Ruşen Çakır - Not supported field expression!
06.04.2012
Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın yargı bağımsızlığına vurgu yapan konuşması epey yankı yaptı ve iktidar partisinin de tepkisini çekti. Açıkçası Kılıç’ın konuşmasını hayli geç kalmış, Türkiye’nin demokratikleşmesinin önündeki engellerle kıyaslandığında hayli zayıf buldum ancak ülkede etkili bir muhalefet olmayınca bu tür eleştiri ve uyarılar hak ettiklerinden fazla değer kazanabiliyor. Tabii burada medyadaki güçlü Haşim Kılıç lobisinin etkisini de yabana atmamak lazım.
Kılıç’ın çıkışını anlamlı kılan onun siyasi iktidara yakın bir isim olması, öyle bilinmesidir. Bu nedenle onun çıkışını, AKP’nin iktidara gelmesinden kısa bir süre sonra dile getirilmeye başlanan “AKP’nin alternatifi ancak AKP içinden çıkar” tespitiyle birlikte değerlendirmek yanlış olmayacaktır. Daha önce Abdüllatif Şener’in bunu denemesi ama kısa süre içinde başarısız olduğunun anlaşılmasıyla bu tespit de sorgulanır oldu. Ancak ben hatanın tespitte değil Şener’de olduğu kanısındayım, özellikle cumhurbaşkanlığı seçiminin yaklaşmasıyla birlikte AKP içinde çok ciddi çekişmeler yaşanabileceğini düşünüyorum.
Fakat Haşim Kılıç’ın bu manada etkili olabileceğini sanmam. Hele Nazlı Ilıcak’ın ortaya attığı gibi Kılıç’ın cumhurbaşkanlığına talip olması bana pek muhtemel gelmiyor. Çünkü ilk kez halk tarafından seçilecek olan bir sonraki cumhurbaşkanının siyasi profilinin yüksek olması daha akla yatkın. Kılıç bu noktada “demokrat” kimliğine güvenebilir ki bunun da Kürt sorunu söz konusu olduğunda pek geçerli olmadığını, Kürt partilerinin kalemlerini kolaylıkla kırmış olması nedeniyle biliyoruz. Dolayısıyla Kılıç’ın son çıkışını cumhurbaşkanlığı seçimleri değil de son MİT krizi, yani AKP-Gülen cemaati ilişkisi bağlamında okumaya çalışmak bana daha az spekülatif olurmuş gibi geliyor.
Gül uyarmayı sürdürüyor
Buna karşılık Cumhurbaşkanı Gül’ün her vesileyle, hükümete yönelik ince ayar eleştiri ve uyarıları tekrarlamasını daha fazla önemsemek gerekir. Gül dün Harp Akademileri’nde yaptığı, Arap Baharı değerlendirmesini merkezine oturttuğu konuşmasında “gelişmiş bir demokrasinin sadece seçimler sonrasında çoğunluğun iradesinin icraata yansıması olmadığının” altını çizdi. “Adaletin gecikmeden tecelli etmesi”ne vurgu yaptı. İfade, basın ve örgütlenme özgürlüğü ile farklılıklara hoşgörüyle yaklaşmaya özellikle dikkat çekti.
Özellikle son seçimlerden sonra ülkemizin demokrasi, hukuk devleti ve temel hak ve özgürlükler noktasında yaşanan gerilemeler akılda tutulduğunda Gül’ün söylediklerinin hafif kaldığı ortada. Ancak kuruluş ve gelişmesinde epey emeği olan AKP’nin oylarıyla bir dönem daha Çankaya’da kalma hakkı elinden alınan Gül, eğer siyasetten tamamıyla kopmayı düşünmüyorsa bugün söylediklerinin tümünü, bir sonraki döneme yönelik yatırımlar olarak görmemiz gerekir.
Tam da bu noktada Gül’ün, eğer parti siyasetine devam edecekse bunun tek yerinin AKP olacağını kabul etmek, diğer bir deyişle yeni parti hazırlığı içinde olduğu gibi senaryolara itibar etmemek gerekir. Dolayısıyla Gül’ün AKP’ye alternatif bir parti değil, AKP’nin bugünkü söylem ve duruşuna alternatif bir söylemin peşinde olduğunu düşünmek daha mantıklı olacaktır.
Cemaatin açıklaması
Devamı için Not supported field expression!
Yorum:
AKP ve Telefon kulübesi
Yaşamın her alanında şahit olduğumuz evrim, değişimin ve dönüşümün kaçınılmaz olduğunun bir göstergesidir. Gelişim ve ilerleme adına yaşanan her değişim güzeldir. Toplumsal olarak yaşanan bu değişimlerin kimisi inkılâp niteliği taşıyıp birden gelirken, kimisi ise bir sürece ihtiyaç duyulduğundan aşamalı olarak gerçekleştirilmektedir. Olağan olan buyken, bizde işler biraz farklı seyrediyor. Biz daha çok makyaj, maske, kamuflaj gibi hilelerle kendimizi kandırma veya kendilerini daha akıllı zannedenlerce kandırılma aşamasındayız.
Şu saatten sonra hükümet ne yapar bilmiyorum, hani Erdoğan şapkadan tavşan yerine bambaşka bir parti çıkarabiliyorsa o zaman bir değişimden söz edebiliriz belki, yoksa aynı zihniyetin dış cephe çalışmalarıyla bir dönüşüm beklentisi fazla hayalcilik olur, gibime geliyor. Hem Türkiye’yi süpermenden aşağısı da kurtarmaz zaten. Yanlış anlaşılmasın lütfen, beklenti büyük değil, vaziyet kötü.
Bugün ihtiyaç duyduğumuz şey; Ak partiye alternatif bir parti değil, onu yüceltecek bir taklit de değil, proje ve hedefleriyle bambaşka bir partidir.
Bu partinin çoğunluğun oyunu alması gerekmiyor. İddialı bir kadrosu ve karizmatik bir liderinin olması da gerekmiyor (gerçi bu hiç de fena olmaz, ne de olsa deli dolu bir milletiz, coşmayı seviyoruz). Sadece ve sadece hakkı söylemesi ve sorunlara çözüm getirmesi, bunu da samimiyet doygunluğuna kesinlikle ulaşmış olarak yapması gerekiyor.
Bugün, açlık kavramına empati kuracak kadar bile aşina olmadan, meydanları dolduran kalabalığa aş ve iş sözü verecek, bunun üzerinden prim yapacak, iftar çadırlarını gezecek kadar duygusal kıvraklığa sahip politikacıların sömürdüğü samimiyet olgusunu insanlara yeniden kazandırmak gerçekten çok zor olsa gerek. Şahsen ‘Ne olacak bu çiftçinin, bu emeklinin hali?’ muhabbetini her duyduğumda ekrana bir şeyler fırlatasım geliyor.
Sana ne, sana ne be arkadaşım! Sen yolma, sen sömürme, çiftçi de emekli de karnını doyurur, yeter ki onun lokmasını çalmaya kalkma. Ona günlük yemek, mevsimlik iş verme. Onun tek, hayatınsa bir günden ibaret olmadığını hatırla. Her gün kafana ayakkabı yiyecek halin yok. Benim kafam anca öyle basıyor diyorsan, halk sana ayakkabılarıyla muntazam bir hatırlatma servisi verir, onu da hiç merak etme. Ancak senin kafan bu tempoya dayanır mı, işte ondan emin olamıyorum.