• Muhalefetin geleceği 17 Ekim 2010 Pazar
Not: Düz yazılar Mahir beye, italik kalın yazılar Karagülle’ye aittir.
Muhalefetin geleceği
- Muhalefet iki yolla yenilir: Siyasette muhalefeti etkisiz hale getirmenin en iyi yolu iki aşamalı bir plan uygulamaktır: Yeni ya farklı sistemi getirmeli ya da farklı yöntem.
Muhalefetin temel özelliği ulaşılacak hedeflerin farklı olmasıdır ama onları aynı hedefe daha iyi varacakları yönünde bir söyleme ikna ederseniz birinci aşama başarıya ulaşmış olur. Bugün CHP’nin Türkiye’nin dünya üzerindeki konumu, uygulanacak dış politika, ekonomide alternatif stratejiler hakkında bir söylemi yoktur. Polemikler arasında onun zaten belli olan hedeflere daha iyi ulaşacağını, yolsuzlukları engelleyeceğini, farklı uygulamaları olacağını duyarsınız ama ana hedefler hakkında herhangi bir düşüncenin izine rastlamazsınız. Böyle bir muhalefetin iktidara gelmesi bile sonucu değiştirmez ve önceden belirlenen hedefe farklı bir üslupla ulaşılır.
- Sürekli kalacak hedefler konmalıdır.
Muhalefetin hedefi iktidara gelmek olarak belirlenmiştir ve nereye varılacağının anlamı kalmamıştır. Bu arada uygulanmakta olan politikaların sürekliliğini sağlamak için gereken düzenlemeler yapılır. Mesela Kemal Derviş’le geleceğin ekonomi politikasının belirlenmesi sürekliliğin sağlanacağı anlamına gelir.
- İImî ve dinî faaliyetlerin dışa alet edilmesi önlenmeli, içte ise özgür olmalılar. Bunu CHP anlamaya başlamıştır.
CHP ideolojisinin şartların bir ürünü olduğunu, aslında ilk fırsatta değiştirilmesi gerektiğini anlayamamış ve kendi iradesiyle gerçekleştiremediği bu değişimi yeni şartların bir ürünü olarak kabul etmek zorunda kalmıştır. Türkiye’de farklı soydan gelen insanların olduğu, bunların kimliklerinin kabulünün bölünmeye sebep olmayacağı, tersine büyümenin ön şartının bu gerçeği kabul etmek olduğu, laikliğin dine sırt çevirmek değil onun dış mihraklar tarafından ülke aleyhine kullanılmasını engellemek sayılması gerektiği kabul edilecektir. CHP’nin yeni yönetiminin bu değişimi kabul ettiği gözlenmektedir. Bu süreç içinde Türkiye’de yargının ideolojiyi hem korumak hem de yeniden biçimlendirmekte nasıl rol oynadığı gözlenmiştir.
- Aydınlar projeleri tartışmıyor, sadece olanları eleştiriyor.
Ancak hala değiştiremediğimiz kötü bir kaderimiz var. Türkiye’deki değişimler önceden tartışılan ve toplumsal mutabakat sağlanan düşünceler değil. Siyasal güç önce yapıyor sonra halka bu değişimi onaylayıp onaylamadığını soruyor. Aydınlarımızın geleceğe ait herhangi bir proje üretmedikleri, sadece gerçekleştirilenleri tartıştığı gözleniyor.
- 27 Mayıs yeni anayasayı, 12 Mart yeni dünya açılımı getirdi. Tartışılmamıştır.
27 Mayıs darbesinden sonra sola açık bir anayasa yapıldı. Halkın binde birinin bile böyle bir talebi yoktu, aydınlar bu konuyu tartışmamıştı ama gerçekleşti. 12 Mart öncesi ülkenin bağımsızlığı tartışılıyordu ama ülkemizin, objektif değerlendirmelerle, son derece bağımsız olduğu göz ardı edildi. 12 Eylül darbesi öncesinde sorunumuz anarşiydi ama sonunda dünyaya açık bir ekonomik model geliştirdik. Oysa bunu önceden hiç tartışmamıştık.
- Halk proje üretmez uygulamaları onaylar. Projeleri aydınlar üretir. Siyasiler uygular. Üretemezsek yabancılar üretir, siyasilerimiz onu uygular.
Bu durum kutsallaştırdığımız milli iradenin tanımının yapılmasını gerektiriyor. Halk politika üreten değil siyasetçinin uygulamalarını onaylayan ya da reddeden bir mercidir. Politika üretmek aydınların görevidir ve geleceğe yönelik olmalıdır. Eğer bu görevini yerine getirmezse bilmediğimiz bir güç projeleri hazırlar ve siyasetçiler eliyle gerçekleştirir ve biz de, her zaman yaptığımız gibi, yapılanları meşrulaştırmak için, söylenip dururuz.
- Değerlendirme: Acıkırız. Beden beyne ihtiyacını bildirir. Beyin nerede karnın doyuracağını beden bildirir. Beden emri uygulayarak lokantaya gider. Yemeğini yer. Toplulukta da dinî gruplar ihtiyaçlarını bildirir. İlmî gruplar nasıl yapılacağını ortaya koyar, meslekî gruplar kimlerin ne yapacağına karar verir. Siyasî gruplar da ürünlerin adil bölüşülmesini sağlar. O halde fikir üretmek dinin ve ilmin görevi. Dinler yapılması gerekenleri ortaya koyar, ilim de nasıl yapılacağını belirler. Bunların sağlıklı oluşabilmesi için çoklu serbest sistem olmalıdır. Tevhîd-i Tedrîsat kanunu fikirleri hapseder, Diyanet İşleri insanları hareketsiz hale getirir. Mahir bey Türkiye’de bu böyledir diyor da neden öyle olduğunu söylemiyor. Fikir mi satıyorsunuz, tarikatları serbest bırakın, medreseleri serbest bırakın. Göreceksiniz ne fikirler ortaya çıkar. O zaman devletimizin birliği bozulmaz mı diyeceksiniz. Bunun tartışılması gerekir. Fikir mi birliği bozar yoksa fikirsizlik mi tartışılması ve denenmesi gerekir. Evet ben diyorum ki tarikatları serbest bırakalım, medreseleri serbest bırakalım, o zaman büyük fikirler ortaya çıkar, ülke hem gelişir, hem de birlik sağlanır. Aksini iddia eden varsa sayfamız açıktır, tartışalım.
• Dış dinamikler 23 Ekim 2010 Cumartesi
- Dış politikayı var sayımlara göre değil ilmî verilerle değerlendirmeliyiz.
Ülkemizi etkileyen dış dinamikler konusunda birbirine zıt iki görüş vardır. Birincisi yabancı güçlerin Türkiye’yi yok etme amaçlarını gerçekleştirmek için uyguladıkları politikalar olarak görür, ikincisi tüm gelişmelerin iç kaynaklı olduğunu, dış etkilerin bir paranoya olduğunu söyler. Oysa dış etkileri dostça ya da düşmanca olarak tanımlamak yerine ne olduğunu anlamaya çalışmak ve ülkemize etkilerini hesap etmek, ona göre bir tavır takınmak gerekir.
- Türban tartışılması yanlıştır. Dünya lehimize değişiyor.
Bugün türban üzerine koparılan fırtınaları anlamsız buluyorum ve bunu doğal bir süreç olarak görüyorum. Çünkü Türkiye’deki ideolojik değişmenin dünya şartlarının bir gereği olduğunu ve bunun ülkemiz aleyhine olmadığını düşünüyorum.
- Lozan’daki rolün aksine Türkiye İslamcı ve öncü rolü oynamak durumundadır.
16 mart 1990 tarihinde Nokta dergisinde çıkan bir söyleşide “Türkiye’ye Lozan’dan sonra belirli bir rol verildi. Adeta belirli bir politika izlemesi istendi. Bu politika; çevre ülkelerle ilgilenmemek, içeride İslamcı bir tavır takınmamak şeklinde özetlenebilir. Oysa bugün dünya şartları Türkiye’nin bu politikayı izlemesine imkan vermiyor. Daha doğrusu dünya dengeleri bizden başka roller bekliyor. Bu rolü şöyle özetleyebilirim: Türkiye Ortadoğu’da çevresiyle ilgilenen, İslam camiasının merkezi ve önderi olmak durumunda olan bir ülke konumuna gelecektir” diyor ve bu rolün hem ABD hem de Rusya tarafından destekleneceğini söylüyorum.
- Devletler etkin dış güçlerle yönetiliyorlar. Kürt devleti bunlar kurabilir. Bugün onlar güçlerini yitirdiler.
Dünyada mevcut olan çok sayıdaki devletin kendi kararlarını uygulayan güçler olmadığını, dünyanın birkaç güç odağı tarafından yönetildiğini ve yönlendirildiğini düşünüyorum. Bununla bağlantılı olarak, ülkelerin içindeki huzursuzlukların da bu güçlerin kontrolünde olduğunu kabul ediyorum. Yani eğer Türkiye bölünür ve bir Kürt devleti kurulursa bunu bir örgütün başarısı olarak değil bu güçlerden birinin projesinin gerçekleşmesi olarak görürüm. Ama bugün böyle bir projenin etkin güçlerce desteklenmediğini, bu amacı güden güçlerin kaybettiklerini düşünüyorum. Terörün boyutu ve kullandıkları araçların sınırlı olması amacın bölünme değil Kürt kimliğinin kabul ettirilmesi amacını taşıdığını gösteriyor.
- Etkin ülkeler arasına gelebiliriz. Ayrımcılığa son vermeliyiz.
Bugüne kadar ülkemiz yönetenlerle yönetilenler arasındaki sınırdaydı. Bugün kesinlikle yönetenler arasına girme imkanımız var. Ancak bu kategorideki ülkelerin belli vasıflara sahip olması gerekiyor. Yani esen rüzgara göre hareket eden değil rüzgarın yönünü belirleyen konumda olmak gerekiyor. Bu konuma geldiğimiz zaman iktidar ve muhalefet aynı amaca farklı yollardan ulaşmak isteyen güçler haline gelecek; türban, Kürt kimliğinin tanınması, farklı inanç ve kimliklere eşit biçimde davranılması ortak tavır olacak ve bu konudaki tartışmalar bir şov düzeyinde kalacak.
- Etkin güç olmak için çıkar amaçlı değil dünyayı biçimlendirme amaçlı olmalıdır.
Dış politikadaki duygusal söylemler bir amaç değil amaca ulaşmak için kullanılan araçlar olarak görülecek ve çıkar amaçlı değil dünyayı biçimlendirecek eylemler yapılacaktır. Böyle bir politikanın ülkemize getirecekleri tüccar zihniyetiyle hareket etmekten çok daha büyük olur.
- Savunan değil inşa eden güç olma durumundayız.
Bugüne kadar kendimizi hep hedefte gördük ve savunmadaydık. Şimdi saldıranlar değil ama inşa edenler arasında olmanın zamanı geldi.
- Mahir beyin söylediklerine aynen katılıyorum. Olması gerekenleri söylemek kolaydır. Nasıl gerçekleştirecekler? Asıl bunu söylemek gerekir. İçteki huzur için din ve ırk ayrımcılığını bırakmalıyız. Ama asıl işte size Adil Düzen çözüm: Yerinden yönetim kabul edilecek. On hanelik ocak bağımsız olacak. Bin hanelik bucak bağımsız olacak. Yüz bin hanelik il bağımsız olacak. Ülkeler bağımsız olacak. Merkezî kuruluşlar taşra kuruluşlarına katılmayacak. Yargı hakemlerden oluşacak; hakemlerden birini bir taraf diğerini diğer taraf seçecek, başhakemi hakemler seçecek. Hakemlerin kararları kesin olacak. Yargı meclisin de üstünde olacak.
Dış siyasette insanlık devletlere hâkim değil hâdim olacak. Hakem kararlarına uymayanlara devletlerin orduları müdahale edecek. Birleşmiş Milletler’in başka ordusu olmayacak. Tüm dünya devletleri insanlığın NATO benzeri askerî birliğe dâhil olacak. Birleşmiş Milletler karar vermeyecek hakemler karar verecek. Gönüllüler mağlup olan devleti işgal edip yağmalayacaklar.
İnşa etmek için örnek Adil Düzen uygulamalı, ekonomik sistemleri geliştirmeliyiz. Ön ödemeli sipariş kredilerle yıllık ihtiyaçlarımız düzenlenecek, çalışma kredisiyle artık emek devreye sokulup yeryüzü imar edilecek. İşçi istediği işverende çalışacak, ücretini bankadan alacak işveren faizsiz kredi ile borçlandırılacaktır. Mahir bey temenni ediyor, biz nasıl yapılacağını söylüyoruz.
Mahir bey devreye girmeli ve yarınki siyasetçilerin oluşturacağı programlara Adil Düzen’in yapısına katkıda bulunmalıdır.