Ruşen Çakır - rcakir@gazetevatan.com
20.01.2012
Beş yılın sonunda geldiğimiz noktayı “sıfıra sıfır, elde var sıfır” diye değerlendirenler var. Katılmıyorum, daha vahim bir durumdayız, yani eksideyiz; diğer bir deyişle Hrant’ın öldürüldüğü günün gerisindeyiz.
Çünkü Hrant’ın katlinin bize yaşattığı acı, yüz binlerin cenazesine katılması, milyonların onun için ağlamasıyla birlikte kısa zamanda bir “umut”a dönüşmüştü. Hükümetin de söz konusu kitlelerin beklentilerine uygun hareket edeceği yolunda mesajlar vermesi de umutları iyice artırmıştı. Yıllarca aynı sistem tarafından hayli yıpratılmış olan AKP’lilerin, kendi iktidarlarını da ciddi olarak tehdit eden derin yapılarla hesaplaşmada Dink suikastinden yararlanma ihtimali makul görülüyor, hatta teşvik ediliyordu. Nitekim kısa bir süre sonra başlatılan Ergenekon soruşturmasında ilk tutuklananlar arasında Hrant’a her türlü kötülüğü alenen yapmış olan isimler de yer alıyordu.
Atılmayan adımlar
Fakat Ergenekon soruşturması peşine Balyoz, İrtica Belgesi, İnternet Andıcı gibi yeni davaları da katarak büyük bir hesaplaşmaya dönüşürken Dink Davası’nda tek bir adım dahi atılmadı. “Atılamadı” değil “atılmadı” diyorum. Örneğin en büyük ve doğal beklenti, Dink suikastinin Ergenekon Davası’na katılmasıydı, ama Danıştay Baskını Davası birleştirilirken Dink Davası kendi başına bırakıldı.
Devletin bütün kademeleri hep aynı cevabı veriyor: “Bu işin temyiz safhası da var!” Daha önce de davayla ilgili eleştirileri “Yargı süreci devam ediyor” diye geçiştirmiş oldukları için şimdiki cevapları da kimseyi (herhalde kendilerini de) tatmin etmiyor.
Şunu net bir şekilde söyleyebiliriz: Gelinen noktanın birinci derecede sorumlusu kesinlikle siyasi iktidardır. Verdikleri bütün sözlere rağmen bu soruşturmanın sonuna kadar götürülmesini sağlayamayarak hem Hrant’ın yakınlarına, hem tüm Türkiye’ye, özel olarak da kendilerine çok büyük kötülük yapmışlardır.
Gelinen noktanın AKP’nin ne kadar aleyhine olduğunu göstermek için dünkü kalabalığı hızlı bir şekilde tahlil etmek yeterli olabilir. Şöyle ki, dün Taksim’den Agos’a yürüyenlerin bir bölümü 12 Eylül referandumunda kararlı bir şekilde “hayır” oyu kullanırken, benim de dahil olduğum bir bölümü sandığa gitmemiş, geri kalanlarıysa “Yetmez ama evet” sloganıyla iktidar partisine, niceliğini bilemem ama nitelik açısından son derece değerli bir destek sunmuştu. İşte Dink Davası’nın sonucu bütün bu tartışmaların üzerine bir şal örttü, AKP hükümetine yönelik umutlarını korumaya çalışanların dirençlerinin iyice kırılmasına kapı araladı.
Sonuçta dün sadece Hrant’ı anmadık, göz göre göre uçup giden umutlarımıza, kırılan hayallerimize de ağıt yaktık. Yine de, birilerinin çok sevdiği “sözün bittiği yerdeyiz” cümlesini kurmamak gerekiyor.
Haram/helal farkı
Devamı için TIKLAYINIZ.
Yorum:
Aklınız daha önce neredeydi?
Siz; bir şeylerin ters gittiğini fark edebilmek için ille de kayıp vermesi gerekenler, düşünmeyi ancak Dink’ler ölünce gerçekleştirebilenler ve Hrant’ları yaşatmak adına aslında neye hizmet ettiğini bilmeyenler, evet SİZ BU ÜLKE’YE ZARAR VERİYORSUNUZ.
Neyi anladığınızı, çok merak ediyorum doğrusu! Dink’in niye öldüğünü anlayabildiniz mi? Daha da önemlisi ne için yaşadığını anlayabildiniz mi? Devletin rolünü anlayabildiniz mi? Halkın tutumunu anlayabildiniz mi? Geçen 5 yılın neyi değiştirdiğini ve neyi değiştiremediğini anlayabildiniz mi?
A-N-L-A-Y-A-M-A-D-I-N-I-Z!
Taksim pikniklerine devam…
Eminim bir süre sonra bu da unutulacak, niceleri gibi. Eminim bu infazlar devam edecek, niceleri gibi. Eminim zanlılar adil yargılanmayacak, niceleri gibi. İşin aslı ortaya çıkınca (tabi çıkabilirse) belki de hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı anlaşılacaktır. Zanlıların asıl zanlı, masumların asıl masum olmadığı ortaya çıkınca bugün meydanları dolduranlar, köşelerinden halka seslenenler ortadan kaybolmamalı. Davalarında haklılarsa o gün de meydanda olmalılar ve hakkı konuşmak için böyle olayların olmasını beklememeliler.
Fransa’nın veya başka bir ülkenin bizi yargılama lüksü yok, kaldı ki Fransa kendi tarihinde yer alan kirli Cezayir dosyasının bile hesabını verebilmiş değilken, ortaya atılması ve fitne çıkarması asıl derdinin Ermeniler olmadığının, başka bir çıkar ilişkisinin olduğunun göstergesidir.
O dönemde yaşananlar, yaşanması gerekenlerdi. Kargaşa oluşunca kuru-yaş ayırımı kalmaz. Bugün yine aynı şartlar oluşsa, kimse kusura bakmasın olacağı yine budur, haklı olarak budur. Keşke ülkede fesat çıkmasa, herkes huzurlu yaşasa. İnkar edilemeyecek bir gerçek varsa o da savaşın bilançosunun her zaman ağır, yaralarının çok derin olduğudur. Bununla kimse gurur duymamalı, savaş bir milletin övünç kaynağı olmamalı ama yaşanmışsa da kimse özür derdine düşmemeli.
Bu ülkede özerk yönetimler oluşmadan bu fitneler bitmeyecek. Farklı etnik kökenden insanlara hoşgörü, sevgi, saygı vs. saçmalığından vazgeçelim. Herhalde saygı duyacağız, herhalde onun varlığını KABULLENECEĞİZ, başka alternatifimiz mi var? Bu topraklarda yaşayan herkes bunu sonuna kadar hak ediyor zaten. Kimse bunu birilerinden, birilerine bir lütufmuş gibi sunmaya kalkmasın, en büyük zulüm bu olur.