İNŞİKAK SÛRESİ TEFSİRİ - 2
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
***
وَإِذَا الْأَرْضُ مُدَّتْ (3) وَأَلْقَتْ مَا فِيهَا وَتَخَلَّتْ (4) وَأَذِنَتْ لِرَبِّهَا وَحُقَّتْ (5)
***
وَإِذَا الْأَرْضُ مُدَّتْ
(Va EüZa eLEaRWu MüdDaT)
“Va arz meddedildiğinde, yer uzatıldığında.”
Galaksimiz diğer galaksilerden ayrılacak ve yüz milyarlarca galaksinin her biri ayrı kâinat olacaktır. Biz artık diğer galaksilerden habersiz kendi galaksimizde kalacağız. Bundan sonra olanlar galaksimizin içinde olacaktır. Şimdi onu anlatmakta, “Arz meddedildiğinde” demektedir. Semadaki değişiklik kadar bizi ilgilendiren kendi arzımızın değişikliğidir.
Bugün kabul edilen genel kural şudur. Kâinatta yeniden hiçbir şey var edilmemektedir, yok edilmemektedir, sadece yer ve şekli değiştirilmektedir. Bunun dışında yine Kur’an’ın teyidi ile kabul edilen bir şey vardır. Bizim geçmişte yaşadıklarımız kaybolmamıştır, o sahneler orada durmaktadır. Gelecekte yaşayacaklarımız da yeniden var edilmemektedir, orada durmaktadır. Sadece biz seyahat etmekteyiz. Geçmişi yaşadık, geleceği de yaşıyoruz. Âşık Veysel’in söylediği söz tamamen doğrudur; “Gidiyoruz gündüz gece.” Şimdi İstanbul’dan çıkan bir yolcu Boğaz’ı geçer ve İzmit’e varır, Sapanca’yı geçer, tüneli geçer, Bolu’ya varır, Kızılcahamam’dan ilerler. Onun için geçtiği yerler artık yoktur, gelecek yerler de yoktur. Her geçtiği yer sanki var olmakta ve yok olmaktadır. Oysa bütün yol boyu hiç değişmeden hep var olmaya devam etmiştir.
İşte biz şimdi üç boyutlu uzayımızda devam etmekteyiz. Geçmişimiz de vardır. Geleceğimiz de vardır. Öyleyse dört boyutlu uzay mevcuttur. Mevcut olmasaydı biz hareket edemez, değişik manzaraları seyredemezdik.
Kur’an buna “KÜRSÜ” demektedir.
Başka bir olay daha vardır. Biz Ankara’ya giderken istersek çevre yolundan gideriz, istersek Bolu’nun içinden geçeriz. Bu nasıl mümkün olmaktadır? Tek yol değil de birbirine paralel yolların var olması sayesinde mümkün olmaktadır.
Demek ki dört boyutlu uzay içinde hapsolmuş olsaydık bizim bir irademiz olmayacaktı. Oysa biz kâinatta istediğimizi yapabildiğimize göre kâinat dört boyutlu değil de beş boyutludur, beş boyutlu uzay içinde var olmaktayız.
Kuran buna “ARŞ” demektedir.
Şimdi size başka bir şeyi daha anlatmak istiyoruz.
Matematikte sayıları toplarız. Toplama işlemi yapamayacak bir durumla karşılaşmayız. Ama toplamanın ters işlemi olan çıkarma yaparken her zaman başaramayız. Küçük sayıdan büyük sayıyı çıkaramayız. Bunu yapabilmemiz için eksi sayılar icat edilmiştir. Beşten yedi çıkarsa eksi iki kalır deriz. Çarpma işlemini de rahatlıkla yaparız, hiçbir zorlukla karşılaşmayız. Ama çarpmanın ters işlemi olan bölmeyi çoğu zaman başaramayız. Çoğu zaman kalan sayımız olur. Küçük sayıyı büyüğe hiç bölmeyiz. İşte, her bölmeyi yapabilmek için kesir sayıları icat etmişizdir. Diğer taraftan üs alma işlemini de her zaman kolaylıkla yaparız. Yeni sayıya ihtiyacımız yoktur. üç üssü üç 27 eder. Üs almanın tersi olan kök alma işlemini yapamayız. Çünkü çarpmadan biliyoruz ki iki eksi sayının çarpımından bir artı elde ederiz. O halde hangi iki aynı sayıyı çarpalım ki -1 etsin? Batılılar bu sayıya imajiner (sanal, hayali) sayılar demektedirler. Kur’an ise “zâhir” ve “bâtın” demektedir. Her sayının, tam sayının, eksi sayının ve kesir sayının zâhiri olduğu gibi bâtını da vardır.
Buna “karmaşık sayılar sistemi” denmektedir.
Kur’an ise “kâmil sayılar sistemi” demektedir.
Batılılar da karmaşık sayıların kâmil sayılar sistemi olduğunu bilmektedirler. Kâmil sayıları şöyle tarif ettiler. Her türlü işlemi mevcut sayılar sisteminde yapabilirsen sistem kâmildir. Karmaşık sayı sistemi içinde yapılamayan bir işlem yoktur. Dolayısıyla kâmil sayılar sistemini oluşturmuş olmaktayız.
Şimdi kâinata dönelim. Kâinat üzerinde tartışmalar yapılmış, binlerce senelik tartışma bugün sonuçlanmıştır. Kâinat sayılardan mı ibarettir yoksa sürekli bir varlık mıdır?
Kelamcılar sayılardan oluşmuştur demişler, filozoflar ise suret ve heyuladır demişler.
Bugün tüm matematik hesaplar kâinatın sayılar sistemine dayanmaktadır. Sayılarda ne varsa kâinatta da o vardır. O halde matematikte ne varsa kâinatta da olmazsa kâinat kâmil olmaz yani kendi kendine yeterli olmaz. Demek ki kâinatta da bâtınî sayılar vardır. Üç boyutlu uzayın hattâ beş boyutlu uzayın her boyutunun bir de sanal kısmı vardır. Bunun bir kısmı deneylerle sabit olmaktadır. Başlıca görünen yer her maddenin bir kendi hızı var bir de dalgasının hızı var. Kendi hızı ile dalgasının hızının çarpımı ışık hızının karesine eşit olmaktadır. İşte bu hız kendi hızına diktir. Sanal sayılar ekseni reel sayılar eksenine diktir. İzafiyet nazariyesinde kullanılan ((1-(v/c)2)1/2 bu diklikten ortaya çıkmaktadır.
Işık hızına çıkan varlıkların zahiri âlemdeki zamanları ve mekânları sıfıra yaklaşır. Yani bu zamanın ve mekânın dışına çıkarlar.
Bu bilgilerden sonra âyeti kelime kelime açıklamaya çalışalım.
***
“Ve” harfi ile atfedilmiş ve “İzâ” tekrardan söylenmiştir.
“Semanın inşikak etmesi” ile “arzın meddedilmesi” arasında bir ilişki vardır ama aynı değildir, onun için “Ve” harfi ile atfedilmiştir. Oluş zamanları ayrı olduğundan dolayı da “İz” tekrar edilmiştir. Zaman itibariyle “Ve” harfi sırayı göstermez ama burada “İzâ” ile geldiği için farklı zamanlardan bahsedilmektedir. Dolayısıyla iki zaman arasında tertip zorunludur. Başka karine olmadığına göre bu tertibin söylenen sıraya göre olması gerekmektedir.
O halde burada önce sema inşikak etmiş sonra da meddedilmiştir. Yani galaksiler birbirinden ayrıldıktan sonra her galaksi kendi içinde düzenlenecektir. “Ve” harfi ile bağlandığı için olay kopuk değildir, birbirleri ile ilişkili olacaktır.
“Med” kelimesi uzatma anlamındadır. Mekânda uzatma söz konusu olduğu gibi zamanda uzatma da söz konusudur. Kur’an’da her iki anlamda da geçmektedir. “Müddet” kelimesi daha çok zamanda uzatmayı ifade etmektedir.
Biz müddet kelimesine mekânda uzatma şeklinde bir manâ vermedik. Kur’an’da biz yeri meddettik denmektedir. Orada da manâsı yere müddet verdik demektir.
“Meddetmek” çekip uzatmak veya müddet tanımak demektir. “İmdad” ise bolluk, bereket, güç vermek demektir. Burada müddet verdiğimiz zaman veya imkânlar sağladığımız zaman anlamlarına gelmektedir. İmdad manâsı verildiği takdirde yeryüzü âhirette âhiret hayatımıza göre yeniden düzenlenecektir demektir. Sema için böyle bir şart koymamıştır, yer için koymuştur.
“Arz” kelimesi üzerinde yaşadığımız dünyanın adıdır. Galaksimizde yüz milyarlarca yıldız vardır. Bu yıldızların çevrelerinde gezegenler vardır. O gezegenlerde de insanlar yaşamaktadır. Ne var ki o insanlarla bizim bir ilişkimiz yoktur. Şimdilik haberleşme bile yapamıyoruz. Âhirette ne olacaktır? Arzın bir araya gelmesi insanın yaşama şartlarını ortadan kaldıracağı için o şartlar bir araya gelmeyecektir. Yer kendi varlığını koruyacaktır.
Kur’an âhiret hayatını anlatırken başta bahçelerden bahsetmekte, yiyeceklerden bahsetmektedir. Baldan ırmaklar, sudan ırmaklar, sütten ırmaklar ve hamrdan ırmaklardan söz etmektedir. İnsanların rızıklandıklarından bahsetmektedir. Yani canlılığın esası olan beslenip yaşama aynen devam etmektedir. Bitkiler ve hayvanlar bulunmaktadır. Bütün bunlar yeryüzü şartları içinde olmaktadır. Yeryüzü daha soğuk olsa hayat olmaz. Hayat şartları son derece sınırlıdır. Bu bize âhirette de aynı dünya hayatının olacağını bildirmektedir.
O halde âhiret hayatı nedir?
Ruhumuz bizim bedenimizin bir şoförüdür. Şoför ne yapar? Sabahleyin gelir, arabasını çalıştırır, hareket ettirir, akşamleyin kontağı kapatıp evine döner. Bizim ruhumuz da sabahleyin uyanınca bedenimizin kontağını açar ve onu çalıştırır. Yatsı olunca bedene ait kontağı kapatır ve ayrılır. Ara sıra gece gelip kontağı açar ama arabayı hareket ettirmez.
Doğada sakınım kanunu vardır. Hiçbir şey yeniden var olmaz, yok olmaz da. Sadece şeklini değiştirir. Yani biz öldüğümüz zaman bir zerremiz bile kaybolmamaktadır. Toprak olmaktadır. Bir atomu bile kaybolmayan insanın ruhu mu kaybolacaktır. Ruh da varlığını devam ettirecektir.
Arabasını eskiten şoför yeni araba alır. İşte biz de bunu yapacağız. Bu dünyada eskimiş olan arabamızı yani bedenimizi hurdacıya vereceğiz, biz yeni araba alacağız. Âhiret hayatı budur. Demek ki bu dünya hayatımız aynen devam edecektir. Yere ihtiyacımız olduğu gibi güneşe de ihtiyacımız var olmaya devam edecektir.
O halde ne değişecektir?
Bizim hayatımız ölümsüz olacaktır. Bugünkü bilgimizle bu ölümsüzlük çok kolay bir iştir. Şimdi biz çocukluktan beri varız ama hücrelerimiz hep doğup ölmektedirler. Biz ise değişmeden varız. Vücuttaki sinir hücreleri yenilenmezler, hep ölürler ama yenisi gelmez. Bunların bile molekülleri devamlı surette yenilenmektedir.
İnsan göle benzer. Sular gelip gider, devamlı değişir, havalanır, temizlenir. Balıklar ve diğer canlılar yaşamaya devam ederler ama su molekülleri hep değişir. Biz bu yenilenmeleri yaparken asla acı duymayız ve farkında olmayız.
Âhiret hayatında durum budur. Biz ölmeyeceğiz ama vücudumuz devamlı yenilenecektir. Âhiret hayatımız bu dünya hayatı gibi bir hayat olacaktır.
Başka bir sorunumuz daha vardır. Bu dünyada güneşte potansiyel enerji vardır, onu tüketip yaşıyoruz. Bir gün güneşin bu enerjisi bitecek ve güneş sönecektir. Bunun böyle olacağını bugün astronomide biliyoruz. Kur’an da “Güneş söndüğünde” demektedir.
Peki, âhirette biz ne ile ısınacağız? Bugün ‘entropinin büyümesi kanunu’ vardır. Yani bu kâinatın, bizim galaksimizin de enerjisi tükenecektir. Helyum yanıp bitecektir.
Bunun izahını şöyle yapabilmekteyiz. Kâinat baştan patladı. Genişlemeye başladı. İlk patlamanın verdiği enerji hâlen mevcuttur. Biz onları kullanıyoruz. Bir gün enerjisi bitince büzülmeye başlayacak ve bir yerde toplanacak, o zaman da çok büyük basınç meydana gelecek. Şimdi hidrojen helyum olmakta, o zaman helyum gazı hidrojen gazına dönüşecek ve patlama meydana gelecek, yeniden genişleyecek, sonra yine aynı şeyler tekrar edecektir. Yani nasıl kalbimiz devamlı atmakta ise kâinat da böyle devamlı kalp gibi atmaktadır.
Bu arada yer bu birleşmeye veya şarja katılmamaktadır. Çünkü hayat devam edecek, eski oluşlar yok edilmeyecektir.
Peki, bu esnada yerin durumu ne olacaktır?
Yer ışık hızına geçecektir ve orada zaman ve mekândan arınmış şekilde bekleyecektir. Aslında beklemeyecektir çünkü zaman onun için çok kısalacaktır. Güneşler yeniden şarj olunca arz da tekrar eski yörüngesine geçecektir. Bizim durumumuz da uyku durumunda olacaktır.
“Müddet”in anlamı budur. Yani mecburi tatile çıkarılacaktır. Yeryüzü dinlenmeye alınacaktır. Kendisine süre verilecektir.
Burada âhiret hakkında şu bilgilere sahip olabiliriz. Bundan evvel biz uçamıyorduk ama şimdi uçabiliyor, uzaya gidebiliyoruz. Işık hızına geçemiyoruz. Hattâ ışık hızının üstüne çıkamıyoruz. Oysa melekler ışık hızının üstündedirler, bizim hızımıza geçebiliyorlar. Peygamberlerle böyle görüştüler. Yeryüzünü de o sayede düzenleyebiliyorlar. Biz cinlerin atom yapısına geçemiyoruz ama cinler aramızda dolaşmaktadırlar. Âhirette hem dört boyutlu uzayın dışına çıkabiliriz hem de ışık hızından daha yüksek hızlarda dolaşabiliriz. O takdirde galaksimizdeki diğer yıldızları ziyaret edebilir ve onlarla tanışabiliriz. Yahut dört boyutlu uzaya geçerek bizden ayrılmış galaksilerde dolaşabiliriz. Bunların hepsi mümkündür. Mevcut doğa kanunlarına yani sünnetullaha aykırı hiçbir şey yoktur.
Bu verim belki birinci âhirette olmayacak da ondan sonraki âhiretlerde olacaktır. Çünkü ölüm yoktur ama yeniden güneşlerin şarj olması birer âhiret anlamındadır. Kâinatımızı var eden Allah bizi kendisine halife yapmış, yeryüzünü bize teslim etmiştir. Bu hilafetimiz yalnız dünyada değil âhirette de devam edecektir. Kur’an âhiret hayatını bize anlatmaktadır.
İnsanların âhirete inanmaları için âhiretle ilgili Kur’an’da bildirilenler anlatılmalı ve müsbet ilmin verileri içinde bunun nasıl olacağı da izah edilmelidir.
İşte Kelam ilmi budur, Felsefe budur.
Felsefede her filozofun düşüncelerini anlatmaktadırlar ama peygamberlerden söz etmemektedirler. Oysa onların görüşlerine de yer verilmelidir.
Bizim yazacağımız felsefe kitaplarında filozofların dediklerini tasnif edeceğiz, peygamberlerin ne dedikleri ile karşılaştıracağız. (Bu kitap yazılıyor… RNE)
إِذَا زُلْزِلَتْ الْأَرْضُ زِلْزَالَهَا(1)وَأَخْرَجَتْ الْأَرْضُ أَثْقَالَهَا(2)وَقَالَ الْإِنسَانُ مَا لَهَا(3)يَوْمَئِذٍ تُحَدِّثُ أَخْبَارَهَا(4)بِأَنَّ رَبَّكَ أَوْحَى لَهَا(5)يَوْمَئِذٍ يَصْدُرُ النَّاسُ أَشْتَاتًا لِيُرَوْا أَعْمَالَهُمْ(6)فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَه(7)وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَه(8)
“Arz kendi zilzalı ile zilzal ettiği, eskalini ihraç ettiği, insanın buna ne oluyor diye kavlettiği günde, o gün yer ahbarını tahdis eder. Çünkü Rab ona iyha etmiştir. O yevm amellerini rey etmeleri için sudur ederler. Kim zerre miskalınca hayır amel etmişse onu re’y eder, kim zerre miskalınca şer amel etmişse onu da re’y eder.” (Zilzal, 99/1-8)
“Yer kendi sarsıntısı ile sarsıldığı, ağırlıklarını dışarıya çıkardığı ve kişinin buna ne oluyor dediği gün, o gün yer kendi öykülerini anlatacaktır. Çünkü Yetiştirici ona bildirecektir. O gün halk topluluklar olarak yayılırlar. Kim bir toz ağırlığınca iyilik yapmışsa onu görür. Kim bir toz ağırlığınca kötülük yapmışsa onu da görür.” (Zilzal, 99/1-8)
Bu sûrede anlatılan bazı önemli hususlara dikkat edebiliriz.
1- Yer kendi sarsıntısıyla sarsılacaktır. Yani kâinatın sonunda kendisine özel sarsıntısı ile sarsılacaktır. Burada “müddet verilecek” diyor, orada “sarsılacaktır” diyor. Demek ki yeni dönem sarsıntı ile başlayacaktır. Yer dönüşüme sarsıntıdan sonra geçecektir. Bu özel sarsıntı olacaktır.
2- Ağırlıklarını çıkaracaktır. Bilinen belli ağırlık olacaktır. Bu belli ağırlıktır. Bugün mağma tabakası dediğimiz tabaka soğumuş, gaz tabakası oluşmuştur. Yer de soğuduğu için büzülmüş ve çatlamıştır. Gaz tamamen boşalmıştır. Yer artık soğuk cisim olmuştur yani artık merkezden ısınma sona ermiştir. Bu durumda kabuğu küçülmüş olacaktır. Yerin içinden çıkan kısımların ne olacağı bildirilmemektedir. “Müddet” kelimesi ile karşılaştırdığımız zaman yeryüzü yeniden düzenlenecektir. Âhiret hayatının yeri bugünkü yerin yüzüne benzemeyecektir.
Bugün yeryüzü canlıların ve insanların yaşayacağı şekilde düzenlenmiştir. Dönüş süresi ve eksenin eğikliği ona göre ayarlanmıştır. En önemli husus Himalaya Dağları yağmurların yağışını düzenleyecek şekildedir. Kuzeyden gelen soğuk rüzgârlarla güneyden gelen yağmur yüklü rüzgârlar yukarıya çıkar ve soğuyan su yüklü rüzgâr dağ silsilesinin kuzey yamacında büyük yağmurlara sebep olur. Çünkü güneyden gelen sulu hava soğuduğu zaman kuzeye geçmiş olur. Onun için Karadeniz’in kuzey yamaçları yağmurludur, Karadeniz’den de su aldığı için bol yağmurludur. Orta Asya’daki dağların kuzey yamaçları yağmurludur ama Karadeniz kıyılarımız kadar yağmurlu değildir.
Ant Dağları da kuzeyden güneye doğru uzanırlar, bunlar da hava tabakasının karalarla beraber dönmesini sağlarlar, yoksa yeryüzünde batıdan doğuya şiddetli rüzgârlar eserdi.
Yeryüzündeki bütün maddelerin miktarı canlıların yaşamasına göre ayarlanmıştır. Oksijen, karbondioksit, su, azot, tuza varıncaya kadar her şey miktarınca ayarlıdır.
İşte, yeryüzünün bugünkü varlığı da tesadüflerin sonucu değil, özel mimar ve inşaatçıların en büyük sanat eseridir.
Âhirette de yeryüzü yeniden düzenlenecektir. Birinci düzenleme nasıl yapılmışsa ikinci düzenleme de öyle yapılacaktır. Bunlar görevli melekler tarafından yapılır. Her zerrenin yanında bir melek yerleştirilir. Bunların suda yüzen balığın kanatları gibi kanatları vardır. Esir için salladıkları zaman zerreyi istediği gibi hareket ettirirler. Bütün melekler tek komut içinde hareket ettiğinde dünya istendiği yönde hareket eder veya şekil alır.
Bugün bu husus iyi bilinmektedir. Şimdi yazı yazdığım masanın altından milyarlarca molekül masayı yukarı kaldırmakta, bir o kadar molekül de yukarıdan aşağı itmektedir. Böylece üstten gelen basınç alttan gelen basınca eşit olduğu için masa yerinde durmaktadır. Ama eğer alttan gelen moleküller aynı istikamette olsa masa yukarıya kalkar. Rüzgârların evin çatılarını söktüğünü duymuşsunuzdur. İşte melekler bunu yaparlar, molekülleri bir istikamete yönlendirirler, böylece yer de istediği şekli alabilir. Allah atom kadar melek yaratmış olabilir. O’nun için bir zorluk yoktur.
3- “Arz” kelimesi tekrar edilmiştir. Müddet verilen veya imdat edilen yer yeryüzüdür. Oysa ağırlıklarını kusan ise yerin içidir, arzın başka tabakasıdır. Onun için iade edilmiştir. Bu da bizim izahımızı teyit eder.
4- “İnsan buna ne oluyor diyecek” deniyor. Demek ki zelzele olacak ama insanlar yok olup gitmeyecek, varlıklarını koruyacaklardır. İnsanlar zelzeleye karşı tedbirler alacaklardır. Örnek olarak her evde bir helikopter olacak, zelzele zamanında halk helikoptere binecek ve havalanacaktır. Zelzele durunca konacak ama sarsılınca havalanacaktır. Böylece insan o günleri müşahede edecektir.
وَأَلْقَتْ مَا فِيهَا وَتَخَلَّتْ
(Va EaLQaT MAv FIyHAv Va TaPalLaT)
“İçinde olanı ilka eder ve tahalli eder. İçindekileri atar ve boşalır.”
Zilzal Sûresi’nde “ağırlıklarını dışarı çıkarır” denmektedir. Burada ise “içindekileri atar” denmektedir. Yani bugün kara parçalarının dayandığı basınç yaptığı gaz ve sıvı tabakası soğuyunca basıncını kaybeder. Yer çöker. Buna karşılık içindeki gaz veya sıvı dışarıya fışkırır. Dışarıya çıkan bu madde ne olur? Bunların bir kısmı tekrar yerin üzerine döner. Yeryüzü bunlarla kaplanmış olur. İnsanlar ise helikopter veya füzelerle bu olayları seyrederler.
“İlka” kelimesi yerleştirmek demektir. Dışarıya çıkardıklarını yerleştirmektedir. Neyin üzerinde? Yine kendi yüzeyinde yerleştirmektedir. Böylece yeryüzü yeniden düzenlenmektedir. Hazreti Musa sopayı yere koymaktadır. “Lika” kavuşmak, buluşmak demektir. “Lika” kelimesinde yerleştirme manâsı vardır.
Yerin mağma tabakası boşalınca yeryüzünün kabuğu da çöker ve tamamen harabeye döner. Bugünkü topraklar artık işe yaramaz hal alır. İşte mağma tabakasından atılan ağırlıklar bu sefer yerin üzerini yeniden doldurur, düzgün yüzey oluşturulur. Bu da meddetmedir.
Bugünkü yeryüzü entropinin büyümesi üzerinde oturtulmuş fani bir düzene göre düzenlenmiştir. Oysa âhirette artık fena yoktur. İnsanlar ölümlü değildir. Dolayısıyla yeniden düzenlenecektir. Bu yeni düzenleme için bu maddeler kullanılacaktır. Yeniden düzenlemeyi iki kelime ifade etmektedir. Biri “meddetme”deki yayma anlamı, diğeri ise “ilka”daki yerleştirme anlamı.
Kâinatta biyolojik evrim olmuştur. Suda bir hücre olarak yaratılmış olan canlı önce çoğalmaya başlamıştır. Bulunduğu yeri terk etmiş ve yeni yere taşımıştır. Dalgalar onu temizleyince orasına yine gelmiştir. Bu eski yerinden kaçma sayesinde tüm sular canlılarla dolmuştur. Ondan sonra kaçacak yer bulamayınca yeni canlı ortaya konmuştur, bunlar virüsler ve bakterilerdir.
Denizde her yer hayat şartlarına müsait olmadığı için canlılar çeşitlenerek özel görevler yüklenerek hayatı her sahaya götürdüler. Demek evrim zorlukları yenmek amacıyla olmaktadır. Denizler dolunca karada hayat denenmiş ve sonunda kara canlıları oluşmuştur. Çok daha zor ve karışık olan kara hayatı evrimlerle ve değişmelerle bugünkü duruma ulaştı.
Şimdi de insanlar hayatı uzaya götürmeye çalışmaktadırlar. İnsanlar kapalı alanlar yapmağa çalışmaktadırlar. Orada ziraat yapılacaktır. Kur’an bunu haber vermekte, “vefi’s-semâi rızkuküm” demektedir.
Demek ki bu dünyada zorluklar var. Bu zorlukların yenilmesi için canlılar evrim yapmakta ve böylece hayat genişlemektedir. Âhirette ise böyle bir sorun yoktur. Evrim son bulmuş, yer nüfusu da oluşmuş, bu sebeple artık çoğalma da yoktur. Orada hepimiz yaşayacağız ve daha ileri hayat için çalışacağız ama kötü hayatımız olmayacaktır.
Buna kıyasen biz aşiretleri ve karyeleri yüzer daire içinde yerleştiriyoruz. Artık bir katta on aileden fazlası barınmayacak. Bir apartmanda da yüz aile olacaktır. Bu evrimin son merhalesidir. Oysa bugün köylerde nüfus arttıkça evler çoğalmakta, kentlerde ilave katlar ortaya çıkmaktadır.
Biz yeni yüz dairelik apartmanlar öneriyoruz ve yeni aşiretlerin ve karyelerin oluşmasına imkân sağlıyoruz. Nasıl arılar oğul verecekleri zaman ikiye ayrılırlarsa, nüfusu artan aileler de bölünerek yeni aileler oluştururlar.
İşte yeryüzü de böyle dolu olacaktır. Her yüz dairede yerleşilecek ve yerin boş yeri kalmayacaktır. Kur’an’da kasırlardan ve köşklerden bahsedilmektedir. Demek ki âhirette de evler vardır. Bizim yüz dairelik tip Kur’an’dan istidlâl edilmiştir. O halde diyebiliriz ki âhirette yüz dairelik evlerimiz olacaktır.
Kur’an’ın âyetleri bize hayatı çok yakından ve doğal olarak anlatmaktadır. İnsanlar ya âhiret hayatına inanmamakta yahut da onu bu hayattan başka bir şey sanmaktadırlar. Oysa âhiret hayatı bu hayatın ileri safhasıdır, bu hayatta ne varsa orada da o vardır, bu dünya hayatında ulaşılan aşamadan sonra gelen yeni aşamadır.
Kur’an’da dünyanın sonu anlatılmakta, bu hususta haberler verilmektedir. Birçok eşrat-ı saat hadis kitaplarında zikredilmektedir. Bugün kâinatın ölüme gittiği hesaplanmış ve ilmen tesbit edilmiştir. Önce canlılardan her biri doğmakta, gelişmekte, yaşlanmakta ve ölmektedir. Her canlı türün farklı ömrü vardır. Bu ömür DNA’larda kodlanmıştır. Yani eskidiği için değil ömrü o kadar tesbit edildiği için böyle bir ecel vardır.
İkinci ömür de türün ömrü olmaktadır. Geçmişte değişik türler ortaya çıkmış, birçoklarının ömürleri dolmuş ve hayat sahnesinden çekilmişlerdir. Galaksi sisteminin de ömrü vardır. Mevcut yıldızlar hidrojen gazını yakarak helyuma dönüştürmekte böylece varlıklarını sürdürmektedirler. Dışarıya saldıkları ışık enerjisi sayesinde meydana gelen basınç onların yüksek basınçlı gazlarını bir arada tutmaktadır.
Yakıt bittiği zaman bu basınç sona erecek ve birden genişlemeye başlayacaklardır. Sonra soğuyacaklar ve bugün bilinmeyen akıbetlere gideceklerdir. Gökteki cisimler tetkik edildiğinde bunlar hakkında fikirler edinilmektedir.
Kâinat genişlemektedir. Bunun için de değişik teoriler vardır. Kur’an bunu inşikak ile açıklamaktadır. İnsan da canlı türdür. İnsan da yaşlanmaktadır. İnsan türünün de belirlenmiş ömrü mevcuttur. Kur’an’ın âyetlerinde kâinatın veya galaksimizin ömrü bittiğine insanın varlığını sürdürdüğü belirtilmektedir. Yani o büyük yıkılış gününü insan görecektir. Bu husus Kur’an’ın âyetleri ile teyit edilmektedir.
Kur’an’a göre insanlık evrim içindedir. Her bin yılda bir yeni uygarlık gelmektedir. İnsanlar uygarlaşırlarsa tufandan kurtulurlar. Yoksa kâinatta tufan olmakta ve uygarlaşmayan nesiler yok edilip yerine uygar nesil getirilmektedir. Peygamberlerin kıssaları hep bunları anlatmaktadır.
Bugün yeni uygarlığın geleceği bir gündür.
Miladi tarihlerin başında bu uygarlıklar gelmektedir.
Sosyal tufanın alâmetleri olarak da dört dörtlük tufan alâmetlerini saymaktayız. Bunlar çevre kirliliği, her türlü silahlanma yarışı, insan genetiğinin bozulması ve mafyadır. Su, toprak, hava ve canlı kirlenmektedir. Yıkıcı bombalar, kimyasal silahlar, biyolojik silahlar ve atom bombası ile yeryüzü patlamak üzere olan barut fıçısına dönüşmektedir. Doğum kontrolü, zina, kitle imha savaşları ve tedavi tababeti insan genetiğini dejenere etmektedir.
Bütün bunlar Kur’an’da zikredilmekte, yeryüzünün insan tarafından ifsat edildiği hatırlatılmakta, bizim bunlara nasıl çare ve çözümler bulacağımız anlatılmaktadır.
Kur’an’ın bu şekilde bizi bilgilendirmesinin hikmetini anlamak zor değildir ama bunun dışında kâinatın sonunu getirecek son afetten bu kadar çok bahsetmesinin hikmeti nedir?
Bugün bizim onlara karşı alacağımız bir tedbir yoktur. Yeniden dirildiğimizde hesaba çekileceğiz. O günleri anlatmada bu anlatılanların bize yararı vardır. Bu suretle kendimizi kötülüklerden uzak tutarız. İyilikler yaparız. Yapmazsak hesap vermek zorunda kalırız. Ayrıca o ebedi hayatımızı bilmek elbette insanlar için bir nimettir.
Biz bugün onları göremeyeceğiz, yaşamayacağız. Ona dayanarak herhangi bir tedbir alma durumumuz yoktur. O halde bize neden anlatılmaktadır?
Bu soruyu şöyle cevaplayabiliriz. Birincisi Kur’an yalnız bize nâzil olmamıştır, o gün yaşayacak insanlara da nâzil olmuştur. O gün bu âyetleri okuyarak olanları görmeleri onlar için âyetler olacaktır. Bununla beraber buna şu soru ile cevap verilir. Neden insan o gün sağ bırakılmıştır, nasılsa artık insanın yapacağı bir şey yok değil midir?
Kâinat insan için yaratılmıştır. İnsan kalmadığı zaman kâinata ihtiyaç olmayacaktır. Bu âyetler yeryüzünün insanlar için var olduğunu ve kâinatın sonunu insanların göreceğini ifade etmektedir. Böylece insanın ne kadar büyük görevler yüklendiği hatırlatılmaktadır. Kur’an insanı muhatap almaktadır. Arzda ne varsa hepsinin insan için var edildiğini söylemekte ve kıyamete kadar insanın var olacağı bildirilmektedir. Bizim için bu âyetler müteşabih kabul edilip manâsını bilemiyoruz deyip geçmemiz gerekmektedir.
Bunun dışında müsbet ilimler âhiret hayatı hakkında fazla bilgiye ulaşamamaktadır. Oysa kâinatın sonu olduğu hususunda geçmişi kadar bilgi sahibi olmaktadır. Daha 1950 yıllarında ilim şunu söylüyordu: Kâinat üç sahifeden ibarettir. Geçmişimiz ilk sahife, geleceğimiz son sahifedir; orta sayfamız da yaşadığımız hayattır, kâinattır. Birinci yaprağı kopuktur, elimizde yoktur. Son yaprak da kopuktur, elimizde yoktur. Onlar hakkında bilgi sahibi değiliz ama elli sene önce bu eksik sayfalar bulunmuştur, bugün artık kâinatın geçmişini de geleceğini de biliyoruz.
İşte Kur’an kâinatın yaratılışı kadar kâinatın sonu hakkında da ilmî bilgiler vermektedir, daha da verecektir. Kur’an’ın verdiği bilgilerin müsbet bilgilere uygun olması bize Kur’an’ın ilâhi söz olduğunu ispat eden en önemli delillerden biridir. İşte Kur’an bu sebeple müsbet ilimden, geçmiş ve gelecekten bahsederek bu sözlerin kâinatı var edenin sözleri olduğunu bu suretle ispatlamış olmaktadır.
Bununla ilme uygun olarak bize kâinatın başı ve sonu hakkında bilgi verdiğine göre âhiret hakkında verdiği bilgiler doğrudur demektir. Maide Sûresi’nden sonra neden bu sûreyi yorumladığımızı şimdi daha iyi anlamamız gerekir. Maide Sûresi’nde bildirilenler bir romancının, bir filozofun hayalleri değildir. Kâinatı var eden ve bizi yaratan âlemlerin Rabbinin hükümleridir, semavat ve mülkün kendisine ait olduğu kimsenin hükümleridir. Orada söylenenleri anayasa komisyonu üyelerinin söyledikleri gibi görmeyin.
Maide Sûresi’nde söylenenleri kulak ardı etmeyin. Aksi halde siz o günleri görenlerin düştükleri dehşete yakın dehşete düşeceksiniz. Evet, Güneş’in sonu ve Yer’in sonu hakkında bilgi verilmiştir. Bugünkü müsbet ilimlerin vardıkları sonuçlar bildirilmiştir. Buna rağmen hâlâ kendi heva ve hevesiniz peşinde koşmanız sizi helâke götürecektir deniyor.
Kur’an bir bütündür. Bütün âyetler birbirlerini teyit eder ve beyan eder. İnşikak Sûresi’ni okuduğumuzda Kur’an’ın diğer sûreleri ile mutlaka irtibatını bulabiliriz. Bedenimizin bir yerine bir iğne batsa bütün vücudumuz rahatsız olur. Kur’an’ın bir yerini yanlış anlarsanız Kur’an’ın her tarafını yanlış anlamak zorunda kalırsınız. Baştan sonuna kadar âyetler birbirlerini denetlerler, kontrol ederler, bütünlük dışındaki görüşleri silip atarlar.
Bu sûrede bizim öğrendiğimiz önemli hususlar vardır. Biri galaksimizin diğer galaksilerden ayrılmasıdır. İkincisi de yerin imtiyazlı olması, insanın da bu oluşlara şahit olmasıdır.
Burada başka bir hususu da belirtmemiz gerekir. Benim doğup büyüdüğüm köy bundan on bin sene önceki tarım dönemini yaşıyordu, bugünkü uygarlıkla hiç alakası yoktu. 1950’den sonra İstanbul’a göç ettiler. İstanbul ise dünyanın en uygar şehirlerinden biriydi. Bir asır evvel ikinci süper güç idi, iki asır evvel de ikinci süper gücün merkezi idi. Köylülerim İstanbul’a geldikleri zaman hemen bin seneyi aştılar ve İstanbul’un en uygar halklarından oldular. Âhirette de yeniden dirildiğimiz zaman nesiller arası fark olmayacaktır. İnsanlar kısa bir eğitimle tüm insanlığın aldığı merhalenin tamamını kavrayacaklardır.
Hazreti Âdem’den kıyamete kadar insanlığın müktesebatını tüm insanlık birden elde etmiş olacaktır. Dolayısıyla dünyanın sonunu gören insanların gördüklerini Hz. Âdem’den kıyamete kadar bütün insanlar görmüş olacaktır. Bu sebeple insanlar o günleri görecektir.
“İlka etmek” demek her şeyi yerli yerine koymak demektir. Yer mağma tabakasındakileri boşaltıp yeryüzünün çukurlarını dolduracak, düzleyecek ve ebedi hayata uygun hâle getirilecektir. Künk sulama metotları ile yağmur ve fırtınalara gerek kalmadan bahçeler bizi besleyecek, hayvanlarımızı doyuracaklardır. Evet, güneş olacak ama gölgeler de olacaktır. Bu dünyadaki zelzele olmayacaktır. Çünkü zelzele mağma tabakasının iteklemesi ile oluşan hareketlerin sonucudur. Oysa âhiret mağma tabakasından boşaltılmıştır. Dolayısıyla yer üzerinde bir daha sarsıntı ve başka afet olmayacaktır.
وَأَذِنَتْ لِرَبِّهَا وَحُقَّتْ (5)
(Va EaÜiNaT LiRabBiHAv Va XuqQaT)
“Ve Rabbine izn etti ve hakk edildi. / Ve Rabbine izin verdi ve gerçekleşti.”
Kur’an 600 sahife büyüklüğünde bir kitaptır. Hep birbirine benzer veya tekrar edilmiş âyetler vardır. İlk baktığınızda bu kitaba sığacaklarla ne anlatılacak zannedersiniz. Ama okudukça, düşündükçe, ona sualler sordukça, onda her sorunun cevabını bulursunuz. Tekrar edilen kelimeler ile tekrar edilen cümlelerin ayrı ayrı hikmetleri vardır.
Bundan önce semanın inşikak ettiğinden bahsetmiş ve Rabbine izin verdi ve gerçekleşti cümlesiyle durum ifade edilmiştir. Şimdi aynı cümle tekrar edilmiştir. İkisini bir cümlede toplar, ezinet ve hukkat denirdi. Böyle yapmayıp cümleyi aynen tekrar etmiştir.
Bununla bize ne anlatmıştır?
Önce gökte de yerde de ilâhi kanunlar aynıdır. Başka âlem yoktur, tek âlemdir. Bu dünyada böyle olduğu gibi âhirette de böyledir. Çünkü cümle her ikisi için aynen tekrar edilmiştir. Gerçekten bu âyetlerin belirttiği hususlar üzerinde bugünkü ilimler de aynı şeyi söylemektedir.
Her atomun etrafında elektronlar vardır, dolanıp dururlar. Her atomun çevresinde semalar vardır. Elektronlar semalarını değiştirirler. Birinci semadan ikinci, üçüncü, dördüncü ve yedinci semaya sıçradıkları gibi ikinci semadan da üçüncü, dördüncü, beşinci, altıncı, semaya sıçrarlar. Yukarıya sıçradıkları gibi aşağıya da inerler. Bu sıçrama ve inişler ışık salarlar veya ışık yutarlar. Bu ışıkların dalga boyları farklıdır ve hesapla bilinmektedir. Bir ışığı cam prizmadan geçirince dalga boylarına göre sıralanırlar. Gökkuşağı böyle meydana gelir. Bu sayede gelen ışık içinde hangi dalga boyunda ışıklar varsa biz o ışığın çıktığı yerde hangi elementlerin olduğunu, hattâ miktarlarını orantılı olsa da biliriz.
Bu sayede atomun içine inip oralarda neler olduğunu bilebildiğimiz gibi uzaya gider ve oralarda da neler olduğunu biliriz. İşte bugün biz 13,7 milyar yıl önce bize doğru yol alan ışıkları tahlil ederek hangi dönemde hangi maddelerin var edildiğini ve bugün onlarda neler olduğunu bilebilmekteyiz. Bize gelen ışık uzaklığı ile orantılı olarak eski ışıktır. Bu sayede biz hem uzayın derinliklerine ulaşıyoruz hem de uzayın geçmişini bilebiliyoruz.
Kur’an’ı yorumlayan kimse bu bilgileri kavrayacak kadar astronomi bilmezse Kur’an’ın bu âyetlerini anlayamaz.
İşte astronomi ilmi şunu göstermiştir ki, yeryüzünde hangi elementler varsa uzayda da aynı elementler vardır. Bütün uzay aynı merkezden dağılmıştır. Kimyadaki periyodik cetvelde teorik olarak 118 element yani atom çeşidi vardır. Bunların hemen hepsinin varlığı ispatlanmıştır. Ne var ki yüzden sonrakilerin ömürleri çok kısadır, var olup yok olmaları bir olmaktadır. Demire doğru indikçe atomlar sağlamlaşıp uzun ömürlü olmaktadırlar.
İşte, diğer galaksilerden ve yıldızlardan gelen ışıkları tahlil ettiğimizde hepsinde aynı özellikleri taşıyan bu elementler vardır. Bu âyetin tekrarından anlaşılan odur ki, gökte neler varsa aynı şeyler yerde de vardır, aynı evrim kanunlarına tâbidir, aynı doğa kanunları içindedir.
“Rabbine izn verdi ve gerçekleşti” cümlesinin aynen söylenmesi bunu ifade eder.
Bununla beraber kanunlar aynı, elementler aynı ama oluşmaları, yaşama zamanları ve fonksiyonları farklıdır. Onun için “Ve İzâ” ile atfedilmiş iki cümle de aynen tekrar edilmiştir. Bu moleküller ve atomlar farklı görevler ifa ederler.
Kâinatın oluşmasında temel fizik kanunları vardır. Bunlardan biri elektron veya pozitronun büyüklüğüdür. Yani harekete karşı direnmesidir. Bütün elektik parçacıklarda aynıdır. Gökte de yerde de aynıdır. İki çeşit elektrik yükü vardır. İkisi birbirine eşit ve zıttırlar ve bütün parçacıklarda aynı büyüklüktedirler. Atomlar arasında yerçekimi kuvveti vardır. Bütün parçacıklar da aynıdır. Bir de ışık hızı vardır. Bu en büyük hızdır. Her yerde her zaman aynıdır ve etkilidir. Önemli olan bir husus daha vardır, o da enerji dediğimiz ortak ilişki bu uzaklığın tersi ile ifade edildiği gibi parçacığın hızının karesiyle de ifade edilir.
Yirminci yüzyılın sonlarında keşfedilen parçacıkların sayılı olduğu ve sayılı olarak enerji alıp verdikleri tesbit edilmiş ve bu sayının yarımşar değerlerle çoğaldığı ortaya konmuştur. İşte, maddenin bütün özelliklerinin tüm kâinatta aynı olduğu tesbit edilmiş bulunmaktadır.
Bununla beraber yeryüzünde mevcut olan hayat ile gökyüzünde mevcut olan güneşte olan hayat farklıdır. Fizik kanunları aynıdır ama biri sıcak alanda çalışmaktadır, diğeri soğuk alanda çalışmaktadır. Dolayısıyla aynı olan kanunlar farklı şartlar içindedirler. İşte bu sebeple âyet aynen tekrar edilmiştir. Zamirle değil de ifade ile izhar edilmiştir. Şartların farklı olduğu belirtilmiştir.
Cinler ışık üreterek yaşarlar. İnsanlar ve yeryüzündeki canlılar ise ışığı ısıya çevirerek yaşarlar. Aynı kanunlara tâbidirler ama aksi istikamette iş yapmaktadırlar.
Her iki âyette “Hukkat” kelimesi getirilmiştir.
Âhirette gök ve yerler dolacak, her biri kendi sahasında tam görevi ifa edecektir.
Sulama ve sera teknolojisini geliştirdiğimiz, güneşlik ve gölgelik alanlarını biz ayarladığımız takdirde gece dünyanın dönmesine, eksenin eğikliğine gerek kalmayabilir. Ekvatorda güneş tavandan bakacaktır, kutuplarda ise cepheden bakacaktır. Sera teknolojisi öyle ayarlanır ki her biri bu güneşten azami yararlar sağlarlar.
Kuzey kutbumuz denizdir, güney kutbumuz karadır. Bir gün gelecek insanlar güney kutbunda da kentler kurabilecektir. Yaz kış farkı çok büyük olduğu ve fırtınaların olması, kışın karla örtülmesi sebebiyle hayat şartları son derece zordur. Bununla beraber yazın sabahtan akşama kadar güneş mevcuttur. Orada hayatı düzenlersek âhiret hayatına örnek bir hayat ortaya koymuş olacağız. Sonra kış olmakta ve altı ay hiç güneş doğmamaktadır. Biz de hava gemimizi kaldırır güney kutbuna götürürüz. Yani kutuplardan yararlanmamız için evlerimizi uçak tipinde yaparız. Yazın uçar kuzey kutbuna gideriz, kışın uçar güney kutbuna göç ederiz, yaz kış güneşten yararlanmış oluruz. Nitekim kuşlar böyle yapmaktadır.
Demek ki âhiret hayatı eğik eksenli de olabilir, o zaman biz göçebe hâlinde yaşarız. Yavaş yavaş kuzeye ulaşırız, tekrar geri döner, Ekvatordan geçer güneye gideriz. Bu şekilde hareket eden uçakları bugün yapmamız zordur ama gemiler yapabiliriz. Artık karaya hiç çıkmaz, güney kutbunun kıyılarına veya kuzey kutbunun denizlerine gidip geliriz.
Âhiret hayatı hakkında denemeli bilgiler elde edebiliriz.
Benzer durum Ay’daki hayat için doğrudur. Ay’ın da kutupları vardır. Güneş etrafında döndüğü zaman yüzünü daima güneşe çevirmektedir. Yani oranın ancak yarısında yaşayabiliriz, her zaman güneş tepemizdedir ve cephemizdedir. İşte orada kuracağımız hayat denemeleri aynı zamanda âhiretteki hayatın bir örneği olacaktır.
Hâsılı, âhiret hayatı dünya hayatının devamından başka bir şey değildir. Tek özelliği ebedi olmasıdır. Ebediliğin gerçekleşmesi doğa kanunları içinde olmaktadır.