KUR'ANI ANLAMA METODU
Süleyman Karagülle
2169 Okunma
TAKDİM

 

"DAHA İYİSİ ORTAYA KONMADIKÇA,

ELEŞTİRİLER BİR ŞEY İFADE ETMEZ."

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

 

 

 

 

 

 

 

TAKDİM

 

 

REŞAT NURİ EROL

 

 

RAHMAN SURESİ

Bismillahirrahmanirrahim.

Rahman ve Rahim Allah'ın ismi ile.

1. Rahman.

2. Kur'ân'ı öğretti.

3. İnsanı yarattı.

4. Ona beyanı öğretti.

5. Güneş ve Ay hesap iledir.

6. Yıldızlar ve ağaçlar secde etmektedir.

7. Gök' e gelince, onu yükseltmiş ve dengeyi koymuştur.

8. Dengede taşkınlık yapmayasınız diye.

9. Tartıyı kıst (doğruluk) ile yapın ve dengeyi bozmayın.

 

 

Kur'ân - kâinat - insanı yaratıp beyanı öğreten ve dengeyi kuran; rehber olarak insanlara peygamberler gönderen; ilim adamlarını peygamberlerin vârisi kılan Cenab-ı Allah'a hamd; Son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.) ve ashâbına sonsuz salât ve selâm olsun.

 

"Bismillahirrahmanirrahim" diyor; 'Rahman ve Rahim Allah'ın ismi ile' başlıyor, 'Bismillah' ile devam ediyor, yine 'Bismillah' ile genişleyip yayılan hareket ve hamlelerimizi, en sonunda hakka dayalı bir dünya düzeninin gerçekleşmesi dua ve dileğiyle 'Elhamdülillah' ile taçlandırıyoruz.

Müslümanların her işlerinin başında ve sonunda kullandıkları bu ifadelerin, 'Besmele' ve 'Hamdele'nin, farklı ve geniş açılımlarını, değişik bir bakış açısı ihtiva eden açıklamalarını, bu kitabımızda en geniş ve en güzel detayları ile bulacağınızı ümid ediyoruz.

Çalışma ve çabalarımız, her şeyden önce Allah içindir.

İlmî araştırma, iyi niyet ve ihlâsa dayanmaktadır.

İnsanlara faydalı olmayı amaçlamaktadır.

Bunu açıklıkla ve samimiyetle ifade ediyoruz.

Dünyada her şey değiştiği gibi, değişimin ile dönüşümün hızı ve niteliği de değişti. Günümüz dünyası artık geçmişle kıyaslanamayacak kadar farklı bir dünyadır. Sorunları farklıdır ve buna bağlı olarak çözümleri de farklı olacaktır. Bütün mesele, bu farklı sorunları kavrayabilmek ve çağdaş çözümler üretebilmektir. İlk insan Hz. Adem (a.s.)'dan beri insanlığın sorunlarını çözmek üzere gönderilen peygamberler devri kapandığına göre, artık iş başa kalmış demektir. Kendi derdimizin devasını ve dermanını yine bizzat kendimiz bulacağız. Bunu gerçekleştirmek için elimizde 'akıl' ve 'nakil' gibi yani 'ilim' ve 'kitap' gibi iki nimet var. Bu nimetleri değerlendirmeli ve çağımızın sorunlarını çözmeliyiz.

Bu kitabımız, bu mütevazi çalışmamız, diğerleri gibi bu yolda atılmış küçük bir adımdır. Ardından diğerleri gelecektir. Okunmasını, anlaşılmasını, doğru taraflarının uygulanıp yanlışlarının atılmasını ve böylece hayırlara vesile olmasını diliyoruz.

 

AKEVLER, kuruluşunun 30. YILI münasebetiyle, yeni bir dönemi yeni bir ilmî hamle ile başlatıyor.

 

AKEVLER KÜLLİYATI, yeni dönemde dört veya beş seri hâlinde yayımlanacak olan kitaplarımızın genel ismi olacaktır.

 

KUR'ÂN'I ANLAMA METODU, 'Kur'ân Serisi'nin ilk kitabı olarak yayımlanıyor.

 

İSLÂMİYET'İ ANLAMA METODU, hemen bu kitabımızın ardından 'İslâmiyet Serisi'nin ilk kitabı olarak yayımlanacaktır.

 

İSLÂM DEVLET VE DÜNYA DÜZENİ kitabımız (büyük boy ve iki cilt olarak), yukarıdaki ilk iki kitabımız sayesinde daha iyi ve daha kolay anlaşılmış olacağından, bu kitaplarımızdan sonra 'Sistem Serisi'nin ilk kitabı olarak yayımlanacaktır.

 

Bizi ve bizim çalışmalarımızı, yolumuzu ve yordamımızı, usûl ve üslûbumuzu, metodumuzu ve meselelere bakış açımızı bilmek isteyenler; her şeyden önce bu öncü kitaplarımızı, önyargılardan uzak olan derin bir dikkat ile okumalıdırlar. Ancak bundan sonra diğer çalışmalarımızda daha yararlı bir gezintiye çıkabilir ve asıl anlatmak istediğimiz konularda derinleşebilirler. Öyle ümid ediyoruz ki, işte o zaman bizi ve ne demek istediğimizi gerçek ve olması gereken boyutları ile anlayabileceklerdir. Elbette sadece bizim bir şeyler bilmemiz, anlamamız ve anlatmaya çalışmamız yeterli değildir. Bildiklerimizi birbirimizle paylaşmamız ve hep birlikte yapılması gerekenleri yapmamız gerekiyor. Zira ele aldığımız ve sözünü ettiğimiz meseleler, sadece bizim değil, hepimizin problemi. Problem ve meseleler anonim olduğuna göre, çözüm de anonim olmak zorunda. Burada bu vesile ile Mevlâna'nın şu özdeyişini hatırlatmadan geçemiyoruz: "Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin karşındakinin anlayabildiği kadardır."

 

Kendi açımızdan maziye şöyle bir baktığımızda, bu anlama ve anlatma seviyesine ulaşabilmek için uzun zaman bekledik. Bizzat yaşayarak ve aynı zamanda yaşatmaya çalışarak, uzun yıllar arkadaşlarımızla birlikte çalıştık. Aradan yıllar geçti. Şimdi tatlı bir telaş ve acelecilik içindeyiz. Artık birikimimizi sizlerle de paylaşmak istiyoruz. Belli bir başlangıçtan günümüze kadar, aradan tam 30 yıl geçti. Tablolarımızı bugünkü şekliyle resmedebilmek ve bu güzellikleriyle sizlere sunmak için 30 yıl bekledik.

Çile, çaba, araştırma, deneme, uygulama, tavsiye, tebliğ, sabır v.s. ile geçen 30 yıl.

Bugün, üç nesil bir arada olduğumuz hâlde, hâlâ hakkı tavsiye etme, tebliğ etme ve hemen sonrasında sabırla sebat etme yolundaki bu yürüyüşümüze devam ediyoruz. Yakında, dördüncü nesil bile bizlere katılmak üzere. Çile, çaba, sabır ve sebat olmadan tekevvün ve inşa olmuyor. Bu çile yumağı ard arda gelen birkaç nesli topyekün kapsamak üzere. Bu sevda, onların gönlüne de bir karasevda gibi giriverdiğinde, olması gereken olacaktır inşaallah. İlk İslâm Medeniyeti'nin yani ilk Kuran Medeniyetinin dört asırda kurulduğu düşünüldüğünde, bizler daha yolun başında ve başlangıcındayız demektir.

 

Yeni bir dünyanın, yeni bir dünya düzeninin, hakka dayalı dünya görüşünün hükümran olacağı yeni bir medeniyetin eşiğine gelip dayandığımız apaçık ortada. Hattâ bizim gibi yıllardır bu meselelerde derinleşenlerin, artık bu sırlı kapıdan içeriye buyur edildikleri ayan beyan görülüyor. Anlayan akıllar ve gören gözler için bu durum hiç de ırak yani uzak ve garip değil. Ama anlamak ve görmek için 30 yıllık çileli ve sabırlı bir çaba sarf etmek gerekiyor. Sistem 'ithal' edilemeyip 'inşa' edilmesi gerektiğine göre, iş başa kalmış demektir ve tarafımızdan yapılmaya çalışılan da budur.

Bizler, üzerimize düştüğü kadarıyla acizane bu görevi yerine getirmeye çalışıyoruz. Başka birileri bu görevi yerine getirmedikçe, doğrusunu söylemek gerekirse, artık mütevazi olmanın da hiç bir âlemi ve anlamı yok; gereği de yok; gerekçesi de yoktur... Artık muhterem üstadımızın da dediği gibi; "Daha iyisi ortaya konmadıkça, eleştirilerin de hiç bir değeri yoktur."

 

Bugüne kadar bizleri yakından tanımış olanlar, hep acele eder gibi, sabırsız gibi, inatçı ve ısrarcı gibi... veya kendi anlayışlarına göre bizleri herhangi başka bir şekilde tanıyor ve hatırlıyor olabilirler. Öyle inanıyoruz ki, yaptığımız araştırmalar sonucunda bizim anladıklarımızı anlasalardı, bizim bildiklerimizi onlar da bilselerdi, ulaştığımız sonuçlara onlar da ulaşmış olsalardı; eminiz ki en az bizim gibi davranır ve diğer insanlar üzerinde bizimkine benzer bir izlenim bırakırlardı. Elbette bizler de diğer insanlar gibi tedriciliğin ne olduğunu ve olması gerekenin şartlar olgunlaşmadıkça olmayacağını çok iyi bilenlerdeniz. Acele ediyor gibi görünüyorsak da, ünlü bir şair ve eleştirmenin de veciz bir şekilde dediği gibi; yavaş yavaş acele ediyoruz. Yavaş yavaş acele etmek ne demek? Planlı ve programlı bir acelecilik ve çabukluk, iradeli ve ısrarlı bir sabır ve sebat, mükemmeli yakalamak amacıyla bir ömre sığdırılmaya çalışılan tatlı bir telaş...

 

Ümmet, ilk dört asırda hızlı bir değişimle gerçekleştirilen eşsiz bir medeniyetin bânisi olduktan sonra, yaklaşık olarak bin yıl süren nisbeten daha durgun bir dönemi yaşamaya başladı. Böylesine mükemmel bir medeniyeti kurduktan sonra, asırlar boyu ümmetin acele etmesini gerektirecek bir problemi yoktu. Ancak son asırlarda devran döndü ve durum değişti. Batı Medeniyeti, dört-beş asır önce başladığı sür'at koşusunu tamamlayarak çağımızda zirveye tırmandı. Artık onların durma ve duraklama, bizim ise hızla harekete geçme ve koşma zamanımızdır. Biz, her hayırlı işte olduğu gibi ele aldığımız konularda da, şartları tamam olduğunda ve kemale erip olgunlaştığında acele edilmesi gerektiği kanaatindeyiz.

 

Elbette asırlar önce "Erişir menzil-i maksûduna âheste giden" diyerek bizi uyaran Hatemî'ye saygımız sonsuz. Ancak, bizim çağımıza daha yakın olan, bizim problemlerimizi bilen ve yaşayan şairlerimizin sözlerine kulak vererek onlara da saygıda kusur etmemeliyiz:

Yoktur tahammülüm yetişir gayrı ey felek

Bâr-ı belâ mı çekmeye geldim cihâne ben?

Sünbülzâde Vehbî

Dolaş da yırtıcı aslan kesil behey miskin

Niçin yatıp kötürüm tilki olmak istersin.

Mehmet Akif Ersoy

Hey gidi küheylan koşmana bak sen

Çatlarsan doğuran kısrak utansın.

Necip Fazıl Kısakürek

 

Şairlerimizin veciz olarak ifade ettikleri bu anlayışla biz de koşumuza, yeni dönemdeki ilmî hamlemize, 'Kur'ân Serisi' ile başlıyor, ilk kitabımız olarak 'Kur'ân'ı Anlama Metodu'nu yayımlıyor, daha sonra Allah'ın izniyle diğer serilerimize ve bu serilerdeki kitaplarımıza geçiyoruz...

Ya sonra?

Ya bundan sonrası ne olacaktır?

Yapacaklarımızı planlamak ve bu satırları yazmak üzere derin düşüncelere daldığımız günlerde, beş yıldır Kırgızistan/ Bişkek'te bulunan Üstad Süleyman Karagülle'den bir mektup geldi. Mektubun bir bölümünde, adeta bundan sonra yapmayı düşündüklerimize veya yapmamız gerekenlere işaret ediliyordu:

"Bu şartlar altında buralarda (Kırgızistan'da) şimdilik şeriata göre bir iş kurmanın mümkün olmadığı kanaatine vardım ve ne yapacağımı da bilemediğim için "Haseneler seyyieleri giderir" âyetine sığınarak, elimden gelen hayrı yapmaya başladım.

Dört mezhep üzerindeki FIKIH KİTABInı soru - cevaplar hâlinde çevirdim ve kendi görüşlerimi ilâve ettim.

Hamdolsun, birinci yazdıklarım bitti.

Sonra, 'USÛL' yazmaya başladım.

Usûlün faydası, dağınık konular orada toplanabilecektir. Şimdi onunla meşgulüm.

Artık, uygulaması bundan sonra, hattâ sizden sonrakilere kalmak üzere, kitaplar yazmaya başladım.

Bundan sonra bu çalışmayı yapmak istiyorum..."

Mektup, şu satırlarla başlıyor:

"İslâmiyet'i ilk olarak memleketimde (Borçka/Artvin) tebliğ etmeye başladım. (1950'li yıllar) Halkın reaksiyonları, Kur'ân'da söylenenlere uyuyordu...

Sonra İzmir'de işe başladık ve AKEVLER'i kurduk. (1960-70-80'li yıllar) Kur'ân'ın haber verdikleri bir bir olmuş ve sonuca varılmıştı...

Nafile olarak bu tebliğe Bişkek'de başladım. (1990'lı yıllar) Burası tam cahiliye dönemi. Buralarda gerçekten başarılı olabilmek için benim sahip bulunduğum bilgiye sahip olup kırk-elli yaşlarında olmalı. Burası tebliğe en çok muhtaç, en çok da müsait bir yer. Ancak..."

 

Evet, Üstadımız Süleyman Karagülle açısından bakıldığında, tebliğ ile geçen tam 50 YIL; bizim açımızdan bakıldığında tam 30 YIL geride kalmış. Kur'ân, kâinat, insan, sistem araştırmaları ve uygulama çalışmaları,.. ile; tebliğ, hakkı tavsiye, çile, çaba, sabır, sebat, .. ile; bizleri yaratan, Kur'ân'ı öğreten Yüce Rabb'imizin emrettiği sırât-ı mustakîm üzere ve Son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.)'in gösterdiği yolda geçen yıllar...

 

'Kur'ân Serisi' içinde yayımlayacağımız 'Kur'ân Etrafında Makaleler' kitabının önsözünde Dr. Ali Sayı arkadaşımız, bizim Kur'ân ile ilgili görüş ve anlayışımızı kısaca şöyle özetlemiş:

"Kur'ân'ın, insanı cezbeden ahengi, dahasına ulaşılamaz gibi görünen derinliği, insan ruhunun önüne serilen üslûbu ve mefhumları akla yaklaştırmakta insanı heyecanlandıran üstün belağatı ile; yaşanan hayatın ve ötesinin sırlarını çözmeye yönelmiş akıllar için benzersiz bir kaynak olduğu görülür. Bu yönüyle insanlık Kur'ân'ı kıraat edemediği, ondaki beyana muhatap kılınmadığı sürece kayıptadır. Bu nedenle de onun aşıladığı sevgi, iman, kendini aşma ve yüce esaslar uğruna hizmet etme niteliklerinden mahrum kalır.

Gerçekten günümüz dünyasında yaşananlar söylenenleri teyid eder durumdadır. Niteliksiz ve derinliksiz kişi ve yönetimlerin yaşantımızı getirip soktuğu çıkmaz, artık yerel bir olay olmaktan çıkmış, evrensel problemler hâlinde tüm insanlığı yeni arayışlara ve çözümlere yönlendirecek derecede ağırlık kazanmıştır. Bu durum, şimdiye kadar yaşanan tüm acı ve ıstırapların tek olumlu sonucudur. Muhakkak Allah, mekr edenlerin yani strateji çizenlerin en hayırlısıdır.

Problemlerin artması, insanlığın kendisini soluklandıracak olan özgürlüğünü elinden alan ve hiç bir şekilde kendisine seçme hakkı tanımayan, bunu önce baskı yolu ile sonra da bilgisiz bırakarak veya yanlış bilgilendirerek yapan Batı Medeniyeti'ni sorgulamaya başlamıştır. Ancak, onlara karşı yeni alternatifler üretilmediği takdirde, onların insanlar ve toplumlar üzerindeki etkinliklerine son vermek de mümkün değildir.

Bunun için tek çözümün Kur'ân'ın anlaşılmasından geçtiği her Kur'ân mü'mini tarafından söylenmektedir. Ancak Kur'ân mü'minleri, bu itirafın tüm insanlık tarafından yapılması şartlarını var etmekle de yükümlüdürler. Bu ise her şeyden önce Kur'ân'ın yorumlanması yöntemlerini önümüze getirmektedir. Bu usûl (metod) ile ilgilidir. Bu konuda Kur'ân Tefsiri Tarihi son derece önemli bir birikimi bize aktarmaktadır. Ancak bu klasik birikimin günümüze taşınması, günümüzde meydana gelen gelişmeler çerçevesinde değerlendirilmesi ve şartlara uyarlanması gerekir..."

 

Kur'ân, kendisine inanan ve gönül verenleri, dareynde yani dünya ve ahirette, ulaşmaları gereken yüce hedeflere ulaştıran ilâhî bir kitaptır. Kur'ân, insanoğlunu fert, aile, aşiret, kabile, şa'b, kavm, ümmet ve beşeriyet olarak; diğer bir ifadeyle devlet ve dünya düzeni olarak; yani hayatın her alanında ve her seviyesinde çözümler ihtiva eden eşsiz bir kitaptır. Kur'ân 14 asır önce nâzil olmuştur, ilk 4 asırda çok iyi anlaşılmıştır ve bu anlayışa dayanan eşsiz bir medeniyetin kurulmasına vesile olmuştur. Ancak, daha sonraki asırlarda ve özellikle de günümüzde, olması gereken boyutu ve şekliyle anlaşıldığı söylenemez. Anlaşılamayınca, hayata uygulanamamış ve asırların ardından günümüz sorunlar dünyasına gelinmiştir. Artık 'Kur'ân'ın Anlaşılmasına Doğru' diye ifade edebileceğimiz yola yeniden girmemiz gerekiyor. Bu kadar uzun zamandır beklediğimiz, yerimizde saydığımız, geri kaldığımız veya geciktiğimiz yeter. Bin yıldır bekliyoruz. Yeniden yola koyulmanın ya da yeni bir koşuya başlamanın tam zamanıdır. Bu yola girdikten sonra da, Kur'ân ile ilgili kitaplar hazırlamak, Kur'ân Kitaplığı, Kur'ân Külliyatı, Kur'ân Kütüphanesi, Kur'ân Külliyesi, Kur'ân Vakfı,.. ve şimdilik burada ifade edemeyeceğimiz diğer adımları atmak gerekiyor. Dünyanın ve dünya düzeninin bozulan dengesini yeniden kurmamız gerekiyor.

Her şey bu takdim yazımızın başına aldığımız Rahman Suresi'nde ne kadar da güzel özetlenmiş. Rahman, Kur'ân, insan, insana öğretilen beyan, kâinat ve mizan yani denge. Bütün mesele bu dengeyi kavrayabilmekte ve gereğini yerine getirebilmekte. Kitabımızın ikinci bölümünde, bu surenin başındaki sözkonusu ayetlerin farklı tefsirini bulacaksınız. Sadece Rahman Suresi'nde değil, diğer surelerde de benzer hatırlatmaları görmek mümkün:

"Kitabı ve mizanı hak olarak indiren Allah'tır."(Şûra[42];17)

"Andolsun biz peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti yerine getirmeleri için beraberinde kitabı ve mizanı indirdik."(Hadid[57];25)

 

"Bir ben vardır benden içerû" diyen Yunus Emre'yi sadece ehlinin değil, artık bizim de anlamaya çalışmamız gerekiyor. Ünlü şairimiz, daha kolay anlaşılır olan diğer bir deyişinde şöyle diyor:

İlim ilim bilmektir

İlim kendin bilmektir

Sen kendin bilmezsen

Bu nice okumaktır?

İnsan kendine, kendi yapısına, yaradılışındaki mükemmel bütünlüğe niçin bakmıyor? Bu eşsiz ve eksiksiz varlığa neden dikkat etmiyor? İnsan vücudundaki her organın ve her şeyin yerli yerinde olması, tesadüf ile açıklanabilir mi? Yine milyarlarca insanın yani bütün insanların aynı güzellikte yaratılmış olması düşündürücü değil midir?

Hoşça bak zatına kim zübde-i âlemsin sen

Merdüm-i dilde-i ekvam olan Adem'sin sen.

(Kendine dikkatle bak, hoşça bak. Âlemlerin özü sensin.

Kâinatın içinde gizli olduğu gözbebeği olan insanoğlusun sen.)

Şeyh Galip

İnsan kendini, Kitab’ı ve Kâinat’ı bilmek zorunda. Bunları dengeli ve olması gereken bir şekilde bilmezse ne olur? Uzun söze ne gerek var. Bunu anlamak için çağımızda içinde bulunduğumuz hâlimize şöyle bir bakmak veya çağımız sorunlarına kısa bir nazar atfetmek yeter.

Dörtyüz yıl önce doğan Descartes, 'büyük kâinat kitab’ı' diyor. Galile, kâinatı bir kitaba benzetiyor ve bu kitabın dilinin matematik olduğunu söylüyor. Müslümanlar, medreselerde okuttukları matematiği ve benzer ilimleri devre dışı bırakıp unuttuklarından beri, kâinat kitabını okuyamaz ve dolayısıyla Allah'ın bu dünyada kendilerine bahşetmiş olduğu hilâfet görevlerini de yerine getiremez oldular. İslâmiyet'i sadece âhiret dini hâline getirdiler. Halbuki dünya âhiretin tarlasıdır. Dünyası olmayanın âhireti olur mu?!.

Bu durumda yapılması gereken nedir?

Kur'ân-ı Kerîm'e kulak verelim:

"Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah onlarda bulunanı değiştirmez."(Ra'd[13];11)

"Bu da, bir millet kendilerinde bulunanı değiştirinceye kadar Allah'ın onlara verdiği nimeti değiştirmeyeceğinden dolayıdır."(Enfâl[8];53)

"Eğer O'ndan yüz çevirirseniz, yerinize sizden başka bir toplum getirir, artık onlar sizin gibi de olmazlar."(Muhammed[47];38)

 

Üstad Süleyman Karagülle diyor ki:

"Bütün ilimler Kur'ân'ın tefsirinden ibarettir."

İnsan olarak yapmamız gereken, kitabı okumak, anlamaya çalışmak ve uygulamaktır. İnsanoğlu bunu gerçekleştirebilecek kabiliyette yaratılmış ve gerekli donanımla da donatılmıştır. Bunun aksini iddia etmek, hiçbir aklıselim sahibi için mümkün değildir.

Biz bu mütevazi 'Kur'ân'ı Anlama Metodu' kitabımızda, bize bahşedilen bilgi ve güç nisbetinde, Allah'ın Kitabı'nı anlamaya ve anlatmaya çalışıyor; böylece uygulama merhalesine giden yolda karınca kararınca bir mesafe katetmeyi ve hayırlara vesile olmayı diliyoruz. En büyük dua ve temennimiz budur. Nitekim bizim de en önemli prensiplerimizden birine kaynaklık eden Hz. Peygamber (s.a.v.), bir hadisinde şöyle buyurmaktadır:

"Sizin en hayırlınız, Kur'ân'ı öğrenen ve sonra onu başkalarına öğretendir."

Ne mutlu bu yolda olanlara ve yürüyenlere.

Gayret bizden, başarı Allah'tandır.

Elbette her şeyin doğrusunu sadece Allah bilir.

 

Sözün Özü ve Son Söz

Sözün özü ve son söz olarak hiçbir yorum katmadan Allah'ın birkaç ayetini hatırlatalım. Çünkü sözlerin en güzeli Allah kelâmıdır ve Allah kelâmının diğer sözlere üstünlüğü, Allah'ın kullarına olan üstünlüğü gibidir. Cenab-ı Allah, yüce kitabı Kur'ân-ı Kerîm'inde diyor ki:

"De ki, Rabbimin sözlerini yazmak için denizler mürekkep olsa, hattâ bir o kadar da eklense, denizler tükenir, Rabbimin sözleri yine de tükenmez."(Kehf[18];109)

"Andolsun ki Biz Kur'ân'ı düşünülmesi için kolaylaştırdık. Binaenaleyh bir düşünen yok mu?"(Kamer[54];17)

"Biz sana bu Kur'ân'ı, kendilerine ne indirildiğini insanlara beyân edesin ve onlar da düşünsünler diye indirdik."(Nahl[16];44)

"Neden Kur'ân'ı derinden derine anlamaya çalışmıyorlar, yoksa kalblerine kilit üstüne kilit mi vurulmuş?"(Muhammed[47];24)

"Bizim uğrumuzda çaba harcayanlara biz elbette yol gösterecek, onları bize gelen yollardan birine mutlaka ileteceğiz."(Ankebut[29];69)

"Görüyorsun ya Allah, bulutlardan yağmur indirmektedir. Sonra biz onunla çeşit çeşit meyvalar yetiştirdik. Dağlardan da kimi beyaz, kimi kırmızı, türlü renklerde kapkara yollar peyda ettik. İnsanlardan, yerde yürüyen hayvanlardan ve davarlardan da yine böyle çeşit çeşit renk renk cinsler yarattık. Allah'ın kulları içinde kendisinden en çok korkanlar ancak ilim sahibi olanlardır."(Fâtır[35];26-27)

"Allah dilediğine hikmet verir. Kime hikmet verilmişse ona çok hayır verilmiş demektir. Bunun ne mânâ ifade ettiğini aklıselim sahiplerinden başkası anlayamaz."(Bakara[2];269)

"O'nun sonu misktir; artık bu hususta yarışanlar yarışsın."(Mutaffifin[83];26)