Hafta içi TV 5'ten gelen kardeşimizle Daru'l-Hikme'de uzun bir mülakat yaptık. Arap Baharı, Amerikan Baharı, Kürt Meselesi… gibi başlıkları konuştuğumuz programı sanıyorum kısım kısım veriyorlar.
Orada da altını çizmeye çalışmıştım; Türkiye'nin problemlerinin kahir ekseriyeti sistemi kuran mantıktan kaynaklanıyor. 600 yıllık bir tecrübe ve 1000 yıllık aidiyetler konusunda son derece keskin bir edayla sergilenen "redd-i miras" tavrı, elbette pek çok alanda travmalara yol açacaktı.
Kürt meselesi için de bu söylediğim aynıyla geçerlidir. Ulus devlet modeli üzerine bir de etnik aidiyetleri fetişleştiren ideolojik söylem ve pratikler eklendiğinde "Kürt meselesi" diye bir meselenin yaşanması elbette kaçınılmaz olacaktı.
Şöyle düşünelim: Osmanlı döneminde o alabildiğine geniş coğrafyada Türklerin Türkçe, Kürtlerin Kürtçe, Boşnakların Boşnakça, Çerkezlerin Çerkezce, Arapların Arapça… konuşmasından ve bunun günlük hayatın sıradanlığı içinde cereyan eder olmasından herhangi bir rahatsızlık duyulur muydu? Buna dair bir belge, bir tesbit var mıdır?
Şimdi bir kısım Kürtler sokakta "duyura duyura" Kürtçe konuşuyor ve bir kısım Türkler bundan eni-konu rahatsız oluyorsa buna neyin sebebiyet verdiği noktasında soğukkanlı değerlendirmeler yapmak durumundayız. Her iki tavrın da bize ait olduğunu, bu tavırların bu coğrafyanın geçmişinde ayağını bastığı bir zemin bulunduğunu söylemek mümkün değil.
Bu topraklarda sadece Kürtler Kemalist ideoloji adına hareket eden bir kısım çevrelerin mağduru durumunda olmadı. Bu topraklarda Türkler de en az Kürtler kadar, hatta onlardan daha fazla ideolojik dayatmaların mağduru oldular. Demir perde ülkelerinin toplum mühendisliği uygulamalarını andıran bu politikalar insanları öncelikle "dinî kimlikleri" üzerinden kategorize etti.
Şeyh Sait Kürt olduğu için değil, Şeriat adına ayaklandığı için idam edildi. Said Nursi Kürt olduğu için değil, İslam adına konuştuğu/eleştirdiği için –hatta bazan son derece sıradan konuşmaları/yazıları sebebiyle– sürgünlerde, tecritlerde geçirdi ömrünü. Örnekler çoğaltılabilir…
Aynı dönemde muhalif dinî kimliğiyle öne çıkan Türk kökenli alimlerin, aydınların, kanaat önderlerinin Kemalist ideolojiden gördüğü muamelenin "ayrıcalıklı" olduğunu söyleyebilir miyiz? Şüphesiz hayır. Hatta dinî kimliğin "muhalif" görülmek için yeterli olduğu o dönemde sadece başındaki sarığı ya da sırtındaki cübbesi sebebiyle tahkire/takibe uğramamak için evine kapanan ve hayatını cebrî bir ihtiyarla "ev hapsi"nde geçiren nice insan vardır! İstiklal şairi Akif bile hayatının son dönemlerini takibat altında geçirdi.
Madalyonun "öbür yüzü" de var: Bu meseleyi konuşurken sadece "iç dinamikler" söz konusu edilmemeli. İdeolojik dayatmaların da, buna gösterilen tepkilerin de –en azından "başlangıç itibariyle"– "dışarı"yla ilişkisi inkâr olunamaz. Bir ideolojik yanlış, bir başka ideolojik yanlışa vücut vermiştir.
Hasılı Kürt meselesi, bu topraklarda "derin sistem"in vücut verdiği pek çok meseleden sadece birisi olarak ortadadır; nihai çözümü de "derin sistem"in şu veya bu şekilde mağduriyete uğrattığı diğer toplumsal kesimlerle birlikte hareket etmekten geçer. Muhatabı da, çözüm tarzını da doğru tesbit etmek durumundayız…
Yorum:
Hak Yolda İyi Şeyler Yapmak
Osmanlının gücünü yitirmesinden sonra batıya ait değerler öne çıkmış ve batı küresel güç haline gelmiştir. Bu küreselleşme dünya halklarınca istenerek gerçekleşmemiş yerine göre baskılarla, dayatmalarla ve hatta savaşlarla cebren kabul ettirilmeye çalışılmıştır. Batı kendi değerlerini bu şekilde tüm dünyaya yaymış ve son 300-350 yıllık zaman diliminde dünyayı şekillendirmiştir. Bu süreçte hiçbir dönemde olmadığı kadar savaşlar olmuş , işgaller yaşanmış , insanlar katledilmiş , açlık ve sefalet almış başını gitmiş durumdadır. Bu sonuçları görünce doğal olarak tüm bu olumsuzlukların sebeplerini son 3 yüzyıla egemen olan batı medeniyetinin temel esaslarında aramak yanlış olmaz.
Bugün yukarıda bahsettiğimiz batı medeniyetini , kuvveti merkeze alan medeniyetler sınıfı içerisine alıyoruz. İnsanlık tarihi boyunca kuvvet merkezli medeniyetler hep zulüm , adaletsizlik , fakirlik ve açlığa yol açmışlardır. Günümüz kuvvet medeniyetini diğerlerinden en önemli farkı , kendine ait menfi özellikleri küreselleştirmiş olmasıdır.
Batıya ait değerlerin temelini “çıkar” ve kendini diğerlerinden farklı görme yani “büyüklenme” oluşturmaktadır. Başkalarına ve çevreye verilebilecek zarar düşünülmeden kendisine fayda sağlamayı esas alan bir medeniyetin çatışma çıkarması , kendi rahatı ve güveni için diğerlerini kullanması kadar doğal bir şey olamaz. Tüm dünyada açlık ve sefalet kol gezerken bu sıkıntıları çekenleri sömürerek zenginlik içerisinde müsrifane ve bigane bir hayat sürenlerin insanlığından şüphe etmek hakkımız olsa gerek.
Batı medeniyetinin temelini oluşturan diğer özellik olan büyüklenme ise şeytanın kafir olma sebebidir aslında. Allah’ı hepimizden iyi bilen ve tanıyan şeytanı kendini Hz.Adem’den farklı ve üstün görmesi kafir etmiştir. Bugün Siyonizm anlayışında insanlar ikiye ayrılır. Yahudiler ve ona hizmet için yaratılmış olan diğer insanlar. Böyle inanınca diğer insanları kendilerine hizmet ettirme , köle yapma ibadet hükmündedir. Hıristiyanlıkta da buna yakın bir anlayış vardır. Tüm insanlar Hz.Adem’den dolayı suçlu doğar ancak vaftiz olanlar ve Hıristiyan olanlar temizlenmiştir. Doğal olarak diğer insanlara suçlu ve günahkar muamelesi yapılmasında bir sakınca yoktur. Yani onlara işkence yapılabilir , onlar katledilebilirler. Bu şekilde kendini ırken ve dinen imtiyazlı görerek büyüklük taslayanların kuracağı medeniyetin adil olması zaten imkansızdır. Kendinden olmayanları yerine ve zamana göre baskı altında tutmak, ekonomik olarak sömürmek,topraklarını işgal etmek , bazen de öldürmek bunların haklarıdır.
Biz de bu değerleri uzunca bir süredir üst değer olarak kabul ederek sorgusuz sualsiz olarak siyasal, sosyal ve ekonomik yapıyı kendi bünyemize aktarma çabasındayız. Yani Hak merkezli bir medeniyet kurmak yerine kuvvet merkezli medeniyete ait esasları bünyemize sokup zalimlerden olmayı tercih ediyoruz. 10 yıldır iktidarda olan akp hükümeti de Hak yerine batılı tercih etmiş ve kuvvete dayalı medeniyetin , hakka dayalı medeniyeti yendiğinden bahsederek aslını , özünü inkar etmede bir beis görmemiştir. Ekonomik , siyasal ve hukuki olarak batıl yola sapan hükümetin, ayaklara takılmasın diye bu yoldaki küçük taşları temizlemesini samimiyet ve başarı olarak görmek ve göstermek batıla hizmet etmekten başka bir şey değildir. Bu küçük taşların yollardan temizlenmesi hangi yol üzere olunduğunun görülmesine engel olmamalıdır. Hak yolda olmadan yapılan her icraat köpük gibidir, yok olur gider.