İdam cezası
Kayseri'de bir gencin üç masum çocuğa yaptığı insanlık dışı muamele dolayısıyla idam cezası yeniden gündeme geldi. Birtakım siyaset ve hukuk adamları bu tarz suçlara karşı idam cezasının uygulanması gerektiğini bireysel/vicdani kanaatleri olarak dile getirdiler. Hatta Norveç cumhurbaşkanı dahi idam cezasının Avrupa Birliği'nce uygulamadan kaldırılmasının bir kere daha düşünülmesi gereken bir karar olduğu yolunda kanaat izhar etti.
Her ne kadar samimi olsalar da bunların "bireysel kanaatler" olmaktan öte bir anlam taşımadığı ve yasama/yargı düzleminde herhangi bir somutluğa tekabül etmediği/etmeyeceği açık.
İşlenen suç ne olursa olsun idam cezasının bir daha gündeme getirilmesinin söz konusu dahi edilmemesi gerektiğini söyleyenlerse, malum ezberi tekrar ederek "çağdaş normlar"a vurgu yapıyor ve bu meseleyi dahi "çağdaşlık/çağdışılık" sendromu içinde değerlendiriyor.
"İdam" denildiğinde toplumsal hafızamızda hep olağanüstü dönemlerde askerî yönetimler tarafından sivillere uygulanan cezalandırma metodu gelse de, idam cezasının bir "hukukî müeyyide" olarak bundan çok daha öte bir anlamının bulunduğu açık. Esasen olağan dışı dönemlerin hukukunun da olağan dışı olduğu izahtan vareste olduğu için bu sadette o dönemlerin kendine mahsus anormalliklerini bahse medar olacak şekilde ele almak doğru değil. Burada, idamı "hak etmiş" suçluların durumudur söz konusu olan...
"Muhafazakâr" denen çevrelerde idam cezasının yeniden uygulamaya konulması doğrultusunda bir talep, niyet ya da eğilim bulunduğunu söylemek gerçeğin ifadesi olacak. Burada suçun mağduru olan tarafın hukukunun korunması kadar, cezanın caydırıcılığı üzerinden suçun yaygınlaşmasının önüne geçilmesi düşüncesinin de ağırlık taşıdığını söyleyebiliriz. Yürürlükteki ceza kanununun ve cezalandırma mantığının, bu tür suçların işlenmesine engel teşkil etmediği, caydırıcılık vasfını -en azından "yeterince"- taşımadığı, ceza konusunu teşkil eden suçlarda azalma olmamasından kolaylıkla anlaşılabilecek bir husus.
"Muhafazakâr" denilen çevrelerin idam cezasının geri getirilmesi doğrultusundaki eğiliminin bizim temel referanslarımızla irtibatlı bulunduğu inkâr edilemez bir hakikat. İdam cezasına karşı çıkanların, bunu, -başka mülahazalar yanında- inanç referanslarımızla irtibatımızın koparılması yolunda bir "kazanım" olarak değerlendirdikleri de öyle. Hatta onlara göre milletimizi kendisi kılan temel referanslardan, kimlik kodlarından ve aidiyetlerden uzaklaştığımızın ifade ve tescili olması bakımından idama karşı olmanın "simgesel" bir anlamı da var.
Onların değerlendirmeleri bir yana, burada idam cezasının geri getirilmesi düşüncesinde olanlar bakımından önemli bir problem bulunduğunu söylememiz gerekiyor. Bizim temel referanslarımız, suç-ceza düzleminde öncelikle bireyi suça iten sebeplerin ortadan kaldırılmasını öngörür. İnsanları önce aç bırakıp sonra hırsızlık yaptıkları için cezalandırmak ne kadar kabul edilemez ise, cinsel iştihayı köpürten her türlü ortamı ve mekanizmayı serbest kılmak suretiyle insanları cinsel suçlara -dolaylı olarak da olsa- teşvik ve tahrik edip arkasından suç işlendiğinde ceza vermek de aynı şekilde kabul edilemez bir durumdur.
Referanslarımız, olağanüstü dönemlerde "hadd" gibi ağır (bedene ve cana yönelik) cezaların uygulanmamasını öngörmüştür. Mesela Hz. Ömer (r.a) kıtlık zamanında hırsızlık yapanlara karşı el kesme cezasını uygulamamıştır. Çünkü burada kişiyi suça iten sebepler vardır ve idare bu sebepleri tamamen ortadan kaldıramadığı, suça giden yolları kapatamadığı için o ağır cezaların uygulanması bir nevi "zulüm" olarak anlam kazanacaktır.
Hz. Ömer (r.a)'in söz konusu uygulamasında dikkat çeken bir husus daha var: O, kıtlık döneminde aç kaldıkları için başkasının bahçesinden yiyecek aşıran kölelere ceza uygulamadığı gibi, kölelerini suça iten sebepleri ortadan kaldırmadığı için, suçun tekerrürü halinde onların sorumlularını cezalandıracağını söylemiştir.
Bu, bütün suçlar için böyledir. Aslolan önce bireyi tahrik ve suça teşvik eden sebepleri ortadan kaldırmaktır. İdam gibi ağır cezalar ancak ondan sonra uygulanabilir.
Dolayısıyla ülkemizde idam cezasının geri getirilmesinden önce, insanları suça iten sebeplerin ortadan kaldırılması üzerinde durmalı öncelikle yöneten-yönetilen bütün toplum olarak bunun çareleri üzerinde kafa yormalıyız.
Not:Her ayın birinci ve üçüncü hafta sonları Daru'l-Hikme'deki seminerlerimiz devam ediyor. Cumartesi günleri "İslamî Bilincin İhyası" semineri 18.30'da, Pazar günleri "Mişkâtu'l-Mesâbîh" seminerleri öğle namazını müteakip yapılıyor. Seminerler isteyen herkesin istifadesine açık
Yorum:
Öncelikle İslam’a ve dinlere saldıran bir takım örgütlü gruplar var. Bu saldırganlıklarına , tutumlarına mesned olarak kullandıkları argümanda 1400 yıl önce gelen öğretilerin günümüz çağdaş ve modern dünyasına uymadığı , ,insan hak ve hürriyetlerini çiğneyen bir din ve kitaba sahip olduğumuz hezeyanıdır.
Bu iddialarını ispat içinde ellerine bir meal alıyorlar, ayetleri hiçbir tasnife tabi tutmadan, kelimelerin ne anlama geldiğini bilmeden ve araştırmadan yorumlayıp saldırıya geçiyorlar.Aslında İslam diye bildikleri şeyin İslamla bir ilgisi yok , bunda tabi biz Müslümanlarında İslamı anlatırken kullandığımız araçlarda , üslupta ve metotta yaptığımız yanlışlıkları da göz ardı edemeyiz. Bu güruhun en çok üstünde durduğu ve Müslümanları dara düşüreceklerini sandıkları konuları şöyle sıralayabiliriz.
1-Cariyelik ve kölelik konusu
2-Kadınlara şahitlik ve miras konularında haksızlık yapıldığı hususu
3-Kuran’da kadının dövülmesine izin verilmesi konusu
4-Zinaya sopa ve recm uygulaması hususu
5-Hz.Peygamberin evlilikleri konusu
6-İdam cezası uygulaması vs.
Benim aklıma ilk gelenler bunlar şimdilik, bu listeyi daha da uzatabiliriz. Aslında hepsinin cevabını rahatlıkla verebiliyoruz lakin yukarıda da bahsettiğimiz gibi biz Müslümanların eksikliği kadar karşı tarafın şartlanmışlığı ve Kurani tarifle gerçek manadaki küfrü de çevremizi aydınlatmada sorun oluşturuyor.
Son zamanlarda gündemi meşgul eden Kayserideki olay , Bursadaki üniversite öğrencisi kıza yapılanlar , Manisada yine bir üniversite öğrencisinin öldürülmesi ve bunlara benzer birkaç olay Ceza Sisteminin tekrar gözden geçirilmesi hususunu gündeme getirmiş lakin Başbakan gündemlerinde böyle bir konunun olmadığını söylemiştir.
İslam’a ve Kuran’a düşman olanların İslami değerlere ve düsturlara karşı olan saldırganlıklarını ve vurdumduymazlıklarını anlayabiliyorum lakin yetişmiş olduğu çevreyi bildiğimiz ve inanç yönü kuvvetli bir başbakanın İslam’a ait bir düstura bu kadar ilgisiz kalabilmesini anlayamıyorum. AB’nin sunduğu bir çözümü alıp uygulayan fakat Kuran’a ait bir çözümü gündeme almamanın İslami literatürdeki karşılığının ne olduğunu sizlere bırakıyorum.
Kurana inanan bizler sosyal hayatta karşımıza çıkan her hususta Allah’a kulak vermeliyken başka mecralardan çözüm arayarak acaba yukarıdaki maddeler ile bize saldıranlardan farklı mı davranmış oluyoruz. İslam düşmanları en azından inanmadıkları ve karşı oldukları değerlerden olan idam cezasını neden istemediklerini anlatabiliyorlar fakat bizden olanların neden istemedikleri noktasındaki mazeretlerini merak ediyorum doğrusu.