Suriye Sorunu
1542 Okunma, 11 Yorum
Mahir Kaynak - Star
Süleyman Karagülle

19/05/2013

-Suriye’yi Fransızlar kurdular. Baas Partisini onlar oluşturdular. Türkiye’de de Bas rejimi getirilmek istendi.

-Sermaye başta da dünyayı ikiye böldü.  Batıya düşen Müslüman ülkeleri diktatörlükle dinsizleştirmekti.  Faşizm, Kemalizm ve Baasçılık bu programı uygulamalıdır.  Tarihi tecrübesiyle atlatmıştır. Teslim olmuş görünür, bekler, fırsat bulunca da karşı atağa geçer.

 

- Bunlar nasyonal sosyalizmdir. Sovyetlerden korunmak, kendi halkını da isyandan uzak tutmaktır. ABD düşmanlığı ile tanınırlar.

-Sermaye güçleri dengede tutmak için zıtları oluşturur. Enternasyonal sosyalizmin karşısında nasyonal sosyalizm. ABD yönetimini kontrol etsin diye nasyonal sosyalizm. İslamiyet’i devre dışı etmek için Sovyetlerde alenen yasak, ulusal sosyalizm de fiilen yasak, batıda ahlaksızlıkla dinsizlik yaygınlaştırılmıştır.

 

-Sorun Esed değildir. Sorun Baas partisidir.

-Sermaye, dünyayı dinsizleştiremeyeceğini anladığı için şimdi yeni projesi var. Başarırsa üçüncü cihan savaşını çıkaracaktır. Türkiye Suriye’ye girecek, arkasından İsrail de Suriye’ye saldıracak. İran Türkiye’ye saldıracak, Çin ve Rusya İran’ı, AB ve ABD Türkiye’yi destekleyerek üçüncü kanlı savaş sürecek. Sonunda Dünya ikiye bölünecek. Doğu, batı ve bunlar arasında denge kurulacak. 1900’lere kadar denge dini çatışmalarla dengeleniyordu. Yirminci yüzyılda rejim çatışmaları ile dengelendi. Şimdi doğu batı çatışması ile dengelenmek istenmektedir. Kanlı savaşlarla İslam âlemi yok edilecek. Çünkü Tevrat’ın tek rakibi vardır: Kur’an.

 

-Suriye’yi bugün muhaliflere vermezler. Onlar kullanılıyorlar. Bugünkü muhalifler iktidar olsa, o zaman milliyetçi hükümet doğar.

-Milli Görüşü etkisiz hale getirmek için AK Partiyi getirdiler. Milli görüşün oylarını alıyorlar ama çağın gereklerine uymuyorlar. İhvanı iktidar ediyorlar ama ihvanı AK parti var iktidarda. Milli Görüşten gelme ama onların dediğini yapan iktidar.

 

-Dünyada artık eskisi gibi hakim olan değil. ABD’nin yanında olmalıyız.

-Sermaye dünyayı ikiye ayırıp savaştırmak istiyor. Biz ABD’nin, İran Çin’in yanında olmalı.  Müslümanları yok eden kanlı savaş sürüp gitmeli. Çin ile ABD savaşacak ama silahlar Müslümanlar yönetilecektir. İki taraf da Müslüman’ı Müslüman’a kırdıracak. İslamiyet batının da doğunun da en önemli baş sorunudur.  Gelecekte ya batı ya da doğuya İslamiyet hâkim olacak ya da İslamiyet soy kırımına uğratılacaktır. Evet, İslamiyet Adil Düzen ile dünyayı yeniden aydınlatacaktır.

 

25/05/2013

İç dengeler

-Dışarıdan güdümlü devletler dönemi sona eriyor. En büyük değişim orta doğuda ve Türkiye’de oluyor.

-Dünya Adil Düzen’e giriyor. Sermayenin hükümranlığı sona eriyor. Yeni düzeni savaşsız kuracak kişiler dört tanedir. Obama, Putin, Papa ve Çin Devlet başkanı.

Üçünün barışlı bir dünya istedikleri, gerçek laik bir dünya istedikleri hususunda tam kanaatim vardır. Çinin yönetimini bilmiyorum ama Çin genellikle dini siyasette güçlülere uyar. Sermayenin hükümranlığı asrın başlarında sona erecektir. Bu kehanet değil, tarihi gelişmenin sonuçlarıdır.

 

-Önümüzde anarşik hareketlerle iktidarın siyaseti yarıda bırakılabilir.

-Sermaye, kurduğu tezgahla, PKK’yı selamete çıkarmış, Türk ordusunu bölmüştür. PKK ile savaşanlar şimdi hapishanededirler. Bunun anlamı bu ordu artık anarşik hareketlerle uğraşmayacaktır. Böylece ülkemiz teslim alınacaktır. Askerimiz, bunun farkındadır, sabretmektedir. Teslim olmamışlardır. Hapiste olanlar bunun AK Parti tarafından yapılmadığını biliyor. Halen görevde olan asker de asla gevşemeden PKK ile savaşa devam ediyor. Bunun anlamı ordu teslim olmalıdır. Ordu bölünmemiştir. Ordumuza güvenim devam ediyor.

 

-Dünya ikiye bölünmüştür. Rusya ve ABD Ak Parti’nin tercihidir. Çin ve AB CHP’nin tercihidir.

-Dünya ikiye bölünmemiştir. Sermaye dört gücü bölmeye çalışıyor. Sonunda Çin ile Rusya’yı bir yapacak, ABD ve AB ile saldıracak. Müslümanlar ikiye bölünecek, birbirini kıracak. Biri Şiilerin merkezi İran ile diğeri de Sünnilerin merkezi Türkiye ile savaştırılacak. Biz başaramayacaklar diyoruz. Belki de sadece duamızdır.

 

-Gelecekte içte uluslar kendi istedikleri gibi yaşayacaktır. Böyle bekliyorum.

-Sermayenin yeni siyaseti ulusları iç işlerinde serbest bırakmamak yönündedir.

 

NOT: Yazıda yer alan italik ifadeler Süleyman Karagülle’ye aittir.

 

Yorum:

Yeni siyaset

Haçlı seferleri ile başlayan sermayenin hâkimiyeti kanlı savaşlarla 500 sene sürmüştür. İlk savaş kilise ile anlaşmış durumda iken derebeylerle savaşılmıştır. Derebeyliği yıkarak yerine ulusal devletleri oluşturdu. Papalığı etkisiz hale getirerek ulusal mezhepler oluşturdu.

Sonra hanedanlara son vererek dinsiz diktatörlerle Avrupa’da ulusal devletler kurdu. Dünyayı müstemlekecilikle yönetti. İkinci Cihan savaşında müstemlekeciliğe son verdi ve doğu ve batıyı bloklarla yönetmeye başladı.

Yahudi nüfusu azdı. İsrailoğlu olmayan da Yahudi olamaz. Bunun için mason teşkilatı kuruldu. Dünyada 500 sene Yahudi olmayan seçimlerle hükmünü sürdürdü. Ulaşım ve haberleşme araçlarının gelişmesi ile iki yeni siyaset geliştirdi. Müstemlekeciliğe son verdi, devletleri doğrudan yönetmeye başladı. Masonları etkisiz hale getirmek için kulüpler kurdu halka doğrudan inmeye başladı. Bilderberk gibi kuruluşları kurdu, Masonlarla kendi arasına perde koydu.

Bu gelişmelerin sonunda beklenmedik olaylar oldu. Avrupa Birliği kuruldu ve sermayeden bağımsız harekete başladı. Rusya’da sosyalizm sona erdi demokratik devlet ortaya çıktı. Kilise diğer dinlerle bilhassa İslamiyet ile uzlaştı ve güçleşti. Çin, ekonomisini sosyalizmde geliştirmeye başardı.

Böylece sermaye siyasi etkisini kaybetti. Henüz karşılıksız doların krallığına devam etmektedir.

Mahir Bey şu tezi ortaya koyuyor: “Eskiden kurduğu devletlerle onlara zülüm yaptırarak insanlığı yönetmek istemiştir. Bilhassa insanlığı dinsizleştirmeyi hedeflemiştir. Yeni siyasette bundan vazgeçmişe benziyor.” diyor.

Evet, bu benim tezime uygundur. Sermaye ekonomiyi devletlerin hakimiyetinden kurtararak, halkla doğrudan ilişki kurmak istemektedir. Vizelerin ve gümrüklerin kalkması sermayenin çıkarına olacaktır. Çünkü artık karşılıksız para ile paranın senyoraj hakkı ve faizle yeteri güç elde etmektedir.  Devletlerin tekel sermayeye pay vermesi gerekmektedir. Bu da Adil Düzen’e doğru atılan bir adım olmaktadır.

Evet, gelecekte vizeler olmayacak, gümrükler olmayacak. Sermayenin hedeflediği düzen olacaktır. Bir farkla faiz olmayacak ve kredileri sermaye değil kurulacak kooperatifler dağıtacaktır. Benim daha gençlik yıllarımda yazdığım iki kitap vardır. Ekonomik Doktrinler; Erbakan siyasete bu kitabı anlatarak siyasete başlamıştır. İkinci kitabımız da İslam’da Denge ve Para konusunu esas alır.  O kitaplarda bugün gelinen hususlar anlatılmıştır. Hatta sosyalizmin ve kapitalizmin yıkılacağından bahsetmiştir.

Sermaye şimdi süper güçleri devre dışı ederek yeni düzen kurmak istemektedir.

Sermaye için iki yol vardır. Ya Adil Düzen’e uyacak, faizden vazgeçecek ve üçüncü bin yılın oluşmasında yine büyük etkiye sahip olacak. Yahut sömürüye devam edecek, mağlup olacak, tarihteki sürgün dönemlerini yeniden başlatacak.

 

 

 

 

 

Süleyman Karagülle


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
26.05.2013
07:29

RUŞEN ÇAKIR'IN İSMAİL KARA İLE YAPTIĞI UZUN RÖPORTAJDAN BİR BÖLÜM:

Başta ‘Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi’ adlı üç ciltlik antoloji olmak üzere İslamcılık üzerine birçok araştırma ve kitaba imza atan Prof. İsmail Kara ile söyleşimizi sürdürüyoruz.

...

Uyum çizgisi ve adil düzen Ne gibi farklılıkları var? Kara: 1970 sonları ve 80 başlarında İslam dünyasının büyük coğrafyalarında İslamcılık hareketleri daha fazla radikalleşirken Türkiye’deki İslamcılık hareketleri uyum hattına doğru intikal ediyor. Mısır, İran, Pakistan bölgelerinde 1990’lardan sonra ve hatta 2000’lerde başlayacak olan yönelişler bizde 12 Eylül darbesinden sonra başlıyor. Uyum hattı kuvvetleniyor. Ben Türkiye’deki Milli Görüş hareketini fikriyat açısından önemseyen bir insan değilim biliyorsunuz. Fakat siyaset açısından, muhalefet söylemi açısından İslamcılığa dolaylı katkısı, etkisi itibariyle önemli bir harekettir. Bakınız MSP çizgisinin Refah Hareketi’yle birlikte sert muhalefet damarından vazgeçmesi, uyum çizgisine doğru seyretmesi 1980li yılların sonlarına doğru başlıyor. Adil düzen böyle okunabilir. Yani Erbakan sistem karşıtı değildi... Kara: Erbakan hiçbir zaman sistem karşıtı olmadı, biyografisi ortada, sistemi kendisinin, Müslümanların daha iyi çalıştıracağını, ıslah edeceğini savundu, ama sert ve etkili bir muhalif söylemi vardı. Onu sistem karşıtı gösteren ve iktidara taşıyan bu söylemdir. Bu söylem aynı zamanda İslamcılık hareketini de etkiledi, besledi, dönüştürdü.

...

TAMAMI İÇİN:

http://haber.gazetevatan.com/erbakan-hicbir-zaman-sistem-karsiti-olmadi/541144/4/yazarlar

Reşat Nuri Erol
26.05.2013
07:57

ERGÜN YILDIRIM'IN BUGÜNKÜ YAZISI ŞÖYLE BİTİYOR:

"İslamlaşma hareketinin ve düşüncesinin mensupları ittihadı İslam söylemiyle, hegemonyalara karşı ve yıkılan hilafetle beraber Şer-i Şerifin bekçisiz kalışına bir çare ararken geliştirdikleri siyasal tekliflerdir. Batı modernliğinin tekil, türdeş ve baskıları karşısında da İslam yeniden yorumlandı. İslamlaşma, İslamizmi aşan bir çoğulluğu da yansıtmaktadır. İhvan, Milli Görüş, Risale-i Nur, NAHDA, gibi bir çok farklı tecrübeleri temsil eder. Çatışmacı olanlar olduğu gibi, uyum, dayanışma ve ihyadan yana olanlar çoğunluktadır. Fikriyat ve hareketin içinde ulema, aydın ve sufilerle karşılaşırız. İslamizm, Müslümanlara giydirilmeye çalışılan 'deli gömleği'dir, İslamlaşma ise tarihin akışında sürüp gelen ihya geleneğinin bugünlere düşen modern zamanlar arayışıdır."

TAMAMI İÇİN:

http://yenisafak.com.tr/yazarlar/ErgunYildirim/islamizm-ve-islamlasma-/37864

Reşat Nuri Erol
26.05.2013
21:13

MÜMTAZER TÜRKÖNE'YE GÖNDERDİĞİM MESAJ...

Mümtaz Kardeş; Sözün vardı, gönderdiğim dosyalara bakacaktın... Bakamadın; ne diyeyim, canın sağ olsun... Biz 47 yıldır çalışmaya devam ediyoruz... Bizden sonrakiler de çalışacak... Hem de kıyamete kadar... Müslümanlar çalışacak... * Bu işler ARAPÇA ama "KUR'AN ARAPÇASI" ve "FIKIH" olmadan kesinlikle olmaz, olamaz; nitekim olmuyor... İslamcılık hakkında yazdıklarınız ve size karşı yazanlar bunun ya hiç farkında değiller veya çoook ama çok az farkındalar... Bu eksiklik sadece sizde değil; bin yıl önce Türk Hakanlar "İÇTİHAT KAPISINI KAPATMIŞ" VE 1000 YIL YAN GELİP YATMIŞLAR... Malum... Son Peygamber'e kadar bu işleri hep ulu'l-am (azimet sahibi) büyük peygamberler yaptılar... "Elulemau verasetü'l-enbiya / NEBİLERİN VÂRİSLERİ ÂLİMLERDİR." MÜÇTEHİT ALİMLER, KUR'AN ARAPÇASI VE FIKIH BİLEN ÂLİMLER... YANİ "ADİL (EKONOMİK) DÜZEN ÇALIŞANLARI" DİYEBİLİRİM; HİÇ DE MÜTEVAZİ OLMAYA GEREK DUYMADAN... Meydan boş... Müçtehit diyebileceğimiz üç-beş kişi kaldı, onlar da çok yaşlandılar... Keşke.. "100 MÜÇTEHİT YETİŞME VE ÇALIŞMA PROJEMİZ" ile ilgilenseniz... Keşke... Çağdaş bütün ana sorunları çözen "100 LOJMANLI İŞYERİ APARTMANLARI PROJEMİZ" ile ilgilenseniz... Keşke... KUR'AN ARAPÇASI VE FIKIH ile ilgilenseniz... Keşke.. Keşke... Keşke... Keşkeler çooook... Ama... * Kardeş; İslamcılık -sizin yazdığınız anlamda yazarsam- içtihat kapısı kapandığı 1000 yıl öncesinde ölmüştü ama ölüsü bile öylesine güçlüydü ki, bizi bin yıl yaşattı; hâlâ da iyi-kötü yaşatmaya devam ediyor... Ama işte buraya kadar... Merak etme... Allah var ve her şey O'nun kontrolünde... Şimdi... BU ÇAĞIN MÜÇTEHİTLERİ YETİŞİYOR... III. MİLENYUMUN MÜÇTEHİTLERİ YETİŞİYOR... VE ONLAR "ADİL DÜZEN MEDENİYETİ"Nİ KURUYORLAR... ... Yazacak çok şey var... Ama bu kadarı yeterli olsun... Gerisi; aylar öncesinde gönderdiğim dosyalarda... İlgilenmen ve derinleşmen dua ve dileklerimle... Selam, sevgi, saygı ve dualarımla... REŞAD

*** --- ***

VE CEVAP !

Reşat hocam, Lütfen affedin. Gönderdikleriniz beni aşan şeyler. Ulemanın işi. Galiba bu yüzden cevap yazmayı beceremedim. Bendeniz ündelik siyasete dair aklım erdiğince yorumlar yapmaya çalışıyorum. İçtihad işi çok ciddi bir iş. Adil düzene gelince. Son kitabımda biraz bahsettim. Çok pozitivist bir proje olarak görüyorum. Affınıza mağruren Mümtaz'er

Reşat Nuri Erol
28.05.2013
05:06

BAŞBAKAN BAŞDANIŞMANI YALÇIN AKDOĞAN'IN BUGÜNKÜ YAZISI:

İSLAMCILIK VE AK PARTİ

http://haber.stargazete.com/yazar/islamcilik-ve-ak-parti/yazi-757689

Reşat Nuri Erol
30.05.2013
08:29

ALİ BULAÇ,

YALÇIN AKDOĞAN'IN YAZDIKLARINI ÖNEMSİYOR...

YAZIYI OKUMANIZI TAVSİYE EDERİM...

http://www.zaman.com.tr/ali-bulac/islamcilar-ve-iktidar_2095235.html

Reşat Nuri Erol
30.05.2013
08:31

Levent Gültekin

AK Parti kulislerindeki Ahmet Davutoğlu portresi

Dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu geçtiğimiz hafta bazı gazetecilerle bilgilendirme toplantısı yapmış. Katılanların yazdıklarına göre Davutoğlu Suriye sürecinde olup biteni uzun uzun anlatmış. Fakat bu yazıların satır aralarından edindiğim izlenimlere göre Davutoğlu ‘tereddütlü’, ‘daha çok ikna çabasında olan bir akademisyen’, 'işin nereye varacağını kendisinin de bilmediği bir ruh hali içinde’ ve ‘sıkıntılı’ bir profil çizmiş. Kuşkusuz izlenen Suriye politikasının verdiği tahribatı en fazla hissedenlerin başında Davutoğlu geliyor. Bunu hepimiz görüyor, gözlemliyoruz. Ne yapacağını bilmez bir durumda. Oluşturduğu politikalar istediği sonucu vermedi. “En iyi ben biliyorum” dediği bir alanda ciddi bir başarısızlık yaşıyor. Peki geldiğimiz tablo AK Parti kadroları arasında nasıl değerlendiriliyor? Daha birkaç yıl öncesine kadar Tayyip Erdoğan sonrası genel başkan adayları arasında adı geçen Davutoğlu’nun AK Parti grubundaki portresi nasıl? İşte son birkaç gündür bunun araştırmasını yaptım. İlginç bir tabloyla karşılaştım. İlk edindiğim izlenim Ahmet Davutoğlu’na karşı AK Parti grubunda inanılmaz bir öfke var. Suriye politikasının geldiği noktanın esas sorumlusu olarak Ahmet Davutoğlu görülüyor. Çünkü Ahmet Davutoğlu dışişleri bakanı olduğu ilk günlerden itibaren kendisine yöneltilen her eleştiriyi, her uyarıyı, her yorumu, her endişeyi “Siz karışmayın ben bu işleri çok iyi bilirim” tutumu ile değersizleştirmiş. Kısacası “ben bu işin teorisini yazdım, bu işlere ömrümü verdim, ne yaptığımın farkındayım” içerikli yüksek bir özgüven gösterisine de dönüşen bu tavır birçok AK Partilinin eleştiri yapmasının da önüne geçmiş. Canlarını yakmış. Öfkenin en büyük nedenlerinden biri bu. İkincisi, Davuoğlu’nun çevresine de sinen ‘yüksek kibir.’ Birçok kişi bu ‘kibirli’ tutumun yakıcılığından nasibini almış. Şimdi geldiğimiz noktada Suriye politikasının durumu ortada. Bu politikanın Türkiye’yi bir açmaza soktuğu konusunda neredeyse herkes hemfikir. Bunun en büyük sorumlusu olarak yukarıda da dediğim gibi zamanında yapılan eleştirilere, uyarılara, yorumlara sırtını dönen Ahmet Davutoğlu görülüyor. Birçok milletvekili şimdi şu soruları soruyor: Nasıl olur da kendinden bu kadar emin, bu işi bu kadar iyi bildiğini iddia eden birinin bütün öngörüleri yanlış çıkar? Nasıl olur da İran ve Rusya’nın alacağı tutumu baştan tahmin edemez? Nasıl olur da Suriye’nin yapısını, rejimin gücünü, bölge dengelerini bu kadar hafife alır? Nasıl olur da ‘stratejik derinlik’le uyguladığı politikalar bu kadar hüsranla sonuçlanır? Zamanında kendi eleştirilerini, önerilerini bu kadar değersizleştiren birinin vardığı nokta başarısızlık olunca kuşkusuz öfkenin boyutu da büyük oluyor. Aldığım izlenime göre Başbakan Erdoğan üzerinde yoğun bir Ahmet Davutoğlu baskısı var. Davutoğlu’nun politikalarına dönük eleştiriler en çok da Başbakana iletiliyor. Konuştuğum kişiler arasında Ahmet Davutoğlu’na olumlu bakan kimse görmedim dersem abartmış olmam. Herkesin ortak kanaati: Başbakan Erdoğan eğer zaafa düştü görüntüsü vermekten endişe etmemiş olsaydı Davutoğlu şimdiye çoktan bakanlığı kaybetmiş olurdu. Buna kanıt olarak da ABD seyahatinde Hakan Fidan’ın gölgesinde kalmasını gösteriyorlar. Herkes Esad’ın kalması durumunda Davutoğlu’nun gideceğini düşünüyor ama parti içerisindeki yorumlara göreyse tam tersi. “Esad kaldığı sürece Başbakan Erdoğan zafiyet görüntüsü vermemek için Davutoğlu’na dokunmayacak. Ama Esad devrildiğinde Davutoğlu’nun yerinde kalması çok zor.” Öyle ki parti içerisinde Yaşar Yakış profilindeki bir dışişleri bakanı hem Türkiye, hem de dış politika için bir kurtuluş olarak görülüyor. Bunlar edindiğim izlenimler. Kabul etmek gerekir ki Ahmet Davutoğlu’nun geldiği nokta siyaset yapan biri için zor.

***

TAMAMI İÇİN:

http://www.gazeteciler.com/levent-gultekin/ak-parti-kulislerindeki-ahmet-davutoglu-portresi-1018y.html

Reşat Nuri Erol
30.05.2013
19:06

716. SEMİNER NOTLARINDAN BİR BÖLÜM...

...

"İslâmiyet’i anlatmak için onlarca yıl öncesinde kitaplar yazıyordum. Bilgisayar yoktu, daktiloda yazıyordum. Bunları yaparken bu çalışmaların değerlendirileceğini düşünmüyor, belki kimse okumayacak ve değerlendirmeyecektir diye düşünüyordum. Zaman zaman, dönem dönem, benim haberim olmadan Reşat Nuri Erol bunlara sahip çıkmış ve bugün bir “külliyat” oluşmuştur. Ali Bülent Dilek kardeşimiz de kendi kendine bunun üzerinde durulması işini yapmaktadır. Şunu iyice bilmeliyiz ki biz bir şey yapmıyoruz. İlâhi takdir vardır. O takdirin içinde Allah bize görev vermiş ve o görev yerine getirilecektir. Biz görevimizi yapıp yapmamaktan sorumluyuz. Olacaklar ise bize ait değildir. Allah haber veriyorsa onun olacağına inanmalıyız ama ne zaman olacağı üzerinde durmamalıyız. Acele olsun diye istememeliyiz. Onun için çene yapmamalıyız. Bizim görevimiz bize emredileni yapmaktır. Şu anda Yenibosna’da ne yapıyoruz? Allah bize ne görev vermiştir. Biz bunların hiçbirisini kendiliğinden yapmış değiliz. Allah istemiş ve O yaptırmıştır. Eğer katkımız olmuşsa hamd etmeliyiz. Dünyayı değiştirecek, “III. Binyıl Uygarlığı”nı kuracak işler yapıyoruz. Hiçbirimiz bunları planlamadık. Olaylar kendiliğinden gelişmiş, Allah bize de orada görev vermiştir. 1- Bu seminer 716. seminerdir. Bu seminerlerin oluşması ve devamı tamamen Reşat Nuri Erol’un sabırlı çalışmaları ile olmuştur, hâlen sabır ve sebatla çalışmaya devam etmektedir. Bu seminerlerin özelliği özgür yorumdur. Diğer faaliyetlerimiz bu seminerlerin tebliği ile başlamış, ne benim ne de Reşat Nuri Erol’un aklından geçmemiş oluşlar olmuş, mesela “RUHU’L-KUR’AN PROJESİ” doğmuştur. Şimdi Akadca ile Kur’an Arapçası üzerinde Dr. Mete Firidin arkadaşımız durmaktadır. Onun hiçbir gayesi yoktu, bunu basit bir zevk meselesi yapmıştır ama bugünkü Kur’an Arapçasının çıkışını anlayabilmemiz için oralara kadar inmemiz gerekmektedir. Mesela bu konu üzerinde çalışılmalıdır. Bu çalışma Kur’an’daki seyredin eski kavimlerin sonunu görün emrinin bir uygulamasıdır. 2- İkinci iş ise “RUHU’L-KUR’AN PROJESİ”dir. Allah Lütfi Hocaoğlu’nu, Tayibet Erzen’i, Leyla Koçyiğit’i ve Emine Hocaoğlu’nu görevlendirmiş ve yepyeni bir çalışma ortaya konmuştur. Proje Lütfi Hocaoğlu’ndan çıkmıştır ama hamiliğini bu üç hanım yapmıştır. O sayede biz şimdi size bu yorumları yapıyoruz. Yenibosna’da devam edilen bu çalışma “III. Binyıl Medeniyeti”nin oluşmasında seminerlerden daha çok muharrik olacaktır. 3- Yenibosna çalışmalarında üçüncü adım atılmaktadır, bu çalışmamız da “ORTAKLIK MUHASEBESİ”dir. Bugün ortaklık muhasebesi olmadığı için ortaklıklar kurulamamaktadır. Bu ihtiyacı Osman Aydın hissetmiş ve öğrenmek için İzmir’den İstanbul’a gelmiştir. Bu çalışma da dünyada yalnız İstanbul Yenibosna’da yapılmaktadır. 4- Şimdi “MÜÇTEHİT YETİŞME VE ÇALIŞMA MERKEZİ” kurulmuştur. İki araştırmacı katılmıştır; Osman Aydın ve Zeki Altuboğa. Üçüncü araştırmacı da katılmak üzeredir. Bu araştırma merkezimiz III. binyıl uygarlığı projesidir. Iraklı muhacir ve ilim adamı Şamil Şahin özel olarak ilgilenmiştir. Usul-u Fıkıh âlimi ve Reşat Nuri Erol’un otuz yıllık çalışma arkadaşı olan üniversite öğretim görevlisi Şamil Şahin’in bizzat kendisi iki defa Yenibosna’ya gelmiş, projemiz hakkında bilgi almış, broşür hazırlanmış ve Arapça olarak yayımlayacaktır. Bakınız, bunların hiçbirisi lisanımızın tahriki ile olmamıştır, takdir-i İlâhi ile olmaktadır."

...

Reşat Nuri Erol
31.05.2013
07:15

YALÇIN AKDOĞAN

http://haber.stargazete.com/yazar/ak-parti-iktidarinin-10-yili/yazi-758650

Reşat Nuri Erol
31.05.2013
07:38

Ya İstanbul düşerse! İHSAN DAĞI, ZAMAN

İstanbul’da yaşamıyorum. Çok da bilmem İstanbul’u ama çok severim. Hayattaki en büyük pişmanlıklarımdan biri İstanbul’da okuyup yaşamış olmamaktır. Belki hâlâ geç değildir, kim bilir? Bu şehrin hakikaten özel bir yer olduğunu düşünürüm. Tarihi, doğası ve insan dokusuyla eşsiz bir değerdir. Hele çok dinli ve çok kimlikli tarihsel dokusuna rağmen İslam’ın şehre bütün doğallığıyla oturması ona bambaşka bir boyut katar. Ben İslam’la coğrafyanın böylesine bütünleşerek bir ‘şehir’ oluşturduğu başka bir yer görmedim. Yahya Kemal’in bütün sadeliğiyle seslendiği ‘aziz İstanbul’dur o... İstanbul’u yirmi yıldır ‘muhafazakârlar’ yönetiyor. Çok hizmetleri oldu kuşkusuz, ama hataları da. Örneğin İstanbul’un tarihî silüetinin bozulmasına ses çıkarmadılar, hatta izin verdiler. Tarihî yarımadanın arkasında yükselen gökdelenler yıkılmadıkça bunu yapanlar ve yapılmasına izin verenler hayırla anılmayacak. Ayrıca Haliç Metro Köprüsü bir garabet... Bütün itirazlara rağmen ihtirasla yapmaya devam ediyorlar. Dahası, Çamlıca’da inşa edilecek caminin, kanalın, üçüncü köprünün ve havaalanının İstanbul’dan geriye ne bırakacağı kuşkulu. İstanbul’u ve Türkiye’yi yönetenler endişelere ve uyarılara pek kulak asmıyorlar. Özellikle yerel yönetimlerde ‘katılımcı’ yöntemlerin ne kadar önemli olduğunu unutmuş görünüyorlar. Yerel yönetimlerin halkın talep ve isteklerine duyarlı, hemşehrilerinin çeşitliliğine saygılı olmaları beklenir. İstanbul 1994 yılından beri ‘aynı muhafazakâr ekip’ tarafından yönetiliyor. Erdoğan’ın başbakanlığa yürüyüşü bu şehirdeki başarılı icraatlarıyla başladı. Milli Görüş çizgisinin cemaatçi yapısından çıkıp cemiyetle karşılaşması ve cemiyet tarafından kabul görmesi bu şehirde oldu. Şehrin farklı kimlikler, yaşam tarzları ve sınıflarla çoğul bir topluluk olduğunu anladığı, buna saygı gösterdiği için ‘milli görüş’ cemaati dışında ‘cemiyet’ten oy alabildi ve Türkiye’de iktidara yürüdü. Ancak şimdi aynı kişi, Taksim projesiyle şehrin birçok kesiminden gelen itirazlara hiç itibar etmiyor. Gezi Parkı’nın yıkılıp yerine alışveriş merkezi ve konut yapılmasına karar veriyor. Karşı çıkanlara da ‘ne yaparsanız yapın, biz kararımızı verdik, yapacağız’ diyor. Her tarafı alışveriş mekânları ve apartmanlarla dolu olan Taksim’de parkı yıkıp AVM ve residence yapmanın bir mantığı var mı, ‘ben istersem yaparım’ demekten başka? Park kamuya ait, yani halkın. Siz bunu AVM ve konut yaptığınızda kamunun malını alıp bireylere mülk olarak vermiş olacaksınız. Bu hakkı nereden alıyorsunuz? Anlamak zor... Yerel seçimler yaklaşıyor. İstanbul Erdoğan’ı iktidara taşıdı, yanlışlarında ısrar ederse iktidardan uzaklaştırabilir de. İstanbul’da yaşanacak bir yenilgi AK Parti’yi sıkıntıya sokacağı gibi Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı projesine bile darbe vurabilir. Türkiye’de olduğu gibi İstanbul’da da AK Parti hizmet ve kimlik siyaseti birlikte yürütülüyor. Genelde olduğu gibi İstanbul’da da başarılı. Ama hem hizmet hem de kimlik siyasetine ilişkin tepkileri de hesaba katmak gerekiyor. Hizmet siyasetinin ranta, kimlik siyasetinin muhafazakâr dindar tabanı kontrol etmeye ve esir almaya yönelik bir yaklaşım olduğu kanaati yayılıyor.

...

BU KADAR !

GERİYE NE KALDI ?

ÇOK AMA ÇOOOK AZ ŞEY !

http://www.zaman.com.tr/ihsan-dagi/ya-istanbul-duserse_2095547.html

Reşat Nuri Erol
31.05.2013
09:28

Türkiye Şii ittifakına karşı oyuna sürükleniyor Suriye-İran-Hizbullah işbirliği değil ama Ankara’nın her geçen gün bu ittifakın karşısında konumlanması şaşırtıcı. GAZETECİLER.COM - "Kimin ne amaçla başlattığı ve sürdürdüğü tartışılır ama... bölgemizde Sünni-Şii farklılığı temelinde giderek sertleşen bir oyun oynanıyor. Ve maalesef, ... Türkiye her geçen gün bu oyuna daha fazla dâhil oluyor." Bu satırlar Vatan gazetesi yazarı Ruşen Çakır'ın bugünkü köşesinden. Çakır, Yaklaşan mezhep savaşları ve Türkiye başlıklı yazı serisinin ilk yazısında Suriye-İran-Hizbullah eksenindeki şii blok'a karşı Türkiye'nin tavrının her geçen gün daha radikal bir şekilde belirginleştiğini yazdı. Vatan yazarı bunun bilinçli bir tercih olup olmadığını ise şöyle yorumladı: "Sonuç olarak Suriye’de Baas rejiminin bekası, Tahran rejimi ve Hizbullah’ın bekası anlamına geliyor. Suriye-İran-Hizbullah işbirliği değil ama Ankara’nın her geçen gün bu ittifakın karşısında konumlanması şaşırtıcı. Ve burada can alıcı soru şu: AKP hükümeti, daha 2006 yılında İran asıllı Amerikalı araştırmacı Vali Nasr’ın “Şii Uyanışı” diye kavramsallaştırdığı olguya karşı bilinçli olarak mı pozisyon alıyor yoksa bu noktaya sürükleniyor mu? Bana göre ikinci şık geçerli. Çünkü Ankara yıllarca, başta ABD, İsrail ve kısmen Avrupa’nın tehditvari uyarılarına rağmen Şam ve Tahran rejimleri ile Hizbullah ve Hamas’la (ki bu örgüt Katar ve Suudi Arabistan’ın bastırmasıyla yakın zamanda saf değiştirdi) hep iyi ilişkilerini korudu. Öyle ki en kritik konularda bu rejim ve örgütlerle Batı arasında arabuluculuğa talip oldu. Bu girişimlerin başarısız olmasında hem bu rejimlerin ve örgütlerin, hem Batı’nın, hem de Ankara’nın sorumlulukları vardır ama bu başarısızlıklara bakıp strateji değiştirmeye yönelmenin Türkiye’nin hayrına olmayacağı da muhakkaktır.

Reşat Nuri Erol
01.06.2013
09:51

Ak Parti’nin dünü, bugünü? ABDÜLHAMİT BİLİCİ

ZAMAN GAZETESİ

Tartışmasız biçimde Türkiye siyasi tarihine damgasını vuran Ak Parti’nin, içte ve dışta her türlü olumsuz şartlara rağmen ayakta kalmayı başardığı 10 yıllık serüvenini ve ekonomiden demokrasiye birçok alanında gerçekleştirdiği reformları partinin teorisyeni Yalçın Akdoğan’dan dinlemek anlamlıydı. İslamcılık ve gizli ajandası olmakla suçlandığı ilk günlerde geliştirdiği “muhafazakar demokrat” kavramı, onun fikri çabasıydı. Bu kavram, iç siyasette eski tabandan kopmadan merkeze açılma yolunu açarken, özellikle ‘Milli Görüş’ antipatisi ve 11 Eylül sendromu içindeki Batı’da da partinin işini kolaylaştırdı. Şehir Üniversitesi’nin düzenlediği “İçte ve dışta Ak Parti’nin 10 Yılı” sempozyumunun açılışında konuşan Akdoğan, darbe girişimleri, kapatma davaları, gece yarısı bildirileriyle geçen süreçte partinin izlediği siyasetin kritik unsurlarını paylaştı. Ona göre resmi muhalefet, iktidarmış gibi statükocu bir siyaset izlerken, Ak Parti iktidarda olmasına rağmen muhalefet dilinin dönüştürücü enerjisinden yararlanmıştı. Bir yandan küresel güçlerle çalışırken diğer yandan Filistin, BM reformu gibi konularda eleştirel olabiliyordu. AB, Ermeni meselesi, Kıbrıs gibi konularda alışılanın dışında ‘yüksek siyaset’ izlendi. Adil düzen gibi sonuçları test edilemeyen ve bir kesime hitap eden politika yerine somut başarıya dayanan ve herkese hitap eden reel politikalar benimsedi ama idealleri unutmadı...

...

DEVAMI..

http://www.zaman.com.tr/abdulhamit-bilici/ak-partinin-dunu-bugunu_2096046.html





Sayı: 206 | Tarih: 26.05.2013
Mahir Kaynak
Suriye Sorunu
Yeni siyaset
1542 Okunma
11 Yorum
Süleyman Karagülle
Yusuf Kaplan
Soğuk savaştan'soğuk barışa'
soğuk barıştan'sıcak barışa'
1347 Okunma
Ali Bülent Dilek
Ahmet Hakan
Sizi kimse etkilemiyor Amerika hariç
Batı menfaatiyle gelen bahar
1102 Okunma
2 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Mehmet Barlas
Ben olsam otomobil reklamlarını da yasaklardım
Etkin Çözüm
1091 Okunma
Tayibet Erzen
Mehmet Şevket Eygi
Yılda bir Platonik Kutlu Doğum Haftası Etkinlikle
İslam Gerçekleriyle Uğraşalım
1038 Okunma
Emine Hocaoğlu