Ruşen Çakır - Not supported field expression!
25.05.12
Hükümetin (ve artık aynılaştığı için devletin) Roboski faciası nedeniyle özür dilemeye pek niyeti olmadığı anlaşılıyor. Ama benim bir özür borcum var, bu vesileyle yerine getirmek istiyorum. Şöyle ki facianın ardından yazdığım yazının başlığına “Hükümet bu facianın üstünü örtmeye çalışmaz, çalışamaz” gibi son derece kesin bir yorumumu çıkartmıştım. Çok kötü bir şekilde yanıldığımı itiraf etmek durumundayım.
O yorumda iki temel hata var: Birincisi, hükümetin bu faciayı örtmeyeceği iddiası ki yaşadıklarımız bunun tam zıddını bize gösterdi. “Hükümet bunu örtmeye çalışmaz” derken AKP’nin Kürt sorununda geleneksel devlet çizgisinden büyük ölçüde kopmuş olması; geçmişteki inkar ve asimilasyon politikalarıyla arasına alenen mesafe koyması; Kürtler içinde güçlü bir tabana sahip olması ve en önemlisi ne yapıp edip Kürt sorununu çözmek zorunda olduğunu biliyor olması gibi verileri temel almıştım. Ancak olayın aydınlatılmasının kendi iktidarlarını büyük ölçüde zayıflatacağını düşünmüş olmalılar ki ülkeyi yönetenler bunu örtmeyi tercih ettiler.
“AKP hükümeti bu olayın üstünü örtmeye çalışmayacaktır. Eğer örtmek isterse İsrail, Suriye gibi ülkelerin rejimlerine yönelik eleştirileri havada kalır; kışladan Muğlalı adının çıkarılması, Dersim katliamıyla yüzleşme gibi iddialı adımlar anlamını yitirir” şeklindeki akıl yürütmelerim de böylece geçersiz kaldı.
Pekala örtülebiliyormuş
AKP hükümetinin facianın üstünü örtmek istese bile başarılı olamayacağı anlamındaki “örtmeye çalışamaz” değerlendirmem de büyük ölçüde yanlış çıktı. Aradan geçen süre içinde Roboski konusunu sürekli gündemde tutmak isteyenlerin sayıs ve etkileri sınırlı kaldı. Hükümetin açılım günlerinde Kürtler ve Kürt sorunu hakkında her vesileyle olumlu konuşan kişi ve çevrelerin böylesi zor günlerde ortadan kaybolmaları tabii ki şaşırtıcı değil. Anaakım medyamızın daha ilk anda görmemek için elidnen geleni yaptığı bu facianın takipçisi olmayacağı da baştan belliydi. (Bereket Wall Street Journal bir haber yaptı da mecburen, o da büyük ölçüde WSJ’yi yalanlamak için medyamız Roboski’yi hatırlamak durumunda kaldı) Yine de böylesine açık bir katliamın hiçbir şey olmamış gibi geçiştirilmesi bu kadar da kolay olmamalıydı.
Sıradan Kürtlerin bakışı
Devamı için Not supported field expression!
Yorum:
Uludere katliam değil, Testinin kaderidir!
Gerçek olarak bildiklerimiz bize gösterilenlerdir, yansıtılanlardır. Ne biliyoruz Uludere hakkında? Sadece bir madalyon!
Bir kesime göre 30 yaşın altında, bir kısmı da korucu olan, kendi devletleri tarafından katledilme zulmüne uğrayan 35 masum köylü. Onlara göre yaşanan bu katliam devletin doğuya, Kürtlere bakış açısını en açık şekliyle ortaya koyuyor. Kendi halkını ayan beyan katletmesi, geçmişte yaşandığı iddia edilen başka katliamların da ispatı oluyor.
Madalyonun diğer yüzünde ise bu sınır köyünde kaçakçılık yapıldığı iddiası var.
Uludere nerede? Şırnak’ta.
Şırnak kime komşu? Irak ile Suriye.
Irak size neyi hatırlatıyor? PKK.
Peki ya Suriye? Aynen.
Sadece bu bağlantılar insanları fişlemeye yeter mi? Böyle hassas bir bölgede yaşıyor olmak mı suç?
Tabii ki, hayır. Bu insanlar o bölgede yaşadıkları için değil, yasal olmayan işlere bulaştıkları için öldürüldüler. Yani en iyi ihtimalle kaçakçıydılar. PKK ile bağlantıları olup olmadığını, dahası birer PKK’lı olup olmadıklarını bile bilmiyoruz. PKK yandaşlarının cenazede boy göstermesi, olaya medyalarında geniş yer vermeleri nifak için değerlendirilen bir fırsat olabileceği gibi bu insanların örgütle bağlantısını da düşündürüyor. Aksi takdirde hepimiz BDP zihniyetinin insan canına sinek değeri bile vermediğini biliyoruz. Onlar ancak kendileri rahat hayatlarını sürerken, başkalarının çocuklarını kurban vermesini bilirler.
Madalyonun hangi tarafına inanırsanız inanın; ancak bilinmesi gereken bir şey varsa o da savaş düzeninin hakim olduğu bir bölgede operasyonların çok doğal hatta gerekli olduğudur. Böyle bir bölgede demokrasiyi ne kadar yaşatabilirsiniz ki? Bu insanlar kaçakçılık yaptılarsa bu ilk değildi, sır değildi. Birileri bir süre göz yumdu daha sonra nedense yasalar akıllarına geldi. Ve su testisi su yolunda kırıldı. Olayın zamanı ve bilançosu senaryo dâhilinde miydi yoksa tamamen doğaçlama mıydı? Bunu da bilmiyoruz ama bu aşamada pek bir öneminin olduğunu da zannetmiyorum.