22.09.2012
BAŞBAKAN Erdoğan, bir Amerikan gazetesine verdiği demeçte şöyle demiş:
“İfade özgürlüğünün zirvede olduğu bir dönemden geçiyoruz”.
* * *
Demek ki neymiş?
- Azıcık aykırı gidene “sen kimsin ya” diye fırça çekerek...
- Mırın kırın edeni “sen işine bak” diye tersleyerek...
- Düşüncesini ifade eden köşe yazarını haşlayarak...
İfade özgürlüğünün zirvesinde olunabiliyormuş.
* * *
Ama durun bir dakika.
Belki de Başbakan Erdoğan, “Türkiye ifade özgürlüğünün zirvesinde” derken, sadece kendisinin ve arkadaşlarının durumunu göz önünde bulunduruyordur.
* * *
Eh, ne de olsa Başbakan Erdoğan, son dönemde kişisel ifade özgürlüğünün zirvelerinde dolaşıyor.
İstediği gibi konuşuyor, istediği gibi bağırıyor, istediği gibi racon kesiyor, istediği gibi azarlıyor.
Kısacası...
Türkiye, Başbakan Erdoğan açısından ifade özgürlüğünün zirvede olduğu bir dönemden geçiyor.
Bu açıdan haklı yani...
Başbakan’ın yakın çalışma arkadaşları açısından da Türkiye ifade özgürlüğünün zirvede olduğu bir dönemden geçiyor.
Bakın sadece son günlerde “zirvede” hangi sözler edildi:
- Bir hükümet yetkilisi, Oslo görüşmeleri için “İslam’da bile karı-kocanın arasını bulmak için yalan söylemek caizdir” açıklaması yaptı.
- Bir iktidar milletvekili, “biz Kürt sorununu çözdük” dedi.
- Bir bakan, “şehitlik nasip işi” dedi.
- Bir başka bakan “Hindistan ve Pakistan’da da oluyor” dedi.
- Bir vali, “Genelkurmay Başkanımız çevresi olan bir insan, o kilimi bir yere koysa acayip tanıtım olur” dedi.
* * *
Zirvede bırakmak güzeldir.
Keşke...
Hükümetimiz ifade özgürlüğünü zirvede bıraksa...
Yazının tamamı için http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/21527795.asp
Yorum:
Yağlanmak
Bir adam halkın içinde yetişir. Halkın sıkıntılarıyla beraber yürür. O sıkıntıları kendine dert eder. Gün gelir, halk bu adamı başa getirir. Çünkü kendilerinden biridir ve kendi dertleriyle dertlenecektir.
Adam başa geçer. Gerçekten halkın derdiyle dertlenir. Zaman geçer, çevresinde dalkavuklar çoğalır. Siz söylerseniz doğrudur, der. Siz bilirsiniz, der. En doğrusu sizin görüşünüzdür, der. Der de der. Gün gelir, artık her düşündüğünün, her fikrinin doğru olduğuna iyice inanır. Her yaptığının doğru olduğundan emindir. Eleştiriler onu rahatsız eder. Öyle ki kendisine zorlukla ulaştırılan bir eleştiri ve öneri mektubuna tahammül edemez, mektup sahibine hırsından telefon açar. Kızgınlığının dinmesi bir kaç gün sürer.
Artık o kimse eleştirilemez olmuştur. Her şeyin kendi istediği gibi olmasına alışmıştır. Faizli düzeni ne kadar güzel idare ediyorum diye sevinmekte ve bununla böbürlenmektedir. Kendisini eleştirenlerin eleştirileri de çevresindeki yalakalar nedeniyle ona artık ulaşmamaktadır. Zaten ulaşsa da eleştiri ve önerilerden rahatsızlık duymaktadır.
Öyle bir hale gelmiştir ki şu başbakan olacak, şu bakan olacak, şu cumhurbaşkanı olacak şeklinde tek başına karar vermektedir. Ama yanıldığı bir nokta vardır. Bütün kararlarının gerçekleşmesine alışmıştır ama bu durum onun kendisinin “mükemmel” (!) olmasından kaynaklanmamakta, Allah’ın Adil Düzenin gelmesi için izin verdiği fecr-i kâzib döneminden dolayı olmaktadır. O bu dönemin bir oyuncusudur sadece. Rolü tamamlanınca eğer o zamana kadar tevbe edip hak yola dönmezse Allah ona gereken karşılığı verecektir. Tevbe eder de hak yola döner, faizli düzeni savunmaktan vazgeçerse de Allah ona karşılığını verecektir.
Allah isteyene/istediğine rehberlik (hidayet) eder. Ama önce rehberliği istemek gerekir.