Sizi kimse etkilemiyor Amerika hariç
1103 Okunma, 2 Yorum
Ahmet Hakan - Hürriyet
Lütfi Hocaoğlu

23.05.2013

- Amerika’dan önce: Cenevre görüşmeleri ipe un sermektir.

- Amerika’dan sonra: Cenevre görüşmeleri pek önemlidir.

*

-  Amerika’dan önce: Muhaliflere kayıtsız şartsız destek...

-  Amerika’dan sonra: Muhaliflere kayıtlı şartlı destek...

*

-  Amerika’dan önce: BM’nin “terörist” dediği El Nusra adlı örgüte karşı duyarsızlık.

-  Amerika’dan sonra: BM’nin “terörist” dediği El Nusra adlı örgüte karşı teyakkuz...

*

-  Amerika’dan önce: Esad rejimi çöktü çökecek...

-  Amerika’dan sonra: Galiba o kadar kolay olmayacak...

*

-  Amerika’dan önce: Tek çare askeri ve silahlı çözüm...

-  Amerika’dan sonra: Tek çare Rusyalı siyasi çözüm...

*

-  Amerika’dan önce: Esad rejimi geçiş yönetiminde yer alamaz...

-  Amerika’dan sonra: Esad rejimi geçiş yönetiminde yer alabilir...

*

Kıssadan hisse:

Ben hayatım boyunca Amerika söz konusu olduğunda hep...

-  O kadar da abartmayın şu Amerika’yı...

-  Amerika’yı gözünüzde büyütmeyin...

-  Bunu da mı Amerika’ya bağlıyorsun, yok canım o kadar da değil.

-  Amerika’ya rağmen de bir şeyler yapılabilir...

-  Her taşın arkasında Amerika aramaktan vazgeç.

Türü binlerce cümle kurmuş biriyim.

*

Son kararımı açıklıyorum:

Bundan sonra bu tür cümleler kurarken inceden bir ihtiyat payı bırakacağım.

Söz.

Yazının tamamı için http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/23346919.asp

 

Yorum:

Batı menfaatiyle gelen bahar

Arap baharı Libya’da olunca Fransa’sı İngiltere’si Kaddafi’yi bombalar.

Arap baharı Suriye’de olunca Esed’i bombalamaz. Neden?

Çünkü bahar batının menfaatiyle gelir, batının menfaatiyle gider.

Yapıcı olacağı yere yıkıcı ve ayırıcı olan Başbakanın hissesine de ABD’den hüsranla dönüş düşer.

Birkaç sene önceki kardeşini bugün cani yapan, sonra da ona karşı her türlü desteği veren Başbakan ABD sonrası afalladı kaldı.

Oysa yapması gereken Esed ile muhaliflerin arasını düzeltmekti, Suriye’de huzurlu bir ortam için çabalamasıydı. Başta Esed olsa ne olur, başkası olsa ne olur? Oysa gaza getirildi ve birdenbire Esed düşmanı oluverdi.

Esed devrildi diyelim. Yerine kim gelecek? 12 başlı muhalefetten nasıl bir başkan çıkacak? Ya da şunu sormak daha mantıklı: Birbirlerini nasıl yiyecekler?

İşte hevaları ile hareket edenler, insanların ekserisinin modasına uyanlar, Kuran ne der diye sormayanlar, merak bile etmeyenler böyle şaşkınlık içinde bocalarlar.

Ya bu körüklediği iç savaş 5 sene sürerse, 10 sene sürerse, Suriye’deki bu ifsadın hesabını nasıl verecek?

 

 

Lütfi Hocaoğlu


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
26.05.2013
07:52

PROF. FARUK BEŞER

Kan aldırma sünnet midir? Bu mevsim, eski tabiriyle hacamat yaptırma, ya da ihticam mevsimi olarak da biliniyor. İşin erbabı olanlar ya bir sünnetin ihyası, ya da üç beş kuruş ekmek parası için bu işi icra ediyorlar. Hacamat ya da ihticam, kan aldırma deme ve mesele tamamen tıbbi bir mesele. Ama Allah Rasulü'nün de kan aldırmış olması bu tıbbi bir meseleye sünnet boyutu da katmış olabilir. Kaynaklara göre 'Hz. Peygamber (sa) Mekke yolunda, ihramlı iken, başındaki bir ağrı sebebiyle kan aldırdı'. Bir defasında da oruçlu iken yine bir ağrı sebebiyle kan aldırdı ve kan alma işini yapana ücretini verdi. Yine ihramlı olduğu bir sırada ayağındaki ağrıdan ötürü kan aldırdı. Ayrıca buyurdular ki, 'Sizin uygulamakta olduğunuz tedavi yöntemlerinin en iyisi kan aldırmadır'. Sahih bir hadiste buyurdu ki: 'Eğer sizin yaptığınız tedavi yöntemlerinde bir fayda varsa bal şerbetinde, kan aldırmada ve ateşle dağlamada vardır. Ama ben dağlamayı sevmiyorum'. Sahih olmayan bir hadiste: 'Miraç yolculuğunda hangi melek topluluğuna uğradıysa melekler ona, ümmetine söyle, kan aldırsınlar dedi'. Bu haberlere baktığımızda çıkaracağımız sonuç şudur: Bir: Kan aldırma ya da kan verme tıbbî bir meseledir, tedavi için yapılır. İki: Bu yöntem Hz. Peygamber'den önce de biliniyordu ve o, zamanındaki mevcut tedavi yöntemlerinin en iyisinin kan aldırma olduğunu söyledi. Daha başka bir yöntem olsaydı onu tercih edebilirdi. O zaman damarı yarıp kan akıtma da yine bir tedavi yöntemi olarak biliniyordu ve buna da 'fasd' deniyordu, ama kan aldırma buna tercih ediliyordu. Bu gün tıbbi yöntemlerle kan verme 'hacamat' değil, 'fasd' sayılabilir. Hangisinin daha faydalı olduğunu da tarafsız tıp bilimi söyleyebilir. Üç: Allah Rasulü tedavi edilmesi gereken bir rahatsızlığı yokken, yani durup dururken kan aldırmamıştır. Onun fiillerinin sünnet oluşturması için şöyle bir formül zikrederler: 'Hz. Peygamber ne yaptı? Neden yaptı? Nasıl yaptı?' sorularının cevabı birlikte bulunursa onun yaptığı, dünya işi de olsa, sünnet olmuş olabilir. Buna göre: Hz. Peygamber kan aldırdı, çünkü başında ya da ayaklarında ağrı hissediyordu, kan aldırmayı ağrısı olan yerlerinden yaptı. Yani tamamen tıbbi olan bir meselede müminler bu üç özelliği bir arada bulundurabilirlerse, tıbbi bir iş yaparken sünnete de uymuş olma sevabını alabilirler. Tıpkı misvak kullanma gibi: Hz. Peygamber dişlerini temizledi, çünkü o ağız temizliğine çok önem verirdi ve bunu sivâk ağacının dallarından oluşturduğu misvak ile yaptı. Ama mesele tıbbi ve dünyevi bir mesele olduğu için her iki durumda da asıl olan, araç değil amaçtır. Yani birincisinde tedavi olmak, ikincisinde ağzı temizlemektir. Bu amaç bugün daha etkili bir yöntemle yapılabiliyorsa, sünnet olan onunla yapılmasıdır. Ama bir mümin mesela misvak kullanırken bile Allah Rasulü'ne ittiba etmeyi hedeflerse, onun sünnetine uyma sevabını da alabilir. Yoksa durup dururken ve rast gele yerlerinden kan aldırma sünnet sayılmaz. Çünkü Allah Rasulü böyle bir şey yapmamıştır. Modern tekniklerle damardan kan verme ile kılcal damarları hedef alan hacamat arasında sağlık açısından bir fark olup olmadığını ve hangisinin daha sağlıklı olduğunu ise tıp belirleyebilir. Kesin bir ilmi sonuç olarak birinin daha faydalı olduğu ispat edilirse Hz. Peygamber onu tavsiye etmiş olur. Çünkü hacamat için, sizin uyguladığınız yöntemlerin en iyisi budur, demişti. Yani daha iyi bir yöntem biliyor olsalardı onu tercih edecekti. Ayrıca şu kuralı da yine o koymuştu: 'Siz dünya işlerinizi iyi bilirsiniz'. Yani böyle konularda ileride daha faydalı yöntemler bulunacaktır. Her şeye rağmen, ihtiyaç duyulduğunda kan aldırmanın, damardan kan vermeden daha faydalı olduğu söyleniyor. Son sözü işin ehli olan tabipler söylesin.

Reşat Nuri Erol
31.05.2013
12:12

Pastörize süt besin değildir Her yiyecek besin midir? Hayır değildir. Bunların başında buzdolabımızın demirbaşlarından süt geliyor. Önemli besin depolarından süt bazı durumlarda besin bile sayılmıyor. Örneğin pastörize süt besin değil! Bu düşündürücü tesbitin sahibi Yaşamın Gücü / Enzimler kitabının yazarı Ahmet Fahri Kaya. Araştırmacı Yazar Kaya, Öteki Adam Yayınları’ndan çıkan kitabında pastörize edilmiş, kutu veya günlük sütlerin içilmesine olumlu bakmanın mümkün olmadığını söylüyor. Dr. İsmail Nurhan Artel’in önsözüle yayınlanan kitapta pastörize sütün işlemler sonucunda doğal özelliğini kaybederek “süt gibi” bir şeye dönüştüğü belirtiliyor. Pastörize süt için “Besin değildir. O bir yiyecek veya içecektir” diyen Kaya, bunun nedenini şöyle açıklıyor: “İçinde enzimleri olmadığı gibi tüm bakterilerinin de çoğunun yok edilmiş olduğu bir üründür. Sütteki enzimlerin bir kısmı hayvanın kendi organlarından geriye kalanları ise bakteriler tarafından sağlanıyordu. Pastörizasyon işlemleri zararlı ve faydalı her türlü mikrobu ortadan kaldırır. Raf ömrünü uzun tutabilmek için de bütün sindirim enzimlerinin büyük çoğunluğunu yok eder. Aynı zamanda vitaminlerin çoğu yok olur veya hasar görür. Mineraller ise çoğu enzimlerin kofaktörü durumundan çıkar ve serbest radikalleri tahrik eder.” Peki pastörize sütle kaynamış köy sütü aynı şey mi? Kaya, herkesin merak ettiği bu konuda şunları söylüyor: “Hayır. Aynı şey değiller. Pastörize eden işletmeler, aynı petrol rafinerisinde yapıldığı gibi sütten ayrıştırarak bir çok ürün elde etmektedirler, farklılıkları özde değil, ayrıştırılan besin öğeleri ile alakalıdır. Sütü kaynatan kişi böyle bir amaç gütmez. Sütün yağını, kaymağını ayırmaz. Homojenizasyon, pastörizasyon, hidrojenizasyon, rafinasyon, mikrofiltrasyon, UHT ve baktofügasyon gibi işlemler, sütü kaynatan kişinin aklına bile gelmez. Ama ne olursa olsun sütün kaynama derecesi 95-100oC tır. Bazı enzimler hariç(plazmin enzimleri), bütün süt enzimleri 80oC denature olurlar. Enzimleri yok etmek demek, besinin canlılığını yok etmek demektir. Canlılığın yok olması demek,besinin uzun vadeli yararlarının yok olması demektir.” Saygılarımızla… Yayınevi İletişim Bilgileri : Mail : otekiadamyayinlari@gmail.com - senasultan@hotmail.com Tel : 0212 514 80 85





Sayı: 206 | Tarih: 26.05.2013
Mahir Kaynak
Suriye Sorunu
Yeni siyaset
1542 Okunma
11 Yorum
Süleyman Karagülle
Yusuf Kaplan
Soğuk savaştan'soğuk barışa'
soğuk barıştan'sıcak barışa'
1347 Okunma
Ali Bülent Dilek
Ahmet Hakan
Sizi kimse etkilemiyor Amerika hariç
Batı menfaatiyle gelen bahar
1103 Okunma
2 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Mehmet Barlas
Ben olsam otomobil reklamlarını da yasaklardım
Etkin Çözüm
1091 Okunma
Tayibet Erzen
Mehmet Şevket Eygi
Yılda bir Platonik Kutlu Doğum Haftası Etkinlikle
İslam Gerçekleriyle Uğraşalım
1039 Okunma
Emine Hocaoğlu


© 2024 - Akevler