‘Başbuğ tutuklandı’ cümlesinin mesajı ne?
1208 Okunma, 8 Yorum
Ahmet Hakan - Hürriyet
Lütfi Hocaoğlu

07.01.2012

İlk kez bir “general” mahkemede hesap vermeye başladığında...

-  “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” demiştim.

-  “Çok iyi, pek âlâ, acayip güzel” demiştim.

-  “Generallerin bile yargı önünde hesap verebildiği günleri gördük” demiştim.

-  “Şükür ki sonunda general dokunulmazlığı kalktı” demiştim.

Demiştim de demiştim yani...

Ve sonunda sıra eski bir genelkurmay başkanına geldi.

İlker Başbuğ, saatlerce ifade verdi, ardından da tutuklandı.

-  Sevinçten deliye dönmem, mutluluktan havalarda uçmam, ülkem adına kıvanç duymam falan gerekmez mi?

-  “Genelkurmay başkanları da tutuklanır” diye afili laflar etmem gerekmez mi?

-  “Senin genelkurmay başkanlığı yapmış olman yargı önünde hesap vermenin önünde engel değildir İlker Paşa” diye üst perdeden konuşmam gerekmez mi?

Ama hayır!

Gerekliliklerin hiçbirini yerine getirmedim, getiremedim.

Çünkü İlker Başbuğ’un tutuklanmasından “Burası genelkurmay başkanlarının da yargı önünde hesap verebildiği süper demokratik bir ülkedir” sonucunu çıkaramadım.

Onun yerine...

“Biz icabında genelkurmay başkanlarını da tutuklarız, ayağınızı denk alın” sonucunu çıkardım.

Neden peki?

Neden “Oh ne güzel! Genelkurmay başkanlarının da tutuklanabildiği günleri gördük. Çok şükür. Sonunda biz de bir İsveç / Norveç oluyoruz, sonunda biz de en azından Yunanistan kadar olabiliyoruz” demedim / diyemedim?

Cevap veriyorum:

-  Uludere’de meydana gelen facianın sorumlularının üzerine herkesi tatmin edecek bir şekilde gidilmediği müddetçe...

-  Zaten her tarafından dökülen bir iddianamenin, savunmalarla iki seksen uzatılmasına rağmen verilen “tutukluluğun devamına” kararı orada öylece durduğu müddetçe...

-  İfade özgürlüğünün sınırları operasyonlarla, tutuklamalarla, kaba ya da incelikli çeşitli yöntemlerle sınırlandırıldığı müddetçe...

-  Kürt sorununun çözümünde güvenlik politikalarına abanıldığı müddetçe...

-  İtiraz edenin, muhalefet yapanın, farklı görüşte olanın içine “acaba başıma bir iş gelir mi?” kuşkusu düştüğü müddetçe...

Genelkurmay başkanlarının tutuklanması, “dokunulmaz olana da dokunuluyor” duygusu yaymaz.

“Ona bile dokundum. Düşün! İstesem kimlere dokunabilirim” duygusu yayar.

Özgürlük ve demokrasinin alıp başını gittiği bir ortamda...

Genelkurmay başkanlarının da tutuklanabiliyor olmasından müthiş bir huzur, muazzam bir eşitlik duygusu ve acayip rahatlama çıkar.

Özgürlük ve demokrasinin sınırlandığı bir ortamda ise...

Genelkurmay başkanlarının da tutuklanabiliyor olmasından gözdağı çıkar, “ayağınızı denk alın” uyarısı çıkar, “en iyisi hepiniz bize teslim olun” mesajı çıkar.

Yazının tamamı için tıklayınız.

 

 

Yorum:

Adil Düzen Gelmedikçe

Generaller mahkeme önüne çıkmaya başladı derken bir genel kurmay başkanı da mahkeme önüne çıkmaya başladı. Burada aslında bir sorun yok. Kimse ayrıcalıklı değildir, herkes yargılanabilir. Sorun mahkeme sürecindedir.

Önce savcı tutuklu yargılanmak üzere mahkemeye sevk eder. Sanki eski genel kurmay başkanı alelacele kaçacakmış gibi mahkeme tutuklu yargılanmasına karar verir. Neymiş, rapor alıp hastanede yatarmış. Yatarsa yatsın. Yargılama süresi içinde hapishanede yatması size zevk mi veriyor?

Sonra yargılama süreci başlar. Yıl geçer ve savcı bir iddianame hazırlar. Bu arada tutukluluk süreci devam eder. Sonra mahkeme süreci başlar. Celse üstüne celse, celse üstüne celse. Bu arada tutukluluk süreci devam eder. Sonunda belki suçlu bulunur, belki bulunmaz. Ama zaten tutuklu şahıs yeterince cezalandırılmıştır. Çünkü zaten mahkeme süreci boyunca içeridedir.

Gelelim İlker Başbuğ’un durumuna. İnternet siteleri hazırlanmış ve sitelerin amacı hükümeti yıpratmakmış. Evet, bunlar yapılmış görünüyor. Ama eğer suçlu İlker Başbuğ ise diğer subayların yatması anlamsız. Çünkü askerlikte üst emir verir, ast uygular. Emri uygulayanın suçu yoktur. Bu durumda sadece İlker Başbuğ yargılanmalı, diğerleri serbest bırakılmalıdır.

Gelelim internet andıcı suçlamasına. Diyelim ki burada suç unsuru var. Peki internetten hükümet mi devrildi? Ya da internetten hükümet düşürülebilir mi? İnternete gelmeden önce, 28 Şubat süreci içinde en büyük medya organlarında yıllarca açık ve seçik hükümet aleyhine neler yazıldı, çizildi, üç kuruşa satın alınan adamlar ve kadınlara senaryolar oynatıldı. Bunları herkes açık ve seçik biliyor. Niçin onlar suçlanmıyor? Onlarla anlaşma mı yapıldı? İnternet andıcı o zaman ki medyanın yaptıklarının yanında sineğin vızıltısı bile değildir. İçinizde o internet sitelerine giren, gören, duyan var mı? Ben duymadım, görmedim, sitelerin adlarını bile bilmiyorum.

Her insan adalet önünde eşittir. Herkes yargılanabilir. Kimse özellikli değildir. Ama yargılama da adaletli olmalıdır. Hakimlik sisteminin adaletli olduğunu kimse iddia edemez. Hakemlik müessesesi kurulmadıkça, Adil Düzen yargılama sistemi gelmedikçe kimse yargılamadaki adaletten bahsedemez. Çünkü her yargılanan bilir ki ister suçlu olsun ister suçsuz, yargılama süresi tamamlanana kadar, yani daha hakkında hüküm verilmeden zaten yeterince ceza çekecektir.

Güç elinde olan sanır ki hep güç benim elimde olacak. Vurur karşı tarafa. Vurur da vurur. Zanneder ki ben onları yok edeceğim. Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner. Bir bakar ki kendisi yargılanıyor. O zaman hayıflanmaya başlar. Böyle adalet mi olur demeye başlar. Bugün yargılananlar 28 Şubat süreci içinde yargılananlar için “yüce mahkemenin kararlarına saygı duyun” demiyorlar mıydı? Ne oldu? Şimdi kendileri yargılanıyor. O yüzden bugün gücü elinde bulunduranlar zamanında kendilerinin karşısında olanları cezalandırmaya çalışmak yerine adil yargılama mekanizmasını getirmeye çalışmalıdırlar. Aksi halde döngü bir tur daha dönecektir ve sadece fâiller mef’ûller olacak, mef’ûller fâiller olacaktır, sonuç değişmeyecektir.

 

 

Lütfi Hocaoğlu


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
08.01.2012
01:03

HAK gelmedikçe BATIL zail olmaz...

Kur'an nizamı böyle...

Öyleyse...

Yapılması gereken belli...

*

Kim yapacak?

MÜ'MİNLER...

*

HAK mü'minleri..

ADİL DÜZEN mü'minleri...

*

Peki...

Onlar neredeler?

İşte bütün mesele budur.

NOKTA

*

Ve's-SELAM...

Reşat Nuri Erol
08.01.2012
01:44

gecenin bu saatinde bir taraftan "Adil Düzen çalışmaları" yapıyor..

diğer taraftan yoruldukça dinlenmek amacıyla başka şeyler yani "okumalar" yapıyorum...

Bir yazarın yukarıdaki konu ile ilgili değerlendirmesine rastladım...

aktarıyorum...

*

BAŞBUĞ’UN TUTUKLANMASI İlker Başbug, Türkiye Cumhuriyeti’nin 26. Genelkurmay başkanı. Bu makama gelmiş bir insanın terör örgütü kurmakla suçlanması doğrusu hayli tuhaf. Acaba kasten mi böyle bir suçlama yapıldı? İnandırıcı olmasın diye. Pekâlâ, ‘Kurulu düzeni değiştirmek yahut hükümeti yıkmaya teşebbüs’le suçlansaydı belki daha isabetli olurdu. Zira görevde olduğu dönemde, Andıç veBalyoz davasıyla ilgili takındığı tavırlarıyla, kendisinin de o işlerle alakadar olduğunun işaretlerini vermişti adeta... Elbette savcıların elinde de bir gerekçe var ki tutuklamasını istediler ve hâkimler de tutukladılar. Ama bu ülkede yaşanan bir çok şey gibi suçlamalar ve yargılamalar da insana sahici gelmiyor. Meçhul, meçhul gibi görünmüyor, fail, fail gibi durmuyor. Hadiseler insanı çıldırtacak kadar kurmaca görünüyor. Sayın Başbuğ’un itibarı ve iddiaları da bu kurmaca içinde boğulup gidiyor. Sayın Dalan’ın arazisinden çıkarılan ve Ergenekon örgütüne ait olduğu söylenen lav silahları ile ilgili konuşurken ‘Bu borularla mı darbe yapılacak’ derken ne kadar sahibinin sesi idiyse ‘Andıç’ tutanağı altındaki ıslak imzayı küçümserken de adeta milletin zekasıyla dalga geçmişti. Şimdi ise tutuklanmasını milletin irfanına havale ediyor. Biraz geç kalmadı mı milleti ve irfanını hatırlamakta? Ne ise o da diğer sanıklarla birlikte bir müddet hapishanede kalır ve sonra sanırım herkes gibi o da salıverilir. Bu ülkede kimseye bir şey olacağı yok. Bizim yargı, talimatla başbakan asmış bir yargıdır gerçi. Ama sanırım bir çare bulurlar salmak için. Hatırlayın Sayın Başbakanımızın elinden muhtar olma şansı bile alınmıştı. Sonra birden bire karar değişti ve Sayın Erdoğan başbakanımız oldu. Elhamdülillah ki oldu. Çünkü onun sayesindedir ki artık siyasetimiz askeri vesayetten yakasını kurtarıyor. Bu iyi bir gelişme. Yani artık, siyaset üzerindeki askeri vesayetten söz edemeyiz her halde. İşte koca bir genelkurmay başkanını da içeri alabildi savcılarımız. Sivil otoritenin tesisi açısından fevkalade önemli! Bir de bu olup bitenlerin arkasındaki iradenin hakikaten bize –yani milleti- ait olduğunu bilsek çok daha moralimiz düzelecek. Mehmet Ali Bulut

Reşat Nuri Erol
08.01.2012
01:47

aynı yazar birkaç konuda değerlendirme yapmış..

bir de genel TÜRKİYE ile ilgili olmakla beraber, aynı zamanda yer yer yukarıdaki konu ile dolaylı veya doğrudan ilgili...

o kısmı da aktarıyorum...

*

TÜRKİYE İÇİN PLANLANANLAR Neden derseniz, çünkü BM ve NATO gibi yaptırım kabiliyeti olan kurumları ellerinde tutan güçler, hakikaten Türkiye’ye dair tehlikeli niyetler besliyorlar. Bu niyetin, ‘Türkleri Balkanlar’dan ve Anadolu’dan atmak olduğunu herkes bilir. Bunu ilk açık eden Lord Gladiston’dur! Kendisini Avrupa’nın hamisi zanneden herkesin yüreğinde de bu niyet hala mevcut. Esasında Endülüs örneği umutlanmalarına yetiyor. 800 yıl sürmüş, Avrupaya üstatlık yapmış bir medeniyetten bugün sadece elimizde El-Hamra sarayı kalmıştır. Keza daha 1920’lere kadar bizim olan Balkanlarda bugün elde kalan eser sayısı yüzde bir bile değildir! Yani nasıl ki Türkleri Balkanlar’dan atmak bir parça gerçekleşmiş ise aynı Şekilde, Türkleri Anadolu’dan atma umutları ve niyetleri de tap taze duruyor. Zaten bunun için de start verildi sanırım. 1990’ların başında İngiliz Dışişlari Bakanı Douglas Hurd, Balkanlardaki Müslümanları temizlemek için düğmeye basıldığında yaklaşık olarak şöyle demişti: “Bugün Yugoslavya parçalandığı gibi bundan on yıl bilemedin 20 yıl sonra da Türkler ve İslam Anadolu’dan atılacaktır’ Elbette İngilizlerin bu niyeti hep vardı. Hatta yıllar önce bir arkadaşım anlatmıştı. İngiliz Genelkurmay Başkanı bir Türk subayının da bulunduğu bir ortamda, gerçek niyetlerinin, Türkleri ve İslam’ı Anadolu’dan da temizlemek olduğunu söylemiş. Biraz sonra önüne gelen bir notta, salonda bir Türk subayı olduğu hatırlatılınca, “Zararı yok” demiştir “Çünkü bu, İngiltere’nin açık amacıdır” İngiltere’nin açık amacı budur. (Bu görevi gerçekleştirmeyi, 1945’lerden sonra Amerika’ya devretti.) 1993 yılının üzerinden 19 yıl geçti ve 2013 onların nihai amaçlarına varmak için bir tarih. İş nereye varacak Allah bilir tabii ki ama insan da tedbirini almalı. Onların derin stratejilerine karşı Rabbimin de tuzakları vardır elbet. Firavun, sonunda çaresiz kalıp İsrailoğlularına yurdu terk etme hakkı verdiğinde planı onları Kızıl Deniz kenarında yok etmekti. Ama üçüncü faktör yani Murad-ı İlahi devreye girdi ve kendileri Kızıldeniz’de yok oldular. Bugüne kadar planları az çok işledi. Şimdilik Amerika ve İsrail onların siyasetine hizmet ettiği için fazla ortalıkta görünmüyorlar ama Doğu Meselesi denilen şey bir İngiliz ve Alman politikasıdır. Her ikisi de hırslarına kurban olacaklar sonunda eminim! Fakat yazık ki Türk politikacılar ve stratejisiler(özellikle de aydınlar) hakikat-i hali tam göremiyorlar. Türkiye’nin üzerindeki gerçek vesayetin İngilizlere ait olduğunu görmüyorlar. Osmanlı yıkılırken, aydınlar Amerikan mandacılığını konuştular ama İngiliz vesayeti hiçbir zaman gündeme gelmedi. Böyle bir belge de ortaya çıkmadı. Bir tek Mustafa Armağan beyin bir eserinde okumuştum, -12 Eylül 1919’da galiba- Osmanlıların, vesayeti kabul ettiklerini gösterir bir belgeyi İngilizlere verdiğini… Acaba Armağan kardeşim, o alıntının belgelerini de yayınlayabilir mi? Çünkü kabul edilmese de Türkiye gerçek anlamda hala İngiliz vesayeti altında. Onların müsaadesi olmadan, Anayasa bile yapamıyoruz. Dikkat edin, Amerika’ya her siyasetçimiz zırt pırt gider. Ama İngiltere’ye gidildiğinde mutlaka mühim bir iş arifesinde olduğumuz konuşulur. Benim duyduğum bir İngiliz geleneği varmış. İngiliz kraliçeleri, asla kendi vesayetleri altında olmayan bir ülkeye bir kereden fazla gitmezlermiş. Türkiye’ye sayın kraliçenin kaç kere geldiğini bilen var mı? Bana göre, şu vesayetten kurtulmadıkça Türkiye yerinde saymaya devam eder. Siz askerlerinizi alaşağı edebilirsiniz, vesayeti kaldırdık diye. Ama asıl vesayet, asıl hegemonya, milletin mukadderatına konulmuş şu ipotektir. O ipoteğin, lehimli mührü de Ayasofya’nın şu vaziyetidir. O, müze kaldıkça, Batının hegemonyası sürüyor demektir. Biz de burada birbirimizi yiyerek iktidarcılık oynarız. O yüzden de bendeniz, tam da, askeri vesayetten kurtuluyoruz diye belli kesimlerin göbek attığı şu zamanda ısrarla ordunun güçlendirilmesi ve moralinin yükseltilmesi gerektiğini düşünüyorum. Evet, bu milletin geleceği parlak. Bizi Kızıl Deniz’e dökmek isteyenlerin kendileri orada gömülecekler inşallah ama bizim de milletlerin gel git yolu üzerinde duran bu coğrafyada varlığımızı sürdürmemiz gerekiyor. Bunun da ilk vasıtalarından biri güçlü bir ordudur. Bu coğrafyada hem Türk hem Müslüman kalabilmek için maalesef hala laik bir görüntü verme zorunluluğu devam ediyor. Ordu, bugüne kadar bu ‘görüntü verme’ işini çok ciddiye aldı abarttı. Artık milletinin değerlerini kuşanması ve kendini yeniden konuşlandırması zamanıdır. Eminim, Genelkurmay’da sadece andıçlar ve balyozlar planlanmıyordur. Milletin bekasıyla ilgili de ciddi çalışmalar ve stratejiler geliştiriliyordur. Artık onları hayata geçirmenin zamanı gelmiştir. Aksi takdirde, 1913 tarihlerinde başlayan ve büyük bir tehcir ve bir imparatorluğun küçülüp 750 bin kilometre karelik bir alana büzüşmesiyle sonuçlanan olaylar bir kere daha tekrarlanırsa bu kere bizi kuşatacak bir arazi parçası da bulamayız! Evet, hem maddi hem manevi sebeplerimiz var, geleceğe umutla bakmak için. Ama haber verilen o güzel zamanların gelmesi için onların mukaddemlerinin de gerçekleşmesi gerekiyor. O yüzden de Türkiye şu sıralarda çok dikkatli adımlar atmalı. Maalesef İslam dünyası bir Şii Sünni çatışmasına zorlanıyor. Ve maalesef her iki tarafta da rol üstlenenler buluyorlar. Irak Başbakanı Maliki, daha şimdiden yeni Saddam rolünü üstlenmeye başladı. İnşallah Mollalar, oynanan oyunları görürler de meydana gelen feci katliamları Sünnilerin üzerine atma kolaylığına düşmezler. Onlar yüreğimize ateş düşürmek istiyorlar. Allah onların ateşini söndürmeye muktedirdir! Zira Rabbim doğrulara yardır. Yeter ki niyetimizde ve fiillerimizde rıza-yı ilahiyi esas alalım. Allah onların tuzaklarını başlarına geçirir inşallah! Mehmet Ali BULUT

Reşat Nuri Erol
08.01.2012
01:52

buna benzer yorumları, BOSNA SAVAŞI yıllarında yani 20 yıl önce yazmış ve o zaman İZ yayıncılık (bizim ALTERNATİF FAİZSİZ BANKA / SELEM VE KREDİLEŞME kitabımızı yayınlayan yayınevi) tarafından yayınlanan İZLENİM dergisinde yayınlamıştım...

yazı derginin internet arşivinde var, ilgilenenler bakabilir...

selam ve dua ile..

reşad

Tayibet Erzen
08.01.2012
02:03

Siyaset yakasını askeri vesayetten kurtarsa ne olacak, yakasını kaptıracak birini elbette ki bulur. Askeri kimliğe sahip birinin yargılanması niye bu kadar büyük bir memnuniyet oluşturuyor, aklım almıyor.

Böyle bir yaklaşım askeri ‘postal’ olmaktan öteye götürmez. Birileri ordu düşmanlığının peşinde mi ne!

Reşat Nuri Erol
08.01.2012
02:13

MAHİR KAYNAK'ın konu ile ilgili değerlendirmesi de elbette çok önemli..

o değerlendirmeyi de aktarıyorum...

*

Başbuğ'un tutuklanması olacak iş değil

07 Ocak 2012 Cumartesi

Mahir Kaynak, Başbuğ'un tutuklanmasının arkasında planını anlattı

Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ'un, terör örgütü yöneticisi ve darbecilik iddiasıyla tutuklanması, Türkiye dinamiklerinde bomba tesiri yarattı. Uludere olayının artçıları devam ederken, siyasi dengeleri sarsma, ordu iktidar ilişkilerini etkileme olasılıklarını içeren tutuklama kararının yansımalarını dikkatle ele almak gerekiyor. MİT Eski Daire Başkanı Prof. Dr. Mahir Kaynak, Başbuğ olayının arka planına ilişkin TAKVİM gazetesine bilgiler verdi. İşte soruları ve cevapları:

İlker Başbuğ'un tutuklanmasını nasıl gördünüz?

Olacak iş değil, garip bir durum.

Karar sıkıntı yaratır mı?

Hükümeti sıkıntıya sokar. İç ve dış bir çevre, yargı üzerinden iktidarı sıkıntıya sokmak istiyor.

Hangi çevre bunlar?

Dış çevre içinde Amerika yok. Avrupa bağlantılı bir tuzak var. Türkiye'nin etrafında savaş çanları çalıyor. Başbakan Erdoğan'ı nelerle meşgul ediyorlar. Bir İngiliz ajansının yorumuna bakın, benim ne demek istediğimi anlarsınız.

(Not: İngiliz haber ajansı Reuters, şunu yazdı: Hükümetle ordu arasında yeni bir gerginlik nedeni.)

Uyumu bozma tuzağı

Hedefleri nedir?

İktidar ve ordu beraberliği, birilerini rahatsız ediyor. Orduyu reaksiyona sokmak istiyorlar. Uyumu bozmaya çalışıyorlar. En çok bu uyuma ihtiyacı var Türkiye'nin. Ortadoğu'ya bakın, Irak, Suriye karışık.

Ordu reaksiyon verir mi?

Sıkıntı içine girerler, Genelkurmay Başkanlığı sembolik önemli bir görev, ama tuzağa düşmezler. Birilerinin beklediğini yapmazlar, Başbakan'a sahip çıkarak, Türkiye'nin geleceği için iktidar-ordu uyumunu bozma oyunlarına imkân vermezler diye düşünüyorum.

Uludere olayında da bir tuzak var mı?

Var. Umduklarını bulamadı bir çevre. Başbakanın hareketi karşısında, umduklarını bulamadılar. Kurumlar arası uyum var. Sıkıntıya sokacak istihbarat tuzağına dikkat edilmeli.

Yabancı servis tuzağı mı var?

Yabancı servisler her olayda olmaktadır. Boş durmazlar.

Başbuğ kararı iktidarı sıkıntıya sokar mı?

Başbakan'ın çok rahatsız olduğunu düşünüyorum. Türkiye içte ve dışta çok önemli olaylarla mücadele etme, tarihi bir dönemeci aşma noktasında. Bunun kırılmaması lazım.

Bunun işareti var mı?

Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay'ın sabah canlı yayına çıkmasına dikkatle bakınız. (Not: Beşir Atalay'ın sözleri: Bizim beklentimiz adaletin adaletli ve hızlı olması. Bu durumun asker sivil ilişkilerini etkilememesi lazım. Başbuğ, bizim değerli bir arkadaşımızdı, beraber çalıştık. Bizim dönemimizin genelkurmay başkanıdır.)

İlker Başbuğ darbeci olarak tutuklandı ama?

İlker Başbuğ, darbe teşebbüslerine karşı çıkan isim. Şener Eruygur ve Özden Örnek notlarında da bu görünüyor zaten.

AK Parti'nin kapatılma davası sırasında İlker Başbuğ'un tavrı nasıldı?

30 Temmuz 2008'de Anayasa Mahkemesi kapatmama kararı verdi. İlker Başbuğ, Genelkurmay Başkanı olmak üzereydi. Bana göre, buna karşı idi. Başbakan neyin ne olduğunu gayet iyi biliyor. 6'ya 5 kararı çıktı. Bir üye burada önemli. Askeri yargıdan gelen Serdar Özgüldür, kapatmaya karşı çıktı. Sonra, onun bir konuşma bantı basında yer almıştı. O konuşmaya bakmalı. (Not: Habervaktim adlı internet sitesi bir ses kaydı yayınladı. Anayasa Mahkemesi'nin asker üyesi Serdar Özgüldür'e ait olduğu iddia edilen ses kaydı "AK Parti'ye kapatma davası" konusunda şaşırtan ifadeler içeriyor. AK Parti hakkında açılan kapatma davası sonrasına ait olduğu anlaşılan ses kaydında AYM Üyesi Özgüldür, dava gerekçelerinin tamamen uydurma, internetten alınma olduğunu kabul ederken şunları söylüyor: "AK Parti devleti yıkacak ne yapmış, hepsi şeyden internetten alınma, uydurma ama aynı zamanda hepsine savunma yapmışlar, özü ile ilgili yani. Karşı taraf da (Başsavcılık) bunu ispat edemiyor.")

Bu iş nereye gider?

Yüce Divan konusu tartışılmaya başlandı. Tutuklama şartları var mı tartışılıyor. Bu olay geri tepecektir bana göre.

Reşat Nuri Erol
08.01.2012
02:25

MİLLİ SAVUNMA BAKANI ne diyor?

çünkü onun dediği de çok çoook önemli..

aynen BEŞİR ATALAY ve BÜLENT ARINÇın dedikleri gini..

*

ama..

bu vesileyle bir kere daha en başa dönelim..

nence..

LÜTFİ HOCAOĞLU'nun dediği hepsinden önemli;

yani..

DİL DÜZEN DELMEDİKÇE...

o kadar

nokta

.

*

Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un tutuklanmasına ilişkin,

''Hukuk devleti içerisinde bu süreci en kısa zamanda neticelendirmek Türkiye'nin lehinedir''

dedi. Yılmaz, Trabzon Valiliği'ni ziyaretinde gazetecilerin gündeme ilişkin sorularını yanıtladı. Bir gazetecinin

''Eski Genelkurmay Başkanı Başbuğ'un tutuklanmasıyla

ilgili sorusu üzerine Yılmaz, şu yanıtı verdi: ''Türkiye bir hukuk devleti. Hukuk devletinde birçok ilkeleri var ama bu ilkelerinden bir tanesi de masumiyet karinesi. Masumiyet karinesi, herkesi aksi mahkeme kararıyla ispat edilene kadar masum kabul etmek gerekir. Hukuk devleti içerisinde bu süreci en kısa zamanda neticelendirmek Türkiye'nin lehinedir. Uzatıldığı zaman sizin de yapmış olduğunuz yorumlar gibi bu yorumların hiçbirisinin Türkiye'ye katkı getirmeyeceğini düşünüyorum. Ne kadar kısa sürede hukuk devletinin gereği olarak masumiyet karinesi de göz önüne alınarak bir karara bağlanırsa bu Türkiye'nin lehine olur.'' Bakan Yılmaz, ''tutuklanmasaydı acaba kaçar mıydı ve delilleri karartır mıydı'' sorusu üzerine, ''Bu kadar söylüyorum. Hukuk devleti içerisindeyiz. Herkes masumiyet karinesinden yararlanır. Bu masumiyet karinesi göz önüne alınarak en kısa süre içerisinde bunun neticelendirilmesinin Türkiye'nin lehine olacağını düşünüyorum'' diye konuştu.

Reşat Nuri Erol
08.01.2012
03:19

Fehmi Koru meseleyi farklı yorumluyor...

*

‘Kötü amaç’ mı, o da ne demek?

İnsan devletin tepelerinde gördüğü birinin cezaevine düşmesi karşısında üzülüyor doğal olarak; İlker Başbuğ için böyle karmaşık hisler içerisindeyim. Belli ki, o da, yargıç önüne çıkana kadar kendi durumunu gözden geçirmiş... Bunu, ifadesinin “Kötü bir amacım olsa 700 bin kişilik gücü elinde tutan bir komutan olarak bunu yapmanın başka yolları da olabilirdi” cümlesinden anlıyoruz. ‘700 bin kişilik güç’ dediği Türk Silâhlı Kuvvetleri olsa gerek... Peki ‘kötü amaç’ ne olabilir? Ya ‘kötü amacı’ yerine getirmek için başvurulacak ‘başka yollar’dan kasıt ne olabilir? Türkiye 1960 yılının 27 Mayıs günü gerçekleşen ‘müdahale’ sonrasında sürekli hep aynı ‘kötü amaç’ tehdidi altında kaldı: Darbe... Ardından dört (12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997 ve 27 Nisan 2007) ciddi girişime daha muhatap oldu. 27 Mayıs’tan birkaç ay sonra kurulan karşı-cuntalar, ya da 12 Mart öncesinde idareye el koymaya hazırlanan ‘9 Mart Cuntası’ gibi niyet düzeyinde kalanları da bilançoya eklersek, demokrasi tarihimizin sürekli ‘kötü amaç’ için başvurulan ‘başka yollar’ muhatabı olduğu anlaşılır. Org. Başbuğ görevi sırasında ‘başka yollar’ dediği seçenek üzerinde kafa yormuş mudur, yoksa onu ‘kötü’ gördüğü için hiç aklına getirmemiş midir, bilemem; bildiğim, 700 bin kişilik gücün komutanlığına gelen hemen her Orgeneralin, belli bir noktada, “Emekli mi olayım, yoksa devlet başkanı mı?” sorusunu aklından geçirdiğidir. Aklından o soruyu komutan geçirmemişse, yanında bulunanlar, yakınları, darbelerden nemalananlar kendisine gücünü mutlaka hatırlatmışlardır. Kenan Evren’in anılarından, 12 Eylül öncesinde, iş dünyasından, bürokrasiden, basından ve hatta siyasi hayattan nicelerinin “Daha ne duruyorsunuz?” diye kapısını aşındırdıklarını biliyoruz. Elbette iddiaya girmem, ama aynı ‘kötü amaç’ ile Org. Başbuğ’un kapısını çalanlar olduğuna da eminim. Wikileaks belgelerinden, ülkemizde görev yapan Amerikalı diplomatların Washington’a gönderdikleri bir raporda, “Bakalım askerler buna nasıl tepki verecekler?” kuşkusunu 2010 yılı Mart ayında dile getirdiklerini öğrenmiştik. Türkiye’de ‘kötü amaç’ için 700 bin kişilik gücü kullanmayı içeren ‘başka yollara’ başvurma dönemi kapandı mı? Bu soruya “Evet, kapandı” keskinliğinde cevap vermek o kadar kolay değil. Ancak dünyanın içinden geçtiği konjonktür, Türkiye’nin kendisini değişime açması sebebiyle bu konjonktürde kazandığı itibar, itibarın getirdiği refah ve kendine güven her kesimi olduğu gibi askerleri de etkilemiştir. Askerlerin dünyaya en açık kesim olduğunu da unutmayalım. Siyaset ve kadroları da değişti. Halkın yarısının oyunu almayı başarmış bir iktidar var ve demokrasiye bağlılık yeminine sadakati müsellem bir de cumhurbaşkanı; muhalefet liderleri bile ülkenin darbeler tarihinden ders almış görüntüsü veriyor. Kendi içinde kavga etse bile Meclis’in bütününün müdahalelere sıcak bakmayacağını tahmin etmek zor değil. ‘Kötü amaç’ peşinde koşma devri, ne dersiniz, bitmiş midir?





Sayı: 134 | Tarih: 8.01.2012
Mahir Kaynak
Kim seçilecek?
Cumhurbaşkanı seçimi
2127 Okunma
10 Yorum
Süleyman Karagülle
Ruşen Çakır
Olayların gidişi ve Başbuğ olayı
Başbuğ üzdü
1545 Okunma
11 Yorum
Tayibet Erzen
Ahmet Hakan
‘Başbuğ tutuklandı’ cümlesinin mesajı ne?
Adil Düzen Gelmedikçe
1208 Okunma
8 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Mehmet Şevket Eygi
Biraz Paylaşımcı Ol Yahû!
Biraz da Temiz!
1150 Okunma
Emine Hocaoğlu
Hüseyin Gülerce
Uludere Tuzağı Neden Kuruldu?
Uludere'nin Rövanşı Başbuğ mu?
1018 Okunma
Zafer Kafkas