Gazeteci Abdi İpekçi, 33 yıl önce bugün katledilmişti. Hrant Dink cinayeti ile pek çok benzerliği olan bir cinayetti bu.
Hüseyin Gülerce - Abdi İpekçi-Soner Yalçın
İki cinayette de, darbeyi davet edecek kaos ortamı için en çok ses getirecek isimler seçilmişti. İki cinayetin de öncesinde ırkçılık ve nefret kampanyası vardı. Abdi İpekçi'nin Sabetayist olduğu propagandası yapılmış, Hrant Dink'in de Ermeniliği öne çıkarılarak, ölmeyi hak ettiklerine dair alçakça ve sinsice bir provokasyon tezgâhlanmıştı. İkisi de "hain" ve "düşman" haline getirilip, cinayetlerin meşrulaştırılması için belli bir merkezden, belli masalardan yönetilen medya operasyonları yürütülmüştü. İpekçi, 12 Eylül darbesine, Dink de, AK Parti iktidarının devrilmesine zemin olacak kaos ortamı için öldürüldüler.
Faili meçhul cinayetlerin binlerle ifade edildiği ülkemizde, dört cinayetin çözülmesi, Türkiye'yi karanlıklardan aydınlığa, vesayet rejiminden demokratikleşmeye götürecektir: Mumcu, İpekçi, Dink ve Yazıcıoğlu cinayetleri...
Bu dört cinayetin de karanlıklarda kalması için yargı, medya ve devlet içinde bazı odaklarda olağanüstü bir direnme var. Tanık ve kanıtlar buharlaşabiliyor, resmî belgeler imha edilebiliyor. Kamera kayıtları emniyet birimlerinde silinebiliyor. Vesayet bütün adamları, bütün imkânları ile planlı, teşkilatlı bir "sis püskürtme" operasyonu yapıyor... Yalanlar, karartmalar, bulandırmalar o raddeye geliyor ki, "karanlığın adamları" maktullerin yanında, safında görünebiliyor. Törenlerde, gösterilerde, yürüyüşlerde boy gösterebiliyor. Hedef şaşırtmak, kafaları karıştırmak için, cinayetleri aydınlatma adına kitaplar, yazılar yazabiliyorlar. Mesela Ergenekon dostları, utanmadan Dink için yürüyebiliyorlar...
Bu konuda bir Soner Yalçın örneği var ki, asla unutmamak gerekiyor. Hürriyet Gazetesi yazarı ve Oda TV internet sitesi sahibi Yalçın, cezaevine götürülürken ne demişti hatırlayınız: "Biz bu bayrağı İpekçi'den, Mumcu'dan devraldık..."
Hâlbuki Soner Yalçın, Abdi İpekçi'nin katledilmesini, onun kökenine bağlayarak meşru gösterilmesine hizmet edenlerin başında geliyor. "Efendi -2" kitabında, İpekçi ailesine (Sabetayist-dönme) diyen kendisi değilmiş gibi... Prof. Yalçın Küçük'le birlikte Türkiye'de Yahudi düşmanlığını körükleyen, Sabetayist histerisini başlatan, insanları soy-sop avcılığına teşvik eden, Cumhurbaşkanı'nı, Başbakan'ı ve nice değerli insanı "dönme" ilan etmeye kalkanlarla birlikte aynı saftaki adam değilmiş gibi...
İlginçtir, Doğu Perinçek, Yalçın Küçük, Soner Yalçın üçlüsü, 1989-1994 arasında çok hızlı "Apo"culuk yapıyor; Küçük, Öcalan'a, "sayın başkanım" diyerek, "selam kardeşime" diye nutuklar atarken, yazdığı kitaplarda da, Türkiye'nin "Kürdistan"ı sömürdüğünü söyleyebilecek kadar ileri gidebiliyordu. Perinçek, elinde çiçekler PKK kamplarında Öcalan'la pozlar veriyordu. Sonra üçü de, 28 Şubat öncesi "ulusalcı" oluverdiler...
Daha da ilginç bir şey var. Onun da altını, yazarımız İhsan Dağı çizmişti. "Bu ülkede 'yeni anti-Semitizm'in babası sayılabilecek bir kişi Ergenekon soruşturması çerçevesinde gözaltına alınınca kıyamet koptu. İçerde yükselen itirazlara şaşırmıyorum. Ama Oda TV ve Soner Yalçın'a, dışarıda en fazla arka çıkanların; İsrail lobisi, ABD'deki Yahudi lobisinin en etkin gazetesi New York Times ve Amerikan 'neo-con'lar olması izaha muhtaç."
Dün, askerî vesayet rejiminin devamı için Abdi İpekçi katledildi. Arkasından 12 Eylül darbesi geldi.
Bugün, Sabetayistlik, Ermeni düşmanlığı ve misyoner faaliyetleri gündeme taşınarak AK Parti iktidarı, "şeriat tehlikesi" olarak gösterilmek istendi. Memleketin satıldığına inandırılan ulusalcı bir nesil hedeflendi. Cumhuriyet mitinglerinin hedefi de buydu. 'Balyoz'lara meşruiyet kazandırılacaktı. Önceden andıçlanan isimler de, darbe sonrasında "tesirsiz" kılınacaktı.
4 Nisan'da 12 Eylül duruşması var. Ve İpekçi cinayeti de iddianamede yer alıyor. Tünelin sonundaki ışık göründü diyorum...
Yorum:
Boşa Vakit Harcamamak
Dünyamız belki de şimdiye kadar hiç yaşanmamış bir kaosa sürüklenmekte ve ekonomik krizler isyanlar , işgallerle dolu bir dünyada geleceğimiz karanlıklarla ve ümitsizliklerle dolu. Dünyanın bu durumundan tabiki ülkemizde etkilenmekte belirsizliklerle , güvensizliklerle, umutsuzluklarla dolu bir hayatı yaşamak zorunda olan insanımız günü kurtarma çabası içinde yaşamını sürdürmektedir.
Dünyayı yaşadığı bu bunalımdan kurtaracak olan her dönemde olduğu gibi yine ilahi prensipler olacaktır. Bu prensipleri hayata geçirmek demek hem bizim kurtuluşumuz hem de insanlığın kurtuluşu demektir. Eğer ki kavramları Kuran ışığında yeniden tanımlamazsak , bu kavramlara dayanarak yeni kurumlar ortaya koyamazsak bireylerden başlayarak yukarı doğru insanlık hayatta kalmak için birbirine girecek ve yine birbirlerini yok etmekten geri kalmayacaklardır.
Artık kendi içimizde birbirini alt etme çabalarını bırakmamız ve geleceğin Türkiye’sini inşa etmek için biraraya gelmemiz gerekmektedir. Sorumluluğumuz kendi alanımızdan ibaret değil, Allah’ın halifesi olarak tüm insanlığın kurtuluşu bizim sorumluluğumuzdadır. Bu sorumluluğumuz gereği vaktimizi boşa harcamamalıyız ve Adil Düzen için çalışmalıyız.