Beşikçi direniyor, Türkiye utanıyor
881 Okunma, 0 Yorum
Ruşen Çakır - Vatan
Tayibet Erzen

Ruşen Çakır - rcakir@gazetevatan.com

 

06.03.2011

 

Önceki gün, gözaltındaki meslektaşlarımıza destek vermek ve basın özgürlüğüne sahip çıkmak için Taksim’de buluşup Galatasaray’a kadar yürüdük. İşçi Partililerin can sıkıcı ama başarısız fısatçılığı bir kenara bırakılacak olursa son derece başarılı geçen bu gösteriden birkaç saat sonra, Galatasaray Lisesi’nin bu sefer önü değil de arkasına denk gelen bir mekanda, düşünce ve ifade özgürlüğü, bu arada akademik özgürlük denince akla ilk gelen, ilk gelmesi gereken bir isimle, Dr. İsmail Beşikçi ile buluştuk. Barış Ünlü ve Ozan Değer’in derlediği ve yanlış saymadıysam 53 kişinin yazılarının yer aldığı “İsmail Beşikçi” adlı kitabın İletişim Yayınları tarafından düzenlenen tanıtımı, tam da “Sarı Hoca”nın, sayısını belki kendisinin de unuttuğu bir davasının yine mahkumiyet kararının çıktığı güne denk gelmişti.

Dr. Beşikçi’yi bilmeyen birine nasıl anlatabilirsiniz? Ünlü ve Değer’in 600 sayfayı aşan kitabında onu tanıma, anlama ve tanımlamamıza yardımcı olacak çok sayıda gözlem, anı, tanıklık ve düşünce var. Ben Murathan Mungan’ın yazısının bir paragrafını olduğu gibi alıntılamak istiyorum:
“Son yıllarda çoğu kez hak etmeyen kişiler için yerli yersiz ve bol keseden kullanılmasından ötürü anlam aşınmasına, değer yitimine uğramış, giderek kimseye pek bir şey ifade etmeyen beylik sözlere dönüşmüş klişeler dilimizi kuraklaştırdı. Nicedir, birilerinden söz ederken onurlu mücadele, entelektüel dürüstlük, aydın duruşu, haklı başkaldırı, sol ahlak ve benzeri sözleri ikircimsiz kullanamaz olduk. Yaşamı boyunca karşılaştığı her çeşit baskı, yıldırma, hapis ve zulme karşı verdiği sahiden onurlu mücadeleyle; inanç, sabır ve inatla sürdürdüğü ödünsüz duruşuyla bu çeşit sözleri sonuna kadar hak eden İsmail Beşikçi gibi aydınları tanımlamaya, nitelemeye çalışırken dilimiz tutukluk çekiyor şimdi.”

Utanç duyuyorum

Evet Murathan çok doğru söylemiş, Beşikçi Hoca’nın yanında insanını dili tutuluyor. Bir de şu var: başkalarını bilmem ama ne zaman onun hakkında bir yazı, haber vs. görsem, hele bizzat kendisiyle karşılaşsam utanıyorum. “Utanç duyuyorum” demek belki daha doğru olur. Öncelikle kendi adıma utanç duyuyorum. Zira bu ülkede vatandaşlık onayı için nerdeyse olmazsa olmaz olan devlet zulmünden (işkence, hapis, yasaklar vb.) iyi kötü ben de nasibimi aldım ama onun başına gelenler yanında benimki tek kelimeyle “amorti” değerindedir. Bunun ötesinde, devletten baskı gördüğüm anlarda Beşikçi Hoca’nın sergilemiş olduğu vakar, direnç ve inadı gösteremiş olmaktan dolayı utanç duyuyorum.
Ama esas utancı, içinde yaşadığım, parçası olduğum toplum ve ülke adına duyuyorum. Türkiye’deki Kürt gerçekliğini, eğip bükmeden söylediği ve gözler önüne serdiği ve daha önemlisi bütün rüşvet, yıldırma, tehdit, baskı vb. girişimlerine rağmen bu tutumunu ısrarla sürdürdüğü için kendisine reva görülen devlet zulmü ve buna ek olarak toplumun ve “aydın” olarak kabul edilen katmanların ezici bir çoğunluğunun bu zulme sessiz kalması, yer yer buna destek vermesi, hatta daha ileri gidip zulme bizzat dahil olması bu ülkenin kolay silinmeyecek kara lekelerindendir.

Devamı için TIKLAYINIZ.

NOT: Yazarımızın geçen hafta yayınlanmış yazısı yoktur.

 

Yorum:

TUFAN ÖNCESİ BELKİ DE SON ÇAĞRI

Japonya’da geçtiğimiz hafta gerçekleşen tsunamiyi televizyonlardan eminim herkes soluğunu tutarak, ürpererek izlemiştir. O ne dehşet bir an, o ne çaresiz bir durumdu öyle. Kaçışan insanlar, bağrışmalar ve bir anda dev dalgaların her şeyi kaplaması, yutup yok etmesi. Bu dehşet anlarını izledikten sonra herkes bunun azameti üzerinde konuşur, oradaki insanların çaresizliğine üzülür ve olayı kendine yakıştıramazcasına ahlanıp, vahlanarak beş dakika sonra hayatına kaldığı yerden devam eder. Bu kadar. Kıssadan hisse ise şöyle: deprem bölgelerinde oturmayacağız, kıyı kentlerinden uzak duracağız bir de Ahmet Mete Işıkara ile irtibatı kesmeyeceğiz. Zaten (haşa) Allah’ın bizi olduğumuz yerde yakalayıp helak etmesi gibi kompleks bir tutumu yok.

Kur’anda zalim kavimlerin helakı çok farklı şekillerde zikredilmiş. Nuh kavminin boğulması, Ad kavminin kasırgayla yok olması, Semud’un sarsıntıyla yok olması bunlara örnektir. Kuran bunları anlatır ve çok keskin ifadeler kullanır mesela Ad’a gelen kasırga için ‘içinde acı veren azap bulunan rüzgar’ ifadesi kullanılmış. Bu çok ilginç bir tanımdır. Biz buna bugün kasırga diyoruz ama kim bilir yıkıcı bir kasırgadan kaç kat daha kuvvetli bir felaketti. Ancak bildiğimiz, gördüğümüz şeylere benzeterek yorum yapabiliyoruz bu sebepledir ki Kur’andaki ifadeler genellikle terminolojiden uzak manalar içerir yani standardize etmek çok zordur, o gün neyi anlatıyorsa aslında karşılığı odur. O gün yaşanılan tsunami tam anlamıyla bir felaketti ancak tufan değildi. Bu sonuca maalesef mi yoksa elhamdülillah mı demek gerek, bilemiyorum.

Bana göre herkesin tufanı kendi ölümüdür, hangi hal üzereyse şiddeti de o ölçüdedir. Korkmak elimizde olmayan içgüdüsel bir histir, onu engelleyemeyiz. Ne zaman, nerde ve nasıl öleceğimizi bilemeyiz ve buna karar da veremeyiz ama inanıyorum ki ne hal üzere öleceğimize karar verebiliriz. Allah’ın isteyenin istediği hal üzere canını alacağına bunu başka şartlara bırakmayacağına, en azından insanlara o kadar bir irade payı bırakacağına inanıyorum.

Allah’ım bizi hak düzen üzereyken yanına al, amin.

 

 

Tayibet Erzen






Sayı: 92 | Tarih: 13.03.2011
Ahmet Hakan
Fadime ile İklim arasındaki farklar
1118 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Mahir Kaynak
Seçime doğru
1073 Okunma
3 Yorum
Süleyman Karagülle
Mehmet Şevket Eygi
Entrikalar Cumhuriyeti
1050 Okunma
Emine Hocaoğlu
Zülfü Livaneli
Ne yapmalı?
948 Okunma
Ali Bülent Dilek
Ruhat Mengi
Baykal komplosu parti içinden mi hazırlandı?
933 Okunma
Vahap Alma
Ruşen Çakır
Beşikçi direniyor, Türkiye utanıyor
881 Okunma
Tayibet Erzen


© 2024 - Akevler