07.01.2012
İlk kez bir “general” mahkemede hesap vermeye başladığında...
- “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” demiştim.
- “Çok iyi, pek âlâ, acayip güzel” demiştim.
- “Generallerin bile yargı önünde hesap verebildiği günleri gördük” demiştim.
- “Şükür ki sonunda general dokunulmazlığı kalktı” demiştim.
Demiştim de demiştim yani...
Ve sonunda sıra eski bir genelkurmay başkanına geldi.
İlker Başbuğ, saatlerce ifade verdi, ardından da tutuklandı.
- Sevinçten deliye dönmem, mutluluktan havalarda uçmam, ülkem adına kıvanç duymam falan gerekmez mi?
- “Genelkurmay başkanları da tutuklanır” diye afili laflar etmem gerekmez mi?
- “Senin genelkurmay başkanlığı yapmış olman yargı önünde hesap vermenin önünde engel değildir İlker Paşa” diye üst perdeden konuşmam gerekmez mi?
Ama hayır!
Gerekliliklerin hiçbirini yerine getirmedim, getiremedim.
Çünkü İlker Başbuğ’un tutuklanmasından “Burası genelkurmay başkanlarının da yargı önünde hesap verebildiği süper demokratik bir ülkedir” sonucunu çıkaramadım.
Onun yerine...
“Biz icabında genelkurmay başkanlarını da tutuklarız, ayağınızı denk alın” sonucunu çıkardım.
Neden peki?
Neden “Oh ne güzel! Genelkurmay başkanlarının da tutuklanabildiği günleri gördük. Çok şükür. Sonunda biz de bir İsveç / Norveç oluyoruz, sonunda biz de en azından Yunanistan kadar olabiliyoruz” demedim / diyemedim?
Cevap veriyorum:
- Uludere’de meydana gelen facianın sorumlularının üzerine herkesi tatmin edecek bir şekilde gidilmediği müddetçe...
- Zaten her tarafından dökülen bir iddianamenin, savunmalarla iki seksen uzatılmasına rağmen verilen “tutukluluğun devamına” kararı orada öylece durduğu müddetçe...
- İfade özgürlüğünün sınırları operasyonlarla, tutuklamalarla, kaba ya da incelikli çeşitli yöntemlerle sınırlandırıldığı müddetçe...
- Kürt sorununun çözümünde güvenlik politikalarına abanıldığı müddetçe...
- İtiraz edenin, muhalefet yapanın, farklı görüşte olanın içine “acaba başıma bir iş gelir mi?” kuşkusu düştüğü müddetçe...
Genelkurmay başkanlarının tutuklanması, “dokunulmaz olana da dokunuluyor” duygusu yaymaz.
“Ona bile dokundum. Düşün! İstesem kimlere dokunabilirim” duygusu yayar.
Özgürlük ve demokrasinin alıp başını gittiği bir ortamda...
Genelkurmay başkanlarının da tutuklanabiliyor olmasından müthiş bir huzur, muazzam bir eşitlik duygusu ve acayip rahatlama çıkar.
Özgürlük ve demokrasinin sınırlandığı bir ortamda ise...
Genelkurmay başkanlarının da tutuklanabiliyor olmasından gözdağı çıkar, “ayağınızı denk alın” uyarısı çıkar, “en iyisi hepiniz bize teslim olun” mesajı çıkar.
Yazının tamamı için tıklayınız.
Yorum:
Adil Düzen Gelmedikçe
Generaller mahkeme önüne çıkmaya başladı derken bir genel kurmay başkanı da mahkeme önüne çıkmaya başladı. Burada aslında bir sorun yok. Kimse ayrıcalıklı değildir, herkes yargılanabilir. Sorun mahkeme sürecindedir.
Önce savcı tutuklu yargılanmak üzere mahkemeye sevk eder. Sanki eski genel kurmay başkanı alelacele kaçacakmış gibi mahkeme tutuklu yargılanmasına karar verir. Neymiş, rapor alıp hastanede yatarmış. Yatarsa yatsın. Yargılama süresi içinde hapishanede yatması size zevk mi veriyor?
Sonra yargılama süreci başlar. Yıl geçer ve savcı bir iddianame hazırlar. Bu arada tutukluluk süreci devam eder. Sonra mahkeme süreci başlar. Celse üstüne celse, celse üstüne celse. Bu arada tutukluluk süreci devam eder. Sonunda belki suçlu bulunur, belki bulunmaz. Ama zaten tutuklu şahıs yeterince cezalandırılmıştır. Çünkü zaten mahkeme süreci boyunca içeridedir.
Gelelim İlker Başbuğ’un durumuna. İnternet siteleri hazırlanmış ve sitelerin amacı hükümeti yıpratmakmış. Evet, bunlar yapılmış görünüyor. Ama eğer suçlu İlker Başbuğ ise diğer subayların yatması anlamsız. Çünkü askerlikte üst emir verir, ast uygular. Emri uygulayanın suçu yoktur. Bu durumda sadece İlker Başbuğ yargılanmalı, diğerleri serbest bırakılmalıdır.
Gelelim internet andıcı suçlamasına. Diyelim ki burada suç unsuru var. Peki internetten hükümet mi devrildi? Ya da internetten hükümet düşürülebilir mi? İnternete gelmeden önce, 28 Şubat süreci içinde en büyük medya organlarında yıllarca açık ve seçik hükümet aleyhine neler yazıldı, çizildi, üç kuruşa satın alınan adamlar ve kadınlara senaryolar oynatıldı. Bunları herkes açık ve seçik biliyor. Niçin onlar suçlanmıyor? Onlarla anlaşma mı yapıldı? İnternet andıcı o zaman ki medyanın yaptıklarının yanında sineğin vızıltısı bile değildir. İçinizde o internet sitelerine giren, gören, duyan var mı? Ben duymadım, görmedim, sitelerin adlarını bile bilmiyorum.
Her insan adalet önünde eşittir. Herkes yargılanabilir. Kimse özellikli değildir. Ama yargılama da adaletli olmalıdır. Hakimlik sisteminin adaletli olduğunu kimse iddia edemez. Hakemlik müessesesi kurulmadıkça, Adil Düzen yargılama sistemi gelmedikçe kimse yargılamadaki adaletten bahsedemez. Çünkü her yargılanan bilir ki ister suçlu olsun ister suçsuz, yargılama süresi tamamlanana kadar, yani daha hakkında hüküm verilmeden zaten yeterince ceza çekecektir.
Güç elinde olan sanır ki hep güç benim elimde olacak. Vurur karşı tarafa. Vurur da vurur. Zanneder ki ben onları yok edeceğim. Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner. Bir bakar ki kendisi yargılanıyor. O zaman hayıflanmaya başlar. Böyle adalet mi olur demeye başlar. Bugün yargılananlar 28 Şubat süreci içinde yargılananlar için “yüce mahkemenin kararlarına saygı duyun” demiyorlar mıydı? Ne oldu? Şimdi kendileri yargılanıyor. O yüzden bugün gücü elinde bulunduranlar zamanında kendilerinin karşısında olanları cezalandırmaya çalışmak yerine adil yargılama mekanizmasını getirmeye çalışmalıdırlar. Aksi halde döngü bir tur daha dönecektir ve sadece fâiller mef’ûller olacak, mef’ûller fâiller olacaktır, sonuç değişmeyecektir.