Seçime doğru
1073 Okunma, 3 Yorum
Mahir Kaynak - Star
Süleyman Karagülle

Seçime doğru 6 Mart 2011 Pazar

 

Seçimlerde halkın tercihini tarafların düşünce ve projelerinin etkilediği düşünülür. Oysa en az bunun kadar önemli olan, süreçte yaşanan olaylardır. Bunlar bir projenin ürünü olabileceği gibi tesadüflerin sonucu da olabilir. Mesela son gözaltılar ve bununla ilgili tartışmalar iktidarın lehine olmamıştır. Gerçi olay yargının bir tasarrufudur ve iktidarın bunu yönlendirmesi mümkün değildir. Ancak tüm eleştiriler iktidara yönelmiş ve basın özgürlüğüne vurulan bir darbe olarak algılanmıştır. İktidarın bu işte herhangi bir etkisinin olmadığı yönündeki beyanları göz ardı edilmekte ve tüm sorumluluk iktidara yüklenmektedir.

- Gazetecilerin tutuklanması AKP aleyhine olmuştur.

- Ergenekon ve balyoz davaları da Ak Parti aleyhine tezgahlanmıştır.

 

Bu olay bir tesadüf intibaı uyandırıyor ama önümüzdeki günlerde belli odaklar tarafından hazırlanan ve seçimleri etkilemek amacı güden olaylarla karşılaşabiliriz. Bunlardan en etkilisi Güneydoğu’daki eylemsizlik kararının kaldırılarak çatışmalar yaşanması olabilir. Bu durum Güneydoğu’da güce biat Batı’da tepki olarak tezahür eder ve seçimleri etkiler.

- Doğuda olaylar çıkar, asker yürür ve batıda da reaksiyon olur.

- Sorun olayların çıkmaması değil olaylara karşı koyan sağlam yapıya gerek vardır. Bu da Adil Düzen’dir.

 

Muhalefet, seçim stratejisini yeni projeler üretmek, yeniden şekillenen dünyada yerimizi belirlemek ve bunun en iyi biçimde oluşmasını sağlamaya çalışmak yerine iktidarı eleştirmek üzerine kurmuş görünüyor. Oysa amaç küçük olaylar etrafında polemik yaratmak değil kaderimizi uzun vadede de etkileyecek olan gelişmeleri yönlendirmek olmalıydı. Mesela dış kaynaklara dayalı büyüme stratejisine alternatif olarak dışarıdan gelen doğrudan yatırımları teşvik etmek, iç tasarrufları artırarak uzun vadede kendimize yeterli olmamızı sağlayacak projeler üretilebilirdi. Tarımsal üretimi artırmak ve tarımda ileri teknoloji kullanmak amaçlanabilirdi. En kırılgan yanımız olan enerjideki bağımlılığımızın başkaları tarafından yıkıma uğratılmamızın bir sebebi olacağı düşünülerek bu konuda uzun vadeli, alternatif enerji kaynaklarına da yönelik bir politika izlenmesi istenebilirdi. Oysa ana muhalefet “Recep Bey” polemiğiyle yetiniyor ve halkın dedikodu ihtiyacını karşılamayı yeterli buluyor.

- Muhalefet dış siyaset, dıştan kredi değil iştirak sağlanmalı, iç sermayeyi üretmek, tarımda ileri teknoloji, alternatif enerji kaynağı üzerinde duracağı yerde Recep beyle meşgul,

- Dış siyasette tarafsızlık ve barışçı olma, yatırımlar halka bırakılmalı, devlet borçla iş yapmaktan vazgeçmelidir. Sermaye emekten ibarettir. İç sermaye 15 milyon işsizliği ortadan kaldırmaktan ibarettir. Tarımda teknoloji değil aile işletmelerinin organizesidir. Sanayiyi kırlara taşımaktır. Türkiye’nin enerji sorunu yoktur. Bağımlılık sorunu vardır.

 

Kürt sorununda BDP önceliği şaşırmış görünüyor daha doğrusu gerçekleşecek sonucun işine yarayacağını düşünüyor. Eğer çatışma sona erse ve barış ortamı sağlansa hem militanların hem de liderin affı düşünülebilir. Yani önce barış sonra hoşgörü olacakken tehdit yoluyla sonuç elde etmeye çalışmak bu sonucu engellemek anlamına gelir. Daha açık bir ifadeyle Kürt siyasetçiler Öcalan’ın ebediyen siyaset dışında kalmasını istiyor ve barış için onunla ilgili şartlar öne sürüyor. Oysa barış sağlansa, kendileri istemese bile, geçmişin izleri silinir.

Öcalan’ı hapiste tutmak istemeleri anlaşılabilir. Çünkü o siyasette yer alırsa bugünkülerin çoğu evlerine dönmek zorunda kalacaktır. Bu nedenle kabulü imkansız talepte bulunuyor ve tüm ülkeyi tehdit ediyorlar. Yapılacak şey Kürtlere hak ettiklerini vermek, tehditleri duymazdan gelmek, savaşmak isteyenlere gerekli cevabı vermektir. Birlikte yaşamanın sadece diğerlerine yaradığı, kendileri için bir fedakarlık sayılması gerektiği düşüncesinin yanlış olduğunu kendileri de biliyorlar. Biz onların kültürel kimlik taleplerini karşılayalım ama hiç söz etmedikleri ekonomik ve sosyal şartların iyileşmesini, onlara rağmen, sağlayalım.

- BDP de sorun çıkararak Öcalan’ın çıkmasını istemiyorlar, varlıkları buna dayanmaktadır. PKK’nın varlığı dış desteğe dayanmaktadır. Kürtçülük de buna dayanmaktadır. Kürtlerin değil kendilerinin sorunu.

- Tekel sermaye tüm partileri elinde tutmaya çalışmaktadır. Parasıyla ve baskıcı yönetimler partiler onun istediğini yanı çatışmayla yaşıyorlar.

 

 

Karmaşa 12 Mart 2011 Cumartesi

 

Ülkemizde iki gelişme iç içe geçmiş durumda ancak biz sadece bir boyutuyla ilgileniyoruz. Bir yandan bazı iddialar yargıya intikal etmiş durumda ve uzayan bir süreçte bunun sonucunu bekliyoruz. Ancak darbe iddialarıyla başlayan ve halen yeni iddialarla genişleyen bu süreçte bazı operasyonlar olduğu hissediliyor. Bu operasyonların ortaya çıkarılmasını yargıya bırakmak bu kurumu bilmediği ve bilmesi gerekmeyen bir olayla karşı karşıya bırakmak anlamına gelir.

- Yargıya intikal eden bazı olayları yargı bilemez, bilmesi de gerekmez.

- Askerî konular, hukuk kuralları ile çözümlenemez. Bu konular sivil mahkemelerde yargılanmaz.

 

İstihbarat operasyonları bazen çok ciddi sonuçlar yaratabilir. Mesela Rusya’daki komünist ihtilâlın Almanya tarafından desteklenen bir yıkıcı faaliyet olduğu, Lenin’in ölümünden sonra Stalin’in ihtilâlcıları idam ederek, hatta Troçki’yi Meksika da bile izleyip öldürerek bu operasyon intikamını aldığı söylenir. Bu iddialar doğru olmasa bile istihbarat operasyonlarına tanınan sınırların ne kadar geniş olabileceğini gösterir.

- Sovyet ihtilalını Almanlar destekledi. Sonra Stalin ihtilalcıları tasfiye etti.

- Sovyet ihtilalı sermayenin eseridir. Dinî çatışmalara dayanan dengeyi siyasî çatışma üzerine oturtmak istemiştir.

 

Hem Türkiye’nin dünya üzerindeki konumunun değiştiğini ve yeni dünya düzeninin oluşumda etkili olacağını söyleyip diğer yandan buna büyük güçlerin seyirci kalacağını düşünmek tutarsızlıktır. Her yeni düzen büyük çatışmalar sonucunda ortaya çıkar. Bugün bir dünya savaşı yaşamıyor olsak bile enerji kaynakları ve bunun ulaşım yolları üzerinde, daha da artacağı muhtemel, karışıklıklar yaşıyoruz. Yeni bir ekonomik düzenin kuruluşunu ekonomik bir kriz olarak algılasak bile buna yön veren odakların olabileceği ihmal edilmemelidir.

- Yeni düzen çatışmalardan sonra kurulur.

- Beş yüz yıldır sermaye çatışmalar içinde bugünkü düzene ulaşıldı. Artık çalışmalarla değil Adil Düzen’le yeni düzen kurulacaktır. Çatışmalar sönmek bitmek üzeredir.

 

Bir kitleyi isyana sürüklemenin en iyi yolu onu haksızlıklara uğratmaktır. Darbe iddiaları başladığında bunun devam etmeyeceğini söylemiştim ve bu nedenle yanılmakla suçlandım. Ancak kaynağı bilinmeyen bulgularla olay çok genişledi ve ordunun önemli bir bölümü suçlandı. Bunun içinde ne kadar gerçek, ne kadar istihbarat örgütlerinin provokasyonları olduğunu bilmiyoruz. Bu konudaki en önemli yanılgımız olayın çözümünde yargıyı görevli saymak, devletin diğer kurumlarını olayın dışında tutmaktır. Oysa istihbarat operasyonlarında kalkan görevini bizim istihbarat örgütü yapar ve yargıya destek olur.

- Darbe olaylarını yargı çözmez. Millî istihbarat çözer ve yargıya götürür.

- Hukuk ancak hukuku kabul edenler arasında olur. Kabul ettikten sonra hukuka uymayan olursa silahlı güç onu yola getirir. Hukuku kabul etmeyen silahlı güç ise onu hukuk değil silahlı güç bertaraf eder ve askerî yargıda hesabını sorar. Hata burada.

 

Bir gücü etkisiz kılmanın en iyi yolu onu birbiriyle hasım bölümlere ayırmaktır. Şu anda tek gücün iktidar olduğu ve onun kim olacağına halkın karar verdiğini savunuyoruz. Bu yönetimin meşruiyeti açısından doğrudur ama eğer diğer güçler iktidara hasım hale getirilirse onların içine sızmak, operasyonlar hazırlamak kolay hale gelir.

- Askerlikte düşmanı böleceksin ayrı ayrı yutacaksın. Oysa yargı onları birleştirir.

- Savaşın kuralları barışın kurallarından farklıdır. Hukuk kuralları ile savaş olmaz. Darbe de önlenemez, caydırıcılık da işe yaramaz. Darbe yapanlar başaracağız diye darbe yaparlar. Ondan sonra onun mahkemeleri kurulur. 60 ve 80’de böyle olmadı mı?

  

Şu anda ülkemizin genel görünümünü şöyle özetleyebiliriz: Darbe iddiaları akıl sınırlarını aşmış ve çok geniş bir kitleyi itham eder hale gelmiştir. Önümüzdeki günlerde bölgede bazı çatışmaların olması ve bunun bizi de etkilemesi söz konusuyken böyle bir ortam yaratmak yanlıştır. Yargının verdiği kararlar hakkında şüpheler oluşmuştur ve onun adalet yerine siyaset tarafından yönlendirildiği kanısı yaratılmıştır.

- Tehlikeli günlerde yargının kuşkulu kararları Türkiye’yi zor durumda bırakır.

- Genel af ilan edilerek tüm iç çatışmalara son verilmelidir. Türkiye yeni dünya düzenini kurmakla meşgul olmalıdır.

 

Siyasi partiler birbirinin yaptığı hiçbir şeyi doğru bulmamakta, ithamlar hıyanete kadar varmaktadır. Bir parti iktidarın ülkeyi bölmek istediğini söylerken diğeri her yapılanın taraftarlara maddi çıkar sağlamayı amaçladığını söylemektedir. Son olarak bir kadının aracı olduğu bir operasyonu açığa çıkarmak yerine diğerine zarar vermesinin sağlanmasına çalışılmaktadır.

- Partiler düşmanca siyaset yapıyorlar.

- Partiler hayrda yarışmalıdırlar. Karşı partiye düşman olmak millete devlete düşman olmaktır.

 

 

Yorum:

 

AK Parti mevcut düzende yapabileceğini en iyi yapmaktadır. Ak Parti’nin yanlışları kendisinin yanlışı değil düzenin yanlışıdır. İktidar partisi düzeni değiştiremez. O arabayı sürmekle meşguldür. Tamirle ilgilenemez.

Ana muhalefet partisi de iktidara muavinlik yapmaktadır. İyi veya kötü yapması düzenin işidir. Bu düzende bu böyle yapılır. İyi yapıyor diyebilirsiniz. Ben demiyorum. Baykal’a yapılanlar o partiyi batıracaktır. Kılıçdaroğlu meçhul bir adam tertiplerin aracı. Farkındadır veya değildir. Konumuz mevcut düzenin iyi gitmesi olmadığı için biz iktidar partisinden ve ana muhalefet partisi üzerinde durmayacağım.

Şimdi Türkiye’de 62 parti vardır. Bunlardan biri iktidar diğeri ana muhalefettir. Diğer 60 partinin işi yeni düzen üzerinde çalışmadır. 60 partinin her biri Adil Düzen’e göre yeni anayasa nasıl olmalıdır onun üzerine çalışmalıdır. Neden Adil Düzen dedim. Çünkü sosyalizm ve kapitalizm, karma ekonomi, nasyonalizm veya hümanizm  başarıya ulaşmamıştır. Adil Düzen aynı denge düzeni gerek. Bu da uluslara yer veren ama insanlığı da onun kadar önemseyen bir anlayış. Liberalizme yer veren ama sosyalliği de en az onun kadar benimseyen bir düzen. 60 partinin her biri bunlar üzerinde çalışmalıdır.

a)    Önce düzen partisi olan özelliğine MHP sahiptir. Milliyetçidir, Müslüman’dır. devletini sever, Batı uygarlığına karşı değildir. O halde Adil Düzen’i Saadet partisinden önce MHP benimsemelidir.

b)   Adil Düzen’i benimseyen başka bir parti de Saadet partisi olmuştur. Çünkü Adil Düzen onlarla dünyaya duyuruldu.

c)    Yeni düzeni ele alması gereken üçüncü parti Demokrat Parti olmalıdır. Oyunu kaybetmesi yöneticilerin beceriksizliği değil, düzenin içine gömülüp kalmalarıdır. Çiller Adil Düzen’e karşı olduğu için gitmiştir.

d)   Yeni düzen arayışı içinde BDP de yer almalıdır. Yalnız Türkiye’de değil ezilmişler sorunu vardır. Bunu çözmek ancak denge düzeni içinde mümkündür.

e)    Bunun dışında Bağımsız Türkiye Partisi de fikir partisidir. Diğer 55 parti de yeni anayasa çalışmalarına katılmalıdırlar.

 

Bunlar ne yapacaklardır?

1-    Her parti tüm görüşlere kulak verecektir. Hangi görüşler vardır:

a)    Sosyalizm, kapitalizm, karma ve Adil Düzen her biri ayrı sistemdir.

b)   Bunların nasyonalist olanları var, bunların enternasyonalist olanları vardır.  Demek ki sekiz görüşe de kulak verilmelidir.

c)    Bunlardan Adil Düzen’in tek mercii vardır. O da Akevler’dir. Başka bu konuda çalışan bir yer yeryüzünde yoktur. Bütün partiler Akevler’in kapısını çalmalıdırlar. Akevler kendilerine yardımcı olmaya her zaman hazırdır.

d)   Diğer altı görüşün kaynakları çoktur. Onlardan da yararlanmalıdırlar.

2-    Her parti kendi varsayımları içinde çözüm üretmelidir. Sistem ortaya koymalıdırlar. Tek başına güçleri yetmeyenler diğer partilerden aynı görüşte olanlarla çalışmada birleşmelidirler. Tek parti haline gelmelidir. Mutlaka her parti kendi dünya görüşüne göre bir anayasa hazırlamalıdır. Yoksa kapanmalıdır. Çünkü Batı düzeninde dengeyi iki parti kurar. O da vardır. İkisi de iyi götürüyor.

3-    Partiler bir araya gelerek anayasalarını tartışmalıdırlar. Uzlaşanlar, seçime birlikte girmelidirler. Bunların sayıları çokça olmalıdır. Ama ondan fazla olmamalıdır.

4-    Partiler seçimlere meclise girmek için değil anayasalarını halka anlatmak için girmelidirler. Anayasalara halkı inandırmalıdırlar. Halk bunlara inandığı zaman zaten barajı geçmiş olurlar. Sonra yeni anayasa yapılmalıdır.

Benim görüşüm budur.

 

 

Süleyman Karagülle


YorumcuYorum
ömertamer
15.03.2011
18:23

Hocam Selamlar,

1-Daha önce katılım bankalarının halktan topladıkları paraları sömürü sermayesinin bankalarına yatırdıklarını ve sermayenin de bu paralarla petrol ve diğer yer altı zenginliklerini elde ettiğini yazmıştınız. Neden katılım bankalarına para yatıran hassas insanların parasına ihtiyaç duysun ki zaten doları karşılıksız basıp her istediğini alabilir. Katılım bankaları veya diğer bankalarda toplanan mevduata ihtiyaç duymasındaki sebep nedir?

2-Tüccara kredi verilmemesi gerekir diyorsunuz. Bunun gerekçesi nedir? Sonuçta kredi alan tüccar üreticiye aldığı kredi kadar sipariş verecek ve bu kredide üretim karşılığı olmuş olacak. Sizin ifadenizle kredinin emeğe değil de spekülatörlere yani tüccarlara verilmesini neden enflasyona ve işsizliğe sebep oluyor?

3-Selem hususunda anlaşılmayan konu şu Hocam, bir selem senedi var , bir de selem kredisi. Benim anladığım kadarıyla anlatmaya çalışayım , üretici üretim yapmayı planladığı ürün miktarı kadar selem senedi çıkarıyor ve bunları faizsiz devlet bankasına tevdi ediyor, bu selem senetleri banka tarafından satıldıkça kendine fon temin etmiş oluyor ve bu sayede üretimini gerçekleştiriyor, selem senedini elinde bulunduran da selem senedi ile ambara giderek malını alıyor veya selemi satarak ticaretini yapıyor. Selem senedini böyle anlıyorum.

Selem kredisi ise selem senedi almak için alınan bir kredi sanırım. Banka, üretici tarafından üreteceği mal karşılığı çıkarılan selem senedine karşılık tüccara veya nihai tüketiciye faizsiz kredi veriyor , bu da selem kredisi sanırım.

Şimdi hocam , anladıklarım bunlar fakat tam anlaşılması için şunları sormak istiyorum.

-Selem senedini kim çıkarıyor?

-Bu senetler üretilecek malların karşılığı olarak mı yoksa üretilmiş malların karşılığı olarak mı çıkıyor?

-Selem kredisini alan kişi bu krediyi nasıl kapatacak? Taksitle geri ödeme olmayacağına göre parası olmayan bu kişi yani krediye ihtiyaç duyan bu kişi bu krediyi nasıl kapatacak?

-Selemde fiyatın düşmesi bir avantaj olarak görülüyor ki doğrudur lakin faizli işlemlerde fiyat fazla olsa da malı önce almaktan dolayı bir fayda sağlanıyor buna ek olarak kredinin taksit taksit geri ödenmesi tüketici açısından ayrı bir kolaylığa da vesile olmuş oluyor ve parası olmayan da aldığı kredi sonucu gerçekleştirdiği faaliyetleri sonucunda kazandığı para ile kredisini taksit taksit kapama imkanına kavuşuyor. Bunu nasıl değerlendirirsiniz? Katılım bankalarının en önemli gerekçesi de bu zaten, nakit kredi olmaması ve mal alım satımı olduğu ve malın erken alınmasından kaynaklanan faydanın fiyatlandırılması olarak görülüyor alınan fazlalık ve kar olarak nitelendiriliyor.

-Adil Düzende parası olmayan birini düşünelim ama aile geniş kısaca bir arabaya ihtiyacı var veresiye haram , faizli kredide haram , nasıl araba alacak hocam bu?

4- “Bankalarda toplanan mevduat krediye dönüşmezse , enflasyona sebep olur” demişsiniz kitabınızda , bunu açıklar mısınız?

5- Yine kitapta , nakit , arz edilen mala eşittir diyorsunuz. Dengeli bir ekonomide üretilen mal kadar paranın tedavülde olması gerekir. Bankalarda toplanan paranın kredi ile üretim faaliyetlerine aktarılması ile mal artmakta fakat piyasadaki para aynı kalmaktadır. Bu da enflasyonu tersi etki yaparak farklı bir dengesizliğe sebep değil midir?

Teşekkürler

Süleyman Karagülle
18.03.2011
08:01

Hocam Selamlar,

1-Daha önce katılım bankalarının halktan topladıkları paraları sömürü sermayesinin bankalarına yatırdıklarını ve sermayenin de bu paralarla petrol ve diğer yer altı zenginliklerini elde ettiğini yazmıştınız. Neden katılım bankalarına para yatıran hassas insanların parasına ihtiyaç duysun ki zaten doları karşılıksız basıp her istediğini alabilir. Katılım bankaları veya diğer bankalarda toplanan mevduata ihtiyaç duymasındaki sebep nedir?

- Paranın değeri piyasada az olmasıdır. Doları mümkün olduğu kadar, piyasadan geri çekmelidir. Onun için faiz ile vermektedir. Sonra doları Araplara bıraksa onlar dünyaya hakim olmaya başlarlar.

2-Tüccara kredi verilmemesi gerekir diyorsunuz. Bunun gerekçesi nedir? Sonuçta kredi alan tüccar üreticiye aldığı kredi kadar sipariş verecek ve bu kredi de üretim karşılığı olmuş olacak. Sizin ifadenizle kredinin emeğe değil de spekülatörlere yani tüccarlara verilmesini neden enflasyona ve işsizliğe sebep oluyor?

- Ticaret aslında Marks’in dediği gibi gayri meşrudur. “İnsan için emeğinden başka bir şey yok”tur. Ayet. Ticaret özel durumu sebebiyle istisnadır “ Aranızda malları ticaret dışında butlanla yemeyin,” Kar Zaraları kapatması içindir. Sermaye kendisinin veya ortağın değilse nasıl kapatacak. Piyasayı yanıltan budur.

3-Selem hususunda anlaşılmayan konu şu Hocam, bir selem senedi var , bir de selem kredisi. Benim anladığım kadarıyla anlatmaya çalışayım , üretici üretim yapmayı planladığı ürün miktarı kadar selem senedi çıkarıyor ve bunları faizsiz (devlet bankasına tevdi ediyor değil Piasaya satıyor), bu selem senetleri (banka değil Tücar) tarafından satıldıkça kendine fon temin etmiş oluyor ve bu sayede üretimini gerçekleştiriyor, selem senedini elinde bulunduran da selem senedi ile ambara giderek malını alıyor veya selemi satarak ticaretini yapıyor. Selem senedini böyle anlıyorum.

Selem kredisi ise selem senedi almak için alınan bir kredi sanırım. Banka, üretici tarafından üreteceği mal karşılığı çıkarılan selem (senedine karşılık değil senedini satınalmak için) (tüccara veya değil)nihai tüketiciye faizsiz kredi veriyor , bu da selem kredisi sanırım.

Şimdi hocam , anladıklarım bunlar fakat tam anlaşılması için şunları sormak istiyorum.

-Selem senedini kim çıkarıyor?

- Mesleki dayanışma ortaklığı, işyerini uygun bulursa, işyerini işleteni yetenekli görürse, Taşınamaza teminatı da alarak işletmeye selem sendi çıkarma kredisini açar. Banka senetleri üretir, imzalar ve üreticiye satmak üzere veriyor. Ürettiği malı ambara teslim ediyor. Aldığı belgeyi bankaya vererek kredisini kapatıyor.

-Bu senetler üretilecek malların karşılığı olarak mı yoksa üretilmiş malların karşılığı olarak mı çıkıyor?

- Tarımda üretilecek mal karşılığı selem senedi olarak çıkarılır, sanayide ise üretilmiş mal karşılığı mal senedi olarak çıkarılıyor

-Selem kredisini alan kişi bu krediyi nasıl kapatacak? Taksitle geri ödeme olmayacağına göre parası olmayan bu kişi yani krediye ihtiyaç duyan bu kişi bu krediyi nasıl kapatacak?

- Kredi alan kişi emekli, ise emekli parası ile kapatacaktır. Emekli değil de çalışmamışsa işsizlik kredisi ile kapatacaktır. Çalışan kimse ise aldığı ücretle kapatacaktır. Zamanı gelince önce parayı öder sonra alır. Böylece ayrı bir teminata gerek kalmaz.

-Selemde fiyatın düşmesi bir avantaj olarak görülüyor ki doğrudur lakin faizli işlemlerde fiyat fazla olsa da malı önce almaktan dolayı bir fayda sağlanıyor buna ek olarak kredinin taksit taksit geri ödenmesi tüketici açısından ayrı bir kolaylığa da vesile olmuş oluyor ve parası olmayan da aldığı kredi sonucu gerçekleştirdiği faaliyetleri sonucunda kazandığı para ile kredisini taksit taksit kapama imkanına kavuşuyor. Bunu nasıl değerlendirirsiniz? Katılım bankalarının en önemli gerekçesi de bu zaten, nakit kredi olmaması ve mal alım satımı olduğu ve malın erken alınmasından kaynaklanan faydanın fiyatlandırılması olarak görülüyor alınan fazlalık ve kar olarak nitelendiriliyor.

- Selem kredisini yıl başında alıyor sonra hafta hafta taksitlerle ödetiyor. Faiz yok. Cebri icra yok. Mal önce üretilir, sonra tüketir. Onun için krediyi üreticiye vermeliyiz. Tüketiciye verirsek üretilmeyen mal tüketilmiş olur ki bu mümkün değildir. Bu sebepledir ki faizsiz de olsa veresiye satış haramdır. Ancak karz olarak verilebilir. Olanlar olmayanları yararlandırırlar. Sonra da kendileri yararlanma imkanını bulurlar.

-Adil Düzende parası olmayan birini düşünelim ama aile geniş kısaca bir arabaya ihtiyacı var veresiye haram , faizli kredide haram , nasıl araba alacak hocam bu?

-Ekonomide tam rekabet vardır. Kişinin ihtiyacı düşünülmez. O sosyal dayanışma içinde karşılanacaktır. Üretimden sosyal dayanışma fonuna pay ayrılır. Dayanışma ortaklıkları bunları bölüştürürler. Kaldı ki taksitle ödeme yoktur, taksitle satış vardır. Arabayı veya evi kiralamış olur. Taksitlerini öder. Ödeyemezse kira vermeye devam eder. Banka haraç mezat sattıramaz. Ödediği taksitler kirada biterse yapı bankanın olur. Satın alan her zaman iade edebilir. Kirası düşüldükten sonra verdiği parayı alır.

4- “Bankalarda toplanan mevduat krediye dönüşmezse , enflasyona sebep olur” demişsiniz kitabınızda , bunu açıklar mısınız?

-Bu ifadede hata vardır. Bankada toplanan para tekrar piyasaya dönmezse mallar satılmaz. Mallar satılmayınca da üretim olmaz, işsizlik olur. Kriz olur. Nerde dediğimi bilemediğim için kitaptan okuyandım.

5- Yine kitapta , nakit , arz edilen mala eşittir diyorsunuz. Dengeli bir ekonomide üretilen mal kadar paranın tedavülde olması gerekir. Bankalarda toplanan paranın kredi ile üretim faaliyetlerine aktarılması ile mal artmakta fakat piyasadaki para aynı kalmaktadır. Bu da enflasyonu tersi etki yaparak farklı bir dengesizliğe sebep değil midir?

- Para iki yerde bulunur, Halkta ve tüccarda. Ayrıca halkın bankada mevduat ile vadeli ve Ticari mevduat, piyasadaki para değeri. Hazinenin parsı da piyasadaki para sayılamaz. Bu paranın tabi olduğu iki kanun vardır.

a) Fiyatlar paranın mallara bölünmesidir. F=P/M paranın hareketi fiyatları değiştirmez.

b) Üretim ise paranın hareketine bağlıdır. Para miktarı ile ilgisi yoktur.

dP/dk*dk/dt= F*dM/dt+M*dF/dt

Para artmazsa dF/dt = 0 okur. Dolayısıyla sadece üretim artar ve düşer. Mal stoku ve para değişmedikçe fiyat değişmez.

Bulunduğunuz yerinizi öğrenmek isteriz.

Teşekkürler

ömertamer
18.03.2011
18:53

Ankara’da devlet memuruyum, bir arkadaş aracılığıyla akevler sitesini takibe başladım ve faizsiz banka kitabınızı anladığım kadarıyla okuyorum.

-“Mevduat krediye dönüşmezse enflasyona sebep olur” ifadeniz kitabın 22.sayfasında c.şıkkında geçiyor. O bölümü açıklarsanız sevinirim.

-Yukarıda 5.soruda sorduğum konu da kitabınızda geçiyor. Ama önce not almıştım şimdi bulamadım yerini.

5.soruya cevabınızdaki açıklamanızı anlamadım, formülleri de maalesef. Basit anlatabilirseniz Hocam, anlama imkânımız olabilir. Sormak istediğim şu: Yine kitabınızın 21.sayfasındaki şu ifadelerden faydalanarak sorayım, diyorsunuz ki; Kredi topluluğun tasarrufuna dayanan bir olaydır, yani halkın bir kısmı tüketmeyi erteleyecek ve bu suretle ortaya çıkan değer (bu değer nakit olmayacak? ) başkaları tarafından tüketilecektir.

1-Bu değer nakit olmayacak ne demek? Kredi veren müessesede toplanan değerler nakit değil midir?

2- 1 birim mal üretilmişse 1 birim paranın tedavülde olması gerekir enflasyonun olmaması için. Tasarruf edilen değerler zaten üretilmiş olan malların karşılığında elde edilen değerler olduğuna göre, bu tasarrufları başkalarının kullanımı için tüketime yönlendirdiğimizde sorun yok. Lakin bu değerleri üretime yönlendirirsek, o zaman üretilen mal piyasadaki paradan fazla olacağı için enflasyonun tersi bir etki ortaya çıkmaz mı? Bu yüzden üretim için gerekli paranın basılması gerekmez mi? Üretilen her birim mal için aynı düzeyde para emisyonu şeklinde. Üretimi yapılmış mal içinse tüketiciye kredi verilmesinin mahsuru yok gibi geliyor. Yanlış mı düşünüyorum? Buradaki durumu çözemedim.

Mevcut sisteme göre kafamız şartlandığı için farklı şeyleri algılamakta zorlanıyoruz. Misal kredi konusu dediğiniz gibi tasarruflara dayana bir olaydır, fakat nakit olarak düşünüyoruz biz yani paraya ihtiyacı var ki kişinin kredi çekiyor ihtiyacını görüyor, oysa selemde para peşin mal veresiye, parası olan niye seleme ihtiyaç duysun elindeki nakit ile gider istediğini alır şeklinde düşünceler hasıl oluyor.

Kitabınızı bitireceğim inşallah, o zaman bazı şeyler daha iyi oturabilir. Allah razı olsun ufkumu açtınız.





Sayı: 92 | Tarih: 13.03.2011
Ahmet Hakan
Fadime ile İklim arasındaki farklar
1118 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Mahir Kaynak
Seçime doğru
1073 Okunma
3 Yorum
Süleyman Karagülle
Mehmet Şevket Eygi
Entrikalar Cumhuriyeti
1049 Okunma
Emine Hocaoğlu
Zülfü Livaneli
Ne yapmalı?
947 Okunma
Ali Bülent Dilek
Ruhat Mengi
Baykal komplosu parti içinden mi hazırlandı?
932 Okunma
Vahap Alma
Ruşen Çakır
Beşikçi direniyor, Türkiye utanıyor
880 Okunma
Tayibet Erzen


© 2024 - Akevler