Good morning after supper
1096 Okunma, 3 Yorum
Ahmet Hakan - Hürriyet
Lütfi Hocaoğlu

11.02.2012

Bu zamana kadar iktidara tam destek veren gazetelerde dün şahane makaleler vardı.

Her cümlesi altın kıymetinde...

Her cümlesi ders niteliğinde...

“Mahrum kalınmasın” diye bazılarını alıntılıyorum:

- Yazılardan birinde yer alan cümle aynen şöyle: “Başbakan dahil herkesin çok kolay bir şekilde hesaba çekilebildiği, çok kolay bir şekilde suç isnat edilerek değersizleştirilebileceği bir ülkede yaşadığımızı fark ettik.”

- Bir başka yazıda ise, “özel yetkileri sorgulamanın zamanı geldi” diye haykırılıyor.

- Bir diğerinde özel yetkili mahkemelerin ipin ucunu kaçırdığı ifade ediliyor.

- Bir yazıda şu analiz yapılıyor: “Soruşturmalar, iddianameler, tutuklama süreleri ve halleri, hukuki gereklerden çok bir güvenlik ortamı ve stratejisinin sürdürülebilme araçlarını andırmaya başlamıştır.”

- Bir yazar, devlet içinde devlet oluştuğunu, bu devlet içindeki devletin Ergenekon’a benzediğini yazıyor.

- Bir başka yazar ise devletin bir kanadının, açılımı yargılamak istediğine dikkat çekiyor.

Kısacası...

- “Özel yetkiler sorgulansın” diyorlar.

- “Başbakan bile güvende değil” diyorlar.

- “İddianameler araç haline getirildi” diyorlar.

- “Devlet içinde devlet oluştu” diyorlar.

- “Devletin bir kanadı, bir başka kanadına savaş açtı” diyorlar.

Biz de akşam yemeğini çoktan yemiş olmamıza rağmen...

Hepsine canı gönülden “Günaydın” diyoruz.

Yazının tamamı için http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/19894023.asp

 

 

Yorum:

İnceden inceye oyunlar

Birisine siyasi oyun oynayacağınız zaman çok değişik taktikler kullanırsınız. Bunlardan en etkili olanı oyun oynayanın hep perde arkasından işi idare etmesi ve ortalıkta hiç görünmemesidir.

Günümüzde de böyle bir oyun oynanıyor. Birileri düğmeye basıyor ve birileri tutuklanıyor. Koskoca genelkurmay başkanı tutuklanıyor, generaller hapislerde, mahkeme koridorlarında, savcıların karşısında süründürülüyor. Bu işler yapılırken olay Ak Partiye mal ediliyor. Ak Parti bilinçaltı memnuniyeti ile “yargı bağımsızdır, herkes yargı karşısında eşit bir şekilde hesap vermelidir” diyor. Böylece Ak Partililer askerlerin yargılanmasından hoşlanmanın getirdiği gevşeklikle arkadan gelecek oyunu fark edemiyorlar.

Gün geliyor, başbakan bir MİT müsteşarı atıyor. Tarihte ilk defa yabancı bir ülke, İsrail Türkiye'nin MİT müsteşarından rahatsız olduğunu ve MİT'in bundan sonra güvenilir olmadığını beyan ediyor. Sonra düğmeye basılıyor. MİT-PKK görüşmesinin ses kayıtları ortaya dökülüyor. Bundan sonra Başbakandan MİT müsteşarını görevden alması bekleniyor. Başbakan Hakan Fidan'ın arkasında olduklarını söylüyor. Buradan bir sonuç elde edilemiyor. Sonra Uludere'de ölenler için yanlış istihbaratının MİT kaynaklı olduğu haberleri yayılıyor. MİT bunu yalanlıyor. Arkasından MİT müsteşarı hakan Fidan MİT'deki değişimi göstermek için önce gazetecileri, sonra devlet ricalini MİT'e davet edip değişimi gösteriyor. Buradan asıl sorunun MİT müsteşarı değil, MİT'deki planlanan değişim olduğu görülüyor. Hakan Fidan MİT'deki MOSSAD ve CIA etkisini azaltacak veya yok edecek girişimlerde bulunuyor diye şiddetli bir rahatsızlık başlıyor.

Uludere olayından da sonuç alınamayınca tekrar MİT-PKK görüşmesi gündeme getiriliyor. Ama bu sefer yargı devreye giriyor. Savcılar Hakan Fidan'ı sorgulamak istiyorlar. Ama Başbakan'ın izni olmadan yargılanamayacağı söylenince önceden yapılan uygulama önlerine seriliyor. Genelkurmay başkanını da yalnızca Anayasa Mahkemesi yargılıyor ama görev suçu kapsamında olmayan bir fiilden dolayı normal mahkemelerde yargıladık. Hakan Fidan'ın ki de görev suçu değil diyorlar. Bunun üzerine Ak Parti tutuşuyor ve acilen kanun değişikliğine gitmeyi planlıyor. Oysa bunu Genelkurmay başkanlarında yapması gerekiyordu. Öyle görülüyor ki bunun arkasından sırada bakanların ve başbakanın hatta cumhurbaşkanının yargılanması geliyor.

Daha da ilginci olayın Cemaat-Ak Parti çatışması şeklinde yansıtılması. Burada oynanan oyun o kadar kuvvetli ki birileri cemaatin çok güçlendiğini ve her yeri ele geçirdiğini söylentisini yayıyor ve Ak Partiyi rahatsız ediyor. Sonra cemaate gidiyorlar ve Ak Parti sizi elimine ediyor diyorlar. Ak Partide allerji oluşturuluyor, cemaatte allerji oluşturuluyor. Sonra cemaate mensup bazı üst düzey bürokratlar pasif görevlere çekilip yerlerine eski solcular getiriliyor. Cemaat bunu görünce basın yayın organları dahil Ak Parti aleyhine geçmeye başlıyor ve böylece çatışma başlatılıyor.

Neticede sermaye amacına doğru ilerliyor. Sistem değişmeden, Adil Düzen gelmeden kimseye huzur olmadığı artık açık ve seçik görülüyor.

 

 

Lütfi Hocaoğlu


YorumcuYorum
Tayibet Erzen
12.02.2012
00:36

Hükümet istediği gibi at koşturuyor, adına da bağımsız yargı diyor. Başbakanın karizması çizilmesin diye atadığı adam sorgulanmaktan 'özel kanunla' muaf olacak, biz de bu rezilliği devamının ne olabileceğini bile tahmin edemeden izleyeceğiz.

Dip yakın görünüyor da biz hazır mıyız, acaba?

Mete Firidin
12.02.2012
14:07

Bu olayları anlamak için büyük resmi görmek gerekir.

1990 lı yıllarda birilerinin kışkırtması ile Ordumuzun ileri gelenleri din'e ve dindara karşı bir mücadele başlattı. Oyunu göremedi. Halk önce ezildi, horgörüldü, aşağılandı. Dindar subaylar ordudan atıldı. 300 milyar dolar dışarıya kaçırıldı ki gelecek iktidar Amerika ve Avrupanın kucağına oturmak zorunda kalsın.Halkda orduya karşı bir antipati oluştu. Bunun sonucunda ordu karşıtları çoğaldı ve ordunun desteklediği parti dışında dindar bir partiyi iktidara getirdi. iktidara gelen parti Asker korkusu ve ekonomik kriz nedeni ile Amerikanın ve Avrupanın kucağına oturdu. Amerika iyi polis ,Avrupa kötü polis rolünü oynadı.

Ayrıca Kürt ve Türk milletini birleştiren tek unsur olan dindarlık büyük zafa uğratıldı. İki milleti bağlayan tek bağ zayıflatıldı ki Kürt milliyetciliği güçlenebilsin.

Daha sonra Desteklenen iktidar Orduya karşı kullanılmaya başlandı. Halk orduyu antipatik bulduğundan yapılan haksızlıkıları görmemezlikten geldi. Hatta "iyi oldu" dedi. Bunda mutlaka daha önce halkı aşalıyan ordu mensuplarının büyük hatası vardır.

Ordu korkusu saran sağ iktidar ise dışarıdan dayatılan ve Kürt ayırımcılığına ve libarelleşmeye taviz üstüne taviz verdi. Çeşitli kurumlara ve gruplara Önceki Ordu mensupları gibi zulüm yapmaya başladı.

Sanırım daha sonra İktidardan destek kesilecek başka bir guruba verilecek ve onlarda iktidara zulüm yapacak ve memleket paramparça bir hale gelecek. İlk lokma olarak Kürtler yutulacak sonra diğer guruplar yutulacak ve Amerika ve Avrupa nihayetinde İsrahil hedefine ulaşacaktır. Böylece düşünme yeteneği olmayan bir halk helak olup gidecektir.

Reşat Nuri Erol
13.02.2012
12:21

Tayibet hanım asıl yazılması/söylenmesi gerekeni yazmış/söylemiş:

"BİZ HAZIR MIYIZ, ACABA?.."

*

Lütfi beyle konuşuyor, düşüncelerimi paylaşıyorum...

Son zamanlardaki makalelerime bakılırsa, ne demek istediğim biraz anlaşılır..

bugün de bir yazı yazıp gazeteye gönderdim...

siz bugünden aşağıda okuyabilirsiniz...

selam ve dua ile..

reşad

***

Din, düzen, barış düzeni ve “dindar nesiller”… Din, din-dar, din-darlık, “din-dar nesiller yetiştirmek” vesaire diyorduk ya; her şeyden önce “din”in yani “düzen”in yani “İslâm”ın yani “İslâm düzeni”nin yani “barış düzeni”nin (yani daha açıkçası “Adil (Ekonomik) Düzen”in) ne demek olduğunu öğrenmemiz gerekir... “İslâm düzeni” yani “barış düzeni” demek “gerçek lâik düzen” (hemen hiddetlenmeyin, hele bir sabredin, sözü sonuna kadar dinleyin, yazıyı sonuna kadar okuyun!) demektir; bir kimsenin diğer kimsenin işine, dinine, düzenine, yaşayışına vesairesine karışmaması demektir; “din-siz lâiklik” değil de “din-dar lâiklik” budur ve bu da İslâm düzeninden başka hiçbir yerde yoktur. Herkes serbest sözleşmelerle kabul edilen kurallara ve özel sözleşmelere uyar. Uymayanlar hakemlerden (hakimlerden değil) oluşan yargıya giderler. Kendi seçtiği hakemlerin kararlarına herkes kendi isteğiyle uyar. Uymayanlar “irtidat” etmiş ve “barış düzeni” dışına çıkmış olurlar. Onlara da “devlet”in yani “barış düzeni”nin silahlı güçleri müdahale eder. Hakem kararlarına uymayanlar “İslâmiyet”ten yani “İslâm düzeni”nden çıkmış olurlar, hukuk artık onları korumaz... Farkındayım; uzunca bir paragraf oldu, sonuna koyduğum üç noktadan da anlaşılacağı üzere devamı da var ama bu uzun izahat gerekliydi ve bu yazı burada sadece bu paragrafla da bitebilir, bu kadarla da aslında anlatılması gereken “her şey” anlatılmıştır, gerisi teferruattır… Kimlere? Anlayanlara, anlamak isteyenlere, anlayış kıtlığı olmayanlara, kör-sağır-dilsiz olmayanlara vesaire… Ama biz yine de bazı “teferruat” üzerinde de duralım… *** Bazı “temel esasları” ve elbette esasla ilgili bazı “teferruatı” da yazdığımız önceki “Dindarlık sadece ‘DİN’ mi, yoksa ‘DÜZEN’ midir?” başlıklı yazımızda (10.02.2012) gayet açık bir şekilde anlatıldığı üzere “DİN” demek “DÜZEN” demektir. “DÜZEN”in dört ayağı vardır: - YASAMA “İlmî Dayanışma” tarafından oluşturulur... - YÜRÜTME “meslekî dayanışma” tarafından yürütülür... - YARGI (hakemlik) “dinî dayanışma” tarafından yürütülür... - YÖNETİM de “siyasî dayanışmalar” tarafından gerçekleştirilir... Yargı kararlarına uymayanlara karşı gerekli yaptırımları siyasi dayanışma ortaklıkları “barış düzeni”nin gerektirdiği şekilde ve onun mekanizmaları çerçevesinde yerine getirirler... Dayanışma ortaklıkları “TEKLİ” değil “ÇOKLU”dur... Dayanışma ortaklıklarının sayıları beşten (5) aşağı, yirmiden (20) yukarı olmaz... Dayanışmalar tüm vatandaşları temsil ederler... Dayanışma sorumluları “şûra” oluştururlar ve “istişare” ile “karar” alırlar... Kendileri karar alamadıkları zaman “hakemlere” giderler ve verilen “hakem kararlarına” kayıtsız şartsız uyarlar... Batı sözde demokrasilerindeki “ekseriyet kararı” yoktur… Yönetim 10 bin civarında nüfus içinde yani “bucaklarda” oluşturulur ve gerçekleştirilir... Merkez bucaklar oluşur... Merkez “hâdim”dir, “hâkim” değildir... Her kademedeki nizalar hakemlerden oluşmuş “tarafsız, bağımsız, saygın ve etkin YARGI” tarafından organize edilir ve hükme bağlanır... Bitmedi; “temel esaslar” ve daha başka “teferruat” gelecek yazıda, inşaallah… *** EYÜP SULTAN’dan (ESAM’dan) AZİZ MAHMUT HÜDAİ’ye (İLEM’e)!.. Cumartesi… Sabah beşte uyanış… İstanbul’un Anadolu yakasında İbrahim Saraçbaşı, Alper Yakupoğlu, Doç. Lütfi Sunar (İLEM/ İlmi Etütler Derneği Başkanı) kardeşlerle buluşma ve “SABAH NAMAZI” için Eyüp Sultan’a yöneliş; Eyüp Sultan Camii’nde namaz… Eyüp Sultan Konağı’nda “ESAM İSTİŞARE TOPLANTISI”… ESAM İstanbul Şube yöneticileri Ekrem Arıkan, İbrahim Saraçbaşı ve Alper Yakupoğlu ile tekrar Üsküdar’a geçiş ve Bağlarbaşı Kültür Merkezi’nde ÖĞ-DER (Şuurlu Öğretmenler Derneği) “II. Uluslararası Eğitim Paneli”ne katılış… Panel sonrasında Aziz Mahmut Hüdayi Külliyesi’ndeki İSAR’da (İstanbul Araştırma ve Eğitim Vakfı), otuz yıllık çalışma arkadaşım Doç. Şamil Şahin’i “yeni çalışma yerinde” ziyaret ve görüşme… Sonrasında Şamil kardeş de dahil, Ekrem ve İbrahim kardeşlerle İLEM Merkezi’ni ziyaret ve Başkan Doç. Lütfi kardeş başta olmak üzere yöneticilerle istişareler… Allah’a hamd olsun; maddî-manevî çok verimli ve bereketli bir gün ve akşamdı…





Sayı: 139 | Tarih: 12.02.2012
Ruşen Çakır
‘İkinci Uludere faciası’
Paranoya Evresi
1163 Okunma
Tayibet Erzen
Ahmet Hakan
Good morning after supper
İnceden inceye oyunlar
1096 Okunma
3 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Mehmet Şevket Eygi
Yalan Söyleyen Bakan
Müslüman Ülke ve Müslüman
1065 Okunma
Emine Hocaoğlu
Mahir Kaynak
Hakan Fidan Hakkında Röportaj
Yorum
1027 Okunma
Süleyman Karagülle
Zülfü Livaneli
Türk'ün parayla imtihanı
Çökertilmiş Türkiye
998 Okunma
Ali Bülent Dilek
Hüseyin Gülerce
İslami Kesim ve Demokratlık
Adil Düzen İstiyoruz
948 Okunma
2 Yorum
Zafer Kafkas