İdeoloji Mağdurları
1020 Okunma, 1 Yorum
Ebubekir Sifil - Milli Gazete
Zafer Kafkas

 

Hafta içi TV 5'ten gelen kardeşimizle Daru'l-Hikme'de uzun bir mülakat yaptık. Arap Baharı, Amerikan Baharı, Kürt Meselesi… gibi başlıkları konuştuğumuz programı sanıyorum kısım kısım veriyorlar.

Orada da altını çizmeye çalışmıştım; Türkiye'nin problemlerinin kahir ekseriyeti sistemi kuran mantıktan kaynaklanıyor. 600 yıllık bir tecrübe ve 1000 yıllık aidiyetler konusunda son derece keskin bir edayla sergilenen "redd-i miras" tavrı, elbette pek çok alanda travmalara yol açacaktı.

Kürt meselesi için de bu söylediğim aynıyla geçerlidir. Ulus devlet modeli üzerine bir de etnik aidiyetleri fetişleştiren ideolojik söylem ve pratikler eklendiğinde "Kürt meselesi" diye bir meselenin yaşanması elbette kaçınılmaz olacaktı.

Şöyle düşünelim: Osmanlı döneminde o alabildiğine geniş coğrafyada Türklerin Türkçe, Kürtlerin Kürtçe, Boşnakların Boşnakça, Çerkezlerin Çerkezce, Arapların Arapça… konuşmasından ve bunun günlük hayatın sıradanlığı içinde cereyan eder olmasından herhangi bir rahatsızlık duyulur muydu? Buna dair bir belge, bir tesbit var mıdır?

Şimdi bir kısım Kürtler sokakta "duyura duyura" Kürtçe konuşuyor ve bir kısım Türkler bundan eni-konu rahatsız oluyorsa buna neyin sebebiyet verdiği noktasında soğukkanlı değerlendirmeler yapmak durumundayız. Her iki tavrın da bize ait olduğunu, bu tavırların bu coğrafyanın geçmişinde ayağını bastığı bir zemin bulunduğunu söylemek mümkün değil.

Bu topraklarda sadece Kürtler Kemalist ideoloji adına hareket eden bir kısım çevrelerin mağduru durumunda olmadı. Bu topraklarda Türkler de en az Kürtler kadar, hatta onlardan daha fazla ideolojik dayatmaların mağduru oldular. Demir perde ülkelerinin toplum mühendisliği uygulamalarını andıran bu politikalar insanları öncelikle "dinî kimlikleri" üzerinden kategorize etti.

Şeyh Sait Kürt olduğu için değil, Şeriat adına ayaklandığı için idam edildi. Said Nursi Kürt olduğu için değil, İslam adına konuştuğu/eleştirdiği için –hatta bazan son derece sıradan konuşmaları/yazıları sebebiyle– sürgünlerde, tecritlerde geçirdi ömrünü. Örnekler çoğaltılabilir…

Aynı dönemde muhalif dinî kimliğiyle öne çıkan Türk kökenli alimlerin, aydınların, kanaat önderlerinin Kemalist ideolojiden gördüğü muamelenin "ayrıcalıklı" olduğunu söyleyebilir miyiz? Şüphesiz hayır. Hatta dinî kimliğin "muhalif" görülmek için yeterli olduğu o dönemde sadece başındaki sarığı ya da sırtındaki cübbesi sebebiyle tahkire/takibe uğramamak için evine kapanan ve hayatını cebrî bir ihtiyarla "ev hapsi"nde geçiren nice insan vardır! İstiklal şairi Akif bile hayatının son dönemlerini takibat altında geçirdi.

Madalyonun "öbür yüzü" de var: Bu meseleyi konuşurken sadece "iç dinamikler" söz konusu edilmemeli. İdeolojik dayatmaların da, buna gösterilen tepkilerin de –en azından "başlangıç itibariyle"– "dışarı"yla ilişkisi inkâr olunamaz. Bir ideolojik yanlış, bir başka ideolojik yanlışa vücut vermiştir.

Hasılı Kürt meselesi, bu topraklarda "derin sistem"in vücut verdiği pek çok meseleden sadece birisi olarak ortadadır; nihai çözümü de "derin sistem"in şu veya bu şekilde mağduriyete uğrattığı diğer toplumsal kesimlerle birlikte hareket etmekten geçer. Muhatabı da, çözüm tarzını da doğru tesbit etmek durumundayız…

 

Yorum:

 

Hak Yolda İyi Şeyler Yapmak

 

Osmanlının gücünü yitirmesinden sonra batıya ait değerler öne çıkmış ve batı küresel güç haline gelmiştir. Bu küreselleşme dünya halklarınca istenerek gerçekleşmemiş yerine göre baskılarla, dayatmalarla ve hatta savaşlarla cebren kabul ettirilmeye çalışılmıştır.  Batı kendi değerlerini bu şekilde tüm dünyaya yaymış ve son 300-350 yıllık zaman diliminde dünyayı şekillendirmiştir. Bu süreçte hiçbir dönemde olmadığı kadar savaşlar olmuş , işgaller yaşanmış , insanlar katledilmiş , açlık ve sefalet almış başını gitmiş durumdadır.  Bu sonuçları görünce doğal olarak tüm bu olumsuzlukların  sebeplerini son 3 yüzyıla egemen olan batı medeniyetinin temel esaslarında aramak yanlış olmaz.  

 

Bugün yukarıda bahsettiğimiz batı medeniyetini , kuvveti merkeze alan medeniyetler sınıfı içerisine alıyoruz. İnsanlık tarihi boyunca kuvvet merkezli medeniyetler hep zulüm , adaletsizlik , fakirlik ve açlığa yol açmışlardır. Günümüz kuvvet medeniyetini diğerlerinden en önemli farkı , kendine ait menfi özellikleri küreselleştirmiş olmasıdır.  

 

Batıya ait değerlerin temelini “çıkar” ve kendini diğerlerinden farklı görme yani “büyüklenme” oluşturmaktadır.  Başkalarına ve çevreye verilebilecek zarar düşünülmeden kendisine fayda sağlamayı esas alan bir medeniyetin çatışma çıkarması , kendi rahatı ve güveni için diğerlerini kullanması kadar doğal bir şey olamaz. Tüm dünyada açlık ve sefalet kol gezerken bu sıkıntıları çekenleri sömürerek zenginlik içerisinde müsrifane ve bigane bir hayat sürenlerin insanlığından şüphe etmek hakkımız olsa gerek.

 

Batı medeniyetinin temelini oluşturan diğer özellik olan büyüklenme ise şeytanın kafir olma sebebidir aslında. Allah’ı hepimizden iyi bilen ve tanıyan şeytanı kendini Hz.Adem’den farklı ve üstün görmesi kafir etmiştir.  Bugün Siyonizm anlayışında insanlar ikiye ayrılır. Yahudiler ve ona hizmet için yaratılmış olan diğer insanlar. Böyle inanınca diğer insanları kendilerine hizmet ettirme , köle yapma ibadet hükmündedir. Hıristiyanlıkta da buna yakın bir anlayış vardır. Tüm insanlar Hz.Adem’den dolayı suçlu doğar ancak vaftiz olanlar ve Hıristiyan olanlar temizlenmiştir. Doğal olarak diğer insanlara suçlu ve günahkar muamelesi yapılmasında bir sakınca yoktur.  Yani onlara işkence yapılabilir , onlar katledilebilirler. Bu şekilde kendini ırken ve dinen imtiyazlı görerek büyüklük taslayanların kuracağı medeniyetin adil olması zaten imkansızdır.  Kendinden olmayanları yerine ve zamana göre baskı altında tutmak, ekonomik olarak sömürmek,topraklarını işgal etmek , bazen de öldürmek bunların haklarıdır.  

 

Biz de bu değerleri uzunca bir süredir üst değer olarak kabul ederek sorgusuz sualsiz olarak siyasal, sosyal ve ekonomik yapıyı kendi bünyemize aktarma çabasındayız. Yani Hak merkezli bir medeniyet kurmak yerine kuvvet merkezli medeniyete ait esasları bünyemize sokup zalimlerden olmayı tercih ediyoruz.   10 yıldır iktidarda olan akp hükümeti de Hak yerine batılı tercih etmiş ve kuvvete dayalı medeniyetin , hakka dayalı medeniyeti yendiğinden bahsederek aslını , özünü inkar etmede bir beis görmemiştir. Ekonomik , siyasal ve hukuki olarak batıl yola sapan hükümetin, ayaklara takılmasın diye bu yoldaki küçük taşları temizlemesini samimiyet ve başarı  olarak görmek ve göstermek  batıla hizmet etmekten başka bir şey değildir. Bu küçük taşların yollardan temizlenmesi hangi yol üzere olunduğunun görülmesine engel olmamalıdır. Hak yolda olmadan yapılan her icraat köpük gibidir, yok olur gider.

 

 

 

Zafer Kafkas


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
13.11.2011
22:09

Zafer Kardeş;

Milli Gazete'deki 6 Ekim 2011 tarihli "Ne yaptık, ne yapmalıyız?" makalemin altında aşağıdaki "yorum" var...

İlgilenmen ve yapılabilecekleri görüşmen ricasıyla...

Selam ve dua...

*

reşat nuri erol beyin dikkatine ! sayın reşat nuri erol beyin yazılarını hergün takip ediyorum ve hatta arşivliyorumda çok beğendiklerimi. bugünkü yazıyıda çok beğendim ve aldım. yazdığı yazılarla ilgili bizlerde neler yapabiliriz bilmek istiyorum. ben saadet partisi bursa kadın kolları il sorumlusuyum ve hatibeyim. benimle irtibata geçmenizi istiyorum...

***

Aşağıya söz konusu yazıyı da koyuyorum:

*

Ne yaptık?

Neler Yapmalıyız?

Osmanlı yıkılmış... Cumhuriyet kurulmuş... Tek parti rejimi tesis edilmiş... 1950'lerden önce Türkiye'de tek parti vardır, o parti de dine karşıdır... 1950'lere geldiğimizde dindar olmayan ama dine karşı da olmayan partilerin kurulmasına izin verildi, Müslümanlar o partileri desteklediler... 1960'lardan itibaren dindar partilerin kurulması gerekiyordu, nitekim kuruldu; biz o dönemden itibaren işte bunun mücadelesini verdik... Süleyman Demirel; 'Bölüyorsunuz, parçalıyorsunuz, dini düşmanlara teslim ediyorsunuz, biz sizin dininize karışıyor muyuz?!.' diyor, vaziyeti böyle idare ediyordu... Biz; 'Bunlar yani Süleyman Demirel'in bu söyledikleri yetmez... Beş vakit namaz kılan, içki içmeyenlerin de siyaset yapma hakları vardır, parti kurmalıyız...' dedik. O zaman yalnız parti kurmadık; kooperatifler, dernekler, vakıflar da kurduk, Kur'an Kursları, İmam Hatipler ve İlahiyat Fakülteleri (Yüksek İslam Enstitüleri) de kurduk... Zamanla ekonomik kuruluşlar da kurduk... Bu şekilde bugünlere kadar geldik... Bugün dönüp geriye baktığımızda, bazı konularda kendimizi başarılı kabul etmiyoruz. Oysa, aslında biz başardık, istediklerimizin hepsi oldu; belki başlangıçta düşünüp hayal ettiklerimizden bile fazlası oldu ama yine de bir şeyler başından beri eksikti, yine eksik kaldı. Ana eksiğimiz şudur: Müslümanlar için gerekli olan tüm müesseseleri kurduk, anayasa ekseriyetiyle iktidar bile olduk, ne var ki bütün bunları "Batı düzeni" içinde kurduk/yaptık. Evet, dindarların da düzende artık yerleri oldu ama onların düzeninde oldu, ne olduysa Batı düzeninde oldu, kendi düzenimizde kuruluşlar yapamadık. Bunun böyle olmasının iki önemli sebebi vardır: Birincisi; o zaman kendi düzenimizin ne olduğunu bilmiyorduk, "Adil (Ekonomik) Düzen"i bilmiyorduk... Nitekim bugün de hâlâ tam olarak bilmiyoruz... "Adil (Ekonomik) Düzen"e göre nasıl müesseseler kuracaktık?.. Birinci önemli sebep buydu. İkinci sebep ise; toplum yani halkımız henüz "Adil (Ekonomik) Düzen"e göre müesseseler kurmaya hazır değildi, bundan dolayı kuramazdık... Kursaydık da yaşatamazdık veya geliştiremezdik... Onun için bütün müesseselerimizi cari düzende yani Batı düzeninde kurduk ve bugünlere kadar geldik... İkinci önemli sebep de budur. Bugün "Adil (Ekonomik) Düzen"e göre müesseseler kurma zamanına gelmiş bulunuyoruz. Nitekim Millî Görüş Hareketi Lideri Necmeddin Erbakan bu zamanın geldiğini ilân etmişti; bu ilmî, dinî, meslekî, siyasî ve sosyal müesseseler kurulmalıydı... Şimdi halk olarak "Adil (Ekonomik) Düzen"e göre müesseseler kurmalıyız. 1) İlmî araştırma merkezleri kurmalıyız. Bunlar Avrupa üniversitelerinin kopyası olmamalı, bunlar "Adil Düzen"e göre kurulup ona göre eğitim ve öğretim yapmalı, beşikten mezara kadar tedris devam etmelidir... 2) Ekonomik kuruluşlar oluşturmalıyız. Özellikle kooperatifler kurmalıyız. Kooperatifler içinde "dayanışma ortaklıkları" kurmalıyız. Bu kooperatif ve dayanışma ortaklıklarındaki sözleşmeler "Adil (Ekonomik) Düzen"e göre düzenlenmelidir... 3) Ahlâkî kuruluşlar oluşturmalıyız. Bunlar da çoklu olacaklar ve "Adil Düzen"e göre örgütlenecekler. Bunlar dernekler ve vakıflar hâlinde oluşabilir... 4) Siyasi ve sosyal kuruluşlar kurmalıyız. Bunların sözleşme, tüzük ve programları "Adil Düzen"e göre olacaktır. Artık merkezden atamalar kalkacak, grup kararları kalkacak. Çoklu sistem olmadan "Adil (Ekonomik) Düzen" olmaz. Halk sistemleri seçecektir... Yazımızın başına dönersek; bir taraftan çok/çokluk, öbür taraftan tek parti sistemiyle demokrasi ve seçim olmaz. Olsa da "Adil Düzen" olmaz, dikta rejimi olur. Nitekim olmuyor. Bu ilmî, dinî, meslekî, siyasî ve sosyal kuruluş ve dayanışma ortaklıklarının yapılanmaları "çoklu sistem" içinde olmalıdır. Halk olarak Türkiye çapında örgütlenmeliyiz. Eski kuruluşları kendi hallerinde bırakmalıyız. Bunlardan isteyenler elbette "Adil (Ekonomik) Düzen" yapısına göre yeniden yapılanabilirler. İşte, bugün yapılması gereken budur.





Sayı: 126 | Tarih: 13.11.2011
Ahmet Hakan
İzmir’de bir iyi, bir kötü olay
Saygı duruşu ibadeti
2265 Okunma
16 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Zülfü Livaneli
büyük iskender ve mustafa kemal
savaş medeniyeti ve barış medeniyeti
1315 Okunma
4 Yorum
Ali Bülent Dilek
Mahir Kaynak
Yeni düzen ve ülkemiz
Emek Parası
1184 Okunma
9 Yorum
Süleyman Karagülle
Mehmet Şevket Eygi
Japonya'da Bizden Fazla İslam Ahlakı var
Ahlakları Sistemden Kaynaklı
1100 Okunma
Emine Hocaoğlu
Ruşen Çakır
Din-millet ikilemi
Ne alınmalı?
1062 Okunma
Tayibet Erzen
Ruhat Mengi
Evet beyler, Atatürk’ü tartışamazsınız aslında!
Bayağı Tartışmalar
1033 Okunma
Vahap Alma
Ebubekir Sifil
İdeoloji Mağdurları
Hak Yolda İyi Şeyler Yapmak
1020 Okunma
1 Yorum
Zafer Kafkas


© 2024 - Akevler