Yusuf Kaplan
ykaplan@yenisafak.com.tr
06 Nisan 2012 Cuma
"Arap baharı", asıl hedefi şimdi vurmaya başladı!
Her şeyin iç içe geçtiği, karşılıklı bağımlılıkların her bakımdan arttığı postmodern bir dünyada, içeride veya dışarıda yaşananları anlayabilmek sürgit zorlaşıyor.
Algılama ve kavrama biçimlerinin, medyaların ürettiği ayartıcı / icat edilen imajlar üzerinden gerçekleştirilebildiği bir dünyada, bildiğimiz anlamda siyaset de "medyatikleşerek" buharlaşıyor: Sadece "üretilen" imajlar üzerinden gerçekleştirilen bir tür "büyücülük"e, ayartıcı ve yapay söylemler / gündemler icadı'na dönüşüyor siyaset.
Sonuçta, bir ülke içinde yaşanan orta veya büyük ölçekli bir iç sorunu, bölgesel ve küresel sorunlardan bağımsız düşünmek, o sorunu kavrayabilmeyi bile güçleştiriyor.
* * *
Mesela, Suriye sorunu, Türkiye'nin dış politikasını ilgilendiren bir sorun olmaktan çıkıyor ve bir şekilde Türkiye'deki Kürt sorununun kazanabileceği -henüz kestiremediğimiz- muhtemel yeni boyutların tohumunu (=fitilini) barındırıyor bünyesinde: Bizim Esed yönetimine karşı muhalif grupları "örgütlememiz", PKK sorununun azmanlaşmasına, Kürt sorununun önceden kestiremediğimiz bambaşka niteliklere bürünmesine yol açma tehlikesi taşıyor.
Aynı şekilde, hem Suriye sorunu, hem de NATO'nun füze kalkanının, İsrail lehine, İran aleyhine çalışacak şekilde konuşlandırıldığı apaçık gerçeği, İran'la ilişkilerimizin bıçak sırtında seyretmesine, İran'ın "gaza basması"yla Türkiye'de doğalgazın büyük oranlarda zamlanmasına ve ardından başka kalemlerde bir zam furyasının sökün etmesine yol açıyor.
Görüldüğü gibi iç ve dış sorunların iç içe geçtiği, bu arada medya üzerinden ayartıcı propaganda savaşlarının sahnelendiği bir dünyada aslında ne olup bittiğini kavrayabilmek, daha önemlisi de bu tür sorunların nasıl hâl yoluna konulabileceğini kestirebilmek oldukça zorlaşıyor.
* * *
Kavramakta zorlandığımız büyük ölçekli sorunların başında "Arap baharı" denen "ayartıcı sorun" geliyor: Arap baharı, görünüşte, Arap dünyasındaki diktatörlüklerin ortadan kaldırılması ve Arap dünyasına "demokratik rejimler"in yerleştirilmesi (!) için başlatılan bir hâdise.
Ama gerçekte durum göründüğü gibi mi acaba? Eğer durum gerçekten göründüğü gibi ise, bu "Arap baharı" denen hızlandırılmış tarih rüzgârı Amerikan-İngiliz-İsrail uydusu Suud rejimi başta olmak üzere petro-dolar şeyhliklere neden uğramadı, -uğramıyor ve uğramayacak acaba?
Eğer bu sorunun cevabını verebilirsek, İslâm dünyasındaki ülkelerin, kendi geleceklerine kendilerinin karar verebilmelerinin en az yarım asırdan bu yana neden engellendiği, neden diktatörlüklere mahkûm edildiği ve neden "Arap baharı" denen rüzgârın asıl esmesi gereken ülkelerde esmediği daha iyi kavranabilir.
* * *
O hâlde asıl yakıcı mesele şu: "Arap baharı", İslâm dünyasında, halkların iradesinin önünü açmayı değil, aksine, halkların iradesini daha tabiî şekillerde açma girişimlerinin önünü tıkamayı hedefleyen bir projedir: Bu proje, Tunus'ta bir işçinin kendisini yakmasıyla başlamamıştır: Tarihî hâdiseleri, bu kadar küçük ve münferit olaylarla izah etmeye kalkışanlar, hepimizin zekâsıyla alay ediyorlar.
"Arap baharı", Arap dünyasının, yakın bir gelecekte kontrolden çıkmasını önlemeye ve Arap dünyasını küresel aktörlerin çıkarları doğrultusunda şekillendirmeye dönük küresel bir projedir.
Küresel aktörlerin "Arap baharı" projesiyle uzun vadede asıl hedefledikleri şey ise, Türkiye'nin başını çekeceği, İran ve Mısır'ın ortaklaşa gerçekleştireceği projelerle İslâm dünyasının bütünleşerek kendi kaderini kendisinin belirleyebilmesini önlemektir. Bu nedenle, şu ân, Mısır, "hadım edildi"; İran'la Türkiye'nin arası da sürekli olarak açılmaya çalışılıyor.
* * *
Burada asıl hedefi gözden kaçırıyoruz: Asıl hedef, Türkiye'nin de hadım edilmesidir: Türkiye, Suriye'ye saldırtılmaya veya Suriye muhalefeti bizim tarafımızdan silahlı veya silahsız yollarla örgütlendirilmeye zorlanarak Türkiye, içinden çıkamayacağı bir "kuyu"nun içine itilmeye çalışılıyor.
Sözün özü: "Arap baharı" projesinin nihâî hedefi İslâm dünyasını toparlayabilecek bir Türkiye'nin doğuşunun önlenmesidir: Türkiye'nin, içinden çıkamayacağı -füze kalkanı, Suriye'ye saldırtılması, İran'la iplerin kopartılması, Kürt sorununun kontrolden çıkacak yeni bir sürece girdirilmesi gibi- iç ve dış sorunlarla kuşatılması ve bölgeyi -orta ve uzun vadede- toparlayabilecek bir güç olma potansiyellerinin yok edilmesidir.
Türkiye, küresel aktörler tarafından "dolmuşa bindirildiğini" görebiliyor mu acaba?
* * *
………………………………………………………………………………………….
Bu arada yaklaşık bir ay oldu ve Suriye'de esrarengiz bir şekilde kaybolan genç gazeteci arkadaşlarımız Adem Özköse ile Hamit Coşkun'un nerede ve ne hâlde oldukları konusunda henüz net bir cevap alabilmiş değiliz.
Açıkçası bu "belirsizlik" hâli insanı kaygılandırıyor. Başbakan Erdoğan'dan CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'na, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'tan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'na kadar ülkenin belli başlı siyasîleri bu meseleye kayıtsız kalamayacaklarını açıkladılar ama bu konuda somut bir gelişme yaşanmış değil henüz.
* * *
Türkiye, birkaç ay önce, İran yönetiminin elinde -casusluk yaptığı gerekçesiyle- rehin tutulan bir İngiliz gazetecinin serbest bıraktırılmasına ve İngiliz yetkililere bizzat teslim edilmesine aracılık etmişti.
Benzer bir girişimin üçüncü ülkeler aracılığıyla Adem ile Hamit için de yapılması için neden bir arayış içinde olmuyor hükümet anlayabilmiş değilim: İran, Rusya veya Çin'in diplomatik misyon temsilcilikleri aracılığıyla bu gencecik kardeşlerimizin Türkiye'ye teslim edilmeleri konusunda benzer bir girişimde bulunulması hiç de zor olmasa gerek diye düşünüyorum.
* * *
Adem ve Hamit'in esrarengiz bir şekilde "kaybolmaları"nın üzerinden tam bir ay geçti. Casusluk filan değil yalnızca gazetecilik yapan, Suriye'deki masum insanların katledilmelerini, Suriye'de yaşananları bizzat yerinde/n takip ederek Türk ve dünya kamuoyuna duyurmak için kendilerini iç savaşın ortasına atmaktan çekinmeyen bu kardeşlerimizin artık Türkiye'ye teslim edilmeleri konusunda yapılması gerekenleri daha fazla geciktirmeden yapması gerekiyor Türkiye'nin.
Başbakan Erdoğan'ın ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun, bu kardeşlerimizin zorba bir rejimin kendi halkına karşı estirdiği terör havasının ortasında kimsesiz olmadıklarını görmek istiyoruz. Bir İngiliz'e yaptığımızı neden bizim iki gencecik kardeşimize, vatandaşımıza yapamıyoruz anlayabilmiş değilim.
Yetkilileri bu konuda biraz daha duyarlı olmaya ve daha sonuç getirici yollara başvurmaya davet ediyorum. Süre uzadıkça kaygımız daha fazla artıyor çünkü.
http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?i=31823&y=YusufKaplan
YORUM;
Süpüremedik zokayı yutturduk!
Cüneyt Zapsu zap suyunda mı kayboldu?
“bu adamı (Tayyip Erdoğan’ı)süpürüp çöpe atmayın kullanın”demişti.
Demek ki süpürülemeyince “arap zokası”planı devreye girdi.
Yazar’a tamamen katılıyorum.
Arap baharının hedefi tekti Türkiye Cumhuriyeti…