06.09.2013
Nâzım Hikmet, Mehmet Âkif’i anlattığı şiirinde şöyle der:
“Bilmem ki nasıl anlatsam/Âkif, inanmış adam/Büyük şair”.
*
Babamın şairliği yoktu.
“Büyük” ya da “küçük”... Şair değildi babam.
Ama “inanmış adam”dı.
Hatta babamı bundan daha iyi özetleyecek iki sözcük bulunamaz.
*
Hayatım babamın inanmışlığına ve adanmışlığına tanık olmakla geçti:
Hatırladığım ilk dönemlerde “Nurcu” idi, Risale-i Nur’lara vurmuştu kendini.
İlkokuldaydım. “İsmailağa Cemaati”ne intisap etmiş, en hızlı mürit olmuştu.
Orta mektepteydim. MSP’ye sonuna kadar inanmış, “Erbakancı” olmuştu.
Tam o sırada İran’da devrimin ayak sesleri işitiliyordu. Babam bir akşam “devrim marşları” kasetiyle gelmişti eve... İran’ın Şiiliği meselesine zerre kadar önem vermiyor, devrimi en ateşli şekilde destekliyordu.
*
Risale-i Nur okuyan, Erbakan’a bağlı, İsmailağa’ya müntesip, İran Devrimi’ni destekleyen bir adamdı babam.
Ve bu durumu hiç de acayip bulmuyordu.
Oradan oraya sürüklenme değildi ki bu.
Hepsini bir potada eritmeydi.
*
80 öncesi politik dindarlığın en mücadeleci ve en polemikçi isimlerinden biri olan babam, 12 Eylül’den sonra biraz vites düşürdü.
Ama adresi belliydi: Refah Partisi...
Ateşi düşmüş, hızı azalmıştı ama yine de Erbakan’a bağlılığı sürüyordu.
*
90’larda Refah Partisi’nin odakta yer aldığı o çetin mücadelenin göbeğindeydim.
Kanal 7’deydim ve 28 Şubat’a karşı mücadele ediyordum.
Babam da izliyordu olan biteni...
“Bayrağı çocuklara devrettik” mi diyordu?
Bilmiyorum.
Hiç ifade etmedi ama gurur duyduğu kesindi.
Bunu anlayabiliyordum.
*
Refah Partisi’nin “Saadet” ve “Fazilet” olarak ikiye bölündüğü günlerdi.
Babamın ne yapacağını merak ediyordum.
“Erbakancı” olarak kalacak mıydı, yoksa “Yenilikçiler” hareketine mi destek verecekti.
Baktım babam da “Yenilikçi” olmuş.
Erbakan’a laf etmeden “Yenilikçi” olanlardandı babam.
Sonra AK Parti’den yana tutum aldı.
Tayyip Erdoğan’ı seviyor, AK Parti kadrolarını beğeniyordu.
Dikkatimi çekmişti:
AK Parti’yi “dava” üzerinden değil de “verilen hizmetler” üzerinden destekliyordu.
Oysa eskiden “parti” demek “dava” demekti onun için.
*
Benim AK Parti’ye yönelik eleştirilerimi pek mesele etmiyordu.
Galiba beni “son tahlilde” o dairenin içinde görüyordu ya da öyle görmek istiyordu.
Bilemiyorum, üstünde hiç konuşmadık.
Bir de şu var:
Eskiden olduğu kadar politik biri değildi babam.
Son dönemlerinde kişisel dindarlığına daha fazla önem veriyordu: Gece namazları, klasik dini kitaplar, hatim üstüne hatim...
İbadetlerine hep düşkündü ama son döneminde daha da düşkün olmuştu.
*
Yine de şunu söylemeliyim:
Babam, hayatının hiçbir döneminde politik çizgi ve tutumunu insanlığının önüne geçirmedi.
İnsanlığı hep ilk planda tuttu.
Gezi eylemlerinde biber gazından kaçıp bizim apartmana sığınan gençlerle güzel sohbetler edip onlara şefkat göstermesini hiç unutmuyorum.
Güzel insandı babam.
Sekter, nadan, tahammülsüz, ham, tuzakçı, küstah, hoşgörüsüz biri değildi.
Halim, selim, dürüst, müşfik, iyilikbilir, cömert, nazik, anlayışlı ve merhamet dolu biri idi.
*
Ne diyelim?
Allah rahmet eylesin.
Yazının tamamı için http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/24655182.asp
Yorum:
Faizli düzenin Müslüman köleleri
Eskiden partiler dava içindi. Partiye mensup olanlar bir davadan dolayı partiye katılırlardı. Bir hedefleri vardır. Bu komünizm, sosyalizm, milliyetçilik, İslamiyet olabilirdi. Ancak bir samimiyet vardı.
Gün geldi. Her şey değişti. Dava kalktı, menfaat geldi. Çok rutinleşmiş bir ifade vardır, mücahitler müteahhit oldu, derler.
2001 ekonomik krizi sonrası Reşat abi ile beraber Milli Gazete’ye gittik. Reşat abinin randevusu vardı. Erbakan ile görüşecekti. Ekrem Kızıltaş’ın odasında ikimiz otururken partinin üst düzey yöneticileri gelip odadaki uzun masaya oturdular. Ben “kriz nasıl çözülür, parti olarak ne yaparız” şeklinde konuşmalar beklerken o masada sadece ihaleler konuşuldu. Nerede, ne ihale yapılır, nasıl para kazanılır, onu konuşuyorlardı. Bazıları Türkiye’nin artık bittiğini, Almanya’dan bir Hans bulup onun üzerinden Avrupa’da iş yapılıp para kazanılması gerektiğini anlatıyordu. Çok üzüldüm. Tabanda en samimi insanların üyesi olduğu partinin tavanı böyleyse, diğerlerini düşünün, dedim içimden.
Aradan geçti 12 sene. Müteahhitler giderek zenginleşti. Artık Türkiye’nin en zenginleri grubuna girdiler. Artık haclar en lüks otelde yapılır, en lüks evlerde oturulur oldu. Takalar dört çeker oldu. Halktan soyutlandılar. Samimi Müslümanlar ise kabuklarına çekildiler ve ölümlerini bekler oldular.
Eskiden “zengin olursak güçlü oluruz ve İslamiyet’i bu güçle getiririz” diyenler faizli düzenin zengin köleleri olarak servetlerini korumak, büyütmekle meşguller şimdilerde.