"MÜLK"ÜN GARANTİSİ ADALET; YA "ADALET"İN GARANTİSİ?
Irak işgali, pek çok husus yanında, "mülk"ün temelinin, yani garantisinin adalet olduğu gerçeğini bir kere daha hatırlatan yağma ve talan görüntüleri ile de şimdiden kayıtlara geçti.
Tarih, adalet ve zulmün münavebeli saltanatının kaydından ibaret sanki. Biri imar, öbürü imha ediyor ve fakat ne tecellidir ki, ikisi de kalıcı olmuyor. el-Münâvî'nin Feydu'l-Kadîr'inde okumuştum:
"ez-Zulmü lâ yedûmu, ve in dâme demmere;
ve'l-Adlu lâ yedûmu, ve in dâme ammere."
Yani "Zulüm devamlı olmaz; eğer devam ederse harap eder. Adalet de sürekli olmaz; eğer sürekli olursa, imar ve mamur eder."
Adalet de zulüm de insanın kendi yapıp etmeleri sonucunda vücut buluyor. İnsan adil olunca alem mamur, insan zalim olunca alem harap oluyor...
"Mülk"ün garantisi adalet ise, adaletin garantisi de fıtrata uygun davranıştır. Bu gerçeğin en güzel şekilde ifade bulduğu 30/er-Rûm, 30. ayeti, yeryüzünün mamur kılınmasının bu gerçeğe bağlı bir keyfiyet olduğunu da ifade ediyor aynı zamanda.
Ömer b. Abdilazîz (r.a) döneminde asayiş ve güvenliğin ortadan kalktığı Musul vilayetinin valisi Yahya el-Gassânî'dir. Halifeye bir mektup yazarak bu durumu haber verir ve bir de danışmada bulunur: "Sanıkları yakalar yakalamaz hemen cezalandırayım mı, yoksa usulüne göre yargılanmalarını mı bekleyeyim?" Elbette yapılacak şey belledir; ama bu sorunun arkasında, sanıkların anında cezalandırılmasının bir tedbir olarak düşünüldüğünü görmek de zor değildir.
Halife'nin cevabı, hak ve adaletten ayrılmaması yönündedir ve emre uyulur. Vali bir süre sonra görevinden ayrılırken arkasında, asayiş ihlallerinin asgariye indiği bir şehir bırakmış olacaktır.
Yüzyıllar sonra, Nureddin Mahmud b. Zengi döneminin Memluklular'ından bir enstantene: Aynı kargaşa ortamı bu kez bütün ülke sathına yayılmıştır. İleri gelen devlet ricali, yeni hükümdarın yakın dostu salih kişi Şeyh Ömer el-Mevsılî'ye bir öneri götürür: "Hükümdar sizin nasihatinizi dinler. Şu olağanüstü durumdan çıkana kadar yakaladığımız sanıkların, suçlarının yargı sürecinde sübut bulmasını beklemeden hemen cezalandırılmasını kendisine teklif etseniz... Asayiş böylece sağlandıktan sonra normal uygulamaya tekrar döneriz..."
Şeyh, aklına yatan bu teklifi Hükümdar'a yazdığında aldığı cevap şudur: "Eğer sanıkları, yargılama sonucunda suçlarının sabit olduğu anlaşılmadan cezalandırırsam, kendi ilmimi Allah'ın ilminden üstün görmüş olurum..." Şeyh bu cevap üzerine acı acı ağlar, "Eyvahlar olsun! Benim kendisine yazmam gereken şeyi o bana yazmış" der ve tevbe eder.
Tarihler, çok kısa bir süre içinde ülkede hakim olan emniyet ve asayiş durumunu şöyle tavsif ediyor: Genç, güzel ve zengin bir kadın, kıymetli mücevherlerini de yanına alarak ne malına, ne de ırzına en küçük bir halel gelmeksizin ülkenin bir başından öbürüne tek başına yolculuk edebilirdi...
ADALETİN GARANTİSİ
Batılın ve Hakkın hak anlayışlarının hakim olmasına göre adalet ve zulüm ortaya çıkar , kuvvetin , çoğunluğun , çıkarın ve imtiyazlı olmanın hak sebebi olduğu topluluklarda zulmün ortaya çıkması kaçınılmazdır ve doğal olarak mülk de garanti altında değildir. Hakkın hak anlayışının hakim olduğu topluluklarda ise haklı olan güçlüdür ve adaletin temelini bu doğru hak anlayışı oluşturur, doğal olarak da mülk de garanti altına alınmış olur.
Adaletin tesisi ve korunması ise şeriat düzeniyle yani Kur’an düzeniyle gerçekleşir. Bu düzende İnsanlar kendi yaptıkları sözleşmelere karşı sorumludurlar, kendi mezheplerini , kurallarını kendileri belirlerler ve bunlara uyarlar. İstediği zaman bunları değiştirebilir lakin benimsedikleri bu hükümlere uymak mecburiyetindedirler. Kamu hukukunda da insanlar serbesttir , her bucağın kamu hukuku mevcuttur ve herkes istediği bucağa katılarak kendine uygun hükümlerle yönetilmeyi sağlayabilir.Yani nasıl hak ediyorsa öyle idare edilebilecektir. Ortaya çıkan ihtilaflarda taraflar kendi seçtikleri hakemlere başvurarak çözüme gideceklerdir. Bu sistem adaletin garantisidir. İnsanlar, kendi istedikleri hayatı yaşayacakları seçeneklerin olacağı, ihtilaflarını bile kendi seçtiği hakemlerin sonuca bağladığı bir düzene güvenecek ve bu düzenin bozulmaması için ellerinden geleni yapacaktır.
Faizin yasak olmadığı fakat gerçek faizsiz müesseselerin de faaliyette olduğu İslam düzeninde fazisiz kredileşme ile piyasa güdülenecek , karşılıksız basılan para yerine her bir mala tekabül eden mal senetleri kullanılarak enflasyon ortadan kalkacak ve bu sistemi uygulayanlar en ucuz malları üreterek insanlığa örnek olacaklardır. Selem senedi ile üretim planlanarak , üretim ve tüketim dengede tutulabilecek ve artan emek ilmi, kültürel çalışmalara yönlendirilerek medeniyetin daha ilerilere taşınması için çalışma yapma imkanına sahip olunabilecek. Zengini daha da zenginleştiren ve insanlar arasında ekonomik uçurumlara yol açan gelir vergisi yerine sermaye vergisinin uygulanması sonucunda oluşacak denge etkisi ile bu uçurumların giderek derinleşmesine engel olunacak ve böylece toplumda güven ve huzurun tesisine katkı sağlanmış olacaktır.
Tüm bunlar adaletin garantisidir. Yani Kur’an adaletin garantisidir. Bunun dışında aranacak tüm adalet ve hak arayışları zulmün farklı yüzleri olarak karşımıza çıkacaktır. Bu düsturları sahiplenenler Hakkı hakim kılmaya çalışanlardır , benimsemeyenler ise zulümle abad olmayı düşünenlerdir.
Bugünlerde başörtüsüne üniversitelerde serbestlik söz konusu, yıllardır hanımı , kardeşi , arkadaşları bu yüzden okuyamayan bizler için sevindirici gelişmeler bunlar. Lakin merak ettiğim bir konu var, bugün başörtülü kardeşlerimizin kaçının kapitalist sistemle sorunu var , ne kadarı ekonomik ve sosyal sorunların çözümünü AB’de değil de Kur’an‘da arıyor, ne kadarı başörtüsünü bir hayat tarzının sembolü , aile müessesesi ile iffetin koruyucusu ve zinacı bir düzenin düşmanı olarak görüyor. Şahsen yüzdelerin düşük olduğunu düşünüyorum. Sanırım bu yüzden başörtüsünü kimse tehlike olarak görmüyor artık. Laiklerle aynı mekanlara takılan , erkeklerle karışık ortamlarda rahatça bulunabilen hatta sevgili edinen , haram ve helal sınırlarına riayet etmeyen kısaca sistemle sorunu olmayan , Kur’an ‘dan uzak yaşayan bir başörtüsünü kimse tehlike olarak görmez. Bu kardeşlerimizin belirli mevkilerde söz sahibi duruma gelmesi sistem değişmedikten sonra bir anlam ifade etmez. Zulmü yapan elin değişmesinden başka işe yaramaz. Bir başka bakışla adaletin sembolü ve garantisi olan başörtüsü zulmün hizmetkarı durumuna düşebilir. Bu yüzden sorumluluğunun bilincinde , Kur’an’ı rehber edinmiş mümine kadınlara çok büyük görev düşüyor,
” başörtülü kardeşlerimize tebliğde bulunmak “ …