Ergenekon'un da, "yeni darbe" girişiminin de arkasındaki 'aktörler' aynı!
Yusuf kaplan
29 aralık 2013
5 yıl önce yazdığım Ergenekon yazılarını bugünlere ve yarın olabileceklere 'ışık tuttuğu' için okuyucuların ısrarı üzerine yeniden yayımlıyorum.
Bu yazılardan ilki, 18 Temmuz 2008 tarihinde "Ergenekon'un 'getirdikleri' ve ' götürdükleri' başlığıyla, ikincisi ise 28 Temmuz 2008 tarihinde "Ergenekon'la 'dolmuşa bindirilmediğimizden' emin misiniz?" başlıklarıyla yayımlanmıştı. U yazıları yeniden yayımlarken sadece ara başlıkları eklediğimi not etmiş olayım.
+++
18 Temmuz 2008 tarihli birinci Ergenekon yazım şöyle:
………………………….
Ergenekon operasyonu konusunda yine ipin ucunu kaçırdığımız görülüyor: Bu operasyonun önemini gereğinden fazla abartıyoruz.
Bazıları, Ergenekon operasyonunun bir milat olacağını bile söyleyebiliyorlar.
ERGENEKON, YERLİ BİR İRADENİN ÜRÜNÜ MÜ?
Her şeyden önce, Ergenekon operasyonu, acaba bütünüyle yerli bir iradenin ürünü mü?
Ergenekon operasyonunun bir milat olup olmadığına karar verebilmek için bu operasyonun gerisindeki gerçek iradenin, gücün ve sâikin ne olduğunu çok iyi bilmemiz veya görebiliyor olmamız gerekiyor.
Ancak bu konuda karşımıza çıkan tablonun veya manzaranın bir hayli flu olduğunu gözlemliyoruz.
Ben şahsen, bu operasyonun bütünüyle yerli bir iradenin ürünü olduğuna dair ciddî kuşkular taşıyorum. Bu operasyonun gerçekten de Türkiye'deki derin çete yapılanmasına büyük darbe vuracağı anlaşılıyor.
İyi de darbeyi vuran kim?
Benim kanaatim, darbeyi vuranın ABD olduğu yönünde. ABD'nin özellikle istihbarat aşamasında çok belirleyici rol oynadığını düşünüyorum.
Burada kafa karıştıran sorun tam da bundan sonra devreye giriyor: Türkiye'deki "derin çete" yapılanması, NATO-ürünü bir yapılanma değil miydi zaten?
O hâlde, eğer Ergenekon operasyonunda da ABD'nin göz ardı edilemeyecek bir rolü varsa, burada ortaya çıkan çelişkiyi nasıl açıklayacağız öyleyse?
"LAİKÇİ ŞEBEKE"NİN YERİNE "YENİ BİR ŞEBEKE"
Elbette ki şöyle açıklayacağız: ABD, şimdiye kadar ABD'ye çalışan bilumum Atatürkçü, Kemalist, solcu, ulusalcı, laikçi tipleri tasfiye ediyor. Yeni bir şebekeyle çalışmak istiyor. Sözümona bazı "İslâmî kesimlerle" çalışmak istiyor. Sözkonusu 'İslâmî kesimleri' çok sevdiği için mi?
Elbette ki, hayır!
ABD'nin böyle bir yola başvurmasının iki temel gerekçesi var: Birincisi, başka seçeneği olmadığı veya kalmadığını çok iyi biliyor ABD.
İkinci olarak da, böylelikle 'İslâmcıları' kendi hâline bırakmak istemiyor ve ancak bu şekilde İslâmcıları kontrol altına alabileceğini ve önlerini kesebileceğini düşünüyor.
Niçin peki? Başka seçeneği kalmadığı için.
YAĞMURDAN KAÇARKEN DOLUYA TUTULMAYALIM SAKIN!
Ergenekon operasyonu, yeni küresel süreçte hem Türkiye'nin Asya seçeneğini hem de İslâmî bir yörünge oluşturma seçeneğini iptal etmeyi amaçlıyor olabilir.
O yüzden bu operasyonla birlikte Türkiye elbette ki 'derin çeteler'den kurtulmuşolacak ama bu kez yeniden ABD'nin kucağına oturmuş olacak: Üstelik de bu kez küresel seçeneklerini terk etmeye zorlanarak yapmış olacak bütün bunları.
Bu nedenle ne yapıp edip bu operasyonun yerli bir iradenin hâkim olacağı bir operasyona; köklü bir temizlik harekâtına dönüştürülmesinin yollarını araştırmamız gerekiyor.
Aksi takdirde yağmurdan kaçarken doluya tutulmak gibi bir açmazla ve trajediyle karşılaşmaktan kurtulamayabiliriz.
***
28 Temmuz 2008 tarihli ikinci Ergenekon yazım ise şöyle:
"ERGENEKON'LA 'DOLMUŞA BİNDİRİLMEDİĞİMİZDEN' EMİN MİYİZ?"
'Laikçi şebeke'nin, Türkiye'nin başına nasıl 'belâ' olduğunu, önünü nasıl tıkadığını, tarihî yürüyüşünü nasıl engellediğini en ağır dille yazan yazarlardan biriyim.
Ama bir insan olarak, bir müslüman olarak, ABD'lilerin güdümündeki Soros tarafından finanse edilen fesat yuvası Cumhuriyetçiler Enstitüsü'yle -son derece şikâyetçi olmama rağmen- bu ülkenin ilkel laiklik anlayışını ve uygulamalarını aslâ tartışmaya kalkışmayacak kadar kişilikli, onurlu ve asil bir Türkiye çocuğu olarak, Ergenekon davası konusunda ciddî soru işaretlerim ve şimdiye kadar geliştirilen kutuplaştırıcı, Türkiye'yi tam ortadan ikiye bölücü Ergenekon söylemlerine ve operasyonların yürütülüş ve özellikle de medyada yansıtılış biçimlerine ciddî itirazlarım var.
Aptal yerine konulduğumuz ve fenâ hâlde "dolmuşa bindirildiğimiz" hissi var içimde.
'LAİKÇİ ŞEBEKE'NİN TASFİYESİ VE 'BAŞKA BİR ŞEBEKE'NİN İKAMESİ
Ergenekon davası, neyin ve kimin davası?
Türkiye'nin hakîkaten düzlüğe çıkmasını sağlayacak, ülkemizin önünü tıkayan urların, virüslerin gerçekten temizlenmesi hikâyesi mi bu operasyon?
Yoksa ABD'nin yaklaşık 50 yıldır kullandığı, ABD'nin çıkarlarını korumak için 'çalışan' ama artık 'işi bittiğine' karar verilen, adına ulusalcı denmesine rağmen bu milletin temel değerleriyle, tarih yapmamızı mümkün kılan İslâmî ruhuyla kavgalı 'laikçi şebeke'nin tasfiye edilerek ABD için küresel ölçekte daha kullanışlı başka bir "şebeke"nin ikamesi "operasyon"u mu?
İslâm'ın ehlileştirilmesi, sekülerleştirilmesi, bizzat kalenin içerden ve derinlemesine ama çaktırmadan teslim alınarak Türkiye'nin ruhunun, bu kez bu ruhu temsil ettiği düşünülen aktörlere "elmaşekerleri verilerek" yok edilmesi çabası mı bütün olup bitenler?
Başka bir deyişle, önceden ABD'ye çalışan, milletin burnundan getiren, başbakanlarını astırtan, ev ya da hücre hapislerinde çürüten, başbakanlarını öldürmeye kasteden ucu içerde kökü kesinkes dışarıda iğrenç bir "laikçi şebeke"nin oynadığı rolün, Soğuk Savaş şartlarının nihâyet Türkiye'de bitirilmesine karar veren dünya sisteminin lordu ABD tarafından dünya sisteminin çıkarlarını daha iyi koruyup kollayacak, üstelik de İslâmî kaygıları önceleyen başka bir "ekip"e havale edilmesi operasyonu mu?
Eğer böyleyse, yazıklar olsun!
ERGENEKON ZANLILARININ ŞEYTANLAŞTIRILMASI
Ayrıca henüz suçları mahkemece kesin olarak ispatlanmayan insanların, istersek hiç sevmeyelim, handiyse bütün televizyonlarda milletin önünde tam anlamıyla şeytanlaştırılması, beni her hâl ve şartta adaletten ve hakkaniyetten yana olan bir Müslüman olarak yeteri kadar tedirgin ediyor.
Benim gerçekten önemsediğim Mümtaz'er Türköne'ye bile "ürpertici" satırlar yazdırtan bir operasyon ve atmosfer, açıkçası beni Ergenekon-sonrası süreç için ürkütüyor: Türköne, Ergenekon iddianamesini okurken, gözünde canlanan manzarayı şöyle tasvir etmiş: "Koskoca bir kaya yerinden oynuyor. Kayanın altını mesken tutmuş haşeratın panik içinde kaçmaya başladığını görüyorsunuz. / Yılanlar, çıyanlar, akrepler, solucanlar panik içinde sağa sola koşuyorlar. Onları koruyan koca kaya kütlesi kalkınca, artık her birini teker teker ayağınızla ezebilirsiniz." (!) Pes doğrusu!
Bu dil, benim Türköne'den hiçbir zaman beklemeyeceğim kadar ürkütücü ve ürpertici bir dil.
SAHİBİ AYNI OLAN BİR DOLMUŞTAN İNDİRİLİP BAŞKA BİR DOLMUŞA MI BİNDİRİLİYORUZ?
Tekrar ediyorum: Türkiye'nin başına belâ olan, Türkiye'yi fenâ hâlde karıştıran bir fitne ve fesat şebekesinin çökertilmesi, elbette ki, takdirle karşılanacak bir cesaret örneğidir.
Ancak her şeye rağmen eğer yeni bir dünya kuruluyor ve Türkiye'ye de orada yeni bir Truva atı rolü biçiliyorsa, fena hâlde dolmuşa bindirildiğimizi ve ayartıcı bir şekilde dolduruşa getirildiğimizi nasıl olur da göremeyiz, göremiyoruz, anlayamıyorum doğrusu.
Eğer bu "hareket", "Soğuk Savaş artıkları"nın tasfiyesi hareketiyse, bunun anlamı açıkça şudur: Birileri Türkiye'yi, sahibi aynı olan bir dolmuştan indirip başka bir dolmuşa bindiriyor, demektir bu.
ASIL AZMETTİCİRİLER VE TAŞERONLARI
Eğer durum gerçekten buysa, Türkiye'de içeri tıkılanlar, gerçek azmettiriciler değil; yalnızca taşeron.
Asıl azmettiricinin yakasına esaslı bir şekilde yapışıp ondan hesap soramadığımız sürece, bu operasyonun, "laikçi şebeke"nin, "Uğur Mumcu'yu, Üçok'u, Kışlalı'yı dinciler öldürdü; Danıştay cinayetini, Cumhuriyet gazetesinin bombalanma hâdisesini dinciler yaptı" diyerek, sözümona "dinci" taşeronu suçlamak ve taşeronu bulduktan sonra da "suçluyu bulduk!" diye nârâ atmaktan ne farkı kalıyor ki?
Asıl azmettiricinin yakasına yapışamadığımız sürece, Türkiye, kolay kolay düzlüğe çıkamayacak, gerçek anlamda özgürlüğüne kavuşamayacak ve yeniden asil bir tarihî yürüyüşe soyunamayacaktır vesselâm.
http://yenisafak.com.tr/yazarlar/YusufKaplan/ergenekonun-da-yeni-darbe-girisiminin-de-arkasindaki-aktorler-ayni/45440
yorum;
Hormonlu kurumlar ve münafıklar!
Münafıklar iyi tanınmadan Müslümanların birbirleriyle
çatışması önlenemez.V e dünyada huzur bulmaz.
1985-1993 refah partisi idare amirliği dönemimde
Bunu fark ettim.
Elimden geldiği kadar çabaladım.
Ama parti yapısı beni dışarı attı.
1994-2008 döneminde Vakit-Akit gazetesi dağıtım
Şefliği dönemimde de gazete içinde aynı çabayı gösterdim.
Gazete de beni dışarı attı.
Mensupları ya bilinçli ya bilinçsiz gizli bir el iki yapının da
KURAN SİSTEMİYLE idaresini engelledi.
Bildiğim kadarıyla Cemaatte de aynısı oldu.
Sonunda bugünlere geldik.
Ama şunu anladım mevcut düzene göre işleyen kurum ve
medya mensuplarıyla bu sonuç normal…
Abdurrahman Dilipakın lafı hiç aklımdan çıkmaz.
Bizzat K.çekmecede İrfan Celeplerin evinde konuşmuştuk.
Yıl 1987 ler.
Dilipak demiştiki;Erbakan hoca 1984-85 lerde merhum Bahri Zenginden
İslami bir devlet sistemi oluşturmasını istemiş Bahri beyde
bunu gerçekleştiremeyince Erbakan hoca Akevlerin”Peygamberler
Sistemini”Adil Düzen adıyla savunmaya başlamış.
Maalesef mi demeliyim yoksa Elhamdulillah mı?
Bugün yaklaşık 30 sene sonra yine dünyaya sunabileceğimiz
Tek İslami devlet-dünya düzeni Akevlerin oluşturup-geliştimeye
devam ettiği “ADİL DÜZEN”…Elhamdulillah.
Ne mutlu O düzen için çalışanlara…