20.12.2012
Türkiye'de kendilerinin düşünce ve siyaset hayatına yön verdiklerini düşünen bir avuç aydın, zaman zaman içinde bulunulan kısır döngüden çıkmayı da denemelidir.
Bu kısır döngü, günümüze özgü bir yapı değildir.
Çok partili demokrasiye geçtiğimiz ve özellikle Tek Parti CHP iktidarının sona erdiği 1950'den başlayarak, bu kısır döngünün ağları örülmeye başlanmıştır. Bu bir avuç aydın için yurt ve dünya gerçekleri ile ilgilenmek ve bu gerçeklere ilişkin sorunlara eğilmek pek önemli değildir.
Gündemin tek ve önemli maddesi o dönemde kim seçilerek iktidar olmuşsa, o partinin liderinin yani Başbakan'ın söylemlerine laf yetiştirmektir.
Bu Adnan Menderes için de, Süleyman Demirel için de, Turgut Özal için de geçerli olmuştur.
Şimdi de ana uğraş Başbakan Tayyip Erdoğan'ın söylemlerine laf yetiştirmektir.
Onların da işine geliyor
Bu kısır döngü başbakanları da olması gereken siyaset ve mantık yörüngesinden çıkarmaktadır.
Kendilerine laf yetiştirenlere laf yetiştirmek de, seçilmiş başbakanlar için kaçınılmaz bir gerek olarak görülmektedir.
Ayrıca sayısız iç ve dış siyaset sorunları ile uğraşırken ve bir sorunu çözerken en az on tane yeni sorunla karşı karşıya kalan başbakanlar da, kendilerine laf yetiştirenlere karşı laf yetiştirmeyi, gerçek gündemden kaçış ve gündemi yönlendirme fırsatı olarak değerlendirmektedirler.
Örneğin "Suriye sorunsalı" yerine "Muhteşem Yüzyıl"ı tartışmak daha kolay gelmektedir.
Bu arada toplumsal, siyasal ve doğal oluşumlar hükümlerini icra etmektedir.
Devamı için http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/barlas/2012/12/20/dusunce-hayatimizda-don-baba-donelim-modeli
Yorum:
Kel başa şimşir tarak!
Çok temel bir fizik kuralı olan etki-tepki kuralı sosyal ilişkilerde de aynen geçerlidir. İkili diyaloglarda kişi kendine yöneltilen ithamlardan elbette ki etkilenir ve ortaya bir reaksiyon verme isteği çıkar. Bunun örneklerine siyaset camiasında da her gün rastlıyoruz. Basit buluyoruz, komik buluyoruz, hiç hoşumuza gitmiyor ama aynı şartlarda olsak aynı davranışları sergilemeyeceğimizi de iddia edemiyoruz. Etmeyelim de, durum iyice komik olur.
Bunu herkes yapıyor, belki de yapmasıdır doğal olan. Önemli olan bu tepkilerin ve söz düellolarının fikri tartışmalar üzerine olmasıdır. Ana mevzu kişiler ve özel hayatları olunca iş tabi ki oldukça seviyesizleşiyor.
Bugün birileri çıkıp da başbakanı ve diğer bakanları rahatlıkla eleştirebilmeli. Bunu söz düellosuna çevirmenin alemi yok. Bu durumda yapılan eleştirileri olgunlukla karşılayıp düşünebilmektedir, asıl erdem. Bizde genelde bu evrede bir hazımsızlık başlar ve iş polemiğe döner. Biraz daha ilerler ve incir çekirdeği doldurma müsabakası ile son bulur.
Ne desek ki, tutum bu olunca mevzu önemini kaybeder. Asıl sorunlarla yüzleşmeye cesareti olmayanlar her fırsattan yararlanmaya başlarlar ve bundan alakasız herkes nasibini alır. Ben bu polemiklerden çok da şikâyetçi değilim, takip etmediğimden olsa gerek. Daha çok icraatların öncelik sıralarına takmış durumdayım. Örneğin şu cücüklerin önlük-forma davaları ne olacak dersiniz? Eğitime dair her elzemi, her müşkülü çözmüş olan ilgili bakanlık acaba bu çalışma programını ve hizmet aşkını nelerden esinlenerek besliyor?
Düşünüyorum, düşünüyorum, bulamıyorum. Fazla mı uzağa gidiyorum nedir!