Ruşen Çakır - rcakir@gazetevatan.com
07.01.2012
İstanbul Film Festivali daha festival değilken, yani “Sinema Günleri”nin ilk yılında izlediğim ve beni çok etkilemiş bir filmdi “Olayların Gidişi.” Alman yönetmen Wim Wenders’in 1982’de çektiği, orjinal adı “Der Stand der Dinge” olan bu sade ama müthiş filmden nasipse ilerde bir gün uzun uzadıya bahsederim, bugünlük sadece adını ödünç almakla yetineceğim. Kimileri AKP hükümetiyle birlikte yaşanan büyük dönüşümleri anlamada bir başka Alman’ın, felsefeci Hegel’in dolaşıma sokmuş olduğu “zamanın ruhu” (zeitgeist) kavramıyla anlamayı ve anlatmayı tercih ediyor, bense Wenders’in filminden esinlenerek “olayların gidişi”ni.
İlker Başbuğ’u ele alalım. Başbuğ, genelkurmay başkanı olduğu dönemde “olayların gidişi”ni kavramamış olamaz. Olsa olsa bu gidişattan memnun olmadığını, onu durdurmasa bile olabildiğince engelleyip geciktirmeye çalıştığını düşünebiliriz. Tabii ki bunda başarılı olamadı, olabilmesi de herhalde mümkün değildi ve olaylar normal seyrinde akınca onun da yargılanması gündeme geldi. Kısacası Başbuğ’un tutuklu yargılanması, basit bir olay olmamakla birlikte son derece olağandır ve sanıyorum kendisi de buna pek şaşırmamıştır.
Özkök’ü örnek alsaydı...
Olayların bu şekilde gelişmesinde Başbuğ’un birinci derecede sorumluluğu bulunuyor. Şayet kendisine berbat bir miras devretmiş olan Yaşar Büyükanıt yerine Hilmi Özkök’ün çizgisini benimsemiş olsa, yani olayların gidişini engellemeye çalışmak yerine yasaların kendisine çizdiği sınırlar içinde kalıp bu gidişatın olabildiğince olumlu bir şekilde evrilmesine katkıda bulunmaya çalışsa hem Türkiye, hem kendisi için epey hayırlı olurdu.
Bu noktada kuşkusuz akla ilk olarak Ergenekon, Balyoz ve benzeri soruşturmalardaki çabaları geliyor. Başbuğ bütün bu süreçlerde, TSK’nın günahlarını örtmeye çalışmak yerine bunlarla yüzleşmeyi tercih etmiş olsa olaylar hem daha hızlı, hem daha sağlıklı bir şekilde gelişirdi. Ne var ki onun bu nafile çabalarının hiçbir işe yaramadığı, üstelik kimseyi memnun etmediği ortadadır.
Ancak Başbuğ’un en büyük hatasının Kürt sorununda statükocu pozisyonda ısrar etmesi, hükümetin başlattığı açılıma destek vermekten kaçınması olduğunu düşünüyorum. Neden böyle yaptığının iki temel nedeni olsa gerek. Birincisi, hiç kuşkusuz TSK’ya hakim olan ideolojidir. İkincisi de, Kürt sorununun bir “tehdit” olarak varlığını sürdürmesinin, TSK’ya ülkede hep belli bir güç ve iktidar alanı açıyor olmasıdır.
En büyük hatası
Halbuki iç içe geçmiş olan Kürt ve PKK sorunlarını en yakından ve en iyi bilen kişilerde biri olan Başbuğ, bunların silahla çözülemeyeceğin de bilincindeydi, fakat o geleneksel “biz görevimizi yaptık, yapıyoruz; şimdi sorumluluk sivillerde” klişesini tekrarlamanın ötesine pek geçemedi. Prof. Metin Heper’in ilginç ama geçerliliği hayli tartışmalı tezlerine yaslanarak, en fazla “bireysel haklara evet ama kolektif haklara hayır” noktasına varabildi ki bu yaklaşımın sahici hiçbir açılıma cevaz vermediğini açık bir şekilde gözlüyoruz.
Devamı için TIKLAYINIZ.
Yorum:
Başbuğ üzdü
Başımızın göğe ermesi yakındır. Peh, peh, pehh…
Meğer sen ne güçlü, ne demokrat, ne adaletli bir hükümetmişsin de haberimiz yokmuş. Güncel bütün davaları çözdün, görev başındaki insanlara hesap sorabildin ve hızını alamayınca emeklilere kadar uzandın. Ülkeye huzur getirdin, adalet getirdin. Artık kendinle ne kadar gurur duysun azdır!
Sağda solda ‘Biz adamı böyle yola getiririz.’ edalarıyla gezip kendince geçmişin intikamını aldığını sanan sen, aslında ne kadar büyük bir gaflette olduğunu anlayamayacak kadar şımarıksın, basiretsizsin.
Gün oldu, devran döndü. Müslümanlar şimdi iktidar ve geçmiş yılların hesabını soruyorlar. Adına da adil yargılama diyorlar. Bu resmen intikamdır. Başka bir şey değil. İlker Başbuğ’un yaka paça tutuklanması ve sivil bir muameleye maruz kalması beni üzdü. İddialar doğru bile olsa bunun bu şekilde yapılması ülkeye prestij kaybından başka ne sağlayabilir? Mevcut hükümetin kıyamete kadar iktidar olacağı zannından olacak, bir intikam furyasıdır almış başını gidiyor. Adil yargılama gibi bir dertleri yok, ne de olsa bundan sonra kurulacak bir hükümetin halka yapacağı zulümlere onlar maruz kalmayacaklar. Onlar da bugünlerin hesabını soracaklar ve döngü sürüp gidecek.
Hiç bir şey beklemiyorum. Yol yapmasınlar, okul açmasınlar, işsizliği çözmesinler, vizeleri kaldırmasınlar, ekonomiyi kalkındırmasınlar hele eğitime dokunmasınlar bile. Sadece ve sadece sağlam temeller üzerinde adil yargıyı inşa etsinler. Bu ülkenin en temel ihtiyacı budur. Bu sağlanınca gerisi gelir, çok da dert değil.
Kendilerine çıkar sağlayacak şekilde hareket etmeleri, kendi şahsi ihtiras ve cehaletlerindendir. Benim kaygım ise faturanın yine Müslümanlara çıkması, yapılanların ‘yobaz adaleti’ olarak adlandırılmasıdır.