Hayrettin Karaman’ın
“Bir Varmış Bir Yokmuş
HAYATIM ve HATIRALAR”
kitabından
ADİL DÜZEN
DEĞERLENDİRMELERİ
VE
CEVAPLARIMIZ
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
(...)
Adil Düzen’den maksat “İslami düzen “ ise buna aşamalı gitmek gerekir.
(…)
Adil Düzen’i tenkit masasına yatırın.
(…)
Sonra bir müşterek “tenkit raporu” yazıldı. Tayip Bey ve arkadaşları, “Eğer bir de teklif (alternatif düzen) raporu hazırlamazsanız, (Erbakan) Hoca bunu bir kenara atar” dediler.
Biz de, “İdeal bir teklif raporu yazılamaz, yazılsa faydası olmaz, çerçeve teklif raporu yazılabilir.” dedik. “Olur” dediler, o da yazıldı. Erbakan Hoca’ya iletildi.
Hoca bir süre eski “Adil Düzen”den söz etmedi, ama sonra yine özellikle ekonomik kısmını benimseyerek anlatmaya devam etti.
O günlerde raporların dışarıya sızmaması için karar aldık ve buna uyduk. Şimdi aradan yıllar geçti ve bu hatıralarda bazı münferit raporları (kısmen de olsa) ilgililerin bilgilerine sunuyorum:
ADİL DÜZEN’İN
DEĞERLENDİRİLMESİ
VE
TENKİDİ
Prof. Dr.
SABAHATTİN ZAİM’in
DEĞERLENDİRMELERİ
VE
CEVAPLARIMIZ
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
Not: Sert gibi görülebilecek cevaplarımız Sabahattin Beyin şahsına değildir, fikirlerinedir. Biz onun şahsına, başkalarına beslediğimiz saygı ve sevgiden fazlasını duyuyoruz. Kendisi Akevler’i kurduğumuzdan beri hep yanımızda olmuş, çok büyük katkıları olan bir zattır. Bana göre Türkiye de üç âlim vardır: Necmettin Erbakan, Sabahattin Zaim ve Hayrettin Karaman. İlk yayımlanan kitabım (İslâmiyet ve Ekonomik Doktrinler – 1969) Necmettin Erbakan ve Sabahattin Zaim’e ithaf edilmiştir. Cennette buluşacağımızı Cenabı Hak’tan umuyoruz. Ama ilimde hatır gönül yoktur. Bu değerlendirmelerimizden dolayı o rencide olmamakta, aksine onu şimdi daha yücelere götürmektedir.
Reşat Nuri EROL- Süleyman KARAGÜLLE
I-Müspet yönü
1- İsim güzeldir. İki yönden böyle bir ismin konulması uygundur. Kastedilen İslam Devleti ve İslâm nizamıdır. Fakat Türkiye’de mevzuat dine dayalı bir devlet kurulmasına mani olduğu için gerek Anayasa, gerek partiler kanunu ve gerek Türk Ceza Kanunu açısından kastedilen devlet ve nizamın gerçek adı konulamaz. Kaldı ki, bu aşamada düşünülen ara modeldir. Varolması istenilen ideal İslâm Devleti ve nizamı için gerekli teorik çalışmalar bütün İslâm Dünyası’nda devam etmektedir. Dolaysıyla teorik ideal model henüz tam tekevvün etmiş değildir.
Sabahattin beyin tesbitlerine katılıyoruz. Bizim anladığımız İslâm ile halkın ve devletin anladığı İslâm farklı olduğu için de bu kelimeyi kullanmadık. Yasaklara uymak elbette bir Müslüman olarak görevimizdir. Ancak biz İslamiyet’i barış olarak anlıyoruz. Din ve ırk ayrılığı ile ilgisi yoktur.
Bu sebeple devletin ve toplumun bugünkü halihazır durumundan hareketle ideal hedefe ulaşmak üzere, toplumun ve insanların içinde bulunduğu şartlar dikkate alınarak mümkün ve makbul olan bir ara modelin geliştirilmesi uygun olur. Dolaysıyla bu ara model, hem her ülke için zaman içinde, hedefe doğru yol aldıkça ve yaklaştıkça değişebilecektir, hem de ülkeden ülkeye farklı olabilecektir. Çünkü her İslam ülkesinin içinde bulunduğu siyasi, hukuki, sosyo-ekonomik ve kültürel yapı farklıdır. Bu farklı konulardan hareket ettiğimizde aynı hedefe gidecek olsak bile, bu arada tutulacak yol ve ara modeller daha başlangıçta farklı olabilecektir. Böyle ara modeller muhtelif İslâm Ülkeleri için farklı ve değişken olabileceğinden bunlara İslâm Devlet veya İslâm Toplum Nizamı denmesi bu aşamada fazla iddialı bir terim olur.
Katılıyoruz. İslâm nizamı lâik nizamdır. Her devletin, her ilin, her bucağın kendi anlayışı olacaktır. Farklı mezheplerin varlığı budur. Kur’an yasa kitabı değil, yasaların nasıl yapılacağını öğreten kitaptır. Yasalar ise serbest sözleşmelerle oluşur. Dolayısıyla hiçbir zaman tek bir İslâm kanunları anlayışı olmayacaktır.
Bu sebeple Türkiye için benimsenecek bu ara rejime Adil Düzen şeklinde isim verilmesi uygundur. Üstelik isim de hem güzeldir hem de hedefin özelliğini yansıtır mahiyettedir.
Katılıyoruz. Zaten isim maşeri olarak ortaya çıkmıştır.
2- Adil Düzen’i hazırlayan ilim heyetini tebrik etmek gerekir. Çünkü son yarım asırdan beri bütün İslâm dünyası’nda akademik mahfilde teorik sahada çalışmalar yapılmaktadır. Bu teorik çalışmaların bir kısmı da muhtelif İslâm ülkelerinde uygulamaya konmaktadır.
Katılıyoruz. Bunlar ya bin sene önceki içtihatları bugün yeniden devreye sokmak istemekte, yahut Batı’nın faizci, zinacı, uydurma hükümlerini İslâmîleştirmeye çalışmışlardır. Çoğu zaman da İslâmiyet’i yanlış anlamışlardır.
Bunların hiç birisi bugüne kadar Adil Düzen gibi toplu bir model haline getirilmemiştir. Bu sebeple Adil Düzen’i hazırlayan muhterem Süleyman Karagülle ve arkadaşlarının bu çalışması tebrik ve takdire şayandır. Sayın Süleyman Karagülle, bildiğim kadarıyla takriben otuz yıldan beri yorulmak bilmeyen bir mesai ile bu konu üzerinde çalışmaktadır. Kendisini bu yönden tebrik etmek gerekir.
Katılıyoruz. Bir düzeltme yapmamız gerekir. Ben bir mühendis olarak bu çalışmalara katkıda bulundum. Sabahattin ve Hayrettin beyler ile onların arkadaşlarının katkıları olmuştur. Düzeltiriz.
Sayın Karagülle bu teorik çalışmasını İzmir’de uygulamaya koyarak, deneme çalışmalarına girişmiş, bir modelin uygulanabilirliğini isbat zımnında bir ömür boyu mücadele vermiştir. Bu esnada, bu fikirlerini yaymak için etrafında bir kadro yetiştirme hareketini başlatmıştır. Sayın Karagülle bir mürşit gibi çalışarak, bir ekol oluşturmuş, yetiştirdiği elemanlar, üniversitelerde öğretim görevliliği kademelerine yükselmiştir.
Katılıyoruz. Akevler Kooperatifi’nin kurulmasına götüren çalışmaların en başında Remzi Güres ve arkadaşları, Mustafa Birlik ve arkadaşları, İhsan Emci ve arkadaşları olmuştur. Akevler Kooperatifi’nin kurucu başkanı Ahmet Tahir Satoğlu’dur. Bir mühendis olarak girişimcisi olabilirim. Düzeltirim.
İşte Adil Düzen, başta sayın Süleyman Karagülle olmak üzere böyle bir kadronun ekip çalışması sonucunda hazırlanmıştır. Bu sebeple İslâm’a hizmet yolunda hem teori, hem uygulama sahasındaki bu güzel gayretlerinden dolayı Allah kendilerinden razı olsun.
Katılıyoruz. O gün bir araya gelen her aydın mü’min İslâmî Düzeni arıyordu. “Başta” sözü fazla gibi geliyor bana. Düzeltirim.
Sayın Süleyman Karagülle ve arkadaşlarının hazırladığı bu model çalışmalarını, bebimseyip onları teşvik etmek suretiyle bugünkü hale gelmesini sağlayan RP Genel Başkanı Sayın Prof. Dr.Necmeddin Erbakan’ı da tebrik etmek gerekir. İlk defa Türkiye’de bir siyasi parti, böylesine kapsamlı bir ilmi çalışmayı benimseyip desteklemiş bulunmaktadır. Sayın RP ve onun muhterem Genel Başkanı Prof. Dr. Necmeddin Erbakan’ı bu çalışmaya koydukları Adil Düzen adından dolayı ismin babası olarak da tebrik etmek gerekir.
Katılıyoruz.
İki şeye işaret etmekte yarar vardır.
Birincisi, sözleşmede teklif eden ile kabul eden eşittir. Ben teklif ettim diye bir üstünlük hakkına sahip değilimdir. Dolayısıyla Erbakan Adil Düzen çalışmalarına başkanlık etmiştir. Birlikte oluşan bu sistem üzerinde bir başkasının herhangi bir üstünlüğü söz konusu değildir.
İkinci işaret edeceğim nokta, tüm çalışmaları topluluk yapar. Başkan yaptı diye söylenir. Çünkü başkan kabul etmiş ve uygulamıştır. Dolayısıyla Adil Düzen uygulaması elbette ona katkıda bulunan herkesindir. Adını koyma ve dünyaya duyurma şerefi Sayın Necmettin Erbakan’ındır. Bunu kabul etmezsek biz “Adil Düzen”i ileriye götüremeyiz.
3- Adil Düzenin iktisadî modeli, İslâm ekonomisi çalışmaları açısından faydalı ve yapıcıdır. Bu aşamada, ne ideal teorik yapının bütünü, ne muhtelif bölümleri hususunda İslâm iktisatçıları ve fakihler arasında bir icma oluşmamıştır. Çalışmalar münferit tebliğler ve konferanslar halinde devam etmektedir. Gerçi birçok konularda amaca yakın bir birleşme görülüyorsa da bütün halinde bir İslâm ekonomisi teorik modelli henüz ortaya konamamıştır.
Doğrudur. Biz Akevler olarak bu konularda çalışmak gerektiğini ortaya koyduk. Katılanlar bunun idraki içinde kendi görüşleri ve uygulamaları ile katkıda bulundular. Erbakan da kendi görüş ve anlayışı içinde uyguladı. Bu husustaki icmalar, uygulamalardan sonra 200-300 sene sonra ortaya çıkar. Bizim ısrarımız, sorunlarımızı bugünkü ilimlerden yararlanarak, Kur’an’ı klasik usûlü fıkıh kuralları içinde anlayarak çözmektir. Bundan başka çözüm ve çıkar yol yoktur diyoruz. Biz anladık demiyoruz; anlamaya çalışıyoruz diyoruz. Uygulama yapmadan anlaşılmaz diyoruz. Akevler’de denedik... Millî Görüş’te denedik...
Uygulama sahasında İslâm ülkelerinde İslâm Devlet Düzenini kurmak iradesini resmen beyan etmiş olan Pakistan, Sudan ve Suudi Arabistan’da Adil Düzen şeklinde kendi içinde bütünlük arz eden bir model ortaya konmamıştır. Bu sebeple Türkiye için hazırlanmış olan böyle bir modelin İslâm Ekonomisi sahasındaki tartışmalar açısından faydalı bir tesiri olacağı en azından ortaya attığı konular üzerinde ilgilileri düşünmeye ve araştırmaya sevk edeceği muhakkaktır.
Katılıyoruz. Allah her uygarlığı bir kavme vermiştir. “III. Bin Yıl Uygarlığı”nı kurma görevini Türkiye vatandaşlarına vermiştir. Allah israf yapmaz. Her uygarlık için bir merkez oluşturmuştur. Bize göre Allah “III. Bin Yıl Uygarlığı”nı kurma görevini Tük halkına vermiştir. İlmî çalışmalar Akevler’e aittir. Siyasi çalışmalar Millî Görüşçülere aittir. Dinî çalışmaları F. Gülenciler yüklenmiştir. Bunlar çağımızın müsbet ilimlerini benimsemiş çalışmalardır. Kabul etmek gerekir ki ekonomik çalışmalar da Anadolu holdinglerinindir. Henüz bunlar uykudadırlar; müsbet ilme dayalı bir faaliyette yokturlar. Bir gün onları da uyandıracak bir grup ortaya çıkacaktır. İlmî çalışmaları Akevler yapmaktadır.
II- Adil Düzen’in Tenkide Açık Yönleri
1- Eğer Adil Düzen Modeli, Sayın Süleyman Karagülle tarafından 30 yıldan beri ortaya atıldığı gibi yayınlandığı ve tartışıldığı şekilde akademik mahfilde kalmış olsaydı, yukarıda belirttiğimizin dışında modelin üzerinde şimdiye kadar yapıldığı gibi akademik tartışmalar yapılırdı.
a) “Tartışıldığı şekilde” deniyor. Kimse bizimle tartışmadı. Sadece muhalefet ettiler. Şikayet ettiler. Kendimizi ancak siyasi partilerle savunabildik. Bize muhalifler olanları böylece devirdik. Gerçi “bu yollarda beraber yürüdüklerimiz” bizi bırakıp ayrıldılar, gömlek çıkardılar. Başka yollara saptılar. Ama onların belli makamlarda bulunan bugünkü varlıkları bizi koruyor. Bundan sonra siyasetten uzak duran kooperatifler kurulacak ve onlar başarılı olacaklardır.
Tatbikat açısından da İzmir’de uygulandığı gibi belli sektörlerde belli çerçeve içinde mahalli uygulama olarak konu, yapıcı, olumlu ve müspet bir şekilde değerlendirilebilirdi.
b) Akevler gerektiği gibi oluşmadan ve olgunlaşmadan büyümüştür. Dolayısıyla hedefe ulaşamamıştır. Hıristiyanlıktaki gelişmeye benzer bir gelişme olmuştur. Ama her son oluşmadan ve olgunlaşmadan önce bir hazırlığa ihtiyaç vardır. Akevler’in görevi işte buradadır, bu noktadadır ve bu görevini gücü nisbetinde yerine getirmiştir. Yeni oluşum yeni kuruluşta yapılabilir.
Fakat tartışmaya açık olan ve ancak mahalli bir uygulamada kısmi bir uygulamaya mazhar olan bu model, bir ülke bazında ve İslam iktisadi modeli temel alınarak, genel bir ara model halinde bir siyasi parti tarafından Dünyada mevcut İktisadi ve ideolojik modellere bir alternatif olarak benimsenip, resmi bir parti politikası olarak kabul edilmek ve hele Türkiye için hazırlanmış olan bir ara model diğer bütün İslam devletleri ve bu arada yeni Türk Cumhuriyetleri için uygulanması uygun görüldüğü tavsiye edilen bir İslam ekonomik modeli diye takdim edilince, ileri sürülen bu modelin çok dikkatli bir incelemeye tabi tutulması kaçınılmaz olur. Bu güne kadar Adil Düzen, bu konularla ilgili ilmi mahfil ve ekonomik çevre tarafından, ilmi ve akademik yönden bir inceleme ve tahlile tabi tutulmamıştır. Tutulmayışının sebebi de şu idi. Bir siyasi partinin muhterem Genel Başkanı bu modeli kendi şahsen benimsediği, partiye mal ettiği ve partinin görüşü olarak ortaya attığı için, hiçbiri, politikacı olmayan ve bir siyasi partiye kayıtlı bulunmayan akademisyen hocalar, bir partinin politika tespiti sürecine müdahale etmek istememişlerdir.
c) Bir kooperatif kendince “Adil Düzen”i ortaya koyacak kadro bulamaz. Siyasi bir partinin benimsemesi gerekir. Türk halkının henüz ilk iki sene içinde (Millî Görüşün ilk partisi MSP’yi) iktidara ortak etmesi, “Adil Düzen”e bir taraftan kadro kazandırmış, diğer taraftan Türk milletine tutunmuştur. Ancak zamanla bizzat kendi yetiştirdiği kadrolarca dışlanmış, üniversitelerden kovulmuştur. Gerçek ilim adamı demek; herhangi bir olayı eleştirir ve ölümü göze alarak onu tarafsızca değerlendirir. Biz ilim adamlarından bizi desteklemelerini istemedik, bizi değerlendirmelerini istedik. Onlar ne yaptılar? Onlar bizi dışladılar, ‘siyasidir’ dediler. Oysa bir şey dinî oduğu için dışlanamayacağı gibi, siyasî olduğu için de dışlanamaz. Kendilerinin eksikliğini bizim eksikliğimiz olarak göstermek, bizim cevaplamamızı gerektirir mi? Biz yanlış yaptık, doğru olabilir. Ama biz üniversitelerin ellerini kollarını mı bağladık? Siz de bizden ayrı olarak çıksaydınız. Biz sizi elinizi kolunuzu mu bağladık, engel mi olduk?
Çünkü bir modelin tartışması, kabulünden önce yapılmak gerekir. Model parti tarafından benimsenmeden, parti programı halinde resmen bastırılmadan ve bizatihi parti genel başkanı tarafından benimsenmeden, hazırlayan ekibin ismiyle, tartışmaya açılmış ve bu husustaki görüşlerin objektif olarak bildirilmesi istenmiş olsaydı model ciddi bir tahlile tabi tutulmuş olabilirdi. Böyle bir durumda parti genel başkanının, hakem durumunda kalıp modeli hazırlayanların akademik bir forumda yapacakları yazılı ve sözlü görüş, alışverişlerini düzenleyip, okuyup kendi siyasi kadrosu içinde bir değerlendirmeye tabi tutulması gerekirdi.
d) Biz, bize katılan akademisyenlerle tartıştık. Böylece bu sistem ortaya çıktı. Diplomalılar bizimle tartışmadığı için doktoralar yaptırdık. Arkadaşlarımızı bıraktılar. Ama araştırma imkanını bulduk. Prof. Ali Şafak ve Prof. Yusuf Ziya Kavakçı; Osman Eskicioğlu arkadaşımızın reddedilen doktora tezinde, red sebebi olarak gösterilen nedir; tarla mülkiyetinin Kur’an’da kadınları nikahlama ile karşılaştırılmasıdır. Bununla işletme mülkiyetinin tecezzi etmeyeceğini istidlal edilmesini göstermişlerdir. Acaba bunlarla neyi tartışacaktık? Çünkü eski kitaplarda bu yorum yoktu. Sabahattin Zaim ve Hayrettin Karaman, işte bu cahil diplomalıları çoğaltmakla uğraşmışlardır. Onlar yarım mollanın dini yıkacağını hesaba katmadılar. Onların da elbette yararı olabilir. Ama biz diploması olanın değil, bilenin yetişmesine destek olduk. Her ikisine de gerek vardı. Sizler onu yaptınız, bizler bunu yaptık.
Böyle yapılmayıp model bizzat genel başkan tarafından benimsenip, büyük bir hararetle savunulunca ve akademik bir tahlil ve münakaşa ortamı da hazırlanmayınca kendisine karşı takdir, hürmet ve muhabbet duygusundan başka bir his beslemeyen akademisyenler, sükutu tercih etmişlerdir.
e) Bunların kaygılarını biz de yaşadık. Bize oy mu verdiler? İlim adamı hatır için konuşmaz. Biz hakikati gördüğümüzde hemen değişebiliriz. Biz uygun değil idiysek, o zaman yeni parti kuruldu. Bugünkü AK Parti’nin yaptıklarının tüm sorumlusu dünkü işte o ilim adamlarıdır. Bizi çürüttüler, onlara da çözüm verdiler! Şu anda da Batı dünyasının ve CIA’nın dediklerini yapıyorlar. Ne âlâ!
2- Fakat Türkistan seyahatinden sonra bu geziye katılan hocalardan modelle ilgili fikirlerini bildirmeleri kendilerinden resmen istenince ve genel başkanın hazır bulunmadığı bir kurulda raporlarını ve fikirlerini beyan etmeleri arzu edilince konu ciddi bir incelemeye tabi tutulmuştur.
2- a) İsteyen başkan değildir. Başkana karşı R. Tayyip Erdoğan’ı oluşturan CIA’nın isteğine bilmeden âlet oldular. Bizimle görüşüp tartışmadılar. Çalışmalarını sonuna kadar gizli tuttular. Rapor iki amaçla hazırlanmıştır. Öncelikli hedefleri, Refah Parti’sini Karagülle ve Erbakan’dan uzak tutmak; eğer bunu başaramazlarsa, o zaman Karagülle’yi Erbakan’dan uzak tutmaktır. Evet, bunu başardılar. Erbakan’ı Karagülle’den uzak tuttular. Sonra da Erbakan’ı uzaklaştırdılar. AK Parti iktidar oldu. Adil Düzen de tedavülden kaldırıldı. CIA’nın dediklerini yaptınız. Mübarek olsun. Bir gün “Adil Düzen”i siz kabul etmezseniz, Allah elbette başka kavmi, başka bir topluluğu getirir ve onlar sizin gibi olmazlar. Bunu biz söylemiyoruz, bunu Kur’an söylüyor. Bunu siz yapmazsanız; bunlar komünistler olabilir, bunlar ABD’liler olabilir, bunlar İsrail oğulları bile olabilir…
b) Bu safhada davet edilen 14 ilim adamı ferdi raporlarını takdim etmişler ve modeli aralarında tartışmışlardır.
b) Hiç birisi “Adil Düzen” hakkında şahsen benimle veya çalışma arkadaşlarımızla görüşmemiş, tartışmamıştır. Halbuki Kur’an herkesle tartışılmasını ister. Bu heyete neden bizi dahil etmemişlerdir? Süleyman Karagülle ve Çalışma Arkadaşları raporlarımızda yer alıyor da heyette niye yok/lar demediniz? Perde arkası çalışmaların necva olduğunu neden hatırlayamadınız? On yedi sene raporlarınızı bizden gizlediniz. Öbür arkadaşlar da maalesef hâlâ gizliyorlar.
c) İkinci merhalede seçilen üç kişilik bir kurul, bu raporlara dayanarak müşterek bir rapor hazırlayacak ve kendilerinden bu raporu isteyen makama arz edecektir. Üçüncü safhada teklif raporu yazılıp taktim edilecektir.
c) Üç kişilik heyetten bahsediliyor. Bunların içinde Sabahattin Zaim, Hayrettin Karaman ve Ruşen Gezici’nin olması, çok istediğim bir şeydir. Bize “Adil Düzen”i öneren bir rapor da gelmelidir. Sunun da onlarla karşılaştıralım.
III- Hazırlanan Adil Düzende Görülen Başlıca Aksaklıklar Şunlardır
1- Modeli hazırlayanların bu güne kadar İslam Dünya’sında bu sahada yapılmış yayınları, geliştirilen fikirleri, üzerinde anlaşmaya varılan konuları ve bunlarla ilgili kaynakları tam olarak incelemediği anlaşılmaktadır. Hazırlanan model, Türkiye için hazırlanmakla beraber bütün İslam Dünyası devletleri ve Ümmeti için hazırlandığına ve hatta Bişkek’te bir akademik müessese ve fakülte kurulmak istendiğine göre, İslam Dünyasında yüzlerce ilim adaminin yaptığı çalışmaları ihmal ederek dünyadan ayrı tek başına bir çalışma yapılması, hem ilmi metod olarak, hem de İslam Dünyası’nı (Türkiye dahil) ikna etmek ve hazırlanan modelin ilmiliği hususunda tatmin etmek açısından eksiktir. Yani modelin hazırlayıcıları bugüne kadar yapılan İslam ekonomisi ile ilgili bibliyografik kaynakları ihmal etmişlerdir.
1) İslâmiyet bir “din” olarak ele alındığında, icma ile sabit olan delil dört tanedir. Bunlar da Kitap, Sünnet, icma ve kıyastır. Bunların ilk örnek uygulaması da birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü asırlarda tamamlanmıştır. Ondan sonraki bin sene boyunca içtihat yasaklanmış ve keyfi teşri dönemi başlamıştır. Biz bu ilk dört asrı temel olarak ele aldık ve tetkik ettik. Bugünkü İslâm âlemi bunları delil olarak değil, malumat olarak ele almıştır. Günümüzü ise bugünkü Batı ilimleri ile ele aldık. İlmî delilleri de tamamen ele aldık. İlmî ve İslâmî olmayanlarla biz vakit kaybetmedik. Ama eksiklerimizi siz tamamlayabilirdiniz. Neden tamamlamadınız?
2- Aynı ihmal, siyasi, dini, ilmi vs. düzen şeklindeki İslam toplum düzeninin muhtelif yönleri ile ilgili sahalarda da görüldüğü için, bu konularla ilgili akademisyenlerin raporlarında belirtildiği gibi, mütearife haline gelmiş konularda dahi, metod, tutum, bakış ve muhteva hatalarına düşüldüğü görülmüştür.
2- a) Metot olarak biz Usûlü Fıkhı aldık ve Batı’nın müspet ilim metodolojisinden yararlandık. Bunu yaparken hatamızın ne olduğunu hâlâ merak ediyoruz. Siyasi parti sonuçları halka takdim eder, usul ve delilleri halka anlatmaz. Onu ancak siz bizimle tartışırsınız. Hatalarımızı düzeltir, eksiğimizi tamamlarsınız. Necva yapmazsınız. Biz felsefe yapmıyoruz. Biz “Adil Düzen” veya “Adil Ekonomik Düzen” diyerek, çağımızın sorunlarına çare ve çözümler üretiyoruz. Siz ne yapıyorsunuz?!.
b) İktisadi konularda bir dünya görüşünü ifade eden modelin genel ve makro seviyedeki prensiplerini ortaya koymak yerine bir modelde yer almaması gereken teferruata ve spesifik konulara dalınmıştır. Modelin bütünlüğü kaybolmuştur.
b) Siyasiler halka model anlatmaz, halka sorunların nasıl çözüleceğini anlatırlar. Modele göre sorunlarını çözerler ama halka çözümleri götürürler. Hattâ bütün çözümleri bile götürmezler. Halk ancak spesifik konulardan anlar. Türkiye’de, belki de dünyada bir ilk olmak üzere, bir siyasi görüşün uzantısı bugün anayasa ekseriyeti ile iktidar edilmiştir. Sürekli olarak bizimle Akevler’de tartışmanız gerekirdi. Barikayı hakikat müsademeyi efkârdan ortaya çıkar. Bunun için görüşmemiz ve tartışmamız gerekiyordu. Bizimle görüşüp tartışmalarımıza katılsaydınız, sizinle anlaşabilirdik.
3- Modelin dayandırıldığı bazı fikirler bir takım, mücerret ve spekülatif varsayımlara dayandırılmıştır. Bu fikirler ne teorik, ne uygulamalı, ne seküler, ne şer’i, ne de ekonometrik hesabi delillere dayandırılmamıştır.
3- Bizim delilimiz, İslâm’ın dayandığı Usûlü Fıkıhtır; Batı’nın dayandığı matematikle doğrulanmış deneylerdir. Her maddeyi delillendirerek tartışmaya her zaman hazırız. Muhterem Necmettin Erbakan kendisi bunları dinledi ve anladı, katkıda bulundu. Ama siyasi programlarda bunlar yer almaz.
4- Sanki dünyada İslam toplumu ilk defa kuruluyor. İslam dini vaz ediliyormuş gibi bunda mücerret bir model geliştirilmeye çalışılmıştır. Sanki 15 asırlık İslam’ın ve en yakın Osmanlı İslam Devleti’nin tarihinde bu konulardan hiçbiri ile ilgili hükümler yer almamış gibi davranılmıştır.
4- Birinci Kur’an Uygarlığı ilk dört yüz senede oluşturuldu. Biz ona dayanıyoruz. Sonra beş yüz sene uygulandı ve gelişti. Son beş yüz senede ise çöktü. Osmanlıların İslâmî ilimlere pek bir katkıları yoktur. Ama tasnif ettikleri kitaplar çok sistematiktir ve son derece öğreticidir. Biz ilk dört asrı Osmanlıların teliflerinden öğrendik. Medresede okunan kitaplardan İslâmî ilimleri tetkik ettik. Tecvit, Sarf, Nahiv, Meani, Mantık, Usûlü Fıkıh (Mir’at), Hadis (Tac), Tefsir (Razi), Fıkıh (Hidaye), Mukaddime (İbni Haldun) ve Marifetname (Erzurumlu İbrahim Hakkı) eserlerini tetkik ettik. Bizanslıların etkisi ile oluşmuş Osmanlı kanunnameleriyle, Batı’dan anlamadan tercüme edilen Medeni, Borçlar, Ceza Muhakemeleri kanunlarını okuduk. Bunları siyasiler okuyamazdı. Onların işi ilim değil, siyasetti. Siyasilerin işi âlimlerin dediklerini anlamak ve söylediklerinin ilmî olup olmadığını takdir etmektir.
5- Modelin uygulamasında, sanki Türk milletini ve Türk devletini sosyo-ekonomik, sosyo-politik ve hukuki organlarıyla, örf ve adetleriyle ilgili bütün olarak bir başka mekana kaldıracak ve burada sıfırdan başlayan yeni bir toplum kuracakmışız gibi bir yaklaşım ve anlayış içinde modelin geliştirilmesine çalışılmıştır.
5- Akevler şu ilkeye dayanır: Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına uyulacaktır. Şeriata da uyulacaktır. Bundan dolayı kooperatife yaptıkları saldırılarda başarılı olamamışlardır. Akevler Kooperatifi’nin hiç bir kurucusu veya üyesi hiç bir cezai mahkumiyet giymemiştir. Ayrıca kooperatif hâlâ devam ediyor...
6- Toplum düzenindeki sosyolojik yapı, bu yapıdaki devamlılık fikri, zaman ve mekan bağlantıları hiç dikkate alınmamıştır.
6- Akevler uygulaması basit bir ortaklıkla başlamıştır. Mevcut kanunlara uymak şartı ile şeriatın uygulanabilir olup olmadığı denenmiştir. Başarılı sonuca varılmıştır. Hiçbir şey âni olmaz. Elbette geçiş dönemleri olacaktır. Ancak program geçişler üzerine kurulmaz. Geçiş uygulama projelerinde ortaya çıkar. Nitekim 1974’te Halk Partisi ile ortak koalisyon oldu, bir sorun yaşadık mı? Kıbrıs’ın bir kısmını alacak kadar uyumlu çalıştık. O dönemde hiçbir sosyal ve ekonomik olay olmamıştır. Aynı uyumu Refahyol Hükümeti’nde yaşadık. Bugünkü AK Parti Millî Görüş gömleğini çıkarsa da, sonuç olarak bizim ekolümüzden yetişti. Türk halkı ile sağlanan diyalog sayesinde yüzde ellileri bulan oyla iktidar olmuştur. Biz önce görevimiz olan yeni düzenin ne olacağını ve istediklerimizi nasıl yapacağımızı anlattık. İktidar olduğumuz zaman nasıl yapacağımızı ortaya koyuyorduk. Ne var ki sizin raporlarınız yüzünden siyasiler Akevler’le ilgiyi kestiler. Şimdi her alanda bocalayıp duruyorlar. AK Parti’yi savunan varsa, buyursun tartışalım da tövbe edelim. Hızlı treni Ankara-İstanbul güzergahı açılırken sabote ettiler. Sonra kendileri yani sömürü sermayesi ihale alınca çalışmaya başladı.
7- a) İktisadi modelin iktisadi hayatın tedarik, üretim, pazarlama, satış, tüketim, bölüşüm gibi çeşitli safhalarına hakim olan temel prensip açıklık kazanmamıştır. Piyasa mekanizmasını ve pazar ekonomisini prensip olarak esas alan, Müslüman insan modeline dayalı ferdi hürriyet ile merkezi planlamaya dayalı dirije/güdümlü bir ekonomi modeli arasında metebellir olmayan bir yapı geliştirilmiştir.
7- a) Her şeyden önce muhterem Sabahattin Zaim, bir gerçeği bir türlü kabul etmemiştir. İslâm devleti müslüman halkın oturduğu devlet değildir. Laik devlettir. Müslümanların da laiklikten yararlanarak rahatlıkla yaşadıkları, her dinden ahlaksız, hain ve canilerin de yaşadığı bir devlettir. Herkes halis müslüman olsaydı devlete gerek kalmazdı. İslâm devlet modelinde ve ekonomi modelinde bize ne sordular da cevap vermedik? 1973 seçimlerinde İzmir’de bir vesileyle Millî Görüşü kendisine izah ettiğim zaman; ‘insan kedisini cennette sanıyor’ demişti. Her soruya net cevap verilmiştir. Asla bize doğrudan herhangi bir tenkit yöneltilemedi. Tedarik, verilen faizsiz kredi ile yapılacaktır. Üretim, ortaklık sistemi ile yapılacaktır. Pazarlama, sermaye vergisi sistemi nedeniyle tekel oluşturmayan serbest rekabet içinde tüccarlar tarafından yapılacaktır. Satış, mağazalarda sipariş veya konsinye sistemi ile yapılacaktır. Halka sipariş kredileri verilecektir. Faizsiz ve icrasız olacaktır. Tüketim masrafları, aile içinde erkek tarafından tedarik edilecektir. Vakıflardan oluşan işletmeler ortak işleri bedelsiz yapacaklardır. Bölüşüm, işçiye verilen faizsiz kredi ile sağlanan güç ile serbest ücret ilkesiyle yapılacaktır. İslâm ekonomisi müslüman insan modelini esas almaz. Bu sebepledir ki sistem kavranamamıştır. Başka varsayımlara göre bir sistemi geliştirebilirsiniz ama bizim varsayımlarımıza dışardan varsayım sokamazsınız. Bizim ekonomimiz merkezi değildir. Bucak, il, ülke ve insanlık çevreleri vardır. Hepsinin ayrı ayrı paraları vardır. Biz fıkıhtan bu ayrı dört para çeşidini keşfettiğimiz için dört çeşit hesap açtırdık. Ama bunun fonksiyonlarını ancak çok sonraları yaşadıkça kavradık. Biz diyoruz ki, bizim var sayımlarımız Kur’an’a dayanmaktadır. Dolayısıyla ilerideki problemleri çözeriz. Problem sorulunca çözülür.
b) Bu karışıklık, buğday ambarları, fiyat tesbit mekanizmaları vs. gibi lüzumsuz birçok teferruatın modele ithal edilmesinden kaynaklanmaktadır. Halbuki modele esas prensiplerin belirtilmesi, uygulamanın tatbikata bırakılması gerekirdi.
b) Bugün devletin buğday siloları yok mu? Sonbaharda mahsulünü tarlasından alan köylü, yok pahasına buğdayını tüccara satmaktadır. Devlet tüccarın malını saklamaktadır. Biz diyoruz ki, halk buğdayını ofise teslim etsin, “buğday belgesi” alsın. Bu belge hamiline olsun. Halk buğday belgesini tüccara satsın. Ama sattığı zaman istediği fiyatla satsın. Burada anlaşılmayan nedir? Doğrusu anlamakta zorluk çekiyoruz. Fiyat mekanizması da çok basittir: Borsa kasasında buğday senedi çok ise, para az ise, senet ucuz olur. Buğday senedi az ise, para çok ise, buğday senedi pahalı olur. Yaptığımız yenilik nedir? Pazarda buğday stokları yerine, kasada buğday senetleri stoku olacaktır.
Senetler de faizsiz kredilendirildiği için piyasa şeffaflaştırılacaktır. Ekonominin temeli fiyat ve ücret mekanizmasıdır. Bunu arz ve talep kanunlarına göre çözerseniz çözmüş olursunuz. Bu sebepledir ki ne kapitalizm ne sosyalizm arz ve talep kanunlarına göre sorunu çözmüyor.
Biz buna karşı alternatif geliştiriyoruz. Yani Kur’an’ı getiriyoruz. Bunu da söylemezsek, o zaman neyi konuşacağız. Biz diğerleri gibi danışıklı dövüş yapmıyoruz diye, size göre biz gereksiz iş mi yapıyoruz?
8- İslam İktisadı modeli, prensip itibariyle piyasa ekonomisi esasını benimser. Fakat kapitalist sistemin iktisadi adam tipi yerine müslüman insan modelini ikame eder. Devletin fonksiyonu bir yandan bu insanın yetişme zeminini hazırlamak, bir yandan da piyasada rekabet olmasını bozacak engelleri izale etmektir:
8- Yönetimin işi güvenliği sağlamaktır. Yönetim ekonomiye, ilme ve dine karışmaz. Devlet (hükümet) eğitimle meşgul olmaz. Devlet yalnız ekonomide liberalliği değil, güvenlik dışında her yerde serbest rekabeti esas alır. İslâm ekonomisi asla müslüman tipi insan ekonomisine dayanmaz. İslâm ekonomisi tekelden korunmuş piyasa ekonomisine dayanır.
Modelin metodolojisi açısından Almanya’daki sosyal piyasa ekonomisi modelinden esinlenilebilir. O modelde devletin fonksiyonu piyasa rekabet prensiplerini mevzuat ile korumaktan ibaret olarak vazedilmiştir.
Evet, Alman ekonomik modeli, İslâm ekonomisi modelinin hesapladığı ilkeleri benimsemiştir. Tekelden korunmuş liberal ekonomidir.
Farkı nedir?
Onlar bunun nasıl yapılacağını bilmiyorlar. Allah ise biliyor. Gelişmiş ve tekelden korunmuş piyasa ekonomisi nasıl oluşacaktır?
a) Piyasada fiyatların rekabetle teessüsüne imkan hazırlamak,
a) Faizsiz kredi verilerek sömürüye son verilecektir.
b) Fiyatlarda ve para değerinde istikrarı sağlamak,
b) Sermaye vergisi konarak tekelleşme önlenecektir.
c) Açık piyasa prensibini korumak,
c) Serbest rekabetle denge kurulamayan sahalarda (mesela yollar) vakıflar kurularak vakıf hizmetlerinde serbest rekabet sağlanacaktır.
d) Özel mülkiyet hakkını korumak,
d) Aidatsız genel sigorta ve çalışma kredisi ile çalışamayan işçiler eşit hâle getirilecek ve emsalsiz bir denge sağlanacaktır.
A- Anayasal Prensipler:
a) Piyasada fiyatların rekabetle teessüsüne imkan hazırlamak
a) Nasıl hazırlayacak?
b) Fiyatlarda ve para değerinde istikrarı sağlamak
b) Nasıl sağlayacak?
c) Açık piyasa prensibini korumak
c) Nasıl koruyacak?
d) Özel mülkiyet hakkını korumak,
d) Nasıl koruyacak?
e) Akit hürriyetini korumak,
e) Nasıl koruyacak?
f) İktisadi siyasette devamlılığı sağlamak,
f) Nasıl sağlayacak?
B- Mevzuatla ilgili prensipler:
a) Piyasada rekabeti sağlayan düzenleyici tedbirleri almak,
a) Nasıl alacak?
b) Tekellerin oluşmasını engellemek, oluşmuş tekelleri menetmek,
b) Tekellerin oluşması nasıl engellenecek?
c) Gelirin yeniden dağılımında adalet temin etmek,
c) Gelir adaletli bir şekilde nasıl dağıtılacak?
d) Piyasayı bozan dış tesirleri izale etmek,
d) Dış tesirler nasıl izale edilecek?
e) Arz ve talebin işleyişini bozan müdahaleleri bertaraf etmek,
e) Denge nasıl korunacak?
C- Hükümet Politikası İle İlgili Prensipler:
C- Hükümetin yapacağı denmesi gerekir.
a) Menfaat guruplarının tesir ve nüfuzunu sınırlamak,
a) Guruplara tesir etmek müdahale değil mi? Karma ekonomi.
b) Belli noktalarda müdahale siyaseti yerine düzenin devamı siyasetini hakim kılmak gibi,
b) Müdahale yerine düzenin devamını sağlamak ne demektir? Nasıl olacak?
Geliştirilecek İslami modelde bu kabil makro prensipler üzerinde durulmalıdır. Belirli tercihler ortaya konulmalıdır. Bunların dışında tüketicinin, satıcının, üreticinin davranışı ile ilgili mikro ve rekabet modelinin işlemesini engelleyecek makro müdahelelere yer verilmemelidir.
İslâmi düzenin delili dörttür: Kitap, sünnet, icma ve kıyas. Bunun yanında kitaba mesalih, sünnete istishab, icmaa örf, kıyasa istihsan tartışmalı olarak eklenmiştir. Bunlara dayanarak varsayımlar konmaz. Önce bunlara dayanarak sorunlar çözülür. Sonra bunlara dayanarak varsayımlar üretilir. Varsayımlara dayanarak tüm sorunların çözümüne gidilir. Sonra da hikmetle bu sistemin yararları açıklanır. Bu Batı’nın müsbet ilim sistemidir. Bunu ilk ortaya koyan fıkıhçılardır. Batı bunu sanayide uygulamıştır. Sosyal ilimlerde de uygulanmalıdır. Batı sosyal ilimlerde uygulayamamıştır. Biz ise müsbet ilim usulünü seçtik. Çünkü İslâmiyet buna dayanır. Fikir adamları teoriler üretip felsefe yapabilirler. Biz mühendisiz, doktoruz, askeriz, hukukçuyuz. Teori üretmiyoruz, proje yapıyoruz, felsefe yapmıyoruz. Proje yapıyor ve uyguluyoruz. Evet, biz bunları yaparken İslâm’dan da yararlanıyoruz. Ama biz papazlık yapıp İslâm adına konuşmuyoruz. Lâik düzenden bahsediyoruz. İslâm düzeninden bahsediyoruz, İslâm dininden değil. Anayasamız İslâm düzeninin değil, İslâmi hissiyatın istismar edilip kötüye kullanılmasını yasaklamıştır. Bu yanlış anlaşılmasın diye parti olarak İslâm kelimesini kullanmıyoruz.
9) Modelde vergi vb. çeşitli politikalar ile ilgili lüzumsuz teferruata dalınmıştır, Halbuki Adil Düzen’de vergide adalet prensibi ile yetinmek, teferruatı modelde değil, uygulamada düzenlemek cihetine gidilmelidir.
9) Kur’an kıyamete kadar değişmez hükümleri ifade eder. Kur’an devleti vergi alıp kamu görevlerini yapan bir şirket olarak görür. Hükümetlerin vergi üzerinde oynama hakları yoktur. Bugün vergideki kanunilik ilkesi budur. Bizim Kur’an’dan öğrenip kabul ettiğimiz ilke şudur. Kamuda hizmet eden personelin yüzdesi %20 olmalıdır. Millî hâsılanın beşte biri de kamu geliri olmalıdır. Sünnetle sabit olanlar zamanla değişebilir. Ama âyetle sabit olanlar zamanla değişmez. Vergi tarh etmede yöneticilere yetki verilmemiştir. Mallarından ahzet denmiştir. Marifedir, ilk defa marifedir. Harfi tarifle marifedir. Min ile marifedir. “Vergide adalet” gibi yuvarlak laflar ne işe yarayacaktır? Biz ise kamuda çalışanların nisbeti vergi nisbetidir diyoruz. Bu ilke anayasal ilkedir, değişmez ilkedir. Bu nisbeti rejimler belirler. Kazaen meşrudur. Dinen ise bu sanayide beşte birdir, tarımda onda birdir.
10) Uygulanabilirlik Açısından Bakıldığında
a) Bu modelin uygulanabilirliği şüphelidir. Çünkü iktidara gelecek bir partiye bu modeli uygulayabilecek bir intibak sürecine imkan vermemektedir. Parti iktidara geldiği anda, mevcut insan, müessese ve anayasa içinde tedricen tekamül prensibinin uygulanmasına imkan vermeyecek kadar sert ve radikal hükümlerle karşılaşacaktır. Üstelik bunlar İslam’ın normatif prensiplerinin ve nassların icabı da değildir.
a) İslâm düzeninde ekseriyet sistemi yoktur. Onlara göre parti ekseriyetle iktidara gelecek, anayasayı değiştirecek ve ülke düzelecek! Böyle bir şey yoktur. Bize göre anayasa millî mutabakatla oluşur. Biz Akevler’i, siz Osmanlıları, öbürleri kapitalizmi, diğerleri sosyalizmi, üçüncüler faşizmi getirir. Tartışırız. Müsbet ilmi hakem yaparız. Nerede uzlaşırsak onu anayasa yaparız. Anlaşamadığımız yerlerde hakemlere gideriz. Hakemlerin kararlarına uyarız. Hakemlerin kararlarına karşı da dava açma hakkımız her zaman mahfuz olacaktır. Biz hakim değil tarafız. Eğer biz getiremezsek başkaları getirip dayatırlar.
b) Türkiye için hazırlanan bu model, diğer Türk Cumhuriyetleri için hiç kabil-i tatbik olmayabilir.
b) İslâmiyet’te içtihat vardır, icma vardır. İcmalar birliği sağlar, içtihatlar ise hürriyet ve bağımsızlığı sağlar. İcmalar içtihatlara dayanır. Yani herkes ayrı ayrı içtihat yapar. Vardıkları aynı sonuç icmadır. Biz diğer devletlere bizim Adil Düzen’i kabul edin demedik. Kendiniz içtihat yapın ve kendi icmalarınızı oluşturun dedik. Biz yalnız İslâm âlemine hitap etmedik. Gerek Avrupa’da gerek Asya’da ilim adamları ile tartıştık. Dikkat edilsin, “ilim adamları ile tartıştık” diyoruz. Siyasi adamlarla işbirliğine girişmedik. Evet, Orta Asya Cumhuriyetlerine gittik. Ama ilim adamlarına gittik. Siyaset adamlarına da Avrasya Vakfı önerisi ile gittik. Biz rejim ihraç etmiyoruz, insanlığı içtihat ve icmalara davet ediyoruz.
c) Sonuç olarak bu modelin ihracından vazgeçilmelidir. Çünkü doğruluğu ve uygulanabilirliği müsellem değildir.
c) İnsanlar “sanayi dönemi”ne geçerken, “tarım dönemi hukuku”ndan vazgeçip “sanayi dönemi hukuku”nu getirmelidirler. Bugün ister Batı ister Doğu hukuk sistemleri olsun, hepsi tarım dönemi hukuk sistemleridir. Biz herkese sadece anlatıyoruz. Onlara ihraç etmek ve dayatmak için değil, bizim çalışmalarınıza katkıları olsun, eksiğimizi tamamlayalım diye bunu yapıyoruz. Biz silah zoru ile ihraç etmiyoruz. Davet yoluyla tebliğ yapıyoruz. Bunu da Kur’an emrettiği için yapıyoruz. Biz onlara öneriler götürdük, tartıştık. Biz bu çalışmalarımızdan hep yararlandık. “Adil Düzen” işte böyle oluştu.
d) Parti tarafından resmen kabul edilen bir program olarak benimsenmesi doğru değildir.
Parti tarafından bu model, daha geniş bir akademik mahfilin incelemesine sunulmalıdır. Bu 12 üye ile sınırlanmamalıdır.
d) Yani, onlara göre parti programsız olmalıdır. Türkiye sermaye sömürüsüne alan olmaya devam etmelidir. Siz programınızı hazırlayıp kursanıza, ne duruyorsunuz?
Biz sizi “Adil Düzen”e katkı yapınız diye davet ediyoruz. Siz ise bizi sömürüye yem olmaya davet ediyorsunuz. Biz geçmişteki partileri kurmasaydık, bugün AK Parti olur muydu? Biz “Adil Düzen”i ortaya koymasaydık bugün Fethullah Gülen olur muydu? “Adil Düzen” sayesinde Millî Görüş birinci parti oldu. “Adil Düzen” sayesinde AK Parti Anayasa ekseriyetini aldı. Bizim dışımızda nice nice partiler kuruldu. Şimdi o partiler neredeler?
Biz ilmî çalışmalar yapıyoruz. Çalışmalarımızı tüm ilim adamlarına sunduk. Bize alternatif çıkarmalarını veya bize katkıda bulunmalarını bekliyoruz. Siyasilerle ve kapitalistlerle de tartışmaya, dolayısıyla onlardan da yararlanmaya hazırız.
Ama bizimle tartışamazsınız, çünkü biz 2 kere 2’nin 4 ettiğinin ilk kâşifiyiz. Onlar onu nasıl 5 yapacaklar? Tek istedikleri biz bırakalım, sonra onlar sahip çıkıp bize karşı kullansınlar. Siz de onlara çanak tutuyorsunuz.
e) Yeni bir modelin geliştirilmesi veya bu modelin uygulanabilir hale getirilmesi için kısa ve uzun vadeli çalışmalara girişilmelidir.
e) Biz başkalarına tavsiyede bulunmuyoruz. Biz sizden ve başkalarından önce başladık. Gelin siz de katılın diyoruz. Kimsenin çalışmalarına çomak da sokmuyoruz.
f) En yakın İslam devleti örneği Osmanlı Devleti’dir. Devlet yönetimi ve nizamı yönünden Osmanlı üzerinde sistematik çalışmalar (arşivde) yapılmasını organize etmek yararlı olur.
f) Osmanlılar Batılılaşmışlar ve bâtıllaşmışlardır. Bâtıl üzerinde çalışmak, onlar arasında boğulup gitmektir. Bizim kaynağımız ikidir: İslâm’ın fıkıh devri ve Batı’nın bugün ulaştığı müsbet ilim. Siz tarihin bataklıklarından bir şey devşirebilirseniz, ne duruyorsunuz, devşirin. Bugün sadece devletin ve hükümetin, hattâ belediyeleri kaynakları sizin elinizde değildir, tüm tarikatların ve nurcuların imkanları sizin emrinizdedir. Bize sataşacağınıza, bizi çalışmalarımızdan vazgeçireceğinize, siz işte o bize tavsiye ettiklerinizi elinizdeki devasa imkânlarla kendiniz yapınız.
Biz Akevler’de sizin de katkılarınızla bir model oluşturduk. Millî Görüş bütün dünyaya bunu tebliğ etti. Dünya değişti. Türkiye’de Anayasa ekseriyetiyle Müslümanız diyenler iktidar oldular. ABD bir Müslümanın çocuğu olan zenci Hüseyin Barcak Obama’yı başkan yaptı.
Bizden daha ne bekliyorsunuz?
Şimdi “Adil Düzen”i derli toplu ortaya koyma zamanıdır. Biz Akevler olarak “Adil Düzene göre İNSANLIK ANAYASASI” adıyla çalışma ve araştırmaların sonunda metin arz ettik. Bizimle çalışacak yeni bir Erbakan bekliyoruz ki, çalışmalarımızı ve mesajımızı bütün dünyaya tebliğ etsin. Uygulama ise herkese nasip olmaz. Bizi ilgilendirmez. Ama siz de boş durmayın, bizimle uğraşacağınıza siz de alternatif geliştirin. “Osmanlılara göre İslâm Anayasası” der, siz de ortaya çıkabilirsiniz. AK Partililer de uygular. Millî Görüşçüleri bizden ayırdınız. Şimdi ne haldeler, siz de biliyorsunuz.
Biz Akevler olarak İzmir’den sonra İstanbul’da daha güçlü olarak hazırlanıyoruz. Siyasi yoldan değil, ekonomik yoldan sorunları çözeceğiz. Çağımızın sorunlarını yeni nesil/ler çözecektir.
g) Teknik çalışmalar teşvik edilmelidir. Mesela Haseki Enstitüsü tipinde bir merkez geliştirilebilir. Veya İlim Yayma’daki nüve takviye edilebilir.
g) Biz istedik ki, Akevler çalışmalarını üniversiteler ele alsın. Biz ilmî çalışıyoruz demek, sermayeye eleman yetiştirmeyi ilmî çalışma kabul etmek demektir.
Biz istedik ki, Akevler çalışmalarını İlâhiyatçılar ele alsınlar. İzmir Akevler Sitesi’nde kendilerine özel apartman blokları ayırdık. Kooperatiflerimizde ev sahibi oldular. Ama bunun karşılığında işleri bize saldırmak oldu. Biz sabrettik. Bugün hâlâ mahcubiyet duymuyor, bizim haksızlık ettiğimize Hayrettin Karaman’ı bile inandırabiliyorlar. Biz hakemlerin kararlarına açığız. Onlar davalarını kazansınlar. Bizim oturduğumuz evleri bile onlara teslim ederiz. Biz onları o evlere aldırmak için ne sıkıntılar ve baskılar gördük. Ama biz bütün yaptıklarımızı Allah için yaptık. Davacı değiliz. Biz bir kuruş ortaklık malını üstümüze geçirmedik. Onların alacakları varsa kooperatiften alacakları vardır. Kooperatife milyon dolarları kazandırdık. Duruyor, hakları varsa hakemlere gidip alabilirler.
Biz istedik ki, Süleymancılar bu çalışmalarımızı değerlendirsinler. Antalya’dan şeyhlerini İzmir Akevler’e getirdiler ve görüşünü sordular. ‘Güzel ama uzak!’ dedi. Bu söz üzerine 400 ortak kooperatifteki üyelikten ayrıldı!
Biz istedik ki, Nurcular çalışmalarımızı değerlendirsinler. Kısmen değerlendirdiler. Ama bizden ayrıldılar.
Millî Görüşçüler değerlendirdiler. Ama onları da siz vazgeçirdiniz. Muhterem Necmettin Erbakan’ı kenara ittiniz. Şimdi de O’nun sırtına binerek O’na caka satıyorsunuz. Devam edin bakalım, böyle nereye kadar?!.
Haseki Enstitüsü bizim çalışmalarımızı değerlendiremez. Neden değerlendiremez? Değerlendirebilmeleri için Demirelci Tayyar Altıkulaç’ın buyruğu gerekir. Onun için de ABD’deki sömürü sermayesinin evet demesi gerekir.
Acaba sizler kimlere âlet olduğunuzun farkında mısınız?
h) Tatbikata yönelik bazı projeler geliştirilip üzerinde çalışılabilir.
Sudan, Pakistan gibi İslam Devleti tarzını benimseyen ülkelerle işbirliği yapılarak hazırlanan projeleri oralarda uygulamaya koyarak denemeler yapma imkanı aranabilir.
Tabiatıyla bu sayılanlar tahdidi olmayıp misal olarak zikredilmiştir. Bu çalışmaların akademik müesseseler içinde yürütülmesi ideal olanıdır.
h) Biz şimdi bağımsız belediyelere talip olmayı planlıyoruz. Her belediye kendisi farklı modelleri uygulayarak yeni içtihatlarla değişik Adil Düzen uygulamalarını ortaya koyacaktır.
Allah “Adil Düzen” uygulamasını Türkiye’ye takdir etmiştir. Ben arkadaşlarımla Kırgızistan’a gittim ve beş yıl kaldım. Devlet Başkanı Asker Akayef ile “Adil Düzen” üzerinde çalıştık. Sonuç olarak gördüm ki şartlar yalnız Türkiye’de müsaittir. Bugünkü AK Parti’nin Anayasa ekseriyetiyle iktidarı bunu kanıtlamaktadır. Ne var ki AK Parti “Adil Düzen”den uzaklaşmış da İslâm gömleğini çıkarıp muhafazakârlık gömleğini giymişse, sorumlusu sizden oluşan 3 veya 14 kişidir. Tevbe edin.
Bu millet üniversitelere ordusundan fazla para harcıyor. Mustafa Kemal, muasır medeniyetin fevkine çıkmayı emretmişken; onlar basit bir kooperatif yönetimiyle boğuşmuş, halkın kendi kurduğu partilerle boğuşmuş, tüm tarikat ve nurcularla boğuşmuştur. Bunlar yetmiyormuş gibi; üstüne üstlük Sabahattin Zaim’in ve Hayrettin Karaman’ın kendi ortaklarının gizli savaşları ile boğuşmuş. Ama bugün yalnız Türkiye’nin değil, dünyanın “başka çare yok” diyebileceği yere geldiği bu dönemde “Adil Düzen”i ortaya koymuş, şimdi kenara itilen Millî Görüşçüler sayesinde bütün dünyaya duyurmuşlardır.
Biz Allah’a hamd ediyoruz...
Hatalarımızdan dolayı da istiğfar ediyoruz...
Muarızlarımıza sadece hidayet diliyoruz; elhamı bilinçli olarak okuyoruz…
IV- Adil Düzen’de bir ara model olarak İktisadi Siyaset Arayışı (Teklifler)
A- Genel Prensipler
1- Adil Düzen’in iktisadi görüşü, diğer sistemlerden tamamen bağımsızdır. Fakat Adil Düzen bir bütünlük arz ettiğinden, iktisadi yönü, diğer yönlerine bağımlıdır. Hepsi bir bütün teşkil eder.
1- Bu sebeple “Adil Düzen” ilmî, dinî, iktisadî ve siyasî bölümleriyle ele alınıp incelenmelidir.
2- Adil Düzen’de iktisadi hayat toplumun kültürel ve manevi temellerine dayalı sosyal yapısı üzerinde yükselen maddi tezahürlerdir. Bu maddi tezahürleri yönlendiren de insandır.
2- “Adil Düzen”de din manevi temellere dayanır. İktisat ise çıkar paralelliğine dayanır ve serbest ekonomi sistemidir. Manevi temellere dayanmaz. Adli temellere dayanır.
3- Bu sebeple Adil İktisadi Düzen’in temeli adil insandır. Adil Düzen’e, adil, sağlam ve dürüst insanlar yetiştirilerek ulaşılır. İnsan iktisadi hayatın hem mebdei, hem de gayesidir. Adil Düzen’in insanı, materyalist düzenlerin ruhsuz iktisadi adam modeli değildir.
3- “Adil Düzen”de iktisadi sistem kişinin kararlarına dayanır. Kazanç esastır. Ne var ki, kişi kendi çıkarlarını başkalarının çıkarları ve topluluğun çıkarları ile paralelleştirmelidir. Hakemlerden oluşan yargı bu dengeyi sağlar.
4- Bu sebeple iktisadi hayatta insan, mevkiine, mesleğine ve sosyal statüsüne bakılmaksızın eşrefül mahlukat olarak ele alınır.
4- “Adil Düzen”de insanlar doğarken eşit doğarlar. Fırsat eşitliği esastır. Hayatta ise yaratılıştan gelen kabiliyet ve kendilerinin çalışmalarıyla iktisab ettikleri ile farklılaşırlar. Ne doğuştan farklılık vardır, ne de sonradan eşitlik vardır.
5- İnsan davranışlarında hürdür. Bu hürriyet başlıca üç temele dayanır.
a) İnanç, vicdan ve inancına göre yaşama hürriyeti.
b) Düşünce ve düşüncesini ifade hürriyeti.
c) İktisadi hayatta teşebbüs hürriyeti.
Bu hürriyetleri sağlamak devletin görevidir.
5- İnsan davranışlarında tamamen hürdür. Sonuçlarına katlanmalıdır. Müdahale edilmez, suç işlendikten sonra ceza verilir.
a) Hissî hürriyetlerdir. Buna göre tanınır. Gruplar oluşur, ayinler yapar.
b) Fikrî hürriyetlerdir. Buna göre ilmi sonuçlara varılır. Okullar kurar ve istediğini öğrenir.
c) Fiilî hürriyetlerdir. Buna göre ekonomisini kurar. Şirketler oluşturur. Vârislerine bırakır. Vasiyet eder.
e) Sosyal hürriyetledir. Buna göre diğer insanlarla birlikte yaşar. Hukuk oluşturur. Yönetim oluşturur. Her şey serbest sözleşmelere dayanır.
Hissî hürriyetleri dinler, fikrî hürriyetleri ilmî kuruluşlar, fiilî hürriyetleri meslekî kuruluşlar, sosyal hürriyetleri de siyasi partiler içinde kullanırlar. Devlet bunların seçtiği başkan ve bakanlarla yönetilir. Vakıflar şeklinde oluşan genel müdürlükler ile burada hizmet veren serbest meslek erbabınca sağlanır.
6- Davranışlarında hür olan insan, bu davranışlarından hem şahsen, hem topluma ve devlete karşı sorumludur.
6- Kişi davranışlarında hürdür. Başkalarının ve toplulukların haklarına riayet etmelidir. Başkalarının haklarına tecavüz ettiği takdirde, hakemlerden oluşan yargıya hesap vermek zorundadır. Hakem kararlarına katlanılmalıdır. Yoksa hukuk onları korumaz.
7- Bu sorumluluğun esası adalettir. Adil Düzen adalet esasına dayalıdır. İnsanlar hem nefsine, hem diğer insanlara karşı adil olmakla sorumludur. Devlet de insanlar arasında adaleti sağlamak ve millete karşı adil davranmakla sorumludur.
7- Sorumluluk denge ile sağlanır. Yargı tarafların seçtiği hakemlerden oluşur. Hakemleler başhakemleri seçerler. Kararları kesindir. Herkes kendi isteği ile hakemlerin kararlarına uyar. Uymayanlara karşı siyasi dayanışma ortaklıklarına başvurulur. Siyasi güç budur. Hakemlerin kararlarını infaz kuruluşu vardır.
8- Diğer sistemlerde hedef her ne pahasına olursa olsun sadece serveti artırmak iken, Adil Düzen’de hedef insan olduğu için, gaye toplum olarak insanları, dış dünyasında refaha ve iç dünyasında huzura kavuşturmaktır. Adil Düzen’de iktisadi davranışlar, diğer sistemlerde olduğu gibi lâahlaki olmayıp ahlaki prensiplere dayanır.
8- Kapitalistlerde hedef maksimum kazanmadır.
Sosyalistlerde hedef maksimum üretimdir.
İslamiyet’te hedef maksimum insan özgürlüğüdür, maksimum insan sayısı ve onların ömrüdür.
9- Diğer sistemler, ya kapitalizmde olduğu gibi üretime önem vererek, tüketim ve bölüşümde dengeyi kuramamış veya marksizmde olduğu gibi bölüşüme önem verirken üretimde geri kalmıştır.
Adil Düzen, üretimde hür teşebbüsü esas alırken, toplumda sosyal adaleti sağlayıcı unsurlara önem vererek, üretim-tüketim dengesini ve bölüşümde adalet sağlamayı hedef almıştır.
9- Kapitalizm üretimi dengelemiş ama tüketimi dengeleyememiştir.
Sosyalizm ise tüketimi dengelemiş, üretimi dengeleyemediği için müdahaleci olmuştur.
İslamiyet üretimde serbest rekabeti sağlamış; tüketimde ise primsiz sigorta sistemiyle, bir de ortak hizmet alanlarını vakıflar yöntemiyle dengelemiştir.
10- Adil Düzen’de hudutsuz kazanç yerine, hedef helal kazanç sağlamaktır. Bu sebeple Adil Düzen, iktisadi hayatta rekabeti önleyici her çeşit tekelleşmeye, ihtikar, spekülasyon, kumar, baht oyunları ve iddialara karşıdır. Üretimin ahlaken meşru sahalarda yapılmasını ve helal ölçülerde kar edilmesini teşvik eder. İktisadi fayda ahlaki ölçülerle sınırlandırılır.
10- “Adil Düzen” alt yapı, bakım işçiliği, yardımcı girdi hammaddelerini işletmelerden, üretimden pay vererek (sabit ücret değil), halka ise karşılıksız arz ederek sağlamıştır. Sigortayı dayanışma ortaklıkları şeklinde organize etmiştir. Çalışana faizsiz kredi vererek sermaye sorununu temelden çözmüştür. Ekonomiyi ne sermayenin ne de yönetimin emrine vermiştir.
Bu sayılanlar prensiplerdir. Çok az hata ile “Adil Düzen”in prensipleridir.
Ne var ki “Adil Düzen” bunların nasıl gerçekleştirileceğini ortaya koymuş ve denemeler yapmıştır. Denemelerden elde ettiği sonuçlarla varsayımlarını düzeltmeye çalışmıştır. Ekonomide Akevler uygulaması, dinde F. Gülen uygulaması, siyasette Millî Görüş uygulaması ve genel olarak “Adil Düzen” uygulaması işte bu çalışmadır.
Kırgızistan’da devlet siyaseti olarak bazı uygulamalar yapılmıştır.
B- Ara Modelde Takip Edilecek İktisadi Siyaset
11- Devlet iktisadi faaliyete karışmaz. Adil Düzen’de devletin görevi daha çok altyapı yatırımlarını yapmak, güçlü ve sağıklı bir kontrol mekanizmasını kurmaktır.
11- Devlet ilmî, dinî, iktisadî ve siyasî kurumlardan oluşur. İktisat devletin bir rüknüdür. Bunlardan hiçbiri birbirine karışmaz. Hepsinin üstünde önce sözleşmeler (kanunlar) vardır, bu kanunların yorumu da hakemlerden oluşan mahkemelere aittir. Kararları kesindir. Batı’nın devlet ve hükümet kavramlarını biz de zaman zaman karıştırıyoruz.
12- Devlet, sosyo-ekonomik modelde bir yandan böyle bir kontrol mekanizmasını kurarken, bir yandan da fertle devlet arasında üçüncü sektör olarak vakıfları teşvik eder.
12- Devlet içinde hakemlerden oluşan yargı dışında bir kontrol mekanizması yoktur. Kim mağdur olursa hakemini seçer. Karşı taraf da hakemini seçer. Hakemlerin kararları uygulanır. Bunu da bucak başkanları uygular. Dayanışma ortaklıkları dışında bir denetim merkezi yoktur. Soruşturmacılar vardır.
13- İktisadi hayatta üretimle birlikte ticarette teşvik edilir. Adil bir ticaret ortamı için faizsiz bir ekonomi modeli geliştirilir.
13- Faizsiz ekonomi modeli faizsiz kredileşmedir. Modelimiz, “Alternatif Faizsiz Banka / Selem ve Kredileşme” kitabımızda detaylarına kadar incelenmiştir. Sabahattin Bey İktisat, Hayrettin Bey İlahiyat fakültelerinde, kendi kritikleriyle birlikte okutabilirlerdi. Oysa onlar ne yaptılar? Bizi susturma raporları ile meşgul oldular!
14- Bu amaca ulaşması için, iktisadi hayatta kar-zarar ortaklığına ve emek-sermaye işbirliğine dayalı şirket modelleri geliştirilerek, ticaret üretime yöneltilir. Ayrıca kar amacı gütmeyen kooperatif modelleri de teşvik edilir.
14- İslâmiyet’te kâr-zarar ortaklığı yoktur. Üretim ortaklıkları vardır. Ticaret sermaye sahiplerince yapılır. Zarar kârla kapanır. Paraya para kazandırmak faizdir. Faizsiz sisteme aykırıdır. Sistemsizliktir.
15- Teşvik edici ve yol gösterici makro planlama sistemi uygulanır. Bu uygulamada kaynakların dağılımında ve toplumun ihtiyaçlarını tatminde önceliğin, ihracata yönelik olanlar dışında, zaruri ihtiyaçları karşılayan üretim sektörlerine verilmesi teşvik edilir.
15- “Adil Düzen”de makroda planlama “Adil Düzen” tarafından yapılır. Halka sipariş kredisi verilir ve halk neyi sipariş ederse işletmeler onu üretirler. Çalışanlara çalışma kredisi verilir. İşçiler hangi işletmede çalışırlarsa o işletmeye iş yaparlar. Makroda planlama kredileşme değerleri ile sağlanıyor. Teşvik faizsiz kredi miktarı ile sağlanıyor. Nakit sübvanse yapılmaz.
16- Adil Düzen’de istikrarlı bir para politikası ana hedeftir. Paranın asli fonksiyonu mübadeleyi sağlamak ve alışverişi kolaylaştırmak olmalıdır. Bu sebeple para ticareti önlenir. Çünkü paranın ticareti faizi gündeme getirir.
16- Halk ürünlerini ambara götürür ve karşılığında belge alır. Belgeleri borsaya götürür ve ister nakit alır, ister bankaya götürüp karşılığında nakit kredi alır. Senetler piyasadaki fiyatlarla borsada satılır veya kredileşme fiyatları ile bankalara tevdi edilerek nakit alınır.
17- Adil Düzen’de devletin asli fonksiyonlarından biri piyasada rekabeti sağlayıcı tedbirleri almak olduğu için, faizsiz bir modelde fiyatlarda ve para değerinde istikrarı sağlayıcı tedbirlere öncelik verilir.
17- İşletmelerdeki ortaklık sistemi girdilere ürün pay belgesini verir. Halk aldığı ürün belgesini serbest piyasada istediği fiyatla satarlar. Böylece sanki ilkel ekonomide olduğu gibi (herkes kendi tarlasında üretmiş gibi) piyasaya girer ve serbest rekabet korunmuş olur.
18- Adil Düzen’in hedefi olan toplumda refah ve huzuru sağlamak enflasyonla mümkün olmaz. Çünkü enflasyon sosyal değerleri bozar.
18- Enflasyon ancak depo edilen mallar üzerinde para çıkarılırsa önlenir. Finans sektörü veya üretmeyen hizmet sektörü kredilenirse enflasyon olur.
19- Mali siyasette vergide adalet ve vergi toplamada sürati sağlamak için vergi sayısı azaltılır ve vergiler basitleştirilir.
19- Ürün ortak ambara girer. Alınan mal fazladır. Verilen senet azdır. Farkın bir kısmı kira ve genel hizmetlere gider. Bir kısmı ise devlete verilir. Belge olarak verilir. Yani vergi ne mal ne de para olarak toplanır, vergi senet olarak alınır.
20- Piyasada rekabeti bozan dış tesirlerin önlenmesi, iç ve dış baskı ve menfaat gruplarının nüfuz ve tesirinin önlenmesi üzerinde önemle durulur.
20- Faizsiz kredi, sermaye vergisi, gümrük ve vizelerin kaldırılması ve ortak hizmetlerin vakıflara yaptırılması, aidatsız sosyal güvenlik iç ve dış baskıları sona erdirir. Müdahaleyi sona erdirir.
21- Adil Düzen’de sosyal adaletin sağlanması temel hedeflerden biridir. Bunun için:
a) Sosyo-ekonomik yapıda insanların tahammülünün üstünde yük yüklenmemesi,
b) İşte liyakat ve işleri ehline verilmesi,
c) İsraftan, gösteriş tüketiminden kaçınma gayesiyle, infak ve yatırım gayesiyle tasarruf teşvik edilir.
d) Tüketimde borçlanma zaruretler dışında teşvik edilmez.
e) Yaygın ve tek merkezli bir sosyal güvenlik sistemi benimsenir.
f) Tam istihdamı sağlamak esastır.
Nihai hedef, yalnız ferdi menfaati değil, fertle birlikte toplumun menfaatini maksimize etmektir.
21- a) Enflasyonu vergilendirme, nakitten vergi alma, ispat külfetini mükellefe yükleme, nisabın altında olanlardan vergi alma gibi uygulamalar, halk ve esnaf tarafından kaldırılamayacak yüklerdir.
b) Herkesin dayanışmalarca tevdi edilen resmi ücreti olacaktır. Buna göre kredilendirme yapılacak, buna göre emekli edilecek, buna göre resmi işlerde çalıştırılacak, buna göre anlaşma olmayan işlerde ücretlendirme yapılacaktır. Anlaşma serbest olacaktır. Bu uygulama adil ücretlendirmeyi sağlar.
c) Yararlanma mülkiyeti ile işletme mülkiyeti ayrılmıştır. Halk istihkakını senet olarak alır. Onu isterse satar para yapar. İsterse saklar, sonra satar. Elde ettiği gelir ile: a) Kendisi ve bakmakla mükellef olduğu kimselerin günlük harcamalarını yapar. b) Gelecekte kazanamayacağı günlere saklar, o zaman harcar. c) İnşaat, köşk gibi yatırımlara yönelir. d) Mirasçılara bırakır. e) Vakıf yapıp sadakayı cariye sahibi olur. Bütün bunlar için hisse senetleri çıkarılmıştır. Onlardan istediğini alır.
d) Tüketime borç verilmez. Hak olarak pay verilir.
e) Dayanışma ortaklıkları sosyal güvenliktir. Bilgisizlikten doğan zararlar ilmî, beceriksizlikten doğan zararlar meslekî, ihmalden doğan zararlar dinî, kasden iras edilen zararlar siyasî dayanışma ortaklıkları tarafından taksitle karşılanır. Olaydan sonra karşılanır.
f) Tam istihdam, işvereni borçlandırarak işçiye ücretin ödenmesidir. İşçi nerede isterse orada çalışır. Faizsiz kredi alanlar öderler.
C- Müteferrik Politikalar
22- Vergide asgari geçim indirimi, enflasyon döneminde geçinme endeksine göre her yıl düzenlenir.
22- “Adil Düzen”de asgari ücret kavramı yoktur. Millî hâsıladan elde edilen beşte bir payın üçte birine yakını yoksullara dağıtılır. Payına ne düşerse verilir, çalışıp çalışmaması söz konusu değildir.
23- Asgari ücretler geçinme endeksine göre düzenlenir ve vergiden muaf tutulur.
23- Nisabın altında olanlardan vergi alınmaz.
24- İşçi-işveren münasebetlerinde, ferdi ve toplu ihtilaflarda sendika, toplu iş müzakeresi, arabulma, tahkim ve iş mahkemesi safhaları esas alınarak süratle çözüme gidilecektir.
24- Kredi işverene değil işçiye verilir, işçi işvereni kendisi seçer. İşveren hammadde alır, parası ödenir. İşçinin tüm sosyal hakları devlet tarafından giderilir. Çevre kirliliğine çevre vakıfları tedbir alır. Devlet işverenle işçi arasına giremez. Hukuk girer. Yargı girer.
25- Ücretlerde tabanda ihtiyaç, tavanda verim esası ele alınarak, aile tazminatı uygulanacaktır.
25- Resmi ücretler mecburi değildir. Tesbit edilecektir.
26- Nüfus siyaseti, nüfus karşıtı ve ailenin büyümesini önleyici yönde olmayacaktır. Nüfusun azaltılması yerine nüfusun verimini arttırıcı tedbirlere yönelinecektir.
26- Ekonomide gaye uzun ömürlü nüfusun arttırılmasıdır. Buna “refah” diyoruz. Toprağın ise daha çok barındıracak hâle getirilmesidir. Bu da “imar”dır.
Sabahattin Bey bu ilkeleri kendisi koymuştur.
Çoğu doğrudur.
Birkaçı eksiktir.
Birkaçı da söylediklerinin tam tersidir.
Bu bakımdan kitabı alınıp cümle cümle kritik edilmeli ve bu ilkeler değerlendirilmelidir.
Çoğu bizim ilkelerimizdir.
Biz hemen hepsinin gerçekleştirme mekanizmalarını ortaya koyuyoruz.
Sabahattin Zaim Bey ise “Adil Düzen”in bu kriterlerden hangilerine uygun olduğunu belirtmiyor.
…………………………………………………………………………………………………...
ADİL DÜZEN’İN
DEĞERLENDİRİLMESİ
VE
TENKİDİ
Prof. Dr.
HAYRETTİN KARAMAN’ın
DEĞERLENDİRMELERİ
VE
CEVAPLARIMIZ
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
Benim bir zafiyetim vardır. Zeki bilinen insanları çok severim. Hele onlar da samimi insanlar ise beynimde çok çok büyük görünürler. Bu sebepledir ki Bediüzzaman’ı çok severim. Necmettin Erbakan’ı çok severim ve onaylarım. Sabahattin Zaim’i çok sever ve sayarım. Hayrettin Karaman da bunlardan biridir.
Benim çok arkadaşlarım vardır. Bunlar da profesördür ama onları bunlar seviyesinde âlim kabul etmem.
Kitabı ilk okuduğum zaman kısa bir kritik yaptım. Bir de baktım ki, Hayrettin Karaman bu kısa kritiğime üzülmüş. Cevap vermemeye ve kendisini üzmemeye karar verdim. Ama zaman geçince Aristo’nun bir sözünü okudum. “Ben Eflatun’u çok severim ve sayarım. Ama hakikati daha çok severim.” diyor. Sonra şahsıma gösterilen iltifatlar beni susturuyor dedim ve yazmaya başladım.
Hayatta olmayan Sabahattin Zaim’e karşı da aynı ilmî değerlendirmelerde bulundum. Zaim’i savunan pek çok dostu var, onlardan cevap bekliyorum.
Yoksa, paralı avukat bulurum.
Hayrettin Karaman’ı ise tartışmaya davet ediyorum.
Ben bir seferinde arkadaşlarımla Altınoluk’a (Balıkesir) gittim ve Erbakan’a içinde “Adil Düzen” olan bir projeden bahsettim. Bundan bahsetme, daha doğrusu “Adil Düzen” kavramını kastederek bunu kullanma dedi. Ben de yarım saat ona saldırdım. Bundan vazgeçmek irtidattır dedim. Hem de bunu kendi adamlarının yanında yaptım.
Ama o bana darılmadı.
Siz bana darılmayacaksınız, bana cevap vereceksiniz. Siz çok büyük bir vebal içindesiniz. AK Parti’nin bugünkü acziyeti sizin fetvalarınızdan kaynaklanmaktadır. Hakkımda gizli ajanların uydurdukları masallara inanmış ve benim hakkımda elbette haksızlık yaptığınızı söylüyor, onların yaptıklarını görmüyorsunuz.
Zamanında bana en çok saldıran Prof. Dr. Osman Eskicioğlu olmuştur. Sorun bakalım; şimdi ne diyor?
İzmir Akevler’deki muhalefet başı Prof. Dr. Avni İlhan olmuştur. Akevler Kooperatifi yöneticilerini, Devlet Güvenlik Mahkemeleri nezdinde, “kooperatifi şeriatla idare ediyor” diye geçersiz ünvanlarla şikayet emiştir. Sonra ne yapmıştır? Akevler’i terk etmiştir. Çünkü en sonunda nasıl kullanıldığını anlamıştır.
Şikayetçi değilim.
Ben ne yapıyorum? Sadece sizi günahtan kurtarmak istiyorum. “Zalim düzen”ci olmadığınız halde, “Adil Düzen”e karşı olanlardan oluşan o cephede yer almanıza üzülüyorum. Çünkü siz bu asrın ilmini temsil ediyorsunuz ve ben sizi gerçekten çok seviyorum ve bundan dolayı da çok acıyorum.
Süleyman KARAGÜLLE
ADİL DÜZEN’İN DEĞERLENDİRİLMESİ VE TENKİDİ
Kapsam:
Bu değerlendirme ve tenkit, Adil Düzen’in özet halinde anlatıldığı “Adil Ekonomik Düzen, Ankara, 1991” isimli kitapçık ile “Genel, dini, siyasi ve ilmi” kısımlarıyla Adil Düzen’in özetlendiği dört adet kopi yazıya yönelik olup, gerektikçe bu kitapçıkların Karagülle ekibi tarafından oluşturulan kaynaklarına da atıflar yapılacaktır.
Milli Görüş ve Akevler ekipleri
Sınır
Muhterem Süleyman Karagülle ve çalışma arkadaşları tarafından uzun bir araştırma, tefekkür ve çalışma sonunda oluşturulan ve Doç. Dr. Süleyman Akdemir tarafından kaleme alınan “Sosyal Denge I ve II” isimli kitaplar ile diğer kitaplarda yer alan düşünce ve modele ait detaylı değerlendirme ve tenkit ileriye bırakılarak burada Refah Partisi’nin sistem ve program olarak benimsediği esaslar teorik açıdan özet halinde tenkide tabi tutulacak, sonunda uygulama açısından da bir değerlendirme yapılacaktır.
Sınır
Akevler Ekibi, Erbakan’la birlikte “Adil Düzen”i oluşturdu.
Millî Görüş, Erbakan’ın başkanlığında ve önderliğinde dünyaya takdim etti.
Partisine öğretti, halka sundu, oy aldı, birinci parti ve iktidar ortağı oldu.
Ama “Adil Düzen”i uygulama imkanı bulunamadı.
Tenkit ve Değerlendirme (Teorik açıdan) :
I-Genel
Adil Düzen’in genel prensiplerinin anlatıldığı 7 sayfalık bilgi ve şemalar, bir hocanın ders anlatırken kullanmak üzere yaptığı ve ancak kendisinin anlayıp anlatabileceği notlara benziyor. Asıl kaynaklarına bakılarak değerlendirildiğinde göze çarpan aksaklılar şunlardır:
1- Birinci sayfada insanın yetenekleri ve bunlarla ilgili kriterler bu ayrım içinde tutarlı ve doğru değildir. “Adalet ve zulmü, iyi ve kötüyü, faydalı ve zararlıyı” ayırmada dört yetenek birlikte işlemektedir. Bunları birbirinden ayırmak sun’idir. Mesela adalet iyidir, faydalıdır ve bunun tespiti tek başına ünsiyet yeteneğine bağlı değildir. Neyin adalet, neyin zulüm olduğu din, düşünce ve deney kaynaklarına başvurularak anlaşılır. Din histen ilim düşünceden doğmaz. İlimde gözlem ve deneyin, dinin doğuşunda ise vahyin çok önemli yerleri vardır. Yalnız başına düşünce belki felsefenin kaynağı olabilir.
Şemalar, bilinenlerin kolay hatırlanması içindir. Anlatılanın kolay anlaşılmasını sağlar. Şemalar meselenin bizzat kendisini anlatmaz.
1- İnsanda dört meleke olduğu lisede okunan psikoloji kitaplarında yazılıdır. His, fikir ve iradede deyim olarak ihtilaf yoktur. Ünsiyet konusunda kitaplarda değişik mânâlar vardır: Ünsiyet, bize göre sosyal yönsemedir. Bir insana has bir meleke onun için ünsiyete delildir.
Bir işte birlikte işlemek ayrı, kendilerinin ayrı olması ayrıdır. Dört tekerlek birlikte işler ama dört tekerlek ayrıdır. Bir şeyin oluşması başkadır, oluşu başkadır.
İslâm dini ilme dayanan dindir. Vahiy ilim getirir, din getirmez. İdrak algılamadır, his değildir. O biyolojik olaydır. Hislerde fikirler de etkili olur.
Kur’an yalnız dinî kitap değildir; ahlâkî, amelî, ilmî ve siyasî kitaptır.
“Din” aynı zamanda “düzen” demektir. Türkçedeki dar anlamda “din”den bahsediyoruz ama Kur’an ona “takva” demektedir.
2- Bugüne kadarki Adil Düzen’i gerçekleştirme çalışmalarında verilen örnekler eksiktir; mesela Malezya, Sudan, İran, Mısır denemeleri yoktur. Ayrıca tenkit ve değerlendirme de eksiktir.
2- Onlar parça parça uygulamalardır. Edille-i erbeaya dayanan disiplinler değildir.
Bizim çalışmamız henüz onlarla zenginleştirilme seviyesine gelmemiştir.
Ayrıca şunu belirmeliyiz ki, o bizim değil sizin işinizdir.
3- Düzene nasıl ulaşılacağı konusundaki başlıklar çok önemlidir. Ancak uygulamada ne “ilmi araştırmalarla tespit” ne de “deneme” tam yapılmıştır. Benim bildiğim araştırma önce bir şahıs (S.Karagülle) sonra da bir ekip tarafından yapılmaktadır. Henüz bu çalışma çeşitli branşlarda ilim adamlarına açılmamış, kabule mazhar olmamıştır. Deneme ise yalnız bir kooperatif bünyesinde yapılmıştır, o da pek başarılı olamamıştır. Çok değerli düşünce ve teklifleri de ihtiva eden bu modelin uzun zaman ve geniş kadrolar içinde tartışılması ve pilot bölgelerde uygulanarak denenmesi elzemdir. Bunu da partinin bilim ve araştırma yan kuruluşları üslenmeli, gerekli personel, ilim adamları ve diğer imkanlar seferber edilmelidir.
3- Araştırma eksik ve ilkel olarak başlar. Yeni uygarlık araştırmaları asırlar içinde oluşur. Ancak hiçbir şey başlamadan gelişemez. Araştırma varsayımlara dayanır. Sonra değiştirilemez. Araştırmayı durdurmak için varsayımların yanlış olması gerekir.
Bizim varsayımlarımız şunlardır:
a) “III. Bin Yıl Uygarlığı” bugünkü Batı Uygarlığı ile İslâm Uygarlığı’nın sentezinden doğacaktır.
b) İslâm Uygarlığı Kur’an ve usûlü fıkha dayanır. Batı Uygarlığı müsbet ilim ve matematiğe dayanır. Bu ilimlere dayanarak sentez yapılmalıdır.
c) Batı teknikte ve zenginlikte çok ilerdedir. Daha asırlar boyunca bu ilerilik sürecektir. Doğu hukukta ve yönetimde ileridir. Usulde ilk fıkıhçıların yolundan gidilecektir. Bugünkü sorunları yeni içtihatlarla müsbet ilmin ışığında anlayarak çözeceğiz.
d) İçtihatlarımızı deneme yanılma yoluyla pekiştirmeliyiz.
4- Altıncı sayfadaki çizimin altında yer alan tarifler eksiktir ve tutarsızdır. Mesela ülkenin tarifi kavrama uygun değildir; “güvenlik içinde çalışılan planlanmış toprak parçası” yabancı ülkeler için de geçerlidir. Mülkiyet “güvenlik içinde taşınır ve taşınmaz mallar üzerinde üretim yapmak değildir, bunu malik olmayan da yapar.
4- “Toprak” ile “ülke” arasında fark vardır. Devlet anlamında olan ülke, güvenliğin sağlandığı topraktır. Türk, yabancı ülkede onların izniyle iş yapar. Her ülkenin kendi güvenliği vardır.
Burada neye itiraz edildiği anlaşılmıyor.
Sayfa 350-
II- Dini Düzen
Gerek partinin takdiminde ve gerekse bunun kaynaklarında dini düzen ve dinin sahası, fonksiyonu, kaynakları üzerinde önemli hatalar, eksiklikler ve anlam bozuklukları vardır. Dinlerin gelişimi ve bugünü, hakkı ve batılı birbirine karıştırılmış tamamına bir göz ile bakılmıştır veya (anlatım bozukluğu sebebiyle) bu intiba verilmiştir. Sonuç önceden -başka kriter ve saiklerle- benimsenmiş, tasnifler ve değerlendirmeler buna göre ayarlanmıştır. Ezcümle:
1- Dinlerin “ilim, şeriat, iktisat, ahlak ve tanzim” dinleri şeklindeki tasnifi tutarsızdır, vakıa uygun değildir. İlim, şeriat, iktisat, ahlak ve tanzim bütün semavi dinlerde vardır. Metinde adları yazılı peygamberler ve kitapları bugün bir cildin içindedir, adı “Kitab-ı Mukaddestir” ve Hz. İbrahim’den Hz. İsa’ya kadar peygamberlerin getirdikleri iç içe girerek, birbirlerini tamamlayarak ümmetlerinin dini olmuştur. Mesela Hz. İsa Tevrat’ı neshetmemiş, ortadan kaldırmamış yürürlükten düşürmemiş, aksine ona atıflar yaparak, kendi ümmetinin de bağlayıcı kitabı kılmıştır. Şu halde Hz. İsa ve sonrasında “ilim,şeriat,iktisat ve ahlak” dinin muhtevası içinde vardır.
2- İslam için “tanzim” edicilik vasfı ve özelliği söz konusu edilmiştir. İddiaya göre bu özellik Hz. İsa ile başlamıştır; O, Kayser’in hakkını Allah’ın hakkından ayırarak bu tanzimi başlatmış, İslam da tamamlamıştır. Tanzimden maksat sosyal müesseselerin birbirinden ayrılması, birbirine müdahale etmemesidir, bu dengedir, denge ise laikliktir. Bizim bütün bu değerlendirme ve görüşlere katılmamız mümkün değildir. Çünkü:
a) Hz. İsa’nın mezkur sözü yanlış anlaşılmış ve tek başına değerlendirilmiştir. Hz. İsa bu sözü bir tuzağı bozmak için söylemiş, para basacak kadar iktidarı ve hakimiyeti olan ve zalim bir hükümdarın istediğini vermek durumunda olduklarını, bu arada Allah’ın hakkını da vermeleri gerektiğini ifade etmiştir. Allah’ın hakkı ve istekleri arasında zulme karşı direnme ve bunu (istibdadı, haksız vergiyi) kaldırma da vardır. Çeşitli İncil’lerde Hz. İsa’ya izafe edilen birçok söz, O’nun böyle bir ayırımı getirmediğini ifada etmektedir (Matta: 5/17-33, 6/9-10, 24, 11/28-30,23/2; Luka:22/25,14/23-26). Bunların başında “Sanmayın ki ben şeriatı yıkmaya geldim, ben yıkmaya değil, fakat tamam etmeye geldim…” diye başlayan ve Tevrat’ın getirdiğini ümmeti için yürürlükte kılan sözleri ve uygulamaları vardır.
II- Din, Düzen
Bir kimse bir proje yaparken, sistem oluştururken önce tanımlar yapılır.
Sonra o kelimelerle varsayımlar konur.
Artık o varsayımlar onlarla anlaşılır.
Tanımları görmeden varsayımlara mânâlar verirseniz çelişkiler olur.
Biz vahyi sadece dinî kaynak olarak anlamıyoruz. Biz sanki diğer dört müesseseyi İslâm’ın ve Kur’an’ın dışında bırakıyoruz. İslâmiyet dini sebebiyle itiraz ediliyor. Oysa biz onu “din” değil “düzen” içinde ve İslam’ın düzeni içinde ele almış oluyoruz.
Burası iyi anlaşılmalı ve kavranmalıdır.
b) İslam’ı diğer sosyal kurumlardan (ilim, siyaset ve ekonomiden) ayırma ve dinin bunlara müdahalesini önleme ve hüküm ve talimatını getirmemiştir. Kuran-ı Kerim ve Sünnet kaynakları ile asırlar boyu sahabe, tabiun ve diğer nesillerin icmaı ile sabittir ki İslam’a göre düşünce, duygu ve nizam sahalarında insan kendi kendine yeterli değildir, onun bir ışığa ve irşada ihtiyacı vardır; bu ışık vahiydir, vahiy sayesinde insan diğer yeteneklerini fıtrat ve amaca uygun olarak kullanabilecektir, rotasını hedeften saptırmayacaktır, ictihat ve icma da bu çerçeve içinde gerçekleşecektir. Kitap ve Sünnet -ki birincisi yalnızca Kuran-ı Kerim’dir, ikincisi ise Hz. Peygamberin sözleri ve uygulamalarıdır- ilmin kesin verileri ile çatışmaz, çelişmez, böyle bir görüntü varsa ya nakil sahih değildir ya anlama yanlıştır, yahut da ilmin verisi kesin ve doğru değildir. Çözüm dini; sosyal hayattan, siyaset ve ekonomiden ayırmada, dinin bu sahalara müdahalesini önlemede değildir, çözüm çatışma görüntüsünü yukarıdaki şıklarda arayarak gidermekte ve dinin irşadını ahkam ve talimatını -bunların evrensel olanlarını- akıl ve bilim ile ortak olan; bunların da yetkili oldukları sahada, aklı ve ilmi destekleyip test etmede; aklın ve ilmin ulaşamadığı sahalarda ise doğruyu, faydalıyı, iyi ve adili bulmada yegane rehber olarak kullanmaktır.
b) Hazreti İbrahim ilmi bağımsız hâle getirdi.
Hazreti Musa şeriatı dinin (din adamlarının) yönetiminden çıkardı.
Hazreti Davut ekonomiyi dinin yönetiminden çıkardı.
Hazreti İsa ise dinin (takvanın) diğer kurumlarla eşit olduğunu ortaya koymuş, artık dinin dadılık yapmasına gerek kalmadı demiştir.
Kur’an ise bunların anayasasıdır.
Dinin görevi, insanların şeriata göre amel etmesi gerektiğine inandırmasıdır. Şeriata göre iş yaparken adil olunmasını öğretmektir. Şir’alardan oluşan şeriatta, her şir’a kendi sözleşmeleri ile oluşur. İslâm dini şir’aları öğretmekte ama bunu yaparken zorlama yapmamaktadır.
c) Dinin toplum içindeki fonksiyonunu yalnızca ahlak, tezkiye ve denetlemeye hasretmek İslam’a göre değildir. Ayrıca böyle bir anlayış batılı manada laikliğe de gerçek manada İslam’a da ters düştüğü için kimseyi memnun etmeyecek, taraftar bulamayacaktır. Bu ayrımdan amaç yukarıda özetlenen mana ve mahiyette değilse, anlatım da amaca uygun olmalı, yanlış anlamalara meydan verecek ifadelerden kaçınılmalıdır.
c) Arapçada “din” “düzen” anlamındadır. İslâm düzeni bütün kurumlar hakkında kurallar koymaktadır. Bu da “Adil Düzen”dir. Dini, düzen değil de iman olarak anlarsanız, o zaman sözünüz doğru olur. Ama biz öyle anlamıyoruz. Bizi bizim dilimizle, bizim kelimelerimizle, bizim kavramlarımızla dinlemeniz ve anlamanız gerekmektedir.
İslâm’ı ve Kur’an’ı bizim açımızdan ele aldığımızda; ilim, iktisat, idare de tamamen din gibi onun kapsamındadır. Ama dini müessese İslâm’ın yalnız ahlâkını değil, aynı zamanda soysal dayanışmayı, denetlemeyi, eğitimi de içerir. İlim öğretir, eğitmez; ekonomi üretim yapar, meslekî eğitim yapmaz; siyaset de güvenlik sağlar.
3. İslam’ın diğer inanç mensuplarına din ve vicdan düşünce ve beyan hürriyeti verdiği kendi aralarındaki ve daha ziyade hususi hukuk alanına giren ihtilafları kendi din ve inançlarına göre çözme imkanı bahşettiği bilinen bir gerçektir. Ancak bu, Batılı manada bir çoğulculuk olarak yorumlanamaz. İslam’ın –varsa- çoğulculuğu yukarıdaki manadadır. Ancak İslam Devletinde ve toplumunda üstün topluluk (hayırlı ümmet) müslümanlardır, hak din İslam’dır, hedef zorlamadan dinleyenlerin müslüman olmalarını (hidayete ermelerini) sağlamaktır, tolum ve eğitim düzeni müslüman çocuklarının dinden uzaklaşmalarını, başka din ve inançlara girmelerini sağlayacak şekilde değil, müslümanların dini hayatlarını koruyup geliştirecek ve başkalarını da -zorlamadan- İslam’a kazandıracak şekilde kurulacaktır. Bu amaç da –dini, ahlaki, hukuki, ekonomik, siyasi…- düzenlerin/düzenlemelerin birbirinden, su geçirmez kaplar gibi ayrılmasına engeldir. Müslümanların başka bir hukuk sistemi seçme hakkı da yoktur.
3) Müslümanın başka hukuk sistemi seçme hakkı yoktur. Bu hususta sizin görüşünüzden ayrılıyoruz. Sizin görüşünüz bizim görüşümüze aykırıdır. Sizin iddia ettikleriniz, bize göre dört delile dayanmamaktadır. “Mâ semi’nâ min âbâinâ” ile bize karşı çıkıyorsunuz. Bu size, bizi “Adil Düzen”den vazgeçirmeye çalışma hakkını tanımaz.
Bir müslimin dinen Kur’an’ın dışında müçtehidin içtihatlarına göre amel etmesi caiz değildir. Bizde de kişi hangi mezhepte ise o mezhebe göre hareket etmekle yükümlüdür. Ama yeni mezhep oluşturma hakkı vardır. Mezhep değiştirme hakkı vardır. İrtidat askerlikten kaçma şeklinde olursa caiz değildir. Biz bunu böyle anlıyoruz.
Siz bizim gibi anlamayabilirsiniz.
Biz bugün uygulanabilecek bir düzeni öneriyoruz. Zaten sizin ana hatanız, “İslâmiyet’te lâiklik yoktur” demekte yatmaktadır.
Burada sizi ikna etmemiz mümkün değildir.
Biz sonuç olarak şöyle diyoruz:
-İsteyenler sizin sözlerinizi dinlesinler, zinayı kutsallaştıran partiler kurup bizim sırtımızdan caka satsınlar.
-İsteyenler bize gelsinler ve yanlışlarını düzeltsinler. Sizin dininiz/düzeniniz sizin, bizim dinimiz/düzenimiz bizim olsun.
Hasılı İslam dini ilme, ekonomiye, yönetime yön verir, bunları yönlendirir, iyiden, doğrudan, faydalıdan ve adaletten sapmalarını engeller, ancak bu fonksiyonu yerine getirirken teokrasiye, baskıya, istismara sebebiyet vermez, usulüne göre meşruiyet tanıma, serbest (mubah) saha, ehliyet, emanet, maslahat, zaruret, ilahi vekalet, içtihat, icma ilke ve usulleriyle dengeyi sağlar tıkanmayı önler.
İslâm dini değil, İslâm düzeni bunları yapar.
İslâm yalnız din değildir; ilimdir, ekonomidir, siyasettir.
İslâm dinine bu fonksiyonları vermezseniz, yaptığınız lâikliğe aykırı olur ve kapatılırsınız. Ceza giyersiniz.
Ama “İslâm düzeni” dediğinizde, İslâm düzeni suç olmadığı için size kimse dokunamaz. Bu kadar basit.
Kur’an, sünnet, icma ve kıyas bizi teyit eder.
İlmi düzen ile dini düzenden bahsedilirken yer yer tekrarlanan “ …..ilmin verilerine inanmak hak dindir” (Akdemir,1/188) , dini akli hale getirmek için gayret…”(s.178), “ A. Comt’un, pozitivizm adını taşıyan yeni bir ilim dinini ileri sürmüş olmasına” atıfta bulunmak (Akdemir 1/224) fahiş hatalara yol açacak ifadelerdir. Din akla ve bilime aykırı olmaz, ama aklın ve bilimin sınırları içinde de hapsolunamaz, onları aşar ve imanla tamamlanır.
İslâm füruda vahye dayanır. Aklı ve ilmi aşan birçok hükümler getirir. Bu tamamen doğrudur. İmanda ise içtihat yeterli olmayıp icma ile sabit olanlara inanılır.
Kuran’ın Allah sözü olduğu ilimle bilinir. Ama içerisinde her şey ilimle ispat edilecek diye bir şey iddia edilemez.
İmanda zan haktan bir şeyi iğna etmez.
Kur’an’ın Allah sözü olduğunu delille bileceğiz.
Peygamberlere verilen mucizeler de ilmidir.
Peygamber olduğunun deneyle sübutudur.
Sayfa 354
III - İlim adamlarının yeterince şahsi, fikri, mali güvencelerinin bulunmadığı, öğretimin tedris ve ezberciliğe dayandığı, ihtisaslaşmanın yanlış mecralara sürüklendiği ve ilmi miyopiye sebep olduğu, iyi öğreten ve ilim üreten ile bunları yapamayanların aynı sonucu (mükafatı, ücreti, mahkumiyeti) paylaştığı… bütün bunların -nadir olanların- dışında kemiyet ve keyfiyette yeterli ilim adamının yetişmesini menfi etkilediği tespitleri doğrudur. Ancak hem organizasyon, hem finansman ve program olarak -Adil Düzende yer alan- bu kadar dağınık bir sistemin başarılı olup olamayacağı da şüphelidir. Sistemin, eğitim uzmanlarına açılması, tartışma ve pilot denemelerle olgunlaştırılması gerekli görülmektedir.
Tablolaştırılan “tedris, tartışma ve deneme” safhalarının ayırımı vakıaya uymamaktadır; gerçekte bu aşamalar arasında birliktelikler ve tedahüller vardır.
Ehliyetlerin verileceği kişilerin sayılarında yalnızca ondalık sisteme göre hareket edilmesi fiili ihtiyaç bakımından tutarlı bir hareket yöntemi ve ölçüt değildir.
Sayfa 354
III - Bizim önerimiz 5000 nüfuslu işyerlerinin kurulması, onlara eşit mâli imkanlar sağlanması ama eğitim ve öğretimlerine karışılmamasıdır. Siz bunu bize değil kedinize tanıyorsunuz. Bizi bile susturuyorsunuz. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına uygun olarak komünistler dahil herkese bu imkanı veriyorsunuz.
Siz bir Adem iseniz fetva sahibi olabilirsiniz, ama biz ilim ve siyaset ehli, maişet ehli olarak düzenin gereği ne ise onu yani ütopik olmayanı yapıyoruz.
Siz insanları olamaz şeylerin arkasından koşturarak İslamiyet’ten uzaklaştırıyorsunuz. Sizi dinlemekle AK Parti’yi de cehenneme yuvarlıyorsunuz.
Kâinatta her şey birdir. İnsanlar onları kullansınlar diye birbirinden ayrılır. Dört tekerlek birden çalışır ama dört tekerlek birden takılamaz. Apartmandaki merdiven ortaktır. Ama katlar ayrıdır. Bizim tasnifimizi öğrenme zahmetinde bulunmayıp bin sene önceki kıl-u kal içinde boğulursanız, o zaman gerçekleri göremezsiniz ve insanları felakete götürürsünüz. Bu durumda AK Parti’nin tüm şaşkınlıkları sizin eserinizdir diyebilme durumuna gelirim.
Herkes âlim olmaya uğraşmamaktadır. Ama herkese profesörlük verilmektedir. Bugünkü iltimasçı kadro dağılımından çok memnun olmalısınız ki, kurallaşmayı istemiyorsunuz.
Bizim sistem İlâhi sistemdir. Bize göre onluk sistemdir.
Siz de başka bir sistem bulun ama keyfi kararları önleyin.
Bir fıkıhçı olarak bu sözleri nasıl söylersiniz?
Sistemde ikame için ondalığa yanlıştır diyorsunuz.
Doğrusu ne, o konuda bir şey söylemiyorsunuz.
İslâmiyet karar verir ve uygulamadan sorumlu değildir der.
Bizim söylediğimiz 10 yanlışsa, siz 7’liyi önerin.
Sayfa 354
IV - Siyasi Düzen
1. Birinci sayfada yer alan şemada hukuk düzeni, demokrasi, içtihat düzeni ayrımları ve bu ayrımların belli dönem ve medeniyetlere münhasır kılınması tutarsızdır. Buna göre şu soruların cevabı açık kalmaktadır. Demokrasilerde hukuk yok mudur? İctihat düzeninde hukuk yok mudur…?
Gerek bu tabloda ve gerekse ikinci sayfadaki tabloda İslam Medeniyeti’nin devrini doldurmuş olarak gösterilmesi, ondan sonra Batı medeniyetinin, daha sonra da denge düzeninin gösterilmesi -kasıt bu olmasa bile- bir yandan İslam’ın devrini tamamladığını, diğer yandan denge düzeninin İslam’dan başka bir şey olduğunu ima etmektedir. Çizimin bu imayı içermeyen bir şekle getirilmesi gerekir.
Yargının siyasal düzen içine sokulması uygun değildir.
Yargının yalnızca hakemliğe bırakılması, hakemliğin her grup için ayrı olan mevzuata göre yapılması uygulamada içinden çıkılmaz karışıklık, sürünceme ve istikrarsızlıklara yol açabilecektir.
Siyasi organizasyon birimlerinin ondalık sisteme göre tertiplenmesi gereksiz ve tutarsız olduğu gibi uygulanabilir de değildir. “Peygamberler ihtilal yapmamıştır” diyerek zulme karşı isyanı engellemek (Akdemir 2/135) , İslam’ın cihad, münkeri def’i ve hakka itaat ilkelerine ters düşmektedir.
Tezkiye eden, teminat veren, dayanışma yapan gruplar ve toplulukların oluşması ve işleyişi çok sayıda belli ehliyet ve ahlak standartlarına ulaşmış elemanların yetişmesine bağlıdır. Adil Düzen kurulmadan bu elemanlar yetişmezse, bu elemanlar yetişmeden Adil Düzen kurulup işletilmezse bir kısır döngü içine düşülmüş olur. Şu halde bir geçiş dönemine ve bu döneme göre bir düzene ihtiyaç vardır.
IV - Siyasi Düzen
Hukuk düzeni iki kademedir.
Hukuk vahiy ile gelmiştir. Sonra demokrasi düzeninde hukuku insanlar oluşturmuştur, merkez oluşturmuştur, ekseriyet oluşturmuştur, kabile oluşturmuştur.
İçtihat düzeninde ise mevzuatı halk oluşturmuştur. Yani öyle hukuk düzenleri vardır ki, orada demokrasi olamayabilir. Demokrasi olur ama içtihat olamayabilir. Oysa içtihat düzenlerinde hem demokrasi hem hukuk vardır.
Dördüncü İslâm, birinci Kur’an uygarlığı ömrünü doldurmuştur.
Ama İslâm ve Kur’an uygarlıkları her bin yılda bir yenilenerek devam edecektir.
Yargı yalnız hakemlerden oluşmaz. Hakemlerden oluşan mahkeme karar verir.
Bunların infazı siyasi güce aittir.
Yargı nelerden oluşur:
1) Her bucağın ayrı kamu hukuku vardır,
2) Her mezhebin ayrı özel hukuku vardır,
3) Bilirkişi kurumları vardır,
4) Soruşturma kurumları vardır,
5) Silahlı kuvvetler vardır,
6) Hakem kurulları vardır.
Bunların hepsi hakemlerin emrinde çalışırlar. Siyasiler de bunların emrindedirler. Başka da işleri yoktur.
Biraz düşünürseniz ne dediğimizi anlarsınız.
1400 yıllık uygulama böyle bir anlayışı oluşturamamıştır.
Gerekirse bir bucakta deneriz. Devlet çapında denersek tehlike olabilir. Bir bucakta, iki bucakta deneriz. Sonra il seviyesinde deneriz. Her ilde başarıya ulaşınca, o zaman devlet çapında da deneriz.
Ancak o vakte kadar zulüm düzeni de devam eder.
Nitekim AK Parti devam ediyor.
Akevler’in 40 milyon lira değerinde taşınmazını devlet gasp etmiştir. AK Parti bugün iktidardadır ama bunu bize veremiyor. Bu fetvadan vazgeçmez, AK Parti’ye bildirmezsen; âhirette Akevler senden bunu talep edebilir. Adil yargı istiyoruz. Adil yargı olursa sen istifade edersin, başörtüsü zulmü olmaz. Başörtüsü yasağı zulmünü kanunsuz ve hukuka aykırı olarak mahkemeler yasak şeklinde icat etti. İnsanlar hâlâ bu zulmün altında inim inim inlemektedir. Hakemlik doğru değilse; ne doğru, onu söyle.
Prof. Dr. Ali Şafak’la Prof. Dr. Yusuf Ziya Kavakçı, eski kitaplarda yazmıyor diye çok emek verdiğimiz bir tezi (Prof. Dr. Osman Eskicioğlu’nun ilk doktora çalışmasını) reddettiler. Siz de maalesef bir arpa boyu yol alamamışsınız.
Bizimkiler doğru değilse, ne doğrudur?
Keyfî atmasyonlar mı?
Bizimki icat değil, içtihat. İsteyen uygular, yanlışsa vazgeçer.
12 milyonluk İstanbul ile 120 bin kişilik Hakkari’nin aynı merkezden, Ankara’dan idaresi doğrudur, öyle mi?!.
Doğrusu yazdıklarınız karşısında aklımdan şüphe etmeye başladım.
İslâmî cihat isyan değildir; tebliğdir, hicrettir. İktidarda iken emri bi’l-ma’ruf ve nehyi ani’l-münkerdir. Saldırana karşı da savaştır.
Biz Akevler’i kurduğumuzda, Erbakan ve arkadaşlarıyla parti (MNP ve MSP) kurduğumuzda, siz arkadaşlarınızla Demirel’in yanında yer aldınız. Bize sürekli saldıran arkadaşlarınıza bildiğimiz kadarıyla hiç ses çıkarmadınız.
Devlete isyanı kışkırtıyorsunuz.
Biz Allah’a inanıyoruz, Kur’an’a inanıyoruz. Oyunlara gelmeyiz. Zaten sizin İslâmiyet’te lâiklik fetvanız da budur.
Ehliyet, ilme ve kadroya göre daha çok hak edene verilir. Başlangıçta bilgileri az da olsa o kadro zamanla yenilenir.
Kısır döngü bizde değil sizin peşin hükümlülüğünüzdedir.
Bizim onlu sistemimizi kabul etmezseniz, bunları çözemezsiniz.
Sayfa 355
V - Ekonomik Düzen
Mevcut ekonomik düzenin aksaklıkları ile ilgili tespitler oldukça isabetlidir.
Adil Ekonomik düzenin muhtevası kağıt üzerinde tutarlı ve dengeli gibi gözükse de bir çırpıda uygulamaya konması imkansızdır. Mutlaka bir geçiş dönemine ihtiyaç vardır. Bu geçiş dönemi mevcut şartlar ve imkanlar doğru olarak görülüp tespit edildikten sonra planlanmalı, programda birinci plan ve ilk adım üzerinde durulmalı, halka bu vaat edilmelidir. Uygulanacak programın yan etkileri, muhtemel tepkiler iyi hesaplanmalıdır. Bir margarin veya benzin kıtlığının iktidar sona erdirdiği unutulmamalıdır.
V - Ekonomik Düzen
Tespitlerde kimse aksini iddia edemez. Hiçbir şey birden bire uygulamaya konamaz.
Bizim yaptıklarımızı sabote edeceğinize, bu hususta katkılarınızı ve önerilerinizi beklerdik. Doğrusu başından beri sizden beklediğimiz buydu.
“Adil Düzen”i bırakın “zalim düzen”e devam biçimindeki öneriniz, insanlık tarihinde ibret örneği olacaktır.
Muhteva ile ilgili bazı düşüncelerimize gelince:
1- Bir kimsenin ürettiği kadar tüketmesinin hakkı olduğu, daha fazla tükettiği takdirde başkasının hakkını yemiş olacağı görüşü muğlaktır. Hiç üretmediği halde tüketme durumunda olanlar (mesela yaşlılar, çocuklar, sakatlar, işsizler…), miras, ticaret vb. yoluyla servet elde edip bunu harcayanlar başkalarının hakkını yemiş mi sayılacaktır? (s.17)
1-Bir ekonomik çevrede üretildiği kadar tüketilir.
Fazla tüketmek demek, dışarıdan borç almak demektir.
Eğer halka fazla satın alma gücü verirseniz sonunda o ülkeyi borçlandırırsınız.
Faiz, üretilmeyen mala karşı sermaye sahiplerine satın alma gücü vermektir. Miras, sosyal güvenlik üretilmeden tüketmek değildir. Tüketimin bölüşülmesidir.
Biz sizin anladığınız öyle bir şey demedik.
2- Ortaklıklarda hemen daima yatırım ve üretim ortaklıklarından söz edilmektedir. Ticaret yapmak üzere oluşturulacak ortaklıklar ve ticaret faaliyeti hakkında ne düşünüldüğü kapalıdır.(s.21)
2- Halka sipariş kredisi verilmektedir. Halk peşin ödeyerek siparişini yapmaktadır.
Çalışana çalışma kredisi verilmektedir.
Üreticiler tüccarlardan sipariş alınca üretim yapabilmektedir.
Tüccar çok az sermaye ile ticaret yapmaktadır. Devirden kazanmaktadır.
Selem kredisi aynı zamanda tüccara verilen kredidir.
Bir de senetlerde kredileşme tüccara altın para kredisini elde ettirebilmektedir.
Bunlar neden sorulup öğrenilemedi?
3- “ Adil Düzende vergi yoktur” denilmekte, devletin giderlerinin “katkı ve hizmet karşılığı alacağı paylar ve kendine mahsus gelir kaynaklarından temin edileceği” ifade edilmektedir. Gerek geçiş döneminde gerekse normal dönemde her hangi bir sebeple bu gelirler giderleri karşılamazsa devletin vergi alması meşrudur ve bu Adil Düzen’e aykırı sayılmamalıdır.
Zekat bir ibadet-vergidir. Zekat alacak mallar, miktarlar ve sarf yerleri ilgili nasslarla belirlenmiştir. Devletin mükelleflerden zekatı toplaması ve yerine sarf etmesi gerekir. Zekat bütçesi ayrı tutulmalı, devlet zekatın sarf yerlerine diğer gelirlerden harcama yaparsa, bunun karşılığını zekat bütçesinden (veya fonundan) genel bütçeye aktarmalıdır. Zekat konusu Adil Düzen broşüründe yer almamıştır.
3- Zekât vergiden başka bir şey değildir. Zekâttan başka da vergi yoktur. Humus ve öşür de zekâttan maduttur. Humus devletlerin, öşür illerin, rüb’i öşr bucakların geliridir.
Biz devletin zekâttan başka vergisini kabul etmiyoruz.
Bunun hatalı olduğu iddia edilebilir.
Sitelerde uygulama yapılır. Haklı olduğumuz sabit olur.
Biz zekâttan bahsetmedik. Çünkü biz ilmihal yazmıyoruz.
4- Selem konusuna fazla ağırlık verilmiş ve ondan çok şey beklenmiştir (s.25). Tarihte yapılan selem uygulamasında, ödeme peşin yapıldığı için fiyatlar durmadan kırılmış, üretici zarar etmiş ve ekonomiyi menfi olarak etkilemiştir. Fıkıh kitapları bunlarla ilgili şikayetleri aktarmaktadır. Selemde iskontonun az olması halinde alıcı nakdi tercih ederek almaktan imtina eder ve bu şekliyle işe devam etmez. Ayrıca selemin getirdiği ucuzluk üretici aleyhine ve tüccar lehine bir ucuzluktur, mal teslim alınınca satım piyasa fiyatıyla olacak, tüketici malı yine -selem fiyatına nispetle- pahalı alacak ve iyi kar tüccara kalacaktır.
4- Sorun kredi sorunudur. Bugün tüccara kredi verilmekte hem de ağır faiz ile verilmektedir. Tüccar faizini de ödeyebilmesi için çok kâr etmek zorundadır. Çok ucuza alıp çok pahalıya satacaktır. Bu faizli uygulama hem üretimi düşürmekte, hem de üretim lüks mallara kaymaktadır.
Selem sisteminde ise kredi sipariş kredisi olarak halka verilmektedir. Tüccar peşin para ile sipariş almaktadır.
Faizli sistemde sermaye tekeli oluşmakta, sermayesiz de ticaret yapılamamaktadır. Bu da serbest rekabeti korumamaktadır.
Tarihte selem senedi çıkartılmamıştır.
Tarihte kâğıt para da yoktur.
Tarihte selem sistemi sadece istismar edilmiştir.
Serbest rekabetin korunduğu yerde tüccar istismarı söz konusu olamaz.
Tekel ekonomide olanları, liberal ekonomide olacak gibi görmek yanlıştır.
5- Üretilen malların satıma arzından önce ambarlara teslim edilmesi büyük külfet ve sıkıntılara yol açacaktır. Bunun yerine üretimin mahallinde tespiti, incelemesi ve paylaşımı yapılmalıdır.
5- Üretilen mallar değil parçalardır. Bir arabanın direksiyonunun yerinde paylaşımı nasıl olacaktır? Sırf itiraz için itiraz olunmaz.
Gelişmiş ekonomilerde ambar şarttır.
Kapitalistlerde bunu sermaye, sosyalistlerde devlet yapar.
Biz bunun vakıflarca yapılması, ortak ambarlarda yapılmasını öneriyoruz. Böylece üreticiye senet veriyoruz. O senedi istediği yerde satar. Gerektiği yerde satılır.
Bunun neresine itiraz edildiğini anlamak mümkün değirdir.
Tabi ki tekel sömürü sermayesi bundan hoşlanmıyor. Çünkü üretilen şeyleri tüccar bedava almalı, stok etmeli, sonra dört misli değerle satmalı.
Bu ifadeleri hüsnüniyetle izah etmek çok zordur.
Erbakan gitsin, Erdoğan gelsin diye bunlar yapılamaz.
6- Mülkiyet bahsinde toprağın, madenin, ormanların ve meraların mülkiyetinin devlete ait olduğu zikredilmektedir (s.28). Bu dört servette özel mülkiyete yer verilmediği anlaşılmaktadır. Hem hukuki, hem dini, hem de tatbikat bakımından bu anlayış önemli problemler getirecektir. Bizim bilgimize göre bu servet çeşitlerinde de -bazı sınırlar ve şartlar dahilinde- özel mülkiyet söz konusudur.
6- Çıplak mülkiyet yoktur.
İşgal mülkiyetin sebebi değildir.
Ancak emekte mülkiyet ayrıdır.
Yararlanma mülkiyeti ayrı, işletme mülkiyeti ayrıdır.
Toprak imar edilirse yararlanma mülkiyetine konu olur. Madenler çıkarıldıktan sonra ona mâlik olunur. Ormanlardan yararlanılır. İşletme mülkiyeti her yerde vardır.
7- Adil Düzen’de faizin bulunmaması tabiidir. Ancak bu düzende faizin tanımı yapılırken kapsamı genişletilmiş, dini kaynaklara göre faiz sayılmayan gelirler de faiz olarak değerlendirilmiştir. Bu cümleden olarak veresiye satışlar ve vade farkı faiz içinde mütalaa edilmiştir. İslami kaynaklarda sağlam ve açık delillere dayanılarak ortaya konan faiz tarifine göre:
a) Aynı cins iki malı biri diğerinden fazla olarak satım yolu ile mübadelede ortaya çıkan fazlalık faizdir.
b) Aynı cins iki malı, eşit olarak veresiye ve farklı ölçeklerle veresi ve satım yoluyla mübadelede ortaya çıkan hakiki fazlalık veya hükmi fazlalık (veresi nispetle peşinin değerinden doğan fazlalık) faizdir.
c) Tartılarak veya ölçülerek alınıp satılan iki ayrı cins malı (mesela arpa ile buğdayı) biri diğerinden fazla veya eşit olarak satım yoluyla veresiye mübadeleden doğan fazlalık faizdir.
Bu malların yenilir veya ambar edilir olmaları şartı ise tartışmalıdır.
Karzın ödünç verene sağlayacağı menfaat faizdir.
Buna karşı biri ölçülen veya tartılan yahut da yenilen mal, diğeri ise altın, gümüş ve para olması halinde bu iki değerin peşin veya veresi, eşit ağırlıkta veya farklı mübadelesinde faiz yoktur.
Buna göre Adil Düzen’in veresi satışa ve vade farkına “faiz diyerek” karşı çıkması icmaa aykırıdır.
7- Evet, faizin tarifi yeniden yapılmıştır. Kıyas yoluyla yapılmıştır. Üretimde ücret ve kira faiz sayılmıştır.
Zaten “Adil Düzen” demek, dört delilin bugünkü ihtiyaçlara göre anlaşılmasıdır.
Biz fıkhî tartışma yapmıyoruz. Onu siyasette değil, fıkıhçılarla yaparız. Onlar da maalesef bizden fersah fersah uzak dolaşıyorlar.
Bize olan itirazlarınızı dört delille değil, hikmetle yapmalısınız. Ekonomik sonuçlarla yapmalısınız. Onu aramızda ayrıca tartışırız. Siz siyasilere emir buyuruyorsunuz. Siyasiler geçiş döneminde öyle karar almışlar, neye saldırıyorsunuz?
a) Fıkıhçılar bunu faizle tarif etmişler. Oysa bu tamamen selem konusudur. Standart olmayan mallar seleme konu değildir. Standart mallarda da kalite farkı gözetilmez. Faizi bununla tarifleri hatalıdır. Zaten icma yoktur.
b) Değerinde fazlalık söz konusu olamaz. Serbest rekabet piyasasında değerin fazla veya eksikliği söz konusu olamaz.
c) Tartıda fazlalık faizdir.
Yazar, bu söylediğini acaba kendisi anlamış mıdır?
Ben anlayamadım.
Oysa hüküm şudur:
a) Standart mallarda kalite farkından dolayı fazla veya eksik almak faizdir.
b) Misliyatta zamandan dolayı farklılık ortaya çıkarmak faizdir.
c) Borcun zamanla artması faizdir.
d) Tüketim mallarında bu fazlalıklarda haramlık ittifakladır. İnşaat malzemesinde ise ihtilaflıdır.
Yiyeceğin altınla değiştirilmesi, peşin olmak şartı ile ticarettir. Ahzın peşin olması gerekmez. Ama altın gümüşle değiştirilecekse, ahzın hemen olması gerekir.
Bir şeyin helal olduğuna icma olabilir. Bir şeyin haram olduğuna icma olabilir. Ama bir şeyin helal olmadığına veya haram olmadığına icma olamaz. İcmanın delil olması için icma olduğuna bugün icma olması gerekir. Biz böyle bir görüşe katılmadığımız için icma olmamış demektir.
“Adil Düzen”den gelen işlemler hakkında bizim bir sözümüz yoktur. Biz faizi zamanla artan borç olarak tarif ediyoruz. Bu faiz-i neseidir. Yalnız borç gerçek değerle tarif edilmelidir. Enflasyon kadar borç artmazsa yine faiz olur. Bunun illetini arıyoruz. Kâr, meydana gelen bir artışın ilgililerce bölüşülmesidir. Haramlığın illeti ise birinin zararına karşılık diğerinin kazanmasıdır. Kazançlı işletmelerde sabit kira ve sabit ücret faizdir. Faizden alınan vergi de faizdir. Sermayede sabit kâr faizdir.
8- Emekli olabilmek için belli bir çalışma süresi ve yaş haddinin bulunmaması (s.37) adil değildir. Bu uygulama hem işçi sıkıntısına, hem de sigorta fonunda darlığa sebep olur. Bu sebeple emeklilik ya yaşa, yahut da hizmet süresine, güç ve kudrete… bağlanmalıdır.
8- Bir şey ya kitaba ya deneye dayanmalıdır.
Emeklilik insanın yeryüzündeki payının karşılığıdır. Ne yaşla, ne de hizmetle bir ilgisi vardır. Şu kadar ki, bu kira payını daha önce ne kadar az kullanmışsa, kalan ömürde o kadar fazla pay alır. Sigorta fonu yoktur ki darlığa sebep olsun.
Okumadan ve anlamadan kritik!..
Çalışanlar yeryüzünü kullanıyorlar. Kendilerinin ve bakmakla yükümlü oldukları kimselerin kira payları vardır. Ayrıca emekleri vardır. Emekleri karşılığının 5’te 4’ü kendilerine aittir. Çocuklarına da bakarlar. 5’te 1’i ise çalışamayanların kira payıdır. Çalışanlar biriktirdiklerini sonra alırlar.
Burada değişik çözüm/ler üretilebilir.
Biz insanlara resmi ücreti kredi olarak veriyoruz. Bütünün beşte dördünü çalışanlara veriyoruz. Beşte birini ise çalış(a)mayanlara bölüyoruz. Ama ne kadar mesleki derecesi yüksekse, ona göre ve ne kadar az ömrü kalmışsa o kadar fazla veriyoruz. Çünkü geçmişten alacağı vardır.
Sayfa 358
İşsiz olan veya çalışamayan kimselere maaş ödeyebilmek için bunlarda ihtiyaç şartı da aranmalıdır. İşsiz olduğu veya çalışmadığı halde normal geçim imkanına sahip bulunan kimselere –emekli olmadan– maaş vermenin şer’i dayanağı yoktur.
Emekli olmadan maaş vermenin şer’i dayanağı yoktur deniyor.
Emekliliğin şer’i dayanağı var mıdır?
İçtihatsız yapılanlar meşru, biz içtihat yaparsak şer’i dayanağı yoktur deniyor!
Kur’an ne diyor; “O yeryüzünü (cemian) sizin için yarattı.” diyor. O halde çalışmayanların da hakkı vardır. Zengin olup olmaması ayrı tarafa, arzdaki/arazideki kira payını alması ayrıdır.
Bizim içtihatlarımızda şer’i delile dayanmayan hiçbir şey yoktur.
Uygulanabilirlik Açısından:
1- Gerek partinin dağıttığı küçük kitaplarda ve metinlerde gerekse bunların doğrudan kaynağını teşkil eden Karagülle ekibinin eserlerinde ortaya konmuş bulunan “Adil Düzen, denge düzeni” teorik bir model denemesidir. Bu metinlerde modelin deneme safhasında olduğu, pilot bölgelerde denenerek olgunlaştırılması gerektiği defalarca tekrarlanmıştır. Buna rağmen parti, Adil Düzen’i anlatan metinleri, iktidara geldiği zaman uygulayacağı program gibi takdim etmektedir.
Uygulanabilirlik Açısından:
1- Burada davet edilen denemeye katılmalıdır. Halk oy verir de iktidar olursak, yerinden yönetim düzenini getirecektir. Her belde denemelerde bulunacak, zamanla en iyi sonuç alınacaktır.
Akevler denemedir, hâlâ yaşıyor...
İnsanlar Akevler’de bir araya gelerek birlikte ev sahibi oldular.
Millî Görüş, ANAP, AK Parti ve Gülen cemaati, işte bu Akevler denemesi sonrasında faaliyete geçti.
Zarar eden varsa, buyursun hakemlere gitsin, ödeyelim. Ödeyecek varlığımız var. Ama kimseye hak etmediği bir şeyi de kesinlikle vermeyiz. Çünkü onlar bizim şahsımızın malı değildir.
2- Bu haliyle Adil Düzen’in, Türkiye şartlarında uygulama kabiliyeti yoktur.
2- Erbakan gitsin, Demirel gelsin arzusu...
Ama sonunda yine de biz geldik.
O haliyle o yoktur.
Hangi haliyle vardır?
Bırakalım!
Bırakmadık, bırakmayacağız...
Yakında “Adil Düzen Partisi” kurulacak ve sadece Türkiye’de değil, bürtün yeryüzünde “Adil Düzen” yayılacaktır.
Süleyman Demirel tarih oldu. Ama kendisi tarih olurken “Adil Düzen” hakkında rapor yazan bu on dört arkadaşı kullandı...
AK Parti’de de şimdi Süleyman Akdemir’in tezlerini reddeden solcu profesörler anayasa hazırlıyorlar!..
Kullanıldığınızı hâlâ anlayamıyorsunuz.
3- Henüz üzerinde icma (konsensüs) sağlanamadan bu modelin, genel, İslam’ın amaçlarını yansıtan Adil Düzen olarak takdimi Adil Düzen kavramına ters düşmekte, muhalif olan müslümanları töhmet altına sokmaktadır.
3- “Adil Düzen”in hükümlerine muhalif olanlara son derece saygılıyız.
Ama “Adil Düzen”e muhalif olanlara ise sadece acıyoruz.
Zalim düzen devam mı etsin?
Uygulamada icma aranamaz.
Uygulama içtihatla olur.
İcma uygulamadan sonra zamanla oluşur.
4- Bu model bir geçiş dönemi modeli olarak da uygulama kabiliyeti taşımamaktadır.
4- Keyfî atmalar ve atamalar oluşmaya başlamıştır.
O çalışma sayesinde bugün AK Parti iktidardadır.
O çalışmalar sonucu siz profesör oldunuz.
Erbakan ortaya çıkmasaydı, ne Demirel ne de Özal olurdu. Evren de ne yapacağını bilemezdi. Evren eğer İslam Enstitülerini fakültelere yükseltmişse, İmam-Hatipleri lise yapmışsa, din dersleri okullara anayasal hak olarak girmişse; bunların ve benzerlerinin hepsi Erbakan’ın ve çalışma arkadaşlarının ortaya çıkması sonucu oluşmuştur.
28 Şubat işte bu eserleri silmek amacı ile yapılmıştır.
5- Partinin bilimsel araştırmaya yönelik yan kuruluşları vakit geçirmeden bütün maddi ve manevi imkanları seferber ederek belli kuruluş ve kurumlardaki araştırmacıları toplayıp çalıştırmalı, geçiş dönemleri ve kamil uygulama dönemleri için uygun bulunan modellerin hazırlanmasını, tartışılarak ve pilot bölgelerde denenerek olgunlaşmasını sağlamalıdır.
5- Yukarıdaki önce “ilm”e, sonra da “çalışma”ya teşvik öneriniz, size imkan sağlayanlarca yapılıyor mu?
Bize karşı kışkırtmak için size bizleri susturma görevi verenler, şimdi en güçlü şekilde iktidardadırlar.
Adil Düzenciler de susmuş durumdadırlar.
7 senedir iktidarda olan bu parti ne yapmıştır?
Avrupa’dan gelen kanunları okunmadan ve anlamadan TBMM’den geçirmişlerdir.
O yaptıklarının şer’i dayanağı var mıdır?
Siz şimdi nerdesiniz?
Her birinize ikişer üniversite düşecek kadar üniversiteler kurdular.
Biriniz o üniversitelere rektör oldunuz mu?
6- Parti Türkiye’de bir düzen değişikliği yapmak istiyorsa getireceği düzene geçiş aşamalarını tespit etmeli, ülkenin ve dünyanın mevcut şartları içinde ilk aşamayı planlamalı, buna uygun bir parti programı oluşturmalıdır. İşte bu program İslami Düzeni’nin kendisi değil, ona götüren yolun başı, ona açılan kapı olacaktır. Bunu bir kadro hazırlayacak ve İslam diyerek değil, mevcut şartlarda ona zemin hazırlayan en uygun model diye takdim edecektir. Bu takdirde model muvaffak olursa diğer aşamalara geçilecek, olmazsa başarısızlığın faturası İslam’a değil, belli bir kadroya ve onların hazırladığı modele çıkarılacaktır.
6- Biz “Adil Düzen”i İslâmiyet’ten öğrendik. Bunu inkâr etmiyoruz.
Aslında herkes öyle yapmalıdır.
Biz hiçbir zaman bizim söylediklerimiz İslâm’dır demedik.
Aksine, herkes için İslâm kendi anladığıdır.
Herkes dört delile dayanarak kendisi içtihat yapmalıdır.
Kur’an’ı anlamayanlar da müspet ilme dayanmalıdır.
…………………………………………………………………………………………………...
ORTAK RAPOR
ve
SONUÇ
Ferdi raporlar müzakere edildikten sonra üzerinde ittifak hasıl olan bir ortak rapor yazıldı. Bu raporun sonuç bölümü şöyle idi:
Raporun tamamı hâlâ gizli!..
Sadece “sonuç” bölümü!..
Ortak rapor biri tarafından yazılır. Diğerleri muhalefet şerhlerini koyarlar. Yoksa sonuç olarak bir şey ortaya çıkmaz.
Birisi, “Ahmet çok cömert bir insandır” dese, diğeri de “Ahmet çok cimri bir insandır” deseler; anlaşma “Ahmet insandır” da çıkar ki, malumu ilamdan başka bir şey olmaz. Ancak abes bir cümle olur.
Raporunuzun da böyle bir şey olduğu tahmin edilir.
Raporun tamamını lütfederseniz, onun da tamamına hiç cümle ve paragraf atlanmadan gerekli cevap/lar verilecektir.
SONUÇ
Adil Düzen, günümüz toplum sistemi ve hayat tarzına tenkidi bir yaklaşım sunmakta ve alternatif bir sistem olma iddiası taşımaktadır. Bu günkü hayat tarzına yönelik eleştirilere ve Hakkı üstün tutan felsefeye katılmamak mümkün değildir. Ancak adil düzenin bir toplum sistemi olarak kabul edilmesi oldukça zordur. Bunun sebeplerini dört ana başlık altında değerlendirmek mümkündür.
“Adil Düzen mevcudu anlatmaktadır. Doğrudur.” Deniyor.
Erbakan’la Karagülle’nin ihtilafı burada başlar.
Erbakan, önce “teşhis” yapılmalı, sonra “tedavi” edilmeli demektedir.
Karagülle ise; teşhis, kapitalizmin sosyalizmi, sosyalizmin kapitalizmi yıkıp sermaye tekelini sağlamlaştırmak amacını gütmektedir. Sadece kötülükleri sayarlar. Oysa kapitalizmin de sosyalizmin de iyi ve kötü tarafları vardır. Bizim yapacağımız onların iyi taraflarına sahip çıkmak, kötü taraflarını ise atmaktır. Sadece kötüleme “Adil Düzen”in işi değildir diyor. Sermaye oyunudur diyor.
“Adil Düzen” hakkında rapor yazan heyet, Erbakan’ın görüşüne katılmış ve tekel sermayenin insanları düşman etme politikasına âlet olmuştur.
“Adil Düzen bir toplun sistemi değildir.” deniyor.
“Adil Düzen” bütün peygamberlerin binlerce yıl içinde oluşturdukları İslâm Düzenidir. Bunun sistem olmadığını iddia etmek, tarihi inkârdır. Mezopotamya, İbrani, Hıristiyanlık, Brahmanizm ve Budizm birer Hak sistemidir. Bugünkü Batı uygarlığı da Kur’an düzeninin bozulmuş şeklidir.
“Adil Düzen”i Akevler ve Millî Görüş belki tam olarak ifade edememiştir. “Adil Düzen” öyle değil de bize göre böyledir denmesi gerekirken; “Bu bir sistem değildir. Biz anlamadık! Siz de vazgeçin!” demek, bizim dostlarımıza hiç yakışmamış.
1- Adil Düzen, İslam’ı bir bütün olarak değil, sadece bazı ilkeleriyle ele almaktadır.
Kur’an Düzeni (Kur’an’ın tabiri ile dini) İbrahim’in ilmini, Musa’nın şeriatını, Davut’un iktisadını ve İsa’nın dinini birlikte ele alıp eksiksiz bir sistem sunmaktadır.
Millî Görüş bunun sadece şeriatını yani siyasetini ele alıp takdim etmektedir.
Siyasiler ilme, ekonomiye ve dine karışmazlar. Siyasiler sadece yönetime karışırlar. Şeriatı tedvin ederler.
Her şeyden önce, din kavramı İslam’ın tanımlamasından farklıdır. Bu düzende dinden maksat sadece İslam dini olmadığı gibi, materyalizm ve ateizm de din olarak algılanmaktadır. Devlet, belirli bir anayasal sistem koymaz, sadece ülkede yaşayan insanların kendilerine uygulanmasını istediği hukuku tescil eder ve uygular. Bu şeriat hukuku olabileceği gibi, başka bir hukuk sistemi de olabilir. Sosyal kurumlar arasında farklılaşma esastır. Dolaysıyla dinî-ahlakî sistem diğerlerinde ayrılır ve laik bir görünüm arz eder. Devlet başkanının farklılaştıran birimler arasında bütünleştirici ve koordine edici bir rolü vardır. Keza, faiz ve benzeri tanımlamalar da İslamî tanımlamalardan farklılaşmaktadır.
“Adil Düzen” İslâm düzenini yani şeriatı ele almıştır.
İslâm dini yalnız Kuran’ın müntesiplerine hitap eder, onların fıkhını anlatır. Orada zorlama yoktur.
İslâm düzeni ise tüm insanları içerir. Bütün insanların İslâm düzeni içinde nasıl yaşadıklarını ele alır. Bütün fıkıhlarda hükümler dinî ve kazaî diye ayrılır.
Biz kazaî hükümlerle ilgileniyoruz.
Bize göre Kur’an düzeninin tanımı budur.
Sizinki nedir?
Yoktur!
Var olan bir şeyin karşısına yok olanla çıkılamaz.
Ehli Sünnete göre edille dörttür. Kitaptır, sünnettir, icmadır ve kıyastır. İstihsab, istihzan, örf ve hikmet de onların içinde ikinci derecede delillerdir.
Bu deliller içinde değil Osmanlıların, Selçukluların, Abbasilerin, Emevilerin uygulaması; dört halifenin uygulamaları bile delil sayılamaz.
Hanefilere göre kıyas, kavli sahabeye tercih edilir.
Biz faizi edille-i erbea ile tanımlıyoruz.
Siz ise Batılıların birleşik faizi ile tanımlıyorsunuz.
Hangisi İslâmi?
Lütfen İslâmi olun.
Getirin, bugünkü düzende faizin tanımını getirin de tartışalım.
Raporları gizlemeyin.
İkinci olarak, İslam’a pozitif bilimlerin perspektifinden yaklaşmakta, pozitivist bir İslam anlayışı sunmaktadır. Dinle ilgili meseleler, müspet ilmin sınırları içerisinde ele alınmakta ve onun sınırlı imkanlarına bırakılmaktadır. Adil Düzen’in insanlara bakışı ve insanlık tarihinin doğrusal bir gelişme gösterdiğini kabul etmesi, bu tür bir anlayışın sonucudur. Başka bir ifadeyle, Adil Düzen, XIX. Yüzyıl Batısının doğrusal ilerlemeci pozitivist zihniyeti çerçevesi içinde oluşturulmuştur. Bu zihniyet, müspet bilimlerde eğitim gören ilim adamlarında, çoğu kez farkına varılmayan fakat dünya görüşünü biçimlendiren bir özelliğe sahiptir.
Kâinatı Allah yaratmıştır.
Kur’an’ı da Allah inzâl etmiştir.
Müsbet ilim kâinatı doğru olarak tanıtan bir sistemdir.
Kur’an da kâinatı doğru olarak ifade eden bir kitaptır.
Bunlardan sadece birisiyle yetinilemez.
Kur’an’ın Allah sözü olduğunu ispat müspet ilmin işidir. Sünniler ve Şiiler bunda ittifak halindedirler. Kur’an’ın doğru anlaşılmasında müspet ilmin ikinci görevi vardır. Âyetlerin muhkem olması demek, müspet ilme uyması demektir. Kur’an’ın Allah sözü olduğu sabit olduktan ve doğru anlaşıldıktan sonra, artık onun hükümlerinde müsbet ilimde de bunların olduğunu iddia etmek abes olamaz, ama gerek yoktur.
Domuz eti haramdır. Çünkü Allah haram kıldı. Zararlarını biz bilmeyebiliriz. Bu bizim inancımız. Ama siyaset yaparken Kur’an’a inanmayanlara anlatmak zorundayız. Onlarla uzlaşmak zorundayız. Elbette lâik olarak hareket edeceğiz. Kur’an da böyle yapıyor. Biz teokratik devlet değil, şeriat devleti kuruyoruz. Bu hususa tüm tarih boyunca, Osmanlıların sonuna kadar uyulmuştur.
Tam tersine siz edille-i şer’iyyeye dayanmadan, tarihin tahrifatı içinde günlük modalara uyuyorsunuz.
Bizim için ilk fakihlerin içtihat ve icmaları dışında hiçbir menkul delil yoktur. Biz şimdi yeniden “İkinci Kur’an Medeniyeti”ni kuruyoruz. Siz ise yaşlanmış ve dalları budanmış, yapraksız, meyvesiz bir ağacı canlandırmakla meşgulsünüz.
Üçüncü olarak, Adil Düzen, İslam fıkıh ekollerinin dışında, sünneti dahi ihmal eden ve dolaysıyla Kur’an ı Kerim’i uzak yorumlarla ele alan bir ibahiyye mezhebi görünümü vermektedir.
“Adil Düzen” sünneti ihmal etmez. Sünnet Kur’an’ın örnek uygulamasıdır. Sünnet olmadan Kur’an’ın ne demek istediğini anlamak mümkün değildir. Dolaysıyla sünnet dört delilden biridir. Aynı derecededir. Gerek Kuran’ın, gerekse sünnetin bize intikali ve mânâlandırılması rivayetlerle olmaktadır.
İcmayı da, Kur’an ve sünnet gibi ana delil olarak kabul etmediğimiz takdirde, bizim Kur’an ve sünnetin lafızlarına ve mânâlarına ulaşmamız mümkün olamaz. Dolaysıyla icma da sünnet ve kitap kadar temel delil teşkil eder.
Kıyasa gelinirse; eğer kıyası ana delillerden biri saymazsak, Kur’an kuru kemikten ibaret kalır. Kur’an’daki tüm hayata ancak kıyas yoluyla ulaşılabilir.
Yani icma kadar içtihada da ihtiyaç vardır. O da kıyas ile olursa Kur’anî olur.
Sünnet usulde Kur’an kadar önemlidir. Ancak füruda bir taraftan bize çok sağlıklı bir şekilde gelmediği için yani sünnet olup olmadığı bilinmediği için, diğer taraftan sünnet o günün meselelerini çözdüğü için Kur’an gibi geçerli değildir. Dolaysıyla biz füruda sünneti delil olarak ancak Kur’an’ı açıkladığı kadarı ile ele alırız.
Bu kardeşlerim usûlü fıkhı bilmedikleri için, ilmihal seviyesinde bilgilere sahip oldukları için, bizim ne dediğimizi anlamak istemedikleri için böyle söyleyip iftirada bulunuyorlar. Benimle tartışsaydılar, ben onları iftira ile itham etmezdim. Bir kimse hakkında hüküm vermeden önce onu tebeyyün etmen gerekir ki; Kur’an bunu fasıklar için söylüyor. Bu arkadaşlarımızın hiç biri bizim fasıklığımızı iddia etmemişlerdir.
Nihayet, birçok İslami ilkeyi göz önünde bulundurmakla beraber, beşeri bir nitelik taşımaktadır. Bu sebeple, İslamî bir hayat tarzı veya günümüz insanlar için İslam’ın devlet sistemi olarak sunmak mümkün değildir.
Biz “Adil Düzen”in dört delilden bir beşincisi olduğunu söylemiyoruz. Biz dört delile dayanarak, gücümüz yettiğince çağımızın sorunlarını çözmeye çalıştık. Naklî deliller kadar aklî delilleri de kullandık. Takdim ederken de “Adil Düzen” olarak takdim ettik. Kur’an’ın düzeni olarak takdim etmedik. Bir siyasi partinin programı yaptık.
Bunlar da:
a) İslâmiyet’te particilik yoktur. Siyasi particilik yapmak Müslümanlara haramdır. Biz renksizleri, yani Masonları, yani Siyonizm’i destekleyelim yeter dediler. Halk Partisi kâfirdir dediler. Demokrat Parti’yi, Adalet Partisi’ni bölmeyelim dediler. Evet, biz bu görüşleri dinledik. Türkiye’de halk olarak herkes eşit derecede Müslümandır. Ama düzen olarak hiçbiri İslâmî değildir. Dolaysıyla DP’lilerle CHP’liler arasında fark yoktur dedik. Kim haklı çıktı? Biz haklı çıktık. Onların Demirelcileri bugün %5’lerde iken, biz %50’lere çıktık.
b) Biz, çözümler ancak müsbet ilme göre yorumlanan Kur’an’la olacaktır dedik. Hem İslâmiyet’i hem müsbet ilmi birlikte değerlendirmemiz gerekir dedik. Onlar; siz Kur’an’ı anlamayı bilemezsiniz. Bin sene önceki içtihatları öğrenin yeter. Sorunları Batı’nın çarpık aklıyla çözün, yeniden içtihatlara girişmeyin dediler. Hayır, biz Kur’an’ı anlayacak ve uygulayacağız dedik. Anladığımız ve uygulayabildiğimiz kadar yaptık. Başarılardan başarılara koştuk. Muhalifleri yenmekle kalmadık. Tüm dünyayı İlâhi dinlere doğru çektik. Bu tenkitler yapılırken durumunuzu, işte bugünkü durumla bir karşılaştırın bakalım.
c) Biz Allah’ı güçlü kabul ederek O’na güvendik. Onlar münafıklara güvendiler. Şimdi sesleri ve sedaları çıkmıyor. Bunların hemen hemen hepsi sağdır. Ortaya çıkıp bizimle tartışamadılar. Bizden daha iyisini getiremediler. Azmi Ateş bunları finanse etmişti. Bu rapor tarihe geçecektir. Şimdi hâlâ o münafıklarla işbirliği hâlindedirler. Görüşelim deyince görüşmüyorlar. Tevbeye davet ediyorum. Hakka karşı kullandığı imkanın şimdi Hak için onda birini kullansın.
d) Rapor “Adil Düzen”in İslâmî olmadığını belirtmek için tanzim edilmiş. Evet, “Adil Düzen” İslâmî değildi de, zinayı ve faizi kutsallaştıran Avrupa müktesebatı mı İslâmîdir? Yoksa Allah öldü de artık yeni tanrılara mı tapacağız? Bizimki İslâmî değilse, sizinki nerededir? Artık hangi zihniyete âlet olduğunuzu anlamış olmalısınız. Yaşlandınız. Tevbeyi yetiştirin. Toplanın ve yeniden rapor tanzim edin. Azmi Ateş finanse etmiyorsa, biz finanse edeni buluruz.
2- Adil Düzen, uygulaması oldukça zor bir sistemdir
Adil Düzen’in ticaret anlayışı, para sistemi, devletin ekonomik fonksiyonu, düzenler
arasındaki ilişkiler, her bir düzenin kendi içindeki gereksiz ve ayrıntıya yönelik düzenlemeleri karmaşık ve uygulanamaz bir görünüm arz etmektedir. Toplum hayatının sürekliliği unutularak mevcut insan, yapı, kurumlar ve sistem içinde tedricen gelişme ve değişmeye imkan vermeyecek kadar sert ve radikal bir yaklaşım sunan Adil Düzen, başarılı olma yolunda da aynı oranda sert ve radikal direnişlerle karşılaşabilir. Nitekim Adil Düzen teorisyenlerinin İzmir’deki uygulama çalışmalarının başarısızlıkla sonuçlanması, bu düşüncenin önemli bir delilidir. Bu açıdan Adil Düzen çalışmaları, İslam Düşünce tarihi içinde, teorik ve hatta ütopik bir tanımlamayla yer alacaktır. Dolaysıyla her hangi bir parti tarafından resmen kabul edilen bir program olarak benimsenmesi doğru olmayacaktır.
“Gereksiz ve ayrıntı” ifadelerinden, “Adil Düzen”i anlamadıkları anlaşılmaktadır. Buyurun, bize neyin gereksiz olduğunu gösterin. Ayrıntıdan neden rahatsız oluyorsunuz. İyi ya, daha çok hata bulur, tenkit imkanına kavuşursunuz.
“Karmaşık uygulanamaz” ifadeniz de açıklamasızdır.
Neresi karmaşık, neresi uygulanamaz?
“Adil Düzen” yüzde on ile yüzde yirmi arasında üç yerde uygulandı.
Birincisi, Akevler de uygulandı. Bir pilot uygulama oldu. Akevler 1967’den beri 42 senedir faaliyettedir. Rüşvet vermeden, bir yerden kredi almadan varlığını sürdürüyor. Ortaklarını ev sahibi yapmıştır. Ayrıca Gülen, Erbakan ve Erdoğan hareketlerinin de kadro kaynağını oluşturmuştur. “Adil Düzen”i ortaya koymuştur. Tüm dünyada dinler arası diyaloğun başlaması fikrinin başlangıcıdır.
İkinci uygulama ise Erbakan yani Refahyol Hükümeti zamanında olmuştur. %20 seviyesinde bile uygulanmadığı halde, dillere destan bir iktidar dönemi olmuştur.
ANAP uygulamalarında da Kooperatifimiz etkili olmuştur.
Dördüncü olarak Kırgızistan’da; Devlet Başkanı Asker Akayev uygulamasının muharriki olmuş ve hâlâ Akayev gittiği hâlde etkisini göstermektedir.
“Herhangi bir parti tarafından resmen benimsenmemiştir… Adil Düzen İslâmî değildir… Adil Düzen ilmî de değildir...”
Biz bu iddiaları delillendirerek ortaya koyacak arkadaşlar arıyoruz. Ama biz bunu “Adil Düzen”i bırakmak için değil, “Adil Düzen”in İslâmiyet’e aykırı tarafı varsa, düzeltelim diye istiyoruz. “Adil Düzen”in ilmî tarafı eksikse, tamamlayalım diye arkadaşlarımızdan katkı bekledik.
Yine de bekliyoruz...
Arkadaşlarımız, neresi İslâmî değildir, neresi ilmî değildir konularını gösterecekken; “İslami değildir, ilmi değildir” deyip, bizden “Adil Düzen”i bırakmamızı istemişlerdir. Bu tamamen İslâmiyet’in ve Türkün düşmanlarının sözcülüğünü yapmak dışında ne mânâ anlatmaktadır?!.
3- Adil Düzen kendi içinde tutarlı ve anlaşılır değildir. Adil Düzen, bir sistem modelinin sahip olması gereken, kendi içinde tutarlılık ilkesine sahip değildir. Önceki bölümlerde (raporun ilgili bölümlerinde) belirtildiği gibi, bir çok noktada tutarsızlık ve karışıklık içindedir. Gerçekte modelin pek çok gereksiz ayrıntıya yer vermiş olması; hem bazı önemli öğelerin gözden kaçmasına sebep olmakta, hem de anlaşılmaz bir görünüm vermektedir. Modeli anlatmak üzere ortaya konulan karmaşık tasnifler ve tutarsız bağlantılar, her zaman itiraz edilebilecek bir niteliktedir. Dinlerin yönetici, yönlendirici ve tanzim edici olmak üzere üç gurupta tanzim edilmesi dinlerin ilim dini, şeriat dini ve ahlak dini olarak; yine sınıflandırılması; İslamî esaslar karşısında pozitif ve doğrusal gelişmeyi benimseyen tanımlamalar; insanları belirli grup ve odalara üye olmaya zorlayan yaklaşım karşısında demokratik yönetim beklentileri; her bir sosyal kurum için bağımsızlık ifadelerine karşı merkezi devlet düzenlemeleri; para konusundaki yetersiz açıklamalar ve senet uygulamaları… Bazı örnekler olarak zikredilebilir.
“Gereksiz ayrıntıya…”
Batı’nın tekel sermayesi dünyayı ayrıntısız genel fikirler üzerinde oyalamaktadır. Felsefe yaptırmakta, sonra kendisi istediği gibi sömürmektedir. Oysa dinler teorilere ve genel kurallara değil, ayrıntılı uygulamalara yer verir. İnsanlara ne yapacaklarını söyler, sonuçları açıklayarak değil uygulatarak gösterir.
Nasıl “ayrıntılı bilgi” ki, herkesi rahatsız eden Erbakan’ın “Adil Düzen” kitabı yüz sayfadan ibarettir. Gerekli ayrıntıyı koyamayanlar, koyanlara gereksiz derler.
“Bazı önemli öğelerin gözden kaçmasına…”
İşte sizden beklediğimiz o bazı önemli öğelerin ne olduğu belirtilmiyor. Gereksiz ayrıntıların ne olduğu belirtilmiyor. Her değerlendirmede yermek için kullanılan yuvarlak laflarla ne yapılmak istendiğini kimler tarafından kullanıldıklarını bu arkadaşlarımız bir daha düşünmelidirler. Nasıl oluyor da “ayrıntı” modelin anlaşılmasını önlüyor, anlamak cidden zor.
“Karmaşık tasnifler ve tutarsız bağlantılar…”
İşte bu karmaşıklığın ne olduğunu öğrensek, hangi noktaların bağlantısız olduğunu anlasak yararlanacağız. Sizin okuma ve anlama isteksizliğiniz bizi karmaşık ve tutarsız yapmaz. Ortaya çıkıp da bize gösterin karmaşıklığı ve tutarsızlığı...
Niye göstermiyorsunuz?!.
Sadece Erbakan’ı “Adil Düzen”den vazgeçirme çabası değil mi?
“Adil Düzen” bitti mi?
Akevler çalışmaya devam ediyor ve AK Parti de zemin hazırlıyor...
Bizim “Adil Düzen” olsaydı; ne Demirel, ne Özal, ne de Erdoğan o yerlerde bulunamazlardı. Biz gelmeyelim diye onlar geldiler. Ama onlar da bize zemin hazırladılar, hazırlıyorlar...
“Yönetici, yönlendirici, düzenleyici…”
Bu tasnif bizim tasnifimiz değildir. Tarihî gelişmelerdir. Başlangıçta dinler yönetiyordu. Sonra dinler hukuk düzenini ortaya koydu. Yönetimi krallara bıraktı. Bu tarihin getirdiğidir.
Biz şimdi buna yeni bir aşama koyuyoruz. Dinler yönlendiriciliği de bırakıyor. Şeriatı da getirmiyor. Dinler sadece şeriatın nasıl oluşacağını öğretiyor. Kur’an bir kanun kitabı değildir. Kur’an kanunların nasıl yapılacağını öğreten kitaptır.
Bu tasnifimiz yanlışsa doğrusu nedir?!.
“Dinlerin ilim dini, şeriat dini ve ahlak dini olarak…”
Biz dinleri böyle tasnif etmedik.
İslâmiyet yalnız din değildir.
İslâmiyet ilmî, dinî, meslekî ve siyasî hükümleri içerir dedik.
İslâmiyet’i yalnız din olarak anlarsak, o zaman lâiklik dinsizlik olur.
İslâmiyet dini hükümler içerir, bunlara dinî hükümler denir.
İslâmiyet düzene ait hükümleri içerir, bunlara kazaî hükümler denir.
Dinî hükümler yalnız inananları ilgilendirir, kazaî hükümler ise tüm insanlığa öğretici mahiyettedir dedik.
Bunları kabul etmemek demek, İslamiyet’i anlamamak demektir. Osmanlıların Batı’ya adapte olmuş uygulaması olarak kabul etmek demektir.
Fıkıh ilmine sahip olanlarla tartışabiliriz. Mesela, Hayrettin Beyle tartışabiliriz. O da karşımıza çıkmıyor. Çünkü haklı olduğumuzu biliyor. Onları darıltmak istemiyor. Yoksa dinî hükümler ile kazaî hükümlerin başka başka şeyler olduğunu, haram ile günahın başka başka şeyler olduğunu bilmeyecek değildir.
“Ekonomik sistemin odak noktasında vakıf kurumların yer alması…”
Kapitalistler ekonominin merkezine sermayeyi koyarlar, sermeye tekelini oluştururlar.
Sosyalistler ekonominin merkezine devleti koyarlar, devlet tekelini oluştururlar.
İslâmiyet ise ekonominin merkezine halkı koyar, çalışanı koyar. Sermayeye ticareti, devlete de güvenliği verir.
Gelişmiş ekonomilerde tekelin oluşamaması için genel hizmetlerin verilmesi gerekir.
Bunu sermayeye verirseniz kapitalist olursunuz.
Devlete verirseniz sosyalist olursunuz.
İslâmiyet’te bu görev bağımsız vakıflara verilmiştir. Kur’an Sebilullah (vakıflar) müessesesine her bütçede yer ayırmıştır.
Acaba bunun doğru olmayan tarafı nedir?
Tekel ekonomiye başka türlü nasıl alternatif getireceksiniz?
Yazılanlar ve söylenenler tam bir sömürü ağzı.
“İslâmî esaslar karşısında pozitif ve doğrusal gelişmeyi benimseyen tanımlamalar…”
İslâmiyet’e göre hak din vardır, bâtıl din vardır. Hak bâtıl ile bir değildir. Müsbet ilmin tasdik ettiği dinler hak dindir. Müsbet ilmin tekzip ettiği dinler bâtıl dinlerdir. Müsbet ilim ile isabet edilemeyen din hak değildir. Müsbet ilmin ne olduğunu bilemeyenler, İslâmiyet’in ne olduğunu bilemeyenler, İslâmiyet’i haktan ayırırlar.
İsteyenler bâtıla, isteyenler hakka inanırlar.
Ama bizi hiç kimse bâtıla inandıramaz.
Bu talan ve zulüm düzeni içinde iktidarı da istemiyoruz, sizin olsun. Zalim olacağımıza, mazlum olmayı tercih ederiz. Dünyamız gider ama ötesi güvende olur.
“Belirli grup ve odalara üye olmaya zorlayan…”
Şeriat demek, herkesin kendi içtihadına göre amel etmesi demektir. Kendi içtihadı ancak mezheplerle oluşur. Kanun yok, mezhepler var. Bir ilmî dayanışmayı kabul etmezseniz, ekseriyet kararları ile kanunları kabul edersiniz. O halde ilmî dayanışma ortaklığını seçme zorunludur. Asker olanların da siyasi dayanışma ortaklığını yani komutanını seçme zorunluluğu vardır. Askerlik böylece demokratikleşiyor. Ekseriyet demokrasisi yerine biat demokrasisi vardır.
Medine’de ilk devlet böyle kuruldu. Hazreti Ömer bunu divan defterleriyle demokratikleştirdi. Askere zorla götürüp istediği komutanın emrine vermek doğru da, komutanını seçtirmek anormal midir?
Bunun neresi anormaldir?
Biz anlayamadık; anlayan varsa lütfen bize de anlatsın.
“Bağımsızlık ifadelerine karşı merkezi devlet düzenlemeleri…”
İç işlerinde her kuruluş tamamen bağımsız olacaktır. Ortak işlerde ise hakemlerin kararlarına uyma amaçlı merkezi düzenleme vardır.
Burada anlaşılmayan veya yanlış olan nedir?
İçtihat müessesesinin sonucudur bu. Herkes kendi içtihadı ile hareket eder. Niza hâlinde hakemlere gidilir. Hakemlere uyan olmazsa ortak siyasi güç müdahale eder.
Biz bunu kişiler için uyguladığımız gibi kıyasla yerel yönetimlere uyguluyoruz. Her yerel yönetimin kendi iç işlerini istediği gibi düzenler. Diğer yerel yönetimlerle ilişkilerde ise hakemlere gider ve hakemler kararını ortak siyasi güç uygular.
Bunun neresi yanlış?
Aslında bugün de bu böyledir. Merkezi yönetim yerel yönetimin iç işlerine karışıyor. Biz buna karşıyız.
Bunun neresi kötü?
“Konusundaki yetersiz açıklamalar ve senet uygulamaları…”
Bugünün merkez bankaları tekel sömürücü sermayenin isteklerine göre karşılıksız para basıyor.
Bu yeterli oluyor da, bizimki neden olmuyor?
Biz diyoruz ki; halk ortak ambarlara malları teslim etsin, karşılığında mal senedi alsın. Piyasaya bu senetleri satsın. Sonunda senedi alanlar bakkallarına bu senetleri versin. Bakkallar da bu malları nakliyecilere getirterek teslim eder.
Burada anlaşılmayan ne vardır?
Halk isterlerse mal senetlerini bankaya ipotek bırakır ve o parayı çeker, başka şeylerde kullanır. Yani isterse satar, isterse bankaya gider, senedi verir, malını korur. Sonra onu çeker ve satar. Kredisini öder.
Bunun anlaşılamaz tarafı nedir?
Tekel sermayenin kaynaklarını kurutuyor diye mi kötü?
Şimdi ben size; “Siz para aldınız da sömürücü sermayeye sözcülük yapıyorsunuz desem, yalan söylemiş olur muyum?” demeyeceğim.
Ama sizi tanımayanların böyle demeye hakları vardır.
4- Adil Düzen, bilimsel bir metodolojiye sahip değildir. Adil Düzen, yeni bir toplum düzeni sunarken, birçok metodolojik yanlışlık ve eksiklik de içermektedir. Bunlar kısaca aşağıdaki gibi özetlenebilir. Her şeyden önce, Adil Düzen, dünyada İslam toplumu, sanki ilk defa kuruluyor ve İslam dini ilk defa vaz’ ediliyormuş gibi, tamamıyla soyut bir model geliştirmeye çalışmaktadır. On beş asırlık İslam medeniyetinin ve yakın geçmişimizdeki Osmanlı Devleti’nin tarihinde bu konulardaki herhangi bir hüküm veya uygulaması göz önünde bulundurulmamıştır.
Biz yeni bir din getirmiyoruz. Biz yeni uygarlık getiriyoruz.
Birinci İslâm uygarlığı Sümer uygarlığıdır. Peygamberi Hazreti Nuh aleyhisselâmdır. Bunun kuvvetleşmiş şekli Mısır uygarlığıdır.
İkinci İslâm uygarlığı Babil uygarlığıdır. Bunun peygamberi Hazreti Şuayb aleyhisselâmdır. Bunun kuvvet uygarlığına dönüşmüş şekli Mısır’daki ikinci dönemdir.
Üçüncü İslâm uygarlığı İbrani uygarlığıdır. Peygamberi Hazreti Musa aleyhisselâmdır. Bunun kuvvet uygarlığına dönüşmüş şekli Elen uygarlığıdır.
Dördüncü İslâm uygarlığı Hıristiyanlıktır. Peygamberi Hazreti İsa aleyhisselâmdır. Kuvvet medeniyetine dönüşmüş şekli Roma’dır.
Beşinci İslâm medeniyeti Birinci Kur’an medeniyetidir. Bunun kuvvet medeniyetine dönünmüş şekli Avrupa uygarlığıdır.
Biz altıncı İslâm uygarlığını kuruyoruz...
Bu da bugünkü Batı uygarlığı ile birinci Kur’an uygarlığının sentezi ile oluşacaktır. Birinci Kur’an uygarlığının ilk üç asrını örnek alıyoruz. Onlardan usûlü fıkıh öğreniyoruz. Batı’dan da son üç asrı alıyoruz. Onlardan da müsbet ilmi ve matematiği öğreniyoruz.
Kur’an’a dayanmayan, matematiğe dayanmayan hiçbir şeyi biz delil kabul etmiyoruz. Çünkü biz ölü insanı diriltmiyoruz, aynı tohumundan yeni ağaç yetiştiriyoruz. Kur’an bir delildir. Matematik ikinci delildir. Bundan oluşan tohum ikinci Kur’an uygarlığını kuracaktır.
Osmanlılar İslâm uygarlığının yaşlılık dönemi uygulamasıdır. Bozulması ve çökmesi dönemidir. Siz de Kur’an yerine Osmanlı transfer uygulamasını ele alın, siz de bir Adil Düzen versiyonu oluşturun. Getirin, tartışalım...
Siz bir şey getirmeden, bizim çabamızı yok edip Türkiye’yi Batı’ya peşkeş çekmek istiyorsunuz...
Siz hain değilsiniz ama bu yaptığınız ihanettir.
İstiğfar edin ve kefaretini ödeyin.
İkinci olarak, Adil Düzen çalışmasında, (hem İslam dünyasındaki, hem de genel olarak) bu güne kadar bu konularda yapılan çalışmalar, yayınlanan eserler, geliştirilen fikirler ve üzerinde anlaşmaya varılan konularla ilgili kaynakların tam olarak incelenmediği anlaşılmaktadır. Türkiye için hazırlanmış olmakla birlikte, bütün İslam dünyası için uygulanma iddiasındaki bu teorinin; yapılan bütün bu çalışmaları ihmal ederek, bütün dünyadan ayrı ve tek başına yapılmış olması, hem ilmî bir metot olarak, hem de İslam dünyasını ikna etmek açısından oldukça yetersiz kalacaktır.
İslâm dünyasının çalışmalarını biz tetkik ettik. İkbal, Mevdudi, Seyit Kutup, Hüseyin Cisrî, Bediüzzaman, Süleyman Tunahan, Mehmet Akif bizim çok iyi tanıdığımız kimselerdir. Ayrıca Türkiye’de yenilik yapmak isteyen III. Selim, II. Mahmut, II. Abdülhamit, Mustafa Kemal, Kenan Evren bizim çok yakından incelediğimiz kimseler olmuştur. Onlar sadece söylediler; yapılması gerekeni söylediler.
Biz ise onların temenni ettiklerinin yapılmasını ortaya koyduk.
Mustafa Kemal, “Muasır medeniyetin fevkine çıkacağız, elimizde tuttuğumuz meşale müsbet ilimdir.” demiştir.
Biz o müsbet ilme ve Kur’an’a dayanarak, muasır medeniyetin üstüne nasıl çıkılacağını ortaya koyduk.
Sizin yapacağınız bizim attığımız adımı bir adım daha ileri götürmek iken; bu İslâmî değildir, bu ilmî değildir, bu karışıktır, bu eksiktir diyorsunuz!
İslâmî değilse, siz İslâmî olanı koyun; ilmî değilse, siz ilmî olanı koyun; eksikse tamamlayın, yanlışsa düzeltin.
Size saygım ve sevgim olmasa da içimde bir hınç duyabilsem.
Bu hâle nasıl düştünüz?!.
Çok üzülüyorum…
Üçüncü olarak, modelin dayandırıldığı bazı fikirler, metin içinde ayrıntısıyla belirtildiği gibi, bir takım soyut ve spekülatif varsayımlara dayandırılmıştır. Bu fikirler, ne teorik veya uygulamalı, ne şer’î veya seküler, ne de felsefi veya ekonometrik hesabîdir. Yine bu fikirler ortaya atılırken, herkes tarafından bilinen konularda dahi metod, tutum, bakış ve muhteva hatalarına düşülmektedir. Alt sistemlere ait hususlarda, genel ve makro seviyedeki ilkeleri ortaya koymak yerine, bir modelde yer almaması gereken ayrıntılara ve spesifik konulara yer verilmektedir. Dolaysıyla modelin bütünlüğü kaybolmuştur.
Ben mühendisim. Çok iyi matematik disiplinine sahibim.
Ayrıca, matematikten çok daha sistematik ilme sahip fıkıh usulü ilmiyle hayatım boyunca meşgul oldum. Arapça usul kitaplarının hemen hepsini inceledim. Türkçe çok az kitap okuduğum halde usul kitaplarının hepsini okudum.
Anlaşılan, okunmadan dışarıda hazırlanmış metni buraya kopya ettiniz.
Kim benim usulsüz ve metotsuz olduğumu söyler?
Dünyaca tanınmış mühendis ve profesöre karşı böyle gelişi güzel iddialar ortaya atmak ve ileri sürmek, ancak bir bilgisizlik ve zavallılığın eseri olabilir.
Kardeşim, göstersene bu metotsuzluğu, göstersene usulsüzlüğü...
Son olarak Adil Düzenin, mevcut Türk milletini ve bugünkü devletin sosyal, ekonomik, hukuki-politik yapısıyla, örf ve adetleriyle, tutum ve değerleriyle mevcut kaynak ve özelliklerini, bütünüyle yok sayan bir yaklaşım sunduğu belirtilmelidir. Mevcut Türkiye Cumhuriyetini topyekün başka bir yere kaldırarak, aynı yerde sıfırdan başlayan yepyeni bir toplum kurma yaklaşımının mantıki olduğunu söylemek pek mümkün değildir.
“Adil Düzen”in iki ayağı vardır.
Doğu’nun Kur’an’a dayanan usulü fıkhı ve
Batı’nın matematiğe dayanan müsbet ilmi.
Bunlar bizim ana kaynaklarımızdır.
Ama biz Türkiye devletini Anadolu’daki Müslüman halkına dayandırmaktayız.
Mustafa Kemal’in Hakimiyet-i Milliye, Kuvva-yı Milliye, Vahdet-i Kuvva ve Müsbet İlim ilkelerini aynen benimsediğimiz gibi; Cumhuriyet Halk Partisi’nin cumhuriyeti lâiklikle, milliyetçiliği inkılâpçılıkla, devletçiliği de halkçılıkla dengelemesini çok ilmî buluyoruz.
Biz demokrasiyi şeriatçılık, lâikliği İslâmiyet, liberalliği adalet, sosyalliği hak olarak anlatıyor ve anayasamızın değişmez maddelerine onları doğru yayınlama şartı ile aynen kabul ediyoruz. Bizi bu ithamlarla Devlet Güvenlik Mahkemeleri’ne verdiler ama bizi mahkum edemediler. Talimatla kapattılar.
Akevler Kooperatifi şu temel ilkeye dayanır. Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına tamamen uyulacaktır. Kur’an’dan elde ettiğimiz şeriata da uyulacaktır. Türkiye’de İslâmî hayatı yaşamanın mümkün olup olmadığı denenerek gösterilecektir.
Denedik ve başardık.
Kooperatifimiz hâlâ vardır.
Siyasette denedik ve başardık.
Şimdi anayasa ekseriyetiyle iktidardayız.
Denedik ve başardık.
Yeryüzüne okullar olarak yayıldık.
Denedik ve başardık.
Türkiye Anadolu Holdingleri ile doludur.
“Allah nurunu tamamlayacaktır.”
Hatalar bizim, doğrular O’nundur.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
|