Devleti Güçlendirmek
1349 Okunma, 3 Yorum
Mahir Kaynak - Star
Süleyman Karagülle

16/03/2014

 

-Devlet bir güç tarafından kurulmuşsa o paralel devlet olur. İç ve dış güç paralel gücün eline geçince o yönetir. Doğrudur. Çare aranmalıdır.

- Türkiye devletini Türk ordusu kurdu, paralel güç hep ordu oldu. 1950’den sonra bu güç çökertilmeye çalışıldı. 2010’dan sonra çökertildi. Onun yerine geçecek güçlerin çatışması vardır. Çözüm yerinden yönetime dayalı hakemlik sistemidir. Asker devlet başkanıdır. Emeğe dayanan para sistemi olmalıdır.

 

- Devletin sınırları, bayrağı, iktidarı, bayrakları kutsaldır. Paralel güçler bunlara daha çok sahip çıkarlar.

- Bir taraftan ona muhalifler üretirler sonra da paralel güce onu savundururlar. Böylece ülkeyi böler, iktidarı ellerinde tutarlar.

 

- Ordu müdahale yapmıştır. Onlar vatanı korumak için bunu yaptılar. Hataları, bazı sözlere kulak tıkamalarıdır.

- Orgeneral olmadan önce askerlerin her söze kulak vermesi onların emirlere itaatini önler. Orgenerallerin ise her söze kulak vermeleri gerekir. Bunun çözümü orduların ayrı ayrı kurulmaları, emekli ve muvazzaf orgenerallerden oluşan bir askeri meclis oluşturulmalı, bunlardan oluşan meclis, meclisin danışmanı olmalıdır. Bu meclisi devlet başkanı yönetmelidir.

 

- Üniversitelere bile bilgi veriliyor, analiz yapılmıyor.

- İslamiyet’te ilim vardır, fıkıh vardır.  Fıkıh gayedir. Uygulama fıkha göre yapılır. Fıkıh için ilim gerekir ama yeterli değildir. İçtihat ve icma müesseseleri budur. 1000 senedir Müslümanlar içtihadı bıraktılar. Eski içtihatlar buraya kadar geldi. Bu sebepledir ki Akevler müçtehit yetişme merkezi kurdu.

 

- Devletin gücü silahlı kuvvetlere dayanır. Onların gücü de istihbarattır. Ne var ki istihbarat düşmana karşı kullanılacağına içteki sosyal grupları kovmak için kullanılmıştır. Devlet bunlarla uğraşırken düşman istediğini yapmıştır.

- Devletin dış savunmasını ordu yapar. İç güvenliğine karışmaz. İstihbarat örgüt onun emrindedir. İç güvenliği emniyet teşkilatı yapar. O gizli istihbaratı kullanamaz, açık istihbarat kullanır.

 

- Devlet silahlı güçle yaşar. Bunların kahramanlığı yetmez akıllı da olmalıdırlar.

- Ordu güçlü olmalıdır.  Sivil yönetim ordunun yönetimine karışmamalıdır. Vatandaş askerlik yapmalı, bütçeden belirli pay ayrılmalıdır. Sonrası onlara ait olmalıdır. Savaş ve sıkıyönetim halleri hariç ordu ülkenin hukuk düzenine müdahale etmemelidir.

 

22/03/2014

Paralelin Büyüklüğü

- Paralel devlet vardır, merkezi Cemaat görünüyor ama büyüklüğü belli değildir. Erbakan, Erdoğan’a karşı çıkmıştır.

- İslami düzenini, Adil Düzen’i devre dışı bırakmak için Cemaat ve Ak Parti büyütüldü. Erbakan sorunu kalmayınca sindi, onları birbirine yediriyorlar. Gülen ve Erdoğan yıpranabilir. Risaleler ve Milli görüş güçlenir.

 

- Baykal’ın tasfiyesi, Erdoğan’la ilgilidir.

- Baykal devletin çıkarı söz konusu olunca Erdoğan’la bir oluyordu ve ülke bağımsız hareket edebiliyordu. Kılıçdaroğlu’ndan sonra Derviş’i getireceklerdi. Getiremeyince şimdi Sarıgül’ü getirerek Halk partisini de İslami partiye dönüştürecek ve böyle sözde İslami partiler eliyle ülke yönetilecek.

 

-Eskiden paralel devlet yönetici güçler idi. Bugünkünden farklıydı. İnönü’yü Ecevit’i Kıbrıs kahramanı yaparak yendiler.

-Cumhuriyet Halk Partisi’nin görevi Türkiye’yi dinsizleştirmek idi. Mustafa Kemal ve İnönü verdikleri sözleri hep tuttular ama başka yönüyle dinsizleştirilemediler. CHP’nin görevi bitmiş oldu. Askerlerden sivillere geçirdiler. Şimdiki görevi ise Cemaatle bir olup İslamiyet’i bölmek. Bu, İslamiyet’in güçlenmesi demektir.

 

- AK Parti’de paralel güçle hareket eden bir grup var. Seçimde halk yönünü gösterecektir. Yazarlar, etkili değildir.

- Seçimde halk %45’in üstünde AK Parti’ye oy verirse halkımız artık oyunları anlamış gerekli cevabı vermektedir demektir. %40’tan aşağı düşerse demek ki milletimiz hala oyuna geliyor demektir. İkisi arasında oy alırsa daha çekeceği var demektir. Ama artık uyanmaktadır. %50’nin üstünde oy alırsa artık Türkiye Adil Düzen yaklaşıyor demektir.

 

- Devletimizi biz kendimiz yönetmeliyiz. Ne var ki dindar veya dinsizler, dolduruşa geliyor.

- Sermaye dünyaya hakimdir. Bu tarihi oluşumun sonucudur. Karşılıksız para devam ettikçe bunu durdurmamız mümkün değildir.  Düzeni değiştirmeliyiz.

 

- İşbirliği içinde paralel oluşları oluşturanlar refah içinde yaşarlar biz de böyle yaşarız.

- Er geç Adil Düzen gelecek ve bu paralellik sona erecektir.

 

NOT: Yazıda yer alan italik ifadeler Süleyman Karagülle’ye aittir.

 

Yorum:

Güçlü Devlet

Adil devlet kurulur ve güçlü yapılırsa paralel kuruluşlar ortadan kalkar.

Bugün neden paralel güçler vardır?

Neden derin devlet vardır?

Bir çok yasaklar açık çalışma imkanını vermeyince gizli, kapalı çalışmaya başlarlar. Sonuç olarak devlet içinde devlet oluşmaya başlar.

Paralel yapının oluşmasının ilk kaynağı ekseriyet sistemidir. Ekseriyete siz yönetme hakkı tanırsanız, ekseriyeti elde edemeyenler paralel güç oluşturur ve o yolla kendi haklarını korumak isterler.  

Paralel güçlerin oluşmasının ikinci sebebi bürokrasidir. Bürokratlara devleti yönetme yetkisini verirseniz herkes kadrolarını işgal etmek isterler. Eskiden bu paralel güç basınların gücü idi. Devlet kademeleri onlar tarafından işgal edilmişti. Biz daima dışlanırdık. Sonra,  solcular, sonra milliyetçiler, sonra akıncılar, şimdi de Gülenciler o paralel gücü oluşturuyorlar. Aslında bunların hiçbiri gerçek paralel güç değildir. Hepsi, sermayenin aleti olan güçlerdir.

Çözüm nedir?

1- Önce ülke bağımsız illere, iller bağımsız bucaklara ayrılmalı, kendi işlerinde merkez karışmayacak. İşleri merkez çözmeyecek. Her yer kendi sorunlarını kendisi çözecek.

2- İllerin kendi dilleri, kendi paraları, kendi güvenlik teşkilatı ve kanunları olacaktır. İl içinde merkezi kanunlar geçerli olmayacaktır.

3- Hakemlerden oluşan yargı sistemi olacak. Hakemlerden birini bir taraf, diğerini diğer taraf seçecek, baş hakemleri taraf hakemleri seçecektir. Verdiği karar kesin olacak, merkezi yargı denetimi olmayacak.

4- Yasaklar azaltılacak,  ancak başkasına zararlı iş yapılırsa tazmin ettirilecek. Ülke içi gizli istihbarat olmayacak. İller, bucaklar gizli istihbaratı kullanmayacak. İnsanlık kullanmayacak, gizli istihbarat,  sadece aralarında savaşın meşru olduğu ülkelerin ordularına ait olacaktır.

 

 

Süleyman Karagülle


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
23.03.2014
17:01

Dinlemerin tüm databankı Gülen'in kasasındadır Cemaatin hizmetinde 25 yıl bulunan akademisyen Prof.Dr Ahmet Keleş hizmetini bilinmeyenlarini anlattı. Keleş TVNET'te yayınlanan programda birbirinden ilginç konular dile getirdi. Keleş tüm dinlemelerin kasasının Gülen'de olduğunu ve anahtarının sadece onda olduğunu söyledi. YENİSAFAK.COM.TR | 22 MART 2014, 1:27 http://yenisafak.com.tr/gundem-haber/dinlemerin-tum-databanki-gulenin-kasasindadir-22.03.2014-627784?ref=manset-12 GÜNDEM Cemaatin flaş ismi Prof.Dr Ahmet Keleş TVNET yayınına katıldı. Keleş, Ferhat Ünlü'nün moderatörlüğünde, Abdurrahman Şimşek'le birlikte hazırladığı Haber-Analiz programında katıldı. Keleş Fetullah Gülen grubu içinde geçen 25 yılda yaşadıklarını anlattı. İşte o flaş açıklamalar GÜLEN KENDİNE AMADE BİR CEMAAT KURDU Hocaefendi ta başından beri hizmeti, devleti ele geçirmek için kurmuş. Gülen, Türkiye'yi bir devlet olarak masaya yatırıyor. Bu devlet ele geçirilmek istenirse nasıl ele geçirilir planı içerisinde çalışıyor. Bu kurumlar neler olabilir. En önemli askeriyeden emniyetten yargıdan bunları önem sırasına göre koyuyor. Önem sırasına göre bir hareket planı var. Buna göre de biz ilgilendiğimiz öğrencileri daha ilk eve aldığımız günden itibaren Gülen'e bağlı ve Gülen'e odaklı yetiştiriyoruz. Gülen'in planlamasıyla kaç tanesi emniyete yönlendirilecek kaç tanesi yargıya yönlendirilecek, bütün bu hayati alanlarda bu öğrenciler yönlendirilir. Geriye kalan 3'lük 2'lik Birliklerde ilahiyat imam hatip gibi oralarda da bulunsunlar anlamında diye yönlendirilir. GÜLEN DIŞINDA BAŞKASININ DİNİ ÖĞRENMESİNE GEREK YOKTUR Ferhat Ünlü:Dini meselelere daha mı az önem verilir? Daha az önem verilmesi şuradan Hoca var yetiyor zaten. Dinin hepsi o. Başka kimsenin öğrenmesine gerek yok. Hizmetin içinde tırnak içinde söylüyorum "en önemsiz en itibarsız değersiz" olanlar imam hatip ilahiyat alanıdır. Yapı böyle oluşunca Gülen bunun arşivini tutuyor. Birinci sınıfa geçem şimdi kaça geçti arkan kimler girdi. Bu bir süreç olarak devirdaim yapıyor. Öğrenciler tamamen buna göre yönlendiriliyor. Gülen bu öğrencilerin ne olursa öğrencilere fayda vereceğine bakmıyor. Şuanda nerede bu yetenekte zekada birine ihtiyaç var işte adliyede hukuka sevk ediyor. Nerede ihtiyaç var askeriyede oraya sevk ediyor. GÜLEN DÜŞÜNEN DEĞİL MEKANİK KAFA İSTER Gülen zeki, yorum sahibi, entellektüel aydın böyle insan istemez. Mekanik kafa ister. Mekanik kafa ile itaat eden insanlar ister. Dolayısı ile ne kadar bağlıysanız o kadar işe yarıyorsunuzdur. Öyle olunca o çark Gülen'in istediği gibi yürüyor. DATABANK PENSİLVANYA'DA İstihbarata gelelim şimdi. Bunlar toplanıldı çok güçlenildi. Telefonları dinleniyor, daha modern cihazlar alındı. Biz şahit olduk. Çok mahrem konular gelirdi. Gülen'e raporlar verilirdi. Mesul yetkililere ulaşmadan Gülen'e gelirdi bu raporlar. Bütün arşiv Gülen'in kasasındadır. Databank Gülen'dedir. Burada (Türkiye'de) Gülen'in hasırlı odasındaydı. Şimdide Pensilvanya'daki odasındadır. Gülenden başka kimse cemaatin bütün fotoğrafını bilmez, bilmesi imkan dışıdır. KASANIN ŞİFRESİ KRİPTOLANMIŞ Gülen'in kasasındadır tüm bilgiler. O kasının şifresini bir kendi bilir. Herhangi bir durumda o kasayı açabilmesi için yine kendisinin bildiği 3 kişi vardır. O 3 kişi birbirini bilmez. O şifrenin 3'de birini her birine verir yani kriptoludur. Hiç kimse tek başına gidip o kasayı açamaz yani. *** Camianın algı yönetimi: Ayna ayna söyle bakalım... Yasin Aktay, Yeni Şafak, 22.3.2014 Sosyoloji öğrenciliğimin başından beri Fethullah Gülen ve hareketi benim en önemli ilgi alanlarımdan biri olmuştur. Doktora tezimin de iki bölümü Türkiye'deki İslami düşünce ve hareketler içindeki yerine dair bir çözümlemeye tahsis edilmiştir. Şerif Mardin bir yerde Gülen hareketini sosyolojik olarak incelemenin, anlamanın ve açıklamanın zorluğuna işaret etmişti. Bu zorluğun sebebi olarak sanırım hareketin kendisini tanıtma konusunda gösterdiği aşırı çabaya işaret etmişti. Gerçekten de hareketin en önemli özelliklerinden biri dışarıdan bir anlama çabasına karşı kendini olağanüstü tedbirlerle kapattığı halde, bununla çok çelişkili olarak kendisini istediği gibi tanıtma konusunda gösterdiği yine olağanüstü PR çabaları. Kuşkusuz bu durum belli bir mesafeden bakıldığında hareketi anlamayı çok zorlaştıran bir durum oluşturuyor. Ama bu bile hareketin mahiyeti hakkında aydınlatıcı bir bilgi veriyor. Diğer İslami düşünce ve hareketlerle karşılaştırıldığında Gülen'in kendisi ve hareketi çabalarının büyük çoğunluğunu algılarının yönetimine hasretmiş durumdalar. Sadece bu yönüyle bile esasa dair yeterince büyük bir fark ortaya koyuyorlar. Normalde dini cemaatler kendi hallerinde hizmetlerini Allah için yapmaya çalışır, balık bilmezse halık bilir yaklaşımını benimserken, Gülen hareketi yaptıklarının reklamını, algıları yönetme adına ayrı bir sektöre dönüştürmüş durumda. Bu kapsamda, dünyanın her yanında Gülen ve hareketi üzerine şu ana kadar bir kaçına benim de katıldığım sayısız konferans, sempozyum, toplantı ve yayın yapıldı. Diyalog toplantılarında herkese mavi boncuklar dağıtıldı. Küresel çapta iş yapmanın gereği bilip ortamına göre Yahudiyle Yahudi, Hıristiyanla Hıristiyan, Şiiyle Şii, laikle laik olmaktan geri durulmadı. Bir tek mazlum ve mağdurlarla olamadılar. Nasıl olmaları gerektiğini çoktan geçmişler nasıl göründüklerine yoğunlaşmış. Vaktinin çoğunluğunu aynanın karşısında geçirip aynaya kendisinden daha güzel olup olmadığını soranlara benziyor halleri. Kendilerinden daha güzellere de hiç tahammülleri olmadığını yaptıkları akıl almaz operasyonlarla fazlasıyla göstermiş oldular. Algı yönetimine bu kadar takıntı derecesinde yoğunlaşmış olmak aslında yeterince bir şeyler gizlediklerini gösteriyor. Bugün neleri gizlediklerini sanırım herkse görmüş ve anlamış oldu. Hareket, genellikle ne istediğini hiç bir zaman net olarak söylemedi, söyledikleri hiç bir zaman tam olarak ne istediğini yansıtmadı. Hoşgörü dedi, yeri geldiğinde hoşgörüsüzlüğün eşsiz örneklerini kendi halkına karşı sergiledi. Sevgi dedi, özellikle Erbakan ve bazı Müslümanlar hakkında konuşurken nefretin bütün izlerini yansıttı. Siyaseti kategorik olarak kötüledi ama bütün faaliyetleri ve söylemleriyle siyasetin dibine kadar gitti. Bir tür müteşabih siyaset örneği sergiledi. Cemaat olarak bilinirken kavramın gözden düştüğü bir dönemde cemaat olmadığını kanıtlamak için akla karayı seçti, kendini daha muteber gördüğü sivil toplum kapsamına yazdırmaya çalıştı. Algı yönetimi konusundaki bu çabalar mızrakları çuvallara sığdırma telaşlarına dönüşüyor. Özellikle son zamanlarda Gülen'in algıyı yönetmek adına giriştiği her hamle kendisi hakkında daha bir istemediği sonuçları veriyor. Beddua iyi çalışılmış bir algı yönetimi çalışmasıydı ama Gülen imajını yerle bir etti. 17 Aralık sonrası Gülen konuştukça 40 yıldır inceden inceye işlemeye çalıştığı imajını daha da yıktı. Gülen'in Ekrem Dumanlı ile beş gün yayınlanan röportajı da herkesin zaten bildiği herşeyi başka türlü göstermenin mükemmel bir örneği olmuş. Çuvalları mızraklara sokuşturmaya çalışmanın bütün telaşını da ele verirken Gülen gerçeği ile Gülen'in yansıtmaya çalıştığı imaj arasındaki mesafe daha da açılıyor. Mülakat sayısız malzeme veriyor bu konuda, hangi birinden başlasak? 28 Şubat dönemindeki rolünü anlatırken, kendisine isnat edilenin aksine, ne yapmışsa durumun daha da kötüye gitmemesi için yaptığını söylüyor. Daha kötüsü ne olabilirdi ki? İnsanlara alim olarak sunulmuş bir insanın zorbalığın, İslam'a, İslam'ın değerlerine ve Müslümanlara karşı harekete geçmiş bir zulmün yanında görünmesini hani ikrah fıkhı meşru gösterebilir? Herkesin olduğundan farklı görünmesi bir yerde tolere edilebilir ama alimin takiyyesi bir toplumun başına gelebilecek en büyük felakettir. Gülen'in bugünlerde tam da seçimlere ayarlanmış bir hamle olarak özenle tasarlamış olduğu mülakat yine tevazu, zühd ve ahiretlik gösterileriyle dolu. Bugünlerde kendisine herkesin sorduğu soruyu atlayarak işi yurtdışındaki okullarına getirmesi de tuhaf bir mızrak olmuş. Hangi çuvala sığacak bu mızrak? Mızrak çuvala sığımıyor madem, çıkarıp karşıya sallayalım der gibi, 'okullardan şikayet eden bir Allah'ın kulu olmadı şimdiye kadar' diyor. Doğru da, bunun konuyla ne alakası var, acaba? Kimse bu okullardan başlamadı ki eleştirmeye. Konu insanların özel hayatlarına tecavüz pahasına telefonların gizlice dinlenmesi, başbakanın ve bakanların telefonlarının dinlemesi ve telefon kayıtlarının şantaj ve nihayetinde darbe teşebbüsünde kullanılması. Bu teşebbüsler soruluyor ve bunlar dolayısıyla itham ediliyorsunuz. Okullar dolayısıyla değil. Okullarda iyi işler yapmış olmak size Türkiye'ye vesayet kurma hakkı doğurmuyor. Haa, bunca yapılanlardan sonra elbetteki okullara bakışın değişmesi de gayet doğal, bakalım oralarda gerçekten neler yapılıyor diye herkesin sorma hakkı doğmuş oluyor. Ama asıl konu bu değildi ki. http://yenisafak.com.tr/yazarlar/YasinAktay/camianin-algi-yonetimi-ayna-ayna-soyle-bakalim/50915 *** Bu alçaklığın hesabı sorulacak SALİH TUNA, Yeni Şafak, 22.3.2014 http://yenisafak.com.tr/yazarlar/SalihTuna/bu-alcakligin-hesabi-sorulacak/50909 Meşru olmayan yolla edinilen bilginin kendisi de meşru değildir. Kıymet hükmümüz dünya durdukça bundan ibarettir. Ne olursa olsun, nasıl olursa olsun ve kime olursa olsun fark etmez. Baykal'a malum kaset komplosu kurulduğunda (yazı günüm olmadığı halde) 'Baykal' (08.05. 2010, Yeni Şafak) başlıklı bir yazıyla ağzıma geleni söyledim. (Yazı arşivde duruyor, merak edenler bakabilirler.) Kıymet hükmüme sadakatimin gereğiydi bu. 'Kimsiniz lan siz' demiştim, 'kimsiniz?' Muhafazakar olsanız ne yazar; değil mi ki insanların mahremine tecavüz edenlere yardım ve yataklık yapıyorsunuz, kimliğinizin ne önemi var?! Mahremine tecavüz edilen isterse düşmanım olsun tavrım milim değişmez. Hatta en duyarlı olduğum konularda bile... Mesela, 'Bakara-makara' şeklinde Allah'ın ayetleriyle dalga geçme alçaklığı (Kuran'da bu tiplerin hükmü açık ve net olarak belirtilmiştir) karşısında bile evvela bu bilginin elde ediliş yöntemine bakarım. Ve daha sonra elbette 'beyan esastır' ilkesi geçerlidir. (Malumunuz, ikrar yok, tam aksine yalanlama var.) Hayır, 'şüyuu vukuundan beter' darbımeselini asla aklıma getirmem. Zira söz konusu yöntemin bizzat 'şüyuu' için çalıştığını bilmez değilim. Allah'ın ayetleriyle zerre miskali alay edildiğinde nevrim döner. Böylesi bir iğrençliği oğlum yapsa evlatlıktan reddederim, babam yapsa yüzüne bakmam. Lakin şu soruyu sormadan da etmem: Ya en hassas olduğumuz konu üzerinden vurulmak (avlanmak mı deseydim) isteniyorsak... Yani... Bize en hassas en duyarlı olduğumuz konular üzerinden söz konusu gayrimeşru bilgi edinme yöntemine 'gel gel' yapılıyorsa... Bu tarz 'bilgi edinme yöntemine' bir kez olsun itibar etmeniz bile ona meşruiyet kazandırıyorsunuz anlamına gelir. Hele siz bu yolu bir açmaya görün ondan sonrası müfterilerin yeteneklerine kalmış demektir. Uzun lafın kısası, kıymet hükmünüze ihanet ettiğiniz takdirde ehramlara taş taşımaktan kurtulamazsınız. Ayrıca... Fâsıkların getirdiği veya ürettiği veya dolaşıma soktuğu hiçbir bilgi veya habere itibar edilemez. Yalan söylemeyi nerdeyse yöntem haline getirenler de elbette fâsıkların ta kendileridir. Kapı aralığından veya pencere kenarından herhangi bir haneyi gözetlemenin haram olduğunu sıradan bir Müslüman bile bilir. Tecessüs haramdır! Buna rağmen nasıl olur da tele kulak veya kamera düzeneği marifetiyle insanların en mahrem konuşmalarını veya görüntülerini dolaşıma sokanlara itibar edilebilir? Bu tarz haram bilgi veya haber getirmekle de kalmayıp, tehdit veya şantaj için kullananlar yok mu? Bunlar en adi tecavüzcülerden daha beter yüz kızartıcı suç işleyenlerdir. İnsanların hayatlarına gizli kameralarla hoyratça tecavüz edenlerden, kişilik katli için olmadık teknik imkanlarla montaj yapanlardan daha alçak kimdir? Başbakanı, Cumhurbaşkanını (kriptolu telefonları) dinleyip casusluk suçu işleyenler, yani vatana ihanet edenler değil mi? Çünkü bunlar topyekûn millete karşı suç işlemişlerdir. İşte bu millet 30 Mart'ta bu alçaklığın da hesabını soracaktır.

Reşat Nuri Erol
25.03.2014
20:04

KARDEŞ OLABİLMEK VE SORUMLULUKLARINI YERİNE GETİREBİLMEK Prof. Dr. Burhanettin can Giriş Taksim Kadife Darbe sürecinin ortaya çıkardığı en ciddi sıkıntılardan biri, iki Müslüman camianın birbirlerini çok ağır bir şekilde suçlayarak birbirleri ile savaşmalarıdır. Ahlakı endişe ve kural tanımayan, hak ve hukuku göz önüne almayan bir kavga ortamına ağır ağır çekildiğimizin, özel olarak iki tarafın, genel olarak da tüm Müslüman camianın farkına varmaması, bugünün en ciddi meselesidir. Diğer taraftan unutulmaması gereken bir gerçek de, Ukrayna Kadife darbe sonuçlarının, Türkiye’deki Kadife darbecileri etkilediği ve onlar için moral ve motivasyon kaynağı olduğudur. Bütün Kadife Darbelerde, seçim öncesi, esnası ve sonrasında “seçime hile karıştı” denip kitleleri sokağa çekip sokak hakimiyeti kurarak siyası iktidarı düşürmek ve ülkeyi bir kaosa sürüklemek temel bir stratejidir. Son ölüm hadisesine(Berkin) ve yapılan eylemlere bu açıdan bakmak gerekmektedir. Bundan sonra gerilim artırıcı provokatif hareketler gittikçe artabilir. Her yanlış adım, söz ve kelam gayrı memnunlar ittifakını genişletebilir. Bu da Kadife darbeci şer cephesinin işine yarar. O nedenle bu ülke insanının dostluk ve kardeşlik duygularını geliştirici, kuvvetlendirici bir dil, tavır ve tutum ortaya konulmalıdır. Bunun için herkes üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi gerekmektedir. Bu amaçla burada kardeşlik üzerinde durulacaktır. Değer Eksenli Kardeşlik Kan merkezli, süt merkezli ve değer merkezli olmak üzere üç farklı kardeşlik tanımlanmaktadır. Biz burada değer eksenli kardeşliğin üzerinde duracağız. En genel anlamda inanç kardeşliği, ortak değerler etrafında toplanan insanların birbirlerine, ötekilere nazaran, ayrı bir sevgi bağı ile bağlanmaları ve ayrı bir ilişki, dayanışma içerisinde bulunmalarıdır. Değerlerin ortak olma derecesi ve düzeyine bağlı olarak bu kardeşlik, merkezden çevreye doğru bir genişleme, bir yayılma göstermektedir. Değer eksenli kardeşliğin en güzel örneklerinden birini, Kuran’da Rum Süresinin 1-4 ayetlerinin nazil olmasına sebep olan olayda görebilmekteyiz. Süre, İran-Bizans arasında 613’de başlayıp 616’da Bizans'ın mağlubiyeti ile sona eren savaşın geleceği ile ilgilidir. Mekkeli müşrikler, Kitap Ehli olan Bizans’ın mağlubiyetine sevinerek, Müslümanlara meydan okumuşlardır: "Siz ve Hıristiyanlar Ehl-i kitapsınız, biz ve İranlılar ümmiyiz (kitap sahibi değiliz). Bizim kardeşlerimiz sizin kardeşlerinizi tepelediler, biz de sizi tepeliyeceğiz" (1) Mekkeli Müşrikler, Iranın putperest olmuş olması nedeniyle İranlıları kendilerine kardeş; Bizans’ı da, Ehl-i Kitap olmasından dolayı, Müslümanlara kardeş olarak görmekte ve Iranın zaferinden dolayı sevinmektedirler. Bunun karşısında Müminler de Ehl-i Kitap olan Bizans’ın Putperestler karşısında yenilmiş olmalarına üzülmektedir. İşte Rum 1-4 ayetleri, morali bozulan müminlere, Bizans’ın 9 yıl içerisinde galip geleceği müjdesini vererek onlara manevi destek olmuştur(30Rum1-4). Mekkeli müşriklerle Müslümanlar arasında ortak payda olarak kan bağı vardı, birbirlerinin akrabaları idiler. Böyle olmuş olmalarına rağmen kardeş olma değil arkadaş olmaları bile mümkün olmamıştı. Müşrik Araplarla Putperest Iran arasında hiçbir kan bağı, akrabalık ilişkisi söz konusu değildi. Bununla beraber Mekkeli müşrikler görmedikleri, tanımadıkları İranlıları, değerler sisteminin ortak oluşundan dolayı kardeş olarak kabul etmişler ve kendi kan bağı ile bağlı oldukları insanları, akrabalarını ret etmişlerdir. Aynı tutum, davranış ve anlayış Müslümanlar için geçerli olmuştur. Müslümanlar da, kendi akrabaları yerine hiç görmedikleri ve tanımadıkları Bizanslıları, bazı değerlerin ortaklığından dolayı Mekkeli müşriklere karşı kendilerine daha yakın bulmuşlardır. Bu noktada sormamız gereken soru, AKP ile Gülen hareketi arasındaki mesafe, Mekkeli Müşrikler-İranlılar ile Müminler arasındaki mesafe kadarmıdır? Ehli Kitap olan Bizans kadar dahi birbirine yakın değillermi? Eğer mesafe bu kadar açılmışsa yapılacak bir şey yok demektir. Aksi durumda, taraflar delillerini, belgelerini daha açık bir şekilde ortaya koyarak Müminlerin hakemliğine müracaat etmelidirler. Özellikle taraflar, seçim sonrasında bu konuya açıklık getirmek zorundadırlar. Değer eksenli kardeşliğin daha canlı bir örneğini, Müslümanların Mekke’den Medine’ye hicretlerinde görmekteyiz. Tarihte bu güne kadar görülmüş en büyük inanç eksenli bir kardeşlik, Müslümanların Mekke’den Medine’ye hicretiyle Medine de yaşanmıştır. Hz. Peygamber kendi akrabalarının zulmünden kaçarak Mekke’den Medine’ye Göç eden (muhacir) Müslümanları, kendileri ile akraba olmayan Medine’nin yerli Müslümanları (Ensar) ile birbirlerine varıs olabilecek bir hukukla (başlangıçta) bire bir kardeşleştirmiştir(59 Haşır 9) Gerek ayetlerde, gerekse hadislerde ve gerekse işin pratiğinde farklı değer sistemlerine mensup insanların kendi içlerinde birbirlerini kardeş olarak gördükleri anlaşılmaktadır(59 Haşır 11; 7 Araf 202). Müminler/Müslümanlar kardeştir Müminleri kardeş yapan bağ, Allah’ın gönderdiği değerleri içeren Kuran’dır ve Hz. Peygamberin Sünnetidir. Kuran-Sünnet merkezli bir dayanışma, onları kardeş kılmış, her türlü ihtilafları onun hakemliğinde çözerek adaleti tesis etmişler ve dağılıp parçalanmaktan kurtulmuşlardır. Kalpleri onun sayesinde birbirlerine ısınmış, aradaki soğukluk sıcak bir sevgiye dönüşmüş, böylelikle ateşe düşmekten helak olmaktan kurtulmuşlardır(3 Alı Imran 103). Kuran’da müminlerin Kardeş olduğunu söyleyen ayete, aralarında çatışma/ihtilaf bulunan müminlerle ilgili arabuluculuk görevinin diğer müminlere yüklenmesinden sonra yer verilmiş olması, Kuran’ın müminlerin kardeşliğine verdiği önemden dolayıdır(49 Hucurat 9-10). Çatışan iki Mümin topluluğun arasını bulmaya çalışmak, diğer müminlerin aslı görevidir. İşte Müminlere böyle bir görev ve sorumluluğu yükleyen ayetten(49 Hucurat 9) sonra ‘Müminler ancak Kardeştir’ hükmünün yer alması(49 Hucurat 10), kardeşliğe verilen önemden dolayıdır. Bundan dolayı Hz. Peygamber Müminler arasındaki kardeşlik sorumluluğunu, anayasal bir sorumluluk olarak Medine anayasasına koydurmuştur: “Madde 12-b) Hiçbir mü'min diğer bir mü'minin mevlası ile onun aleyhinde olmak üzere bir anlaşma yapmayacaktır. Madde 13- Takva sahibi mü'minler, kendi aralarında mütecavize veya haksız bir fiil ika'ını tasarlayan, yahut bir cürüm yahut bir hakka tecavüz veyahut da mü'minler arasında bir karışıklık çıkarma kasdını taşıyan kimseye karşı olacaklar ve bu kimse onlardan birinin evladı bile olsa, hepsinin elleri onun aleyhine kalkacaktır. Madde 15- Allah'ın zimmeti (himaye ve teminatı) bir tektir: (Mü' minlerin) en ehemmiyetsizlerinden birinin (himayesi) onların hepsi için hüküm ifade eder. Zira mü'minler diğer insanlardan ayrı olarak birbirlerinin mevlası (kardeşi) durumundadırlar.”(2) İşte böyle bir kardeşliğin tesisi üzerinde bu günün Müslümanları, yoğun bir şekilde düşünmek ve çaba harcamak zorundadırlar. Bu nedenle Madde 13, bugün Türkiye’de var olan ve gittikçe derinleşen kavga ile ilgili Müslümanlara çok tarihi bir sorumluluk yüklemektedir. Gerek Hucurat 9 ve gerekse Madde 13’e göre emredilen adil bir hakemlik sisteminin kurulması ve tarafların bu hakem heyetine tabi olması ve verilen karara uymalarının sağlanması, çatışan tarafların dışındaki diğer Müslümanlara düşen bir görev ve sorumluluktur. Mart seçimleri sonrasında bu konu ele alınmalıdır. Müminlerle Müşriklerin Kardeş Olması Mümkün mü? Kuran değişik ayetlerde Müşriklerin tutumlarını, davranışlarını, anlayışlarını, dostluklarını, müttefikliklerini açıklamaktadır. Tevbe süresinin ilk 20 ayetinde müşriklerle yapılan anlaşmalara ne oranda sadık kalacakları ve yeminlerini tutacakları anlatılmakta, onları kardeş olarak kabul edebilmenin şartları ortaya konulmaktadır. 1. ayet de Müslümanlarla antlaşma imzalayan Müşriklere Allah'tan ve Resulü’nden ‘kesin bir uyarı’ yapılmakta; 3. ayette ise ‘Allah ve Resulü’nün müşriklerden uzak olduğu’ insanlara duyurulmaktadır. Sonraki ayetlerde anlaşma yapanlarla yapmayanlara karşı takınılacak tavırlar belirlenmekte ve anlaşma yapılanlara karşı daha uyanık ve daha dikkatli olunması Müslümanlardan istenmektedir. Çünkü onlar, her fırsatta anlaşmalarını bozan ve her türlü kötülüğü yapmaya kalkan, ahitlerine ve yeminlerine bağlı olmayan bir toplulukturlar (9 Tevbe 8-11). Taksim Kadife darbe süreci, AKP’nin yıllardır dost ve kardeş ilan ettiği Müşrik AB, ABD ve İsrail yöneticilerinin maskelerini düşürmesi açısından ilahi bir tecelli ve uyarı olarak algılanmalıdır. Gülen Hareketinin de, ittifak içerisinde bulunduğu bu kesimlerin tutum ve tavırları ile ilgili gerekli dersi alması, alındığı kumpastan kurtulması için gayret etmesi ve barış taraftarı olması, kendileri için daha hayırlı ve yararlı olacaktır. Bugün AKP’ye saldıranlar ve onu tasfiye etmek isteyenler, yarın kendilerine saldırıp tasfiye etmek isteyeceklerdir. ‘Allah’ın Emrettiği Şekilde Kardeşler Olmak’ İslam’ın istediği değer odaklı bir kardeşlik, içinde bulunduğumuz sıkıntıları aşmada bir anahtar rol oynayabilir. Ancak Müslümanların Kardeş olması demek aralarında ihtilaflar, husumetler meydana gelmeyecek anlamına gelmemektedir. Şeytanların yaşadığı bir dünyada, risk her zaman var olmuştur ve bundan sonra da var olacaktır. Önemli olan, bu riskin hangi şartlarda ve nasıl minimize edileceğidir. İşte bu noktada Hz. Peygamber’in ‘Allah’ın emrettiği şekilde Kardeşler olun’ şeklinde bir kavramsallaştırma yapması, önemli olmaktadır. Bu niteleme, Kardeşlik kavramına büyük bir derinlik kazandırmakta, onu keyfi ve yüzeysel bir kavram olmaktan çıkarmaktadır: "Selamı yaygınlaştırın, yemek yedirin, Allah Teâla hazretlerinin size emrettiği şekilde kardeşler olun!" (3). "Sakın zanna yer vermeyin. Zira zan, sözlerin en yalanıdır. Tecessüs etmeyin, haber koklamayın, rekâbet etmeyin, hasedleşmeyin, birbirinize buğzetmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin, ey Allah'ın kulları, Allah'ın emrettiği şekilde kardeş olun. Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Ona (ihânet etmez), zulmetmez, onu mahrum bırakmaz, onu tahkîr etmez. Kişiye şer olarak, Müslüman kardeşini tahkir etmesi yeterlidir. Her Müslüman’ın malı, kanı ve ırzı diğer Müslümana haramdır. Allah sizin suretlerinize ve kalıplarınıza bakmaz, fakat kalplerinize ve amellerinize bakar. Takva şuradadır- takvâ şuradadır, takvâ şuradadır, (eliyle göğsünü işaret etti). Sakın ha! Birinizin satışı üzerine satış yapmayın. Ey Allah'ın kulları kardeş olun. Bir Müslümanın kardeşine üç günden fazla küsmesi helâl olmaz."(4) Burada Müslümanlara verilen emir/öğütlerde, ‘Allah’ın emrettiği şekilde kardeş’ olabilmek için Müslümanların nelere dikkat etmesi gerektiği açıklanmaktadır. Hz. Peygamber, gerilim meydana getirecek, harareti yükseltecek ve güveni yıkacak hususlarda Müslümanları eğitmektedir. Bunlara dikkat edilmezse toplumsal bünye tahrip olacak, birlik, beraberlik, dirlik ve dayanışma yok olacaktır. Bugün gerek AKP ve gerekse Gülen Hareketinin birbirlerine karşı kullandıkları dil, tutum ve tavırlar yukarıdaki hadisin ruhuna terstir. Allah, Resulüne ve Ahiret gününe iman edenlerin hem Kuran’a hem de Hadise ters bir tutum içerisinde olmaları uygun değildir. Öyleyse Ey çatışan taraflar, Allaha ve Resulüne uyun!(4 Nisa 59) Hz. Peygamberin aşırı hassasiyet göstermiş olmasının sebebi, toplumsal yapı ile bireysel yapıyı bir bedenin organları, bir bütünün parçaları olarak görmesidir(5,6). İnsan vücudunda en basit hücreden en karmaşık birime kadar bütün alt birimler, birbirleri ile eş zamanlı, birbirleri ile organizeli bir bütün oluşturur. Her biri kendi bireysel görevini yerine getirirken bütünün mükemmel bir şekilde var olmasına katkıda bulunur. İşte Hz. Peygamber, ümmeti böyle bir yapıya benzetirken bu mükemmel görev anlayışına ve dayanışmaya dikkat çekmektedir. Bütünlüğü sağlayacak bir işbirliği, Allah’ın emrettiği kardeşlikle vuku bulabilir. Bunu sağlayacak olanlar, yalnızca Allah’tan gerçek anlamıyla korkup sakınanlardır. Öyleyse Ey çatışan taraflar, Allah’tan korkup sakının! Müminler arasında gerilim, huzursuzluk, hoşnutsuzluk meydana getirecek bazı temel davranış bozukluklarının, Müminlerin kardeş olduğunu belirten Hucurat süresinin 9 ve 10. ayetlerinin devamında dile getirilmesi dikkat çekicidir. Gerçekten bu ayetlerde müminler, çok sert bir şekilde uyarılmaktadır. Müminler arasında güven bunalımına sebebiyet verecek bu tür hareketler, fasıklık ve zalimlik olarak vasıflandırılmakta ve yapılanlar ölü kardeşinin etini yemekle eşdeğer tutulmaktadır(49 Hucurat11-12). Öyleyse ey çatışan taraflar, birbirinizin etini yemeyin! Kardeşler arasında güven bunalımının ortaya çıkmış olması, safların bozulmasına, birlik, beraberlik ve dayanışma ruhunun yıkılmasına sebebiyet vermektedir. Bunun için Hz. Peygamber, müminlere Sıdkı ve Birri tavsiye etmektedir(7). Müslümanlar arasında güven bunalımına sebebiyet verip safları bozan her davranış ve tutum, aynı zamanda Allah’ı gazablandırmaktadır (61 Saff 2-4). Ayette Allah’ın Gazaplanması kavramının kullanılmış olması bile, tüm iman etmiş olanların tüylerini diken diken etmeye yetip artması gerekir. Çünkü Allah’ın azabından, gazabından kurtulmak için iman edilmektedir. Öyleyse İman Edenlerin Kardeşliği, sadece bir slogan değil aynı zamanda pratik hayatta ikame edilecek bir olgu, bir görevdir de. Öyleyse Ey çatışan taraflar, Allah’ı gazaplandırmayın! Hz. Peygamber, tüm Müslümanlara yaptığı en büyük ve son olan Vasiyetinde (Veda Hutbesi), Müslümanların kardeş olduğunu vurgularken kardeşliği bozacak davranışlardan kaçınılmasına bir kez daha özenle vurgu yapmıştır (8). Vasiyete uymak Müslümanlar için önemli bir görev olduğuna göre günümüz Müslümanlarını, Hz. Peygamberin vasiyetine uymaya ve gerekli hassasiyeti göstermeye davet ediyoruz. Öyleyse Ey çatışan taraflar Hz. Peygamberin(sas) vasiyetine uyun! Sonuç: ‘İman Edenlere Karşı Kalbimizde Bir Kin Bırakma’ İslam’da asl olan tevhidi değerlerdir. Bunlar her türlü ekonomik ve kan ilişkisinden bağımsız ve onların üzerinde başlı başına bağlılık oluşturan temel değerlerdir(9 Tevbe, 23). Bu gün her zamankinden daha fazla birlik ve beraberliği muhtacız. Ayrıntılarda boğulup bütünü gözden kaçırmamalıyız. Sahip olmamız gereken birlik ve beraberlik için geçmişte olup bitenlerin sebep olduğu kin ve nefreti bir tarafa bırakıp Allah’ın Emrettiği Şekilde Kardeşler olmalıyız(59 Haşr10). Öyleyse Ey çatışan taraflar, iman edenlere karşı kalplerinizdeki kin ve nefreti atın! Ancak böyle bir kalbi yönelme ile Allah, kalplerimizi birbirine ısındıracak kardeşlik duygularımızı pekiştirecek, dağılıp parçalanmaktan kurtaracaktır (3 Al-i İmran 103). Öyleyse Ey çatışan taraflar, Allah’ın ipine sımsıkı sarılın düşüp parçalanmaktan korunun ve kardeşler olun! Allah’a ve Ahiret gününe gerektiği gibi iman edenlerden Allah’ın razı olması için bu, yapılması gereken çok önemli bir sorumluluktur(58 Mücadele 22). Öyleyse Ey Çatışan taraflar, Allah rızası için çatışmayı durdurun! İslam’ı sadece 5 şarta indirgeyip de makamlarını, mevkilerini, mal ve mülklerini, güçlerini ilahlaştıran, grupçuluk-hizipçilik davasında bulunan, bu tutum ve davranışları ile Müslümanların ‘Allah’ın Emrettiği Şekilde Kardeşler’ olmasına mani olan Müslümanların, unutmaması gereken nokta, öldükten sonra hesap vereceğimizdir. Öyleyse, Ey Çatışan taraflar, Allaha ve Resulüne başkaldırmış olanlara karşı sevgi, saygı ve dostluk beslemeyin! Öyleyse Ey çatışan taraflar, ellerinizin, dillerinizin, derilerinizin şahitlik yapacağı o hesap gününden korkun ve sakının! Öyleyse bu savaşı bitirin, başkalarının değirmenine su taşımayın! Kaynaklar (734)- Tirmizî, Tefsir, Rum (3190). 2-Hamidullah M., İslam Peygamberi, İrfan Yayınevi, İstanbul,1972. 3- Kütübü Sitte, 3252, 6955 Nolu Hadisler) 4- (3312)- Buharî, Nikâh 45, Edeb 57, 58, Ferâiz 2; Müslim, Birr 28-34, (2563-2564); Ebu Dâvud, Edeb 40, 56, (4882, 4917); Tirmizî, Birr 18, (1928). 5-(3336)- Buhârî, Edeb 27; Müslim, Birr 66, (2586). 6- Buhari - (3352)- Tirmizî, Birr 17, 18, (1927, 1928, 1930); Müslim, İman 95, (55). 7- Kütübü Sitte 3849, 7152 Nolu Hadisler. 8- Tirmizî, Fiten 2, (2610); Tefsir 2, (3087); Müslim, Hacc, 194, (1218). Umran Kültür ve Medeniyet Hareketi

Reşat Nuri Erol
27.03.2014
07:56

25 Mart gecesi neler yaşandı?

27 Mart 2014 Perşembe

Süleyman ÖZIŞIK

suleyman@internethaber.com Gördüğüm, konuştuğum herkes "'Erdoğan hakkındaki bomba kaset 25 Mart'ta yayınlanacak' iddiasını ilk olarak ortaya atan sendin. Kaset neden yayınlanmadı?" diye soruyor. Hepsine tek tek cevap verdim, bir de buradan anlatayım. Kasetteki konuşmaları dinleyen haber kaynağım, 25 Mart gecesi bana attığı bilgi notunda hem kasetin içeriğini, hem kimin internette servis edeceğini, hem de kasetin yayın saatini bana tüm ayrıntılarıyla anlattı. Haber kaynağımın anlattığına göre kasette Başbakan Erdoğan, Abdullah Öcalan'ın özel bir jetle Oslo'ya götürülmesi için talimat veriyor. O görüşmede Öcalan da müzakere masasında yer alıyor. Ayrıca kasette Öcalan'a hapisten çıkacağı ve Güneydoğu'nun özerkliği ile ilgili garanti verildiği şeklinde diyaloglar var. Yalnız 25 Mart akşamı sadece bir kaset yayına verilmeyecekti. Yani yayınlanacak bir kaset daha vardı. O kasette ise Erdoğan'ın daha önceki seçimlerde nasıl hile yaptığına dair iddialar yer alıyor. Bu sandıklarda daha önce AK Parti lehine atılan oyların olduğu iddiası var. Bununla ilgili bir ses kaydı yer alıyor. Aldığım bu bilgilerden sonra sosyal medyada kaseti yayınlayacak olan kişinin ismini vererek detayları paylaşmaya başladım. Olan bundan sonra oldu! Deşifre olduğunu anlayan şahıs çevresindeki herkesi sorgulamaya, kimin kendisini ihbar ettiğini bulmaya çalıştı. Haliyle kasetin yayınlanması sekteye uğradı. Mesela her perşembe akşamı toplandıklarını ve yayına verilecek kasetlerle ilgili karar verdiklerini biliyorum. Mesela, geçtiğimiz hafta Kahramanmaraş'taki ailesiyle helalleşmeye gittiğini biliyorum. Mesela, kendisiyle bugüne kadar kader birliği yapan diğer cemaatçi arkadaşının olaylar tehlikeli boyuta gelince geri adım attığını ve "Ben ailemi riske atamam, benden buraya kadar" dediğini biliyorum. Mesela, kasetleri yayına veren "Başçalan" ve "Anatolia" isimli hesapların bu şahıs tarafından idare edildiğini biliyorum. Şunu özellikle belirtmem gerekiyor. Kaseti izleyen haber kaynağım, bunun bir kara komplo olduğu konusunda kesin ve net konuşuyor. Herşeyin bir düzmece olduğunu ilk bakışta anladığını söylüyor. Bu kasetin bir başka el tarafından yayına verilip verilmeyeceği konusunda bir fikrim yok. Şahsi fikrimi soracak olursanız, seçim yasakları başladığında bu kasetin yayınlanma ihtimali yüksek. Çünkü başından beri, "Seçim yasakları başlayıp, Erdoğan ekranda kendini savunamayacağı bir ortamda yayına verilmesi" konusunda görüş birliği olduğundan haberdarım. Şundan eminim ki cemaatin son kozu bu kasetleri yaymak olmayacak. Seçim günü için başka bir plan devreye sokulmaya çalışılıyor. Sayıları onbinleri bulan sahte polis kimlikleri bazı kişilere ulaştırılıyor. Bu kişilerin seçim gününde sandıklarda hile yapıldığı iddiasıyla baskınlar yapıp "Seçimde hile yapıldı" algısı üzerinden bir kaos ortamı yaratmaya çalıştığı yönünde ciddi kuşkular var. Yazıcıoğlu konusuna gelince... Yayınlanacak olan asıl kaset Yazıcıoğlu'nun ölümüyle ilgiliydi ancak o kasetin yayınlanmamasına karar verildi. Çünkü ne yapıldıysa Yazıcıoglu'nun öldürülmesi ile Hakan Fidan'ın MİT müsteşarı olduğu tarih denkleştirilemedi ve inandırıcığılı omyacak olan bu kasetin yayınlanmamasına karar verildi.





Sayı: 249 | Tarih: 23.03.2014
Mahir Kaynak
Devleti Güçlendirmek
Güçlü Devlet
1349 Okunma
3 Yorum
Süleyman Karagülle
Yusuf Kaplan
'Türkiye'düşerse insanlığın umutlarıda suya düşer
İkinci 10 yıllık Erdoğan dönemi mi?
1267 Okunma
Ali Bülent Dilek
Ahmet Hakan
Yasakçı yaratan karanlık
İslami ve İslami olmayan
1251 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Mehmet Şevket Eygi
“Dini ve Namusu Olanlar Kazanamazlar”
Tüm İnsanlık İçin
1213 Okunma
Emine Hocaoğlu
Hüseyin Gülerce
Vefasızlık: Billahi değmez...
Mümince Duruş
1212 Okunma
1 Yorum
Zafer Kafkas
Mehmet Barlas
Aklı burada vücudu orada olmak sorunsalı
Hicret Demokrasisi
1143 Okunma
Tayibet Erzen


© 2024 - Akevler