21.09.2012
Televizyonun siyaset dünyasında ne kadar etkili olabileceğini önce Amerikalılar gördü.
Başkan adayları Nixon ile Kennedy, 1960'ın Eylülünde dört kez televizyonda tartıştılar.
70 milyon Amerikalının izlediği bu tartışmalarda Nixon yorgun ve solgun bir görüntü verirken, Kennedy güneşte yanmış diri görüntüsüyle rakibini, gölgede bıraktı.
Bu tartışma öncesinde Başkanlık seçiminin favorisi görünen Nixon, "Katolik" Kennedy karşısında puan kaybetti ve seçimde de yenildi.
Amerikalılar televizyonun siyaseti derinden etkilemesine 1960'lı ve 70'li yıllarda Vietnam Savaşı'nın televizyon haberlerinde verilmesi ile de tanık oldular.
Walter Cronkite
Uzak Asya'daki bu savaşın cephelerindeki görüntüler televizyon haberlerinde öylesine verildi ki, sanki savaş Amerikalıların evlerindeymiş gibi bir duygu oluştu.
Haber sunucusu savaşa dönük yorumları ile Walter Cronkite (1916-2009) ABD Başkanı'ndan daha güvenilir kişi oldu. Mesela Başkan Johnson ikinci kez aday olamadı.
Kuzey Vietnam lideri Ho Şi Minh televizyon ekranlarını kullanarak Amerika sathında adeta 2'nci cephe açtı bu sayede. Amerika'daki savaş karşıtlığı, üniversitelerde öğrencilerle güvenlik güçlerinin çatışmalarına kadar dayandı.
"Köprüyü sattırmam"
Sonunda süper güç Amerika Vietnam'da yenilgiyi kabul etti.
Tabii ki her ülkenin kendine özgü sosyo- politik özellikleri ve neticede farkları vardır.
Ama "Bilişim Çağı"nın ve televizyon benzeri medyaların birbirlerinden farklı toplumları da aynı biçimde etkiledikleri inkâr edilemez.
12 Eylül askeri rejimi ertesindeki ilk genel seçim (1983-6 Kasım) kampanyasında "Köprüyü sattırmam" diyerek TRT'nin tek kanalındaki tartışmada öfkeli çıkış yapan Halkçı Parti lideri Necdet Calp'ın karşısında ANAP'ın kurucusu Turgut Özal'ın gülümseyerek "Satarım efendim" demesinin yarattığı etkiyi unuttunuz mu?
Evren'in konuşması
Devamı için http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/barlas/2012/09/21/televizyonu-en-iyi-kim-kullaniyor
Yorum:
Medyamız
Bu sorunun cevabı Medya patronlarından başka bir şey olur mu ki, diye düşünüyorum. Gündemi onlar belirliyor, siyasete onlar yön veriyor.
Onlar neyi isterse sahneye o konuyor, onu izliyoruz.
Bu patronların istemediği bir kimse ne yerel, ne de ulusal kanallarda kendine bir yer bulamaz, sesini duyuramaz, fikirlerini paylaşamaz. Hemen sustururlar.
Sadece görsel medya değil, basılı olan da aynı. Malum yerlerden onay olmadan hangi kitap basılabilir, hangi gazete okuyucusuna ulaşabilir?
Hiçbiri!
Peki ne yapabiliriz?
Bildik bir çözüm önerisi olan “Kendi medyamızı oluşturmalıyız!” fikri hayat bulmaktan çok uzak. Benim için o kadar imkansız ki, her izlediğim haberde, canlı bağlantıda haberden çok arka planla ilgileniyorum. Muhabir Suriye’den çatışma haberi yapıyor, ben atmosferle ilgileniyorum. Acaba başka bir yerdeler de ortam mı oluşturdular, diye.
“Bizim” diye bir kavram yok. Oluşamadı, oluşturulamadı.
Haberciler kaygısız, korkusuz olarak haber yapabildiği zaman güvenilir medya oluşacak. Bunu yapabilmeleri için de para ve can güvenceleri sağlanmalı. Maddi kaygıları, güven problemleri olmadığı zaman sadece gerçekleri yansıtmak için, haber hazırlamak için çalışacaklar.