi küresel seviyede hükümran olan ‘sömürü sermayesinin her türlü saldırıları’ var.
Tamam, ‘yurtta barış, cihanda barış’ veya ‘komşularımızla sıfır sorun’ ama nasıl?
Mesela, en önemli komşularımızdan biri İran’ın küresel sömürü sermaye ile sorunları malum. Siyonist sermayenin bölgeye bir hançer gibi yerleştirdiği İsrail’in Türkiye dâhil herkesle sorunları var. Siyonist sermaye İran ile gerilim yaşıyor, ambargolar uygulatıyor.
İran-Irak Savaşı yıllarında ve şimdi de ABD’nin Irak işgali döneminde Türkiye’nin ekonomik kayıpları yüz milyar dolarlara ulaştı.
İran’a uygulanan ekonomik ambargo sebebiyle ülkemize gelecek ekonomik baskı ve zararlar nasıl savuşturulacak?
Türkiye, Suriye, Lübnan, Ürdün arasında yapılan anlaşmalar ve Araplara yönelik açılımlarımızdan Siyonist sömürü sermayesinin rahatsız olmaması mümkün mü?
***
Dünyanın NATO ve Varşova Paktı yani sermaye tarafından ‘batı-doğu’ diye bölündüğü ‘Soğuk Savaş’ döneminde durum belliydi ama o denge çöktü. Sömürü sermayesi şimdi İslâm âlemini kendisine kafa tutan süper güçlere karşı organize etmek istiyor. Eğer süper güçleri kendi tarafına çekip organize edebilirse, ‘İslâm terörü’ deyip bu güçleri Müslümanlara karşı kullanmak ve İslâmiyet’i ortadan kaldırmak istiyor. Son yıllarda Ortadoğu, Araplar, Filistin, İsrail, İran, Mavi Marmara etrafında gelişen ve Türkiye’yi de çok yakından ilgilendiren bütün meselelere bu açıdan bakıp değerlendirmek gerekiyor. Yok, eğer etkin güçler gruplaşıp birbirine vurmazlarsa o zaman Müslümanlarla onlar savaştırılacak.
Türkiye bölgesel güç olduğuna ve bulunduğu bölge dünyanın tam da ortasında olduğuna göre; yapılacak siyasal ve ekonomik her türlü analiz her şeyden önce dünya ölçeğinde olmadıkça, Türkiye’nin karşılaşacağı sorunları anlamak mümkün değildir. Son yıllarda bölgesel güç olmamız yönünde gelişen ve hem ABD hem de Rusya tarafından desteklenen politikalar var olmasına var ama ABD açısından baktığımızda hem içte hem dışta değişen güç dengeleri var ve bu durum her şeyi bir anda ters yüz edebilir.
Daha da önemlisi, yapılacak analizlerin dünya ölçeğinde olması da yetmez; ayrıca tarihî gelişmelerin akışı içinde de olmalı, sermayenin planları karşısında ‘İlâhî plan’ da bilinmelidir. Unutmayalım ki sermayeye bunları yaptıran O’dur, en sonunda “O’nun planı” hakim olacaktır ve âyette de ifade edildiği üzere, O plan yapanların en hayırlısıdır.
***
Dünyada büyük bir değişim yaşanıyor, eski dengeler değişiyor ve ‘yeni bir denge’ oluşuyor. Yukarıda çok yönlü olarak anlattığım üzere, ‘dünya çapındaki bu yeni denge nasıl olacaktır’ sorusunun cevabını iyi analiz etmek gerekmektedir.
Çin’in ekonomik gücü artık iyice ortaya çıktı, Hindistan da giderek güçleniyor…
Kimi analizciler önümüzdeki dönemde dünyadaki ekonomik güç sıralanmasında Çin’in ilk sırayı alacağını, ABD’nin ikinci sıraya gerileyeceğini söylüyor. Bu analiz ‘tahmin’ mi yoksa ‘temenni’ mi, ya da yaşanan gelişmelerin bu sonucu doğuracağı söylenerek ABD ve Rusya tehdit mi ediliyor? Ne olacağını zaman gösterecek.
SONUÇ: Sermayenin ‘denge planı’ geçmişte olduğu gibi dünyayı ikiye bölmek, onları savaştırmak ve kendi sömürüsünü sürdürmektir.
Şimdilik bunu nasıl yapacağını tam bilmemekte...
Çin ile Hindistan’ı birleştirip ‘doğu bloğu’ oluşturabilir; Türkiye, Rusya, ABD ve AB’yi ‘ikinci blok’ yapabilir.
‘Rusya-Çin birliği’ ile ‘AB-ABD birliği’ de düşünülmüş olabilir.
‘İslâm Birliği’ ile etkin güçler arasında olabilir. Şimdilik plan/lar olgunlaşmadı.
Onlar plan yapıyor ama ‘O’ da plan yapıyor ve O plan yapanların en hayırlısıdır.
***
Ekonomik sistem çöktü;
Alternatifi biliyorsunuz!
Reşat Nuri EROL
12.08.2010
Dünyada var olan ‘vahşi/vampir kapitalist faizli ekonomik sistem’ çöküyor…
‘Karşılıksız faizli kâğıt paraya dayalı sistem’ çöküyor…
Sözde ‘devlet bankası’ ve ülkelerin Merkez Bankalarına bağlı/bağımlı gibi görünen ama aslında ‘ÖZEL Yahudi bankası gibi çalışan’ ABD’deki FED’e (ABD Merkez Bankası) bağlı ve de bağımlı olarak çalışan ‘ABD DOLARI’ merkezli ‘sömürüye dayalı ekonomik sistem’ çöküyor…
Ya da çöktü de bizim yani dünyanın, insanlığın, ülkelerin haberi mi yok!
Şöyle de diyebiliriz:
Tamam, dünyanın ekonomik sistemi çöktü; peki, yerine ne koyacağız, alternatifini biliyor muyuz; biliyorsak uygulanacak hâle getirdik mi?
*
Bu ekonomik sistem, bu zalim dünya düzeni II. Dünya Savaşı’ndan sonra kuruldu…
ABD dolarının karşılıksız basıldığını dünyaya ilk defa Fransa Devlet Başkanı Charles de Gaulle resmen ilan etti ama aradan nice on yıllar geçmesine rağmen, insanlık tarafından yerine bir alternatif üretilemediğinden, FED (ABD Merkez Bankası) tarafından değil ‘özel bir Yahudi bankası tarafından basılan karşılıksız dolar sömürüsü’ maalesef devam ediyor!..
Ne zamana kadar?
Dünya ve insanlık ‘alternatif çözüm’ üretinceye kadar.
*
Bu ‘zalim ekonomik sistem/düzen’ ile dünya kör-topal ayakta durmaya çabalıyor ama nafile! Krizler, hep krizler, sürekli krizler, bitmeyen krizler, küresel krizler, global krizler ile yaşayıp duruyoruz?
Neden?
Nedeni gayet basittir.
Var olan bütün ekonomik modeller çöktü, zorla ve halka karşı uyguladıkları vahşi/vampir sömürülerle ayakta kalabiliyorlar.
Ama halkın sabrının da bir sonu var.
O sabır bittiğinde ve gereği yapıldığında ‘küresel kapitalist vahşi/vampir sömürü sermayesi’ (yoksa ‘Siyonist sermaye’ mi demeliydim) için her şey bitecek!
*
‘Gereği yapıldığında’ dedim de hatırıma geldi.
Millî Gazete’nin ve bu köşenin okuyucusu olan sizler şanslı hem de çok şanlısınız, gereğini biliyorsunuz; daha doğrusu Erbakan Hoca sayesinde bütün dünya gibi alternatifi siz de biliyorsunuz.
“MİLLÎ GÖRÜŞ HAREKETİ”nin en önemli eseri ve projesi olan “ADİL DÜZEN”i -yani bu köşenin konsepti açısından bakıldığında “ADİL EKONOMİK DÜZEN”i- biliyorsunuz.
Şanslı olmanın ve bilmenin de elbette bir bedeli var; onu yani “ADİL DÜZEN”i öğrenmek, anlamak, anlatmak ve uygulamak!..
Haydi; öyleyse bu alternatifi öğrenip uygulamak için daha ne bekliyorsunuz?!.
***
Enerji meselesi
Reşat Nuri EROL
13.08.2010
Bundan önceki yazımızda ‘yeni planlar, yeni dengeler’ dedik ve… “Onlar plan yapıyor ama ‘O’ da plan yapıyor ve ‘O’ plan yapanların en hayırlısıdır.” diyerek bitirdik.
Detayları merak edenler 11 Ağustos tarihli o yazımıza bakabilirler.
Ben sadece sonuç kısmında dile getirdiğim bir gerçeği tekrar hatırlatmış olayım:
Sömürü sermayesinin ‘denge planı’ geçmişte olduğu gibi dünyayı ikiye bölmek, onları savaştırmak ve aradan sıyrılıp kendi sömürüsünü sürdürmektir.
Her zaman olduğu gibi sermayenin biricik emeli ve hedefi sömürmek ama şimdilik bunu nasıl yapacağını tam bilememekte ama her şeye rağmen planlamalarını sürdürmekte...
Bütün planlamalara rağmen, ‘evdeki hesabın çarşıya uymaması’ gibi sermaye karargâhlarında hazırlanan planlar da bazen dünyaya uymuyor.
Neden uymuyor?
Uymuyor çünkü sermayenin de üzerinde olan bir GÜÇ var ve o gücün Sahibi her şeyi kontrolünde tutuyor; sermayenin yaptıkları da O’nun kontrolünde…
Ne demek istediğimi daha fazla açmamı beklemeyin; ârif olanlar anladı!
***
ABD başta olmak üzere önemli ülkelerdeki ekonomik, siyasi ve sosyal dengeler ülkemizi etkilediğine göre bunları iyi bilmek ve takip etmek zorundayız.
Enerji üretimi ve tüketimi insanlığın en önemli sorunu; elbette ülkemizin de. Bu yüzden yüz yıldır ‘petrol savaşları’ oluyor.
Irak ve Afganistan bu yüzden işgal edildi.
Son zamanlarda Meksika ile ABD kıyıları ile Çin denizinde çevre felaketine dönüşen ‘petrol kirlilikleri’ de bu ‘enerji-petrol savaşları’nın bir sonucu.
İran’a yapılan ambargo ve saldırıların sebebi de bu.
Petrol lobileri ve dünyadaki enerji tröstleri ABD’de Obama politikalarına karşı çıkıyorlar. İki taraf çatışma hâlinde. Petrol lobileri petrolün daha uzun süre kullanılabileceği, alternatif enerji kaynaklarına geçişin zamanının gelmediği görüşünde. Diğer taraf ise petrol kullanımının sebebiyet verdiği çevre kirliliği ve diğer zararların etkisini kullanarak alternatif enerjiye geçişin zamanın geldiğini düşünmekte, bu görüşe dayanarak alternatif enerji kaynaklarını ve özellikle nükleer enerjiyi kontrol altına almaya çalışmakta...
İran’ın atom/nükleer enerji faaliyetleri de bu kontrol mekanizmalarının kurulması için fırsat olarak değerlendirilmekte, Türkiye ile Brezilya’nın arabuluculuk çalışmaları engellenmeye çalışılmakta. Birleşmiş Milletler başta olmak üzere bütün uluslar arası kuruluşlar da bu hegemonyaya âlet edilmekte. Neler yapıldığını ibretle izliyoruz…
Şimdiye kadar görülmeyen ve teknoloji bu kadar ilerlemişken meydana gelen bazı kazalar(!) da çevre bilincinin yayılmasına katkıda bulunmakta.
Son zamanlarda Meksika, ABD ve Çin kıyılarını ‘çevre felaketi’ boyutunda tehdit eden kazalar ve petrol sızıntıları da tesadüf mü, yoksa başka bir şey mi?
İnsanlık bütün bu gelişmeleri dikkatle takip ediyor…
***
SONUÇ:
Gelecekte normal petrolün yerini nebati kaynaklı sunî petrol alacak mı?
Bu yöndeki çalışmalar, gelişmeler ve üretim ümit verici seviyelerde.
İran ve Türkiye başta olmak üzere, dünyadaki önemli ülkeler işbirliği yaparak ve birlikte çalışarak nebati kaynaklı bu petrolün ve diğer alternatif enerjilerin üretimine yönelmelidirler.
İnsanlık bu yönde işbirliği yapmalıdır. Likit yağlar petrolden ucuzdur. Likit yağ motorlarını yaparsak sorunumuz çözülür.
İnsanlık bütün bunları yapacak teknolojik ve ekonomik güce ulaşmış bulunmakta.
Bir zamanlar Türkiye’yi de etkileyen Rusya’daki Çernobil faciası düşünüldüğünde, atom enerjisi ne kadar sağlıklı bir enerjidir diye düşünmek gerekiyor.
O kadar sağlıklı ve tehlikesiz alternatif enerji kaynakları vardır ki, atom enerjisine gerek yoktur.
İnsanlık düşmanı atom bombası ise tamamen yok edilmelidir. Atom atana biz atom atmayız, orasını işgal ederiz; atom bombasını kullananı ise insanlık olarak yok ederiz.
***
Ekonomik sistem topallıyor
Reşat Nuri EROL
14.08.2010
Bundan önceki kısa yazımızda kısaca ne dedik?
‘Ekonomik sitem çöktü; alternatifi biliyorsunuz: ADİL DÜZEN, ADİL EKONOMİK DÜZEN.’
Ancak, bu alternatifi bilmenin bir de bedeli var:
‘ADİL DÜZEN’i öğrenmek, anlamak, kavramak ve örnek olarak uygulamak.
Özellikle ‘örnek olarak uygulamak’ dediğimizde ne anlamalıyız?
Demem odur ki; halk anlatılandan ziyade gözüyle gördüğüne inanır.
Öyleyse, bir an önce alternatif örnek uygulamalar bir an önce başlamalı.
Dün ve bugün asıl anlatmak istediğim ve ana mesajım budur, gerisi teferruat; ama biz bazı gerçeklerin iyi anlaşılması için yine de ‘teşhis’ anlamında ‘teferruat’ üzerinde durmaya devam edelim…
*
Yaşadığımız global kriz, ekonomik modellerin, özellikle de ekonometrik modellemelerin neredeyse tamamen değerini yitirdiğini gösteriyor.
-Dünyadaki her ülkenin bir Merkez Bankası var. En gelişmiş ülkelerdekiler dâhil tüm Merkez Bankaları bu krizde hata yaptı. Neredeyse hepsi krizi öngöremedi ve krizi önlemeye yönelik tedbirler alamadı. Uluslararası ekonomiyi yönlendirmeye soyunan IMF sınıfta kaldı. En övündükleri ülke olan Türkiye’de bile, önce Merkez Bankası politikalarını tenkit edip; daha sonra da tenkit ettikleri politikaları Merkez Bankası’na önermek zorunda kaldılar.
-Yanlış politikalar uygulayan yalnız Merkez Bankaları ve IMF gibi uluslararası kuruluşlar değil. Artık geleneksel ekonomi teorileri ve ekonometrik modeller ülke büyümelerindeki devamlılığı, krizlerin önlenmesi için neler yapılacağını, piyasaların hangi yönde hareket edeceğini açıklayamıyor. Kısacası, ekonomi teorileri, ekonomilerin nasıl çalıştığını izah etmekten uzak kalmış durumda.
-Ekonomi politikalarının, ülkelerin büyümeleri, işsizliğin yok olması, insanlara daha iyi olanaklar sağlanması, özetle insanların mutlu olması için uğraşması gerekir. Oysa, günümüzün ekonomi politika ve programları, “enflasyon hedeflemesi”, “mâli kural” konulması, “kur hedeflemesi”, “sıkı para politikası” gibi cilalı ve göstermelik tedbirler alınmasıyla uğraşıyor. Ekonomi bilimi! ve ekonomistler, maalesef kredi darboğazların nasıl aşılacağı ve günümüzün en şeffaf kurumları olan Merkez Bankalarının nasıl olup da yanlış istikametlere yönelebildikleri konularını incelemiyor. “Stres raporları” gibi göstermelik raporlamalarla sistemler kurtarılmaya çalışılıyor. Devletler hiç bir zaman kendilerini reel sektörün yerine koyamıyor...
*
Yazının ‘ekonomik sistem topallıyor’ başlığı dâhil, benim ‘teferruat’ dediğim yukarıdaki ‘teşhis ve tesbitler’, ülkemizdeki önemli bir eski bürokrat (eski İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Başkanı, eski TC Merkez Bankası Başkanı, eski Milletvekili ve Devlet Bakanı) ve iki önemli gazetemizde yazdıktan sonra şimdi üçüncü gazetede ekonomi yazarına ait.
Tesbit ve teşhis de önemlidir, çünkü ‘teşhis’ olmadan ‘tedavi’ yani en başta anlattığım ‘ADİL DÜZEN ve ADİL EKONOMİK DÜZEN’ olmaz.
İsmini şimdilik ‘sürpriz’ olsun diye sakladığım eski bürokrat, siyaset adamı ve ekonomi yazarının çok önemsediğim teşhis ve tesbitleri bitmedi, devam edecek…
***
Ekonomik sistem topallıyor - 2
Reşat Nuri EROL
15.08.2010
Bizim için önemli olan ekonomik hastalıkların/sorunların tedavisidir/çözümüdür ve ‘tedavi’ yoluna girmek için her şeyden önce ‘teşhis’ önemlidir. ‘Ekonomik sistem topallıyor’ başlıklı yazılarımın amacı da budur, teşhistir; çünkü teşhis olmadan tedavi olmaz. Bugün, bir önceki yazıda kaldığım yerden ‘devam’ edecektim, yine öyle yapacağım ama araya ‘minik bir haber’ sıkıştırıp devam edeceğim. Bu minik ‘haber/yorum’da ne demek istediğimin daha iyi anlaşılması için bundan önceki ‘banka-faiz-para’ merkezli ‘İki haber, iki yorum’ (6.8.2010) ve ‘Kazıklı PARA!’ (10.8.2010) başlıklı iki yazıma göz atılsa iyi olur.
Minik haber şöyle: İş Bankası’nın 2010 yılı ilk 6 aylık verileri yayınlandı. Bu dönemde 1 milyar 802 milyon lira net kâr elde eden kurum, kârını geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 31 oranında arttırdı! Kredilerini (elbette FAİZLİ kredilerini) de yüzde 18 oranında arttırarak 57 milyar TL’ye yükselten kurum, böylece sektörün en çok (FAİZLİ) kredi veren bankası konumuna geldi... Mevduat alanında özel bankalar arasındaki liderlik ünvanını da pekiştiren ve 80 milyar TL’nin üstünde bir (FAİZLİ) mevduat hacmine ulaşan banka, ikinci çeyrekte şube sayısını 1.119’a, personel sayısını ise 23 bin 665’e yükseltirken, şube sayısı ve istihdamda özel bankalar arasındaki liderliğini sürdürdü.
Minik haberin finali şöyle: Türkiye İş Bankası Genel Müdürü Ersin Özince, yılın ilk yarısına ilişkin sonuçlarla ilgili yaptığı açıklamada, bu YÜKSEK BÜYÜME performansını gerçekleştirirken bankanın FAİZ GETİRİLİ AKTİFLERİNİ ARTIRMAYA DEVAM ETTİĞİNİ ve bankanın BÜYÜMENİN yanında KÂRLILIKTA da memnuniyet verici sonuçlar elde ettiğini söyledi.
***
Minik haber bu kadar!
Minik yorumum da kısa olacak (detaylı yorum isteyenler, yukarıda andığım iki yazıya bakabilir): Bizim FAİZ tanımımız neydi? Bir taraf kazanıp fahiş (özellikle faiz) kâr ediyorken, bir taraf kaybediyorsa, bu ‘FAİZ’dir.
YORUM niyetine minik haberdeki ince ayrıntılara dikkat!
-Hep kazanan, kâr eden, büyüyen kim: BANKA/lar!
-Hep kaybeden, zarar eden, küçülen kim: H A L K !
***
Biz yine ‘ekonomik sistem topallıyor’ konumuza kaldığımız yerden devam edelim.
BORÇ STOKU VE FAİZE DİKKAT!
-Ekonomik mekanizmalar eskisi gibi işlemiyor. Örneğin, yaşanılan global krizin çıkış nedeni, kredilerin anormal biçimde arttırılarak reel sektörün aşırı borçlandırılması idi. Sonunda, ekonomik dalga tersine dönünce, özel sektörü ve bankaları kurtarmak adına devletlerden yardım istendi. Yani, fatura HALKA kesildi. Devletten yardım istenmesi durumu, 2000 krizinde bizim de başımıza gelmişti. Serbest piyasa ekonomisi ve liberal prensipler uyguladıklarını söyleyen hükümetler ve Merkez Bankaları, giderek kendilerini sosyalist uygulamalar içinde buldular.
-Artık, ekonomi dünyasında bakılması gereken en önemli veri, “borç stoku” hâline geldi. Yalnız reel sektörün ve bankaların değil, hükümetlerin de borç stokları çok önemli. Osmanlı Devleti’ni “Avrupa’nın hasta adamı” yapan borçlanma batağına şimdi Avrupa ülkelerinin neredeyse tümü ve ABD de saplanmış durumda.
-Yalnız, borcun büyüklüğü değil, ödenen faiz yüksekliği de ülkelerin ve şirketlerin geleceğini şekillendirecek. Bu nedenle, Avrupa ülkeleri öncelikle, borcun miktarını değil, faizini sorguluyor.
-“Kur’an”daki faizi günah sayan hükümler bu nedenle konulmuş, sanki. Merkez Bankalarının ve ekonomi otoritelerinin öncelikle bu konuya eğilmeleri gerekiyor.
Ne dersiniz; bu tesbit ve teşhisler özellikle HALK açısından çok önemli değil mi?
Öyleyse bitmedi, devam edecek…
***
Ekonomik sistem topallıyor - 3
Reşat Nuri EROL
18.08.2010
Bugünkü ‘Ekonomik sistem topallıyor’ faslını kısa kesecek, bu köşenin günlük hacmi nisbetinde yazılması gerekenleri yazdıktan sonra, müsaadelerinizle memleketlerimin bulunduğu kısa bir ‘Balkan’ faslına geçeceğim. Önce ekonomik sistem sorunları:
Yaşadığımız global kriz, ekonomik modellerin, özellikle de ekonometrik modellemelerin neredeyse tamamen değerini yitirdiğini gösteriyor.
- En gelişmiş ülkelerdekiler dâhil tüm Merkez Bankaları, bu krizde hata yaptı. Neredeyse hepsi krizi öngöremedi ve krizi önlemeye yönelik tedbirler alamadı.
- Geleneksel ekonomi teorileri ve ekonometrik modeller ülke büyümelerindeki devamlılığı, krizlerin önlenmesi için neler yapılacağını, piyasaların hangi yönde hareket edeceğini açıklayamıyor.
- Günümüzün ekonomi politika ve programları, “enflasyon hedeflemesi”, “mali kural” konulması, “kur hedeflemesi”, “sıkı para politikası”, “stres raporları” gibi cilalı ve göstermelik tedbirler alınmasıyla uğraşıyor. Ekonomistler, kredi darboğazlarının nasıl aşılacağı ve günümüzün Merkez Bankalarının nasıl olup da yanlış istikametlere yönelebildikleri konularını incelemiyor.
- Ekonomik krizde, dalga tersine dönünce, özel sektörü ve bankaları kurtarmak adına devletlerden yardım istendi. Liberal prensipler uyguladıklarını söyleyen hükümetler, kendilerini sosyalist uygulamalar içinde buldular.
- Artık, ekonomi dünyasında bakılması gereken en önemli veri, “borç stoku” hâline geldi. Yalnız, borcun büyüklüğü değil, ödenen faiz yüksekliği de ülkelerin ve şirketlerin geleceğini şekillendirecek.
- Tüm gelişmekte olan ülkelerde uygulattırılan politikalar birbirine benziyor. Paraların değerli tutulması sayesinde bol ithalat yapılıyor. Sonuçta, enflasyon düşüyor, hükümetler daha fazla oy alıyor. Ama, üretim gücünü ve dışa bağımlılığı düşünen yok.
‘Ekonomik sistem topallıyor’ faslı bugünlük bu kadar; son bir yazıyla bitireceğim.
***
Bilenler bilir, bundan önce Millî Gazete’de birkaç yıl ‘dış politika’ yazıları yazdım ve zaman zaman -biraz da bir Balkanlı olmanın etkisiyle- bu bölgedeki sorunları yazdım. Akif Emre’nin bugünkü “Makedonya’dan yükselen çığlık” yazısı beni tekrar o günlere götürdü. Memleketlerim Kosova, (Arnavutluk,) Sancak, Karadağ ve Bosna ile hanımımın memleketi Makedonya’daki Müslümanların ekonomik, siyasi ve sosyal durumları perişan. Bu perişanlığı Kosova’da 120 hane oluşturan yakın akrabalarım ile diğer Balkan ülkelerindeki yakın akraba ve arkadaşlarımdan zaman zaman gelen çığlık veya feryatlardan biliyorum.
Son çığlık/feryat Makedonya’dan gelmiş. Akif Emre diyor ki; “Kosova’daki seküler Arnavut milliyetçiliğine, Arnavutluk’taki Müslümanların dinini değiştirmeye azmetmiş Vatikan politikalarına, Makedonya’daki asimilasyon politikalarına gözlerinizi kaparsanız tam bir romantizm yaşayabilirsiniz.” Sonra sözü Makedonya’dan gelen feryatnameye bırakıyor:
“ (...) Burada son bir kaç sene içinde çok yenilikler oldu, ancak bizim Müslüman Türkler bu yenilikleri kendi lehine kullanamıyorlar maalesef. Bir ayrılık, gayrilik almış gidiyor… Gençlerde Makedonların yaşantısına, adetlerine, diline özentiler... Gördüğüm şeyler karşısında bir şeyler yapmalı, bir yerden başlamalı diye düşünerek size bunları yazıyorum… / Müslümanlar Türk, Arnavut, Boşnak bir araya gelmesin diye çeşit türlü kirli oyunlar oynanıyor. Gizliden gizliye göç ettirme siyaseti mevcut. Sanki bu devlet sadece Makedonların, başkasına burada yer yok. Bunları Türkiye’de bazı kişilere anlattığınız vakit siz suçlu oluyorsunuz! (...)”
Feryatname uzun, benimse yerim bu kadar! Daha fazlasını merak ediyorsanız, Akif Emre’nin 17 Ağustos 2010 tarihli (Yeni Şafak) yazısına bakabilirsiniz.
***
Topallayan ekonomide neler yapılmalı?
Reşat Nuri EROL
19.08.2010
Bu makaleler silsilesi, ‘Ekonomik sistem çöktü; alternatifi biliyorsunuz’ yazısı (8 Ağustos) ile başladı ve üç tane ‘Ekonomik sistem topallıyor’ yazısı ile devam etti. Tamam, bize göre ‘ekonomik sistem çökmüş’ durumda, biraz iyimser olanlara göre ‘ekonomik sistem topallıyor’ da; sadede gelelim ve ‘neler yapılması gerektiği’ üzerinde duralım.
Bize göre tek çare ve çözüm var: ADİL EKONOMİK DÜZEN.
“ADİL EKONOMİK DÜZEN”in ne olduğu ve nasıl olması gerektiği ile ilgili olarak bu köşede yüzlerce makale yazdım; birileri, ilgililer, yetkililer uyanıncaya kadar da yazmaya devam edeceğim, inşaallah... Ancak, yine bize göre “zalim düzen”den “ADİL DÜZEN”e geçiş döneminde bulunuyoruz ve bu dönemde de iyimserlere göre yapılabilecekler vardır. Önceki yazılarımdaki ‘tesbit ve teşhisler’den sonra, bugünkü yazımda, bu kritik geçiş döneminde iyimserlere göre ‘neler yapılması gerektiği’ meselesi üzerinde duralım.
***
Topallayan ekonomide neler yapılmalı?
- Ekonomik dalgalanmayı esas alan ve bu sırada gerçekleşmesi beklenen her bir sonucun birbirlerinden bağımsız zaman aralıkları ile gerçekleşebileceğini veya hiç gerçekleşemeyebileceğini öngören, yeni bir ekonomik model üzerinde çalışılmalı.
- Bizde, Merkez Bankamız için yapıldığı gibi, tek bir kurumu olan bitenin sorumlusu olarak göstermekten vazgeçilmeli. Sorunların uluslararası ve ulusal tüm ekonomik birimleri ilgilendirdiği göz ardı edilmemeli.
- Hükümet harcamaları, neredeyse tüm ülkelerde büyüme oranının ve vergi gelirlerinin artış oranlarının üzerinde artıyor. Kısacası, dünya ekonomileri içinden çıkılmaz bir borç sarmalına sürükleniyor. Diğer hedefleri bir tarafa bırakıp, devlet ve reel sektör, “borç” sorununun nasıl çözüleceği üzerine bir ekonomik model geliştirilmeli.
- Krizden etkilenen tüm ülkelerde vergiler kaçınılmaz olarak artacak. Bu oluşuma bir de artan ve alınan borçlar geri ödenirken büyütülecek olan likidite eklenirse, uluslararası enflasyonist bir baskı oluşacak. Bu nedenle, devletler ve şirketler için, “vergi yönetimi” ve “borç yönetimi” öncelikle ele alınmalı.
- Krizden çıkış stratejisinin bir parçası olarak ABD, ülke rezervlerinin artırılmasını istiyor. Çünkü, bizim rezerv artışımız (rezervlerin çok önemli bölümünün ABD’de tutulmuş olması nedeniyle), ABD’ye verilmiş “faizsiz borç” anlamı taşıyor. Yoksa, amaç Merkez Bankamızın döviz alması sayesinde ihracatımızın desteklenmesi değil. Bu nedenle de, döviz fiyatını yükseltici büyüklükte bir alım yapılamıyor…
- Bu durumda, Hazine’nin ve reel sektörün “BORÇLANMA FAİZİ” önemli oluyor. Merkez Bankamız ve Hazinemiz bu konuya çok önem verip, faizleri “sıfır”a yaklaştıracak tedbirler üzerinde çalışmalı.
***
İlk yazımda yazmıştım; ‘ekonomik sistem topallıyor’ başlığı dâhil, ‘teşhis ve tesbitler’ ülkemizdeki önemli bir eski bürokrat, eski bakan, eski TCMB Başkanı ve ekonomi yazarına aittir demiş, ismini ‘sürpriz’ olsun diye saklamıştım.
Bu önemli teşhisler Yaman Törüner’e ait.
Yaman Törüner Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü’nü bitirdi; Merkez Bankası Londra Temsilci Yardımcılığı, Emisyon Genel Müdür Yardımcılığı, Para Piyasaları ve Fon Yönetimi Genel Müdürlüğü, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Başkanlığı, Merkez Bankası Başkanlığı, DYP’den 20. dönem milletvekilliği ile Devlet Bakanlığı yaptı. Akşam ve Sabah gazetelerinde yazdıktan sonra, hâlen Milliyet gazetesinde yazmakta, ayrıca ülkemizdeki büyük bir bankada yönetim kurulu üyesi bulunmakta...
Ne diyelim; sadece bize değil, bu kadar bilgi ve tecrübesi olan birine, ümit edilir ki ilgililer ve yetkililer insanımızın hayrına kulak verir, inşaallah…
***
Sadece ekonomi topallamıyor…
Reşat Nuri EROL
20.08.2010
Bundan önceki beş yazım ‘ekonomik sistem çöktü; alternatifi biliyorsunuz’ ve ‘ekonomik sistem topallıyor’ üzerineydi.
Bugünlerde ‘ekonomi’ yazmak fantezi gibi görünür oldu.
Neden?
Ee, ‘referandum günlerindeyiz’ ya; varsa-yoksa referandum!
Peki, referandumda neyi oyluyoruz?
Birkaç ‘anayasa’ maddesini!
İyi de, birkaç istisna dışında, siyasilerimiz başta olmak üzere, bu anayasa maddelerinin içeriğinden bahsedene, söz edene, anlatana, yazana rastladınız mı?
Siyasi liderler ve sivil toplum önderleri, gazeteler ve televizyonlar, gazeteciler ve yazarlar ne yapıyor?
Bu seçim atmosferi çok önemli bir fırsat olmasına rağmen, ‘ülkenin ve halkın çok daha önemli sorunları varken’ onların tamamına yakını, maalesef TV’lerdeki komedimsi ‘EVET’ mi ‘HAYIR’ mı programları seviyesinde sadece ‘referandum’u tartışıyorlar.
Tartışmayı da havuz-villa, boy-pos, soy-sop gibi asıl konu ile ilgisiz ve tehlikeli meseleler üzerinden yürütüyorlar; ‘halkın ve ülkenin asıl sorunları’ ile ilgilenen yok!
Özellikle ‘iktidar’ ve ‘ana muhalefet’ liderleri evlere şenlik!
Bu durumda işimiz, her şeyimiz, ana sorunlarımız Allah’a kalmış gibi görünüyor.
‘Allah halkımızın yâr ve yardımcısı olsun’ diyeceğim ama; bu yardımı hak etmek için de halkımızın bir an önce uyanması ve gereğini yapması gerekiyor.
Ne diyelim; inşaallah…
Özetle; günlerdir ‘ekonomik sistem çöktü’ veya ‘ekonomik sistem topallıyor’ diyorum ama öyle anlaşılıyor ki, ‘siyasi sistem de çöktü/topallıyor’ demem gerekiyor.
***
Âdetimdir, günlük yazımı yazmadan önce, bence önemli okumalarımı tamamlamadan yazımı yazmam. Değer verip de takip ettiğim yazar sayısı azdır ama mutlaka okuduğum yazarlar da vardır; bunların başta geleni de Mahir Kaynak’tır. Geçen gün (15.8.2010) onun ‘Havuzlu villa’ başlıklı yazısını okuyunca, yukarıdaki değerlendirmeyi yazma ihtiyacını hissettim. Mahir Kaynak’ın bu yazıdaki çok önemli tesbit ve teşhislerine gelince, özetle şöyle: Gündemin en önemli konularından biri kimin havuzlu villası olduğu. Diğer tartışma konuları da isimlerin önüne hangi ünvanların konulacağı, ya da başka kişisel konular. Demokrasi ise geçmişin hesaplaşmasına dönüşüyor… (Oysa) Yaşadığımız dönem gibi büyük değişimlerin olduğu zamanlar düşünce üreten insanlar için bulunmaz fırsatlar yaratır. Mesela bundan sonra liberal ekonomik düşüncenin sürdürülemeyeceği görülebilir ve yeni bir ekonomi teorisinin temelleri atılabilir. / Dünyada gelecek yıllarda büyük değişim olarak adlandırılacağını sandığım gelişmeler yaşanırken ve bu değişimde ülkemizin hem etkilenen hem de değişime katkı yapacak bir ülke konumunda olmasına rağmen, tartışma konularımızın münazara çizgisinde sürdürülmesi nasıl yorumlanmalı?.. / Bugünlerde havuzlu villayı tartışacak yerde bölgeyi yeniden şekillendirecek güç odaklarının projelerinin ne olduğunu ve nasıl bir rol oynamamız istendiğini ve bizim tercihimizin ne olduğunu tartışsak daha iyi olmaz mı?..
***
Birkaç günlük tesbit ve değerlendirmelerin mahiyetinden anlaşılacağı üzere; ülkemizde ve dünyada elbette çok önemli ‘ekonomik sorunlar’ var.
Apaçık göründüğü kadarıyla ‘ekonomik sistem çökmüş’ veya en azından ‘topallıyor’ ama sorunları çözmesi gereken siyasilerimiz, yöneticilerimiz, düşünürlerimiz, akademisyenlerimiz başka âlemlerde…
Bu arada ‘siyasi sistem de çökmüş’ veya en azından o da ‘kör, sağır ve topal’ durumda...
Bu durumda, ülkemizde ve dünyada ‘ÇÖKEN’ veya ‘TOPALLAYAN’ ekonomik, siyasi ve sosyal sistemlerle veya düzenlerle böyle nereye kadar?!.
Biricik ve tek çaremiz olan ‘ADİL DÜZEN’ ve ‘ADİL EKONOMİK DÜZEN’ gelinceye kadar beklemeye devam…
***
İnsanlık çare arıyor...
Reşat Nuri EROL
23.08.2010
Dünyada var olan ve insanlığın binlerce yıllık birikimleriyle oluşan değerlerini kemirip bitiren ‘vahşi/vampir kapitalist faizli ekonomik sistem çöküyor’ dedik; ya da insanlığa hiç de saadet ve refah vermeyen ‘bu zalim sistem/düzen çöktü’ de bizim yani dünyanın, insanlığın, ülkelerin haberi mi yok dedik.
Bundan önceki yazılarımızda bu gerçeği yazdık.
Şöyle de diyebiliriz:
Tamam, dünyanın ekonomik sistemi çöktü; peki, yerine ne koyacağız, alternatifini biliyor muyuz; biliyorsak uygulanacak hâle getirdik mi, insanları ikna etmek üzere gösterecek örneklerini kurabildik mi?
Bu konudaki görüş ve kanaatimiz nedir?
‘Sünnetullah’ veya ‘sosyal kanunlar’ ya da her ne dersek diyelim, işte ona istinaden diyoruz ki; tabiat boşluk kabul etmediğinden, o boşluk doluncaya kadar eskisi yerinde duracaktır veya asıl olması gereken değil de başka bir şey o boşluğu dolduracaktır.
Nitekim, bugünkü var olan duruma baktığımızda, görünen bu değil midir?
Başka bir deyişle söyleyelim/yazalım: Yenisi gelmeden eskisi gitmez.
Kitabımız Kur’an ne diyor: “Hak geldi bâtıl zâil oldu.”
Demek ki: Hak gelmeden bâtıl gitmezmiş.
Daha Türkçesi: ‘Adalet’ gelmeden ‘zulüm’ gitmez, gidemez; ‘ADİL DÜZEN’ gelmeden, getirilmeden, kurulmadan ‘zalim düzen’ gitmez, sona ermez, bitmez.
***
Bu zalim eski düzen, bu ekonomik sistem, bu zalim dünya düzeni nerden geldi, nasıl oluştu, kim tarafından nasıl kuruldu, ona bakalım.
Eskiden beri ‘büyük sermaye’ vardı ve bu sermaye son beşyüz yılda oluştu.
Burada detaylarına girmeyeceğim ‘sermaye terakümü’ yani ‘sermaye birikimi’ oluştuktan ve iyice güçlendikten sonra, ‘büyük sermaye’ ne yapıyordu?
Büyük sermaye dünyadan ‘ham maddeleri’ alıyor, dünyanın sanayileşen ilk bölgesi olan Avrupa’daki fabrikalarda işletiyor, sonra dünyaya ‘mamul madde’ olarak satıyordu...
Bunu gerçekleştirmek, bu büyük birikimi sağlamak için başlangıçta dünyada ‘para’ olarak var olan ‘altın ve gümüşleri’ kendi tekelinde topladı.
Para tek elde toplanınca piyasada para kalmadı, ‘kriz’ doğdu.
Böylece dünya ‘ilk ekonomik kriz’ ile tanıştı.
Büyük sermaye eline geçirdiği altınları halka geri verip ekonomiyi tekrar canlandırmak için ne yaptı?
Halkın elindeki her türlü gayrimenkulleri, şehirlerde binaları, köylerde arazileri elindeki ‘altın’ yani ‘para’ karşılığında satın aldı.
Halkın eline para geçince piyasa yine canlandı, kriz sona erdi.
Bir müddet sonra halkın elindeki para yine sermayenin eline geçti ve dünya ‘yeni bir kriz’ ile karşılaştı.
Krizler dönemi işte böyle başladı, günümüze kadar ulaştı, hâlâ devam ediyor…
***
Büyük sermaye zamanla sistem olarak ‘KAPİTALİZM’ dediğimiz şekle dönüştü, halkı sömürmeye başladı; hâlâ sömürüyor…
İnsanlık, başta da yazdığım üzere; zamanla ‘vahşi/vampir kapitalist faizli ekonomik sistem’e dönüşen ve sürekli olarak ‘KRİZLER’e sebebiyet veren bu ‘ZALİM DÜZEN’e karşı çare ve çözüm arıyor…
***
İnsanlık çare arıyor-2
Reşat Nuri EROL
25.08.2010
Önceki yazıda ‘büyük sermaye’nin beş asır boyunca ‘sermaye terakümü/birikimi’ ve ‘para organizasyonları’ ile ilgili yaptıklarını, bu yapılanların zamanla nasıl ‘krizlere’ sebebiyet verdiğini üzerinde durdum.
Sermaye her kriz sonrasında kendince bir çözüm bulup yola devam etti.
Ancak, kanaatimiz odur ki; çekirge (sermaye) bir sıçrar, iki sıçrar ve sonunda mukadder akıbetine maruz kalır.
Sermayenin o sıçramalarından yani organizasyonlarından bir neydi?
Büyük sömürü sermayesi, bunun üzerine başlangıçta karşılığının olduğunu iddia ettiği ama aslında hiçbir karşılığı olmayan ‘faizli kâğıt para’yı icat etti ve onun karşılığında insanları bedava çalıştırdı!
Kendi bastığı karşılıksız para karşılığında bir de ‘faiz’ aldı, yani parasını faiz olarak geri almak istedi.
Parayı geri çekmemek için daha çok karşılıksız parayı bastırdıkça bastırdı, dağıttıkça dağıttı!
Halkı ‘işçi’ adı altında karşılıksız faizli para karşılığında ‘köle’ gibi çalıştırdı ve halka ürettirdiklerini yine kendisine pahalı pahalı sattı.
Halkın pahalı malları alabilmesi için ‘fahiş faiz’ ile borç vermeye devam etti.
Sonunda bıçak kemiğe dayandı.
İki örnek: ABD’de ‘faizli mortgage felaketleri’ ve büyük banka iflasları…
Ülkemizde ‘faizli kredi kartı borç intiharları’ ve yok olan şirketler, yok olan aileler…
***
Devreye ‘faiz’ girince ‘enflasyon’ oldu.
Bu sefer de ‘fiyat ve ücret anarşisi’ doğdu.
Büyük sermaye bu soruna da kendince çözüm buldu!
Keynes’çi ekonomi uygulamalarından Friedman’cı ekonomi uygulamalarına geçti.
John Maynard Keynes; d. 5 Haziran 1883, Cambridge - ö. 21 Nisan 1946 Sussex, İngiltere; radikal düşünceleriyle ekonomide çığır açan Britanyalı ekonomist.
Milton Friedman, d. 31 Temmuz 1912 Brooklyn - ö. 16 Kasım 2006 San Francisco; Nobel ödüllü ABD’li ekonomist.
Sonuç; yine krizler, yine başarısızlıklar, yine hüsran.
İbret alınması için hatırlamakta yarar var:
Büyük sömürü sermayesi bu arada ‘sosyalizm/komünizm’i de ‘kapitalizm’e alternatif gibi/ymiş öne sürdü.
Sonuç olarak ne oldu?
Bu deneme de yetmiş yıllık zulümlerin ardından başarısızlıkla bitti ve kırk milyon insanın katledilmesine sebebiyet verdi.
Sosyalizm/komünizm yıkıldı gitti...
Kapitalizm son demlerinde, can çekişiyor…
Ve sonuç olarak bugün insanlık çıkmazda, çare arıyor...
***
Marx bu gelişmeleri tahmin etmiş, ‘toprak kapitalizmi’nden ‘altın kapitalizmi’ne, sonra ‘sanayi kapitalizmi’ne geçilecek demişti. Buraya kadar doğru tahmin etmiş, ancak ‘karşılıksız faizli banka parası’nı tahmin edememişti. Ondan sonra geleceğin komünizm olduğunu söylemiş ama ne olduğunu açıklamamıştı. Şimdi insanlık Marx’ın belirttiği merhaleleri aşmış ve son aşamaya gelmiştir. Ona göre komünizm gelecekti. Ondan sonra pek çok solcu devreye girmiş ve teoriler üretmişlerdi. Ne var ki hepsi sosyalizmi aşamamışlar, komünizm üzerinde düşünememişler bile. Şimdi sosyalizm de komünizm de yıkılıp gitmiştir; hiç kimse sosyalizmi/komünizmi savunamıyor.
Artık komünizmi ağzına alan yok.
Kapitalizmin perişan hâli ise ayan beyan ortada...
Bu durumda herkes, bütün insanlık ‘yeni düzen’ arıyor, ‘çare’ arıyor...
Gelecek yazıda o ‘çare’ üzerinde duracağım.
***
Çare
Reşat Nuri EROL
29.08.2010
Önceki iki yazıda ‘insanlık çare arıyor’ dedikten sonra, gelecek yazıda ‘çare’ üzerinde duracağımı yazdım.
Bu köşenin müdavimiyseniz ‘çare’yi biliyorsunuz.
Bilmeyenler için lafı uzatmadan kestirmeden ‘çare’yi hatırlatalım:
Çare “ADİL DÜZEN”dir.
Çare “ADİL EKONOMİK DÜZEN”dir.
İşte, insanlığın ‘çare ve çözüm’ olarak aradığı ve bize göre bulduğu bu biricik yeni düzenin bazı detaylarına, mekanizmasının bazı ayrıntılarına bugün kısaca değinelim.
***
“ADİL EKONOMİK DÜZEN”in mekanizması çok basittir.
Liberalizmde olduğu gibi bu düzende herkes serbest rekabet içinde çalışacak.
Devlet her türlü muhasebe ve muamele hizmetlerini ‘genel hizmet’ olarak verecek, ‘bedelsiz genel sigorta’ yapacak, halka ‘faizsiz selem kredisi’ yani tüketim kredisi verecek, çalışanlara işverenleri borçlandırarak ‘faizsiz çalışma kredisi’ verecek, üretimin ana girdisi ‘ham madde kredisi’ni de bu arada ‘faizsiz’ verecektir.
İşletmeci bu veriler sayesinde üretimini gerçekleştirecek ve ürettiği mamulü satınca parasını tahsil edecektir.
Hazıra ve ithalata dayalı ‘tüketim ekonomisi’ değil de, asıl olması gereken ‘üretim ekonomisi’ böyle gerçekleştirilecek.
Devlet verdiği ‘faizsiz krediler ve genel hizmetler’ karşılığında ‘hâsıladan ve cirodan vergi’ alacak.
Devlet bu vergi gelirleriyle çalışamayanlara, muhtaçlara ve miskinlere yapması gereken yardımları yapacak.
Devlet insanlara hakları olmayan bir şeyi değil, insan olarak hayatta olan herkesin tabiî hakkı olan ‘yeryüzünün kira payını’ verecektir.
Yol, su, elektrik, yakacak gibi zaruri ihtiyaçların yarısı ‘parasız’ olacak, daha fazla tüketim yapanlar için diğer yarısı ‘iki misli fiyatla’ satılacaktır.
Bu hizmetlerin yarısı halka bedava bölüştürülecek, böylece normal tüketim ile aşırı ve israfa dayalı tüketim arasında ‘denge’ ve ‘adalet’ sağlanacaktır.
İsraf yapanlar bedelini ödeyecek.
***
Bu sistem ‘kapitalizm’ değildir, çünkü tekel sermayenin sömürüsü önlenmiştir.
Bu sistem ‘sosyalizm’ de değildir, çünkü halk mülkiyetine dokunulmamıştır.
Bu sistemin temelleri Hazreti Davut peygamber zamanında başlatılmıştır.
Halkın yapacağı işleri halk serbest rekabet içinde kendisi yapar.
Devlet ‘faizsiz kredi’ verir ve ‘genel hizmetleri’ yapar.
Halkın yapamayacağı işler ‘vakıflar’ şeklinde yapılır ve bunlar devletin denetimindedir ama bunların her biri bağımsız işletmedir.
Bir örnek verelim.
Mesela, yollar ve köprüler böyle işletilir, halk bedava gelip geçer, arabalar bedava gelip geçer.
Arabaya veya yakıta konan zamla masraflar karşılanır.
Çare bu, çözüm bu, sistem bu, düzen bu.
Daha farklı bazı detaylar gelecek yazıda.
***
Çare-2
Reşat Nuri EROL
30.08.2010
Çare “ADİL DÜZEN”dir, çare “ADİL EKONOMİK DÜZEN”dir dedik ve bazı detaylar üzerinde duracağımızı yazdık.
Öyleyse duralım…
“ADİL DÜZEN” bizim icat ettiğimiz düzen değildir.
Biz sadece geçmişte ortaya konup uygulanan sistemi çağımıza uyarlamaya çalıştık.
Eksiğimiz veya hatamız olabilir.
Akıllı olan ne yapar?
Eksiği tamamlar, hatayı düzeltir ve istifade eder. İstifade etmemek akılsızlıktır. Ayrıca, bizim anladığımızı ve dediğimizi yapma durumunda değilsiniz. Ama beş bin yıllık mazisi olan dört büyük dinin/düzenin kaynağını teşkil eden bir sistemi unutmaya, duymamazlıktan ve görmemezlikten gelmeye çalışırsanız, başarıya ulaşamazsınız.
***
Küresel sömürü sermayesi ne yapmış?
Siyonist sömürü sermayesi “kapitalizm” ve “sosyalizm” diye iki sömürü çenesini geliştirmiş, bunlardan başka sistemleri yasakla(t)mıştır.
En az yüz yıl, özellikle de yirminci yüzyılda insanlık bu aldatmaca ikili oyun ile vahşi bir şekilde oyalandı.
Siyonist sömürü sermayesi “kapitalizm” ve “komünizm” ayrışması ile savaşlar yaptırdı, kanlar akıttı, krizlere sebebiyet verdi, sefaletler çektirdi.
İnsanlık bütün bu musibetlere rağmen hâlâ bize kulak vermiyor!..
Sadece insanlık değil, sekiz yıldan beri iktidara -hem de tek başlarına- gelmiş bizim eski arkadaşlarımız bile sağır, dilsiz ve kör olarak Hakka, adalete, çareye, çözüme dönmüyorlar.
Biz son derece açık ve net konuşuyoruz; ya Hakkın dediğine kulak verirsiniz, ya da helâk olup gidersiniz.
Bu kâinatı ve içindeki varlıkları var eden Allah yeryüzünü sürekli Siyonistlere, sömürücülere, emperyalistlere, üç kâğıtçılara ve üç kâğıt ekonomisine mi bırakacak sanıyorsunuz.
Kâinatın sahibi vardır ve ona sahip çıkmaktadır.
Yeryüzü “ADİL DÜZEN, ADİL EKONOMİK DÜZEN” nûru ile yakında aydınlanacaktır.
***
Bu gerçekleri sadece biz haykırıp hatırlatmıyoruz.
Yiğit Bulut, geçen gün Habertürk gazetesindeki köşesinde “Türk Halkına Açık Mektup!” yazdı ve özetle dedi ki:
Ey Türk halkı, yıllarca “hakkın olan her şeyi, sana karaborsa sırasıyla satan”, devletten aldığı kredilerle “kendi burjuva devrimini” yapan, “kanarya sevenler derneğinden” farklı statüsü olmamasına rağmen kurduğu “yapılara” yarattığı gazeteci parçalarını “aklen ve ruhen biat ettirip” senin karşına çıkaran, yılda 50 milyar dolar faizi cebine indiren, “irtica-terör” algılamasıyla “seni tehdit” hâline getirtip Türk askerini dahi kendi oyununa âlet eden, seni yok sayıp “kanınla, terinle” beslenen bu “kirli düzenin” sonu geldi! Evet, yanlış okumuyorsunuz; bu çırpınışın altında “son perdenin” acısı yatıyor. / Şimdi “tasfiye” zamanı! Bu düzen çökecek, medyadan finans sistemine, sermaye piyasasından basının en küçük noktasına kadar “çöreklenenler” yok olacak… / Uzun lafın kısası; uyan güzel halkım uyan! Bu ülke senin, sahip çık! Çık ki; çocuğun da bu “yerleşik sistemin” kölesi olmasın...
***
Çare faslında son söz büyüğümüzün:
Millî Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan, Anadolu Gençlik Derneği (AGD) Kocaeli Üniversitesi Mezunları Grubu’nun iftarında, “Ya Siyonizmin kölesi olacağız, ya da Millî Görüş’e sarılıp ecdadımız gibi tüm insanlığı kurtaracağız” dedikten sonra, şöyle devam etti:
“Komünizm, nasıl 80 sene insanlara zulmedip yok olduysa, Siyonizmin nizamı da yok olmaya mahkûmdur.
Bu nizamla yaşamak mümkün değildir.
Komünizm gitti, Siyonizm gidecek, geriye ne kaldı?
“ADİL DÜZEN”.
“ADİL DÜZEN” bir tercih değil, bir zaruret, kurtuluş ilacıdır.
Ecdadımızın yaptığı gibi Millî Görüş’e sarılarak kurtuluşumuz mümkündür.”
***