Bazılarının 'türban' da dediği başörtüsünün ciddi bir 'demokrasi sınavı'nı gündeme dayatmasına şaşırmamak elde değil. Medyada çıkan yazı ve yorumlarda 'savaş', 'son kale' veya 'siper' gibi askeri kavramlar kullanılıyor. Olayın basit bir 'hak gasbı' olduğunu görememek büyük bir demokrasi ayıbı.
…
Şu dilimizi bir düzeltebilsek, kafalar da düzelecek...
Fehmi Koru
f.koru@yenisafak.com.tr
13 Ekim 2010 Çarşamba
Yorum: Kümes sorusu gibi olacak galiba; dilimizi düzeltirsek mi kafamız düzelir, kafamızı düzeltirsek mi dilimiz düzelir?
Cevap ne olursa olsun, “biri düzelirse diğeri de düzelir” şeklinde kesin bir yargı var.
“Düzelme” herkesin hak ve özgürlüklerinin hukuk tarafından korunduğu bir sistemin tesis edilmesiyle mümkün olur. Fakat kullanılan savaş diline bakılırsa hukuk düzenine pek kimsenin itibarı kalmamış. Herkes bir yerleri ele geçirme veya bir yerleri muhafaza etme gayretinde. Hukuk içinde sürdürülse de bu süreç barışı getirmeyecektir.
Türkiye insanların kesin çizgilerlerle bir birbirlerinden ayrıldıkları, sınıflaşmanın ve kamplaşmanın bariz bir biçimde yaşandığı bir ülke değil. Buna rağmen birbirlerine tamamen kapalı, ön yargılarını gerçek zanneden radikal toplumsal yapıların da var olduğu bir ülke. Asya ile Avrupa’nın ortasında kaldığı gibi, sanki tüm hayati sorularda/sorunlarda arafta duruyor. Sevmesek de belki de “savaş ve barış” bu yüzden bizi tanımlıyor.
Doğru olan; barışın ve demokrasinin tesisi, hak ve özgürlüklerin hukuk tarafından korunması.
Kısmi bir anayasa değişikliği halkoylaması ile kabul edildi. Fakat görünen o ki anayasa başta olmak üzere hukuk alanında daha yapılması gereken bir dizi iş var. Zira bugünkü hukuk sistemimiz neredeyse kimseyi tatmin etmiyor ki insanlar hukuki bir meseleyi savaş terimleriyle konuşuyorlar.
“Adil olan nedir” diye soran pek kimse yok ortalıkta; garip değil mi?