Ruşen Çakır - rcakir@gazetevatan.com
24.11.2011
Dersim konusu ilk gündeme geldiğinde Türkiye’ye açılım atmosferi hâkimdi. Yani Kürt sorunu söz konusu olduğunda diyalog, iyi niyet, barış, özgürlük ve tartışma gibi kavramlar öne çıkıyordu. Bu nedenle AKP’nin Dersim katliamıyla yüzleşmeyi savunması doğal, açılıma başından beri mutlak bir şekilde karşı çıkan CHP’nin de bu katliamı sahiplenmesi anlaşılır (tabii ki kabul edilemez) bir şeydi.
Bugünse Dersim katliamının yeniden AKP ile CHP arasında bir polemik konusu olması çok da mantıklı gözükmüyor. Zira başta Başbakan Erdoğan olmak üzere iktidar partisi bir süredir açılım perspektifinden uzaklaştı ve bazı “taşra analistleri”nin geliştirdiği, Kürt sorununu çözmek için öncelikle Kürt siyasi hareketi üzerinde yoğun bir fiziki baskı kurmak gerektiği tezini benimsedi veya benimsemiş görünüyor. Ne var ki CHP’nin içindeki hiç de yabana atılmaması gereken “ulusalcı” grup, milletvekili arkadaşları Hüseyin Aygün’ü, sırf Dersim gerçeklerini alenen tekrarladı diye linç etmeye kalkınca AKP hükümeti ve onun destekçileri bu fırsatı çok iyi değerlendirdi.
İşin muhalefet partisini zor durumda bırakma yönü bulunsa da Başbakan Erdoğan’ın devlet adına Dersim katliamı için özür dilemiş olması kuşkusuz son derece önemlidir. Tabii bu özrün sadece lafta kalmaması, devlet tarafından gereğinin yapılması da gerekir. Öncelikle karşımıza katliamın insani boyutu çıkıyor. Örneğin bazı aileler daha yakınlarının mezarlarına bile sahip değiller. Ayrıca Başbakan’ın özrünü tescilleyecek bazı simgesel adımlar da atılabilir ve işe Tunceli yerine Dersim adına dönerek başlanabilir. Bu arada katliam mağdurları ve yakınlarının zararları tanzim edilmesi de mutlaka gündeme alınmalıdır.
CHP cesur olabilse
CHP Lideri Kılıçdaroğlu, Başbakan’a “Dersim konusunda sana ekmek çıkmaz” diye seslenmişti ama görüldüğü gibi tersi oldu, AKP Lideri, Dersim konusundan pekala gönlünce istifade ediyor. CHP bu iki arada bir derede tutumunu sürdürürse de etmeye devam edeceğe benziyor. Eğer Kılıçdaroğlu bu durumdan samimi olarak rahatsızsa yapacağı şey aslında çok basit: Dersim dahil olmak üzere, cumhuriyet tarihinde devletin kendi halkına reva gördüğü zulümlerin tümünü, mağdurlarının kim olduğuna bakmaksızın, doğurabileceği sorunları önemsemeden ülke gündemine taşıması ve bunlarla yüzleşmenin öncülüğünü yapmasıdır.
Tabii bunu yaparken günümüzün sorunlarına da aynı cesaretle gitmesi gerekir. Örneğin Kürt sorununu ele alalım. Hükümet ne zamandır “açılım” çizgisinden uzaklaştı. Dün CHP Kürt açılımına destek vermiyor, hatta onun başarısız olması için elinden geleni yapıyordu. Fakat tam bu esnada…
Devamı için TIKLAYINIZ.
Yorum:
Sene 2011, aylardan Kasım!
Uyumanın ve aynı zamanda uyutma çabasının alameti olan geçmişe yolculuk Türk politik gündeminin ne yazık ki vazgeçilmezi. Çözemeyeceği ancak ortalığı onun sayesinde bulandıracağı meseleleri servis etmeyi seven politikacılarımız görüldüğü gibi malzeme sıkıntısı da çekmiyor. Dün Ergenekon olur, bugün Dersim, yarın kim bilir ne? Kimseye faydası olmayan nostaljiler bu ülkeye sadece zaman kaybettiriyor, haberleri yok.
Günümüze dönelim. Ortada istemeyeceğimiz kadar çok sorunumuz var. Onlarla niye ilgilenmiyorlar?
Çünkü geçmiş üzerinden atıp tutmak kolaydır. Bu milletin “Biz olsaydık…” laflarına karnı tok, söyleyecek bir şeyleri yoksa çıkıp böyle çiğ söylemlerle iyice rezil olmasalar bari. Herkese yeterince fırsat verildi, verilmeye de devam ediyor. Hizmet etmek gibi bir derdi olmayanlar koltuk işgalinden başka bir şey yapmıyor.
Kuyuya taş atan deli misali, bir akıllı da çıkıp politikacılara tarihi hatırlatmıyor ki. Yok, hemen atlıyorlar, geçmiş hesapları açıyorlar. Basın mı hepten basiretsiz, yoksa basındaki sansür mekanizması mı kusursuz işliyor, ben anlayamadım.
Her şeyin nasıl bir doyum noktası varsa toplumların da doyum noktası vardır. Demek ki biz hala doygunluğa ulaşmadık ki çöküş gerçekleşmedi. Bir gün o da gerçekleşecek ve artık canımıza tak etti deyip bir şeyleri değiştirmenin derdine düşeceğiz. Ama beklemeliyiz, uslu olmalıyız, bıçak iyice kemiğe dayanmalı. Ne var ki komşu ülkelerin durumunu da böyle görüyorum. Yaşadıkları kriz belli ki yıllardır var ancak bugün patlayacak ve ülkede iç savaş çıkartacak seviyeye ulaştı. Bunun öncesinde halk sessiz kalıp zulme rıza gösterdiğinden, hükümetler varlıklarını sürdürdü. Diğer bir deyişle bugün muhalif olan halk bu hükümetleri yaşatıp bu günlere getiren halktır. Bazen tercih şansı olmuyor ve alternatifsiz bir süreç başlıyor ama unutmamalıyız ki Allah’ın arzı geniştir, hiç kimse zulme tahammülle sınanmış değildir.
Seçimlerimizle nasıl yönetileceğimize biz karar ver(e)miyorsak, o zaman onlar yönetir biz de boyun eğeriz. Buna da demokrasi dışında her şeyi diyebiliriz.