Yeni düzen ve ülkemiz
1184 Okunma, 9 Yorum
Mahir Kaynak - Star
Süleyman Karagülle

125. sayı:

 

Gelir Adaletsizliği

30 Ekim 2011 Pazar

 

Yapılan araştırmalar ülkemizde gelir adaletsizliği olduğunu gösteriyor, OECD ülkeleri içinde en arkada olduğumuz söyleniyor. Gelir adaletsizliği sorununun nasıl çözülebileceğini tartışalım.

Genel kanaat zenginlerden alınan paraların daha alt gelir gruplarına dağıtılmasıyla sorunun çözülebileceği yönündedir ama bu doğru değildir. Bir örnekle ne demek istediğimize açıklık getirelim. Mesela bir zenginden para aldığınızda o kişi kışın Uludağ’a gitmekten vazgeçsin. Parayı verdiğiniz kişi Uludağ’a gitmeyecek belki et tüketimini artıracaktır. Eğer et üretimi artmazsa bir yandan Uludağ’da işsizlik artarken diğer yanda et fiyatları yükselecektir. Bir dönemde memur maaşlarında önemli bir artış olmuştu ve şunu yazmıştım. Yapılan artış zenginlerin lüks tüketimini azaltır ama memurlar bu mallara değil, zorunlu ihtiyaç mallarına harcama yaparlar. Yani et alırlarsa hayvanların et üretimi ansızın artmaz ve benzer gelir gruplarındaki kişiler daha az et tüketip memurların alması sağlanır.

1971 yılındaki doçentlik tezimin konusu gelir bölüşümü-mal bileşimi ilişkisi üzerindeydi ve belli bir gelir bölüşümünün belli bir mal bileşimiyle bire bir uyum sağladığını söylemiştim. Hatta bir ülkede üretilen mal bileşimine bakarak gelir bölüşümünün tespit edilebileceğini söyleyip bir de formül üretmiştim.

Buradan şu sonuca varılır. Belli bir gelir dağılımını gerçekleştirmek isterseniz bu dağılımın nasıl bir üretim bileşimine gerek duyduğunu hesaplamalı ve onun üretimi için tedbirler almalısınız. Piyasanın bu durumda gelirlerle talep edilen mallar arasında uyumu sağlayacağı düşüncesi yanlıştır ve bu uyum ansızın olmaz, bir süreç izlenirse gerçekleşebilir.

Şöyle bir yol izlenebilir. İnsanların temel ihtiyaçları beslenme, barınma ve eğitim olarak sıralanabilir ve bunlar karşılanırsa lüks mallara yönelinir. Öyleyse önce gıda talebinin adaletli bir gelir dağılımında nasıl olacağını hesaplamalı ve bunun üretimi sağlanmalıdır. Tarımsal üretimi artırmak için tarımı köylülere bırakmak yerine ileri teknoloji kullanan işletmeler yoluyla üretim yapılmalıdır.

Bu konuda bir model önermiştim. Toprakların miras yoluyla dağılmasını engellemek için toprak sahiplerinin topraklarını sermaye olarak koyabilecekleri anonim şirketler kurulmalı ve miras toprak yerine hisse senetlerinin verilmesiyle dağıtılmalıdır. Bu anonim şirketler kurumlar vergisinden muaf olmalı ve techizat alımlarında desteklenmelidir.

Bu durum şehirlerde yaşayanların beslenme ihtiyaçlarının üst düzeyde karşılanmasını sağlar. İşsizler barınma ihtiyacını karşılamak için inşaatta çalıştırılır ve devlet eğitim ihtiyacını karşılar. Bunların planlanıp gerçekleştirilmesi mümkündür ve piyasa mekanizmasından vazgeçmek için bir neden yoktur. Devlet para ve maliye politikaları ile ekonomiye yön verir. Piyasa belirleyen değil, bir araçtır.

Dünyada uygulanacak yeni ekonomik modelin de bu çerçevede oluşacağını düşünüyorum. Bireyler serbest  piyasada  hareket etmeye devam edecek ancak genel çerçeve ve hedefleri devlet belirleyecektir.

 

Yazının Özeti: Gelir dağılımında çok kötü durumdayız: Bu zenginlerin elinden malları alıp fakirlere vermekle sağlanmaz. Topraklar miras yoluyla intikal etmemeli. Anonim ortaklıklarla işletilmeli.

 

Yorum: Kıyam Mülkiyeti

 

Kur’an iki türkü mülkiyet teşri etmiştir: Meta mülkiyeti ve yararlanma mülkiyeti. Kıyam mülkiyeti ise işletme mülkiyetidir. Yararlanma mülkiyeti gelirinden yararlanmadır. İşletmesine karışmazlar. Bunun istimlaki caiz değildir. Miras yoluyla intikal eder, küçük parçalara ayrılabilir. Oysa işletme mülkiyeti ancak ehil olanlar malik olur. İşletmedikleri taktirde bu mülkiyet değeri verilerek ellerinden alınır. Tecezzi etmez. Yani yalnız bir kişi malik olabilir. Mirasla değil vasiyetle intikal eder. Anonim şirletler değil işletmeler şeklindedir. Şirketi müzâra‘a, şirketi mudârebe, şirketi musana ve şirketi müsâkât olmak üzere tanzim edilmiştir.

 

 

Mahir KAYNAK

Dış ilişkiler

5 Kasım 2011 Cumartesi

 

Bir ülkenin yabancılarla ilişkisi ya da o ülkelerin bize müdahalesi sadece dışişleri teşkilatı tarafından yürütülmez. Başka bir ülkeyi kontrol etmeyi isteyen bir güç kontrol etmek istediği ülkede güçlü bir ekonomik yapı oluşturur. Bu yapının amacı sadece ekonomiye yön vermek değildir. Bu yolla medyayı, siyasette rol alan aktörleri de yönlendirir. Medyadaki etkileri çok önemlidir. Böylece halkın düşüncelerini, dostluklarını, düşmanlıklarını ve hedefini de belirler. Türkiye’de düşman ideoloji kriterine göre belirlenmiş, komünizm, kürtçülük, türkçülük ve irtica ile mücadele olarak tanımlanmıştır. Bu kriterler hangi ülkelerin dost, hangilerinin düşman olduğunu belirlemiştir.

Kontrol edilen ülkede tüm güvenlik güçleri bunlarla mücadele etmiş ve bu ideolojilerin dışında kalanlar dost sayılmıştır.

Bir gücün diğer bir ülkeyi kontrol etmekte kullandığı en önemli araç istihbarat servisidir. Genel kanaat istihbarat servislerinin asıl amacının bilgi toplamak olduğu yönündedir ve bu yanlıştır. Kontrol eden ülke bilinmesi gerekenleri çok önceden öğrenir ve bundan sonraki bilgi toplamanın amacı operasyonlarını bozacak kimseleri tespit ve onları etkisiz hale getirmektir.

Böyle bir müdahaleye karşı o ülkenin istihbarat servisinin mücadele edeceği düşünülür. Eğer bu servis de düşmanı ideolojik kriterlere göre belirlemişse müdahale eden güç çok rahat hareket edebilir. Yerli istihbarat servisi düşman sayılan ideolojileri savunanları etkisiz hale getirmeyi görev sayar. Yabancı istihbarat servisi ise onlara iş sahası açmak için bu görünümdeki ideolojileri savunan kuruluşları destekler ve kendisine rahatça hareket edebileceği bir alan oluşturur. Bunun bir başka sonucu da ülkenin kendi istihbarat teşkilatını hasım saymasıdır. Çünkü bir çok insan düşünceleri nedeniyle baskı altındadır.

Türkiye’de geçmişte durum böyleydi şu anda değiştiğini gözlemleyemiyoruz. Bir insanı karalamak için onun  istihbarat servisi adına hareket ettiği söylenir ve bu kişiyle iliişkiler kesilirdi. Yani bizim istibarat servisimizin hedefinde farklı düşünenler olduğu yaygın bir kanaatti. İstihbarat teşkilatı ile ilgisi olduğu bilinen veya düşünülenler dışlanırdı. Bir örnekle duruma açıklık getirelim. 1980lerin başında üniversite öğretim üyelerinin kurduğu bir dernek geçmişte istihbarat teşkilatında görev almış olanların  üniversitede yer almaması gerektiğini söylemiş ve bu karar uygulanmıştı. Halkın olumsuz tepkisinin  yanında ülkeyi yönetenler de bu kişilere uzak durmayı tercih etmişti. Hele böyle bir kişi hasmın sadece düşman sayılan ideolojileri savunanlardan ibaret olmadığını, dost ülkelerin de ülkemizde operasyonlar yaptığını söylerse etkisiz hale getirilirdi.

Kamuoyunda terörün sadece bir örgüte bağlanması ve bunun  asıl hedefinin ülkenin izlemek istediği politikaları engellemek isteyen yabancı güçlerin rollerinin araştırılmaması bu güçlerin rahatça hareket etmesine yol açtı ve sonunda Türkiye, ABD ve Avrupa’nın karşı çıktığı ve engellemeye çalıştığı PKK, bu güçlere rağmen ayakta kalmayı ve terör yapmayı başardı. Bu söz doğru mu? Ama görünen bu.

 

Yazının Özeti: Türkiye istihbaratında komünizm, irtica, Kürtçülük ve Türkçülük tehlike sayıldı. Düşmanlar buna göre belirlendi. Türk istihbaratı bunun dışındaki devletler dost sayıldı. O devletlere karşı olanlar hain addedildi. Milli istihbarat kendi halkı ile uğraştı. Halk istihbaratçıyı düşman saydı. Bunun sonucu PKK üredi. Mahir bunları bu kadar açık olmamakla demeye getiriyor.

 

Yazının Yorumu: İslam düzeninde gizli istihbarat askerler tarafından kullanılır ancak sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde kullanılabilir. Yabancı ülkede operasyon yapmak ancak savaş halinde caizdir.

 

 

 

126. sayı:

 

Mahir KAYNAK

Düğümü çözmek

6 Kasım 2011 Pazar

 

Kuzey Irak bölgesel yönetiminin başkanı Barzani’nin ülkemize gelişi ve yapılan müzakereler önemlidir. Görünüşte hedefin terörü engellemek olduğu söylense de varılan sonuçlar bölgenin nasıl şekilleneceği konusunda ip uçları verecektir. Bu görüşme kişinin öneminden çok yeni yapılanma hakkında bilgi sahibi olmamızı sağlaması  nedeniyle önemlidir.

- Barzani’nin gelmesi bölgenin yeni oluşumuyla ilgilidir.

- Sermaye İslam ülkelerini birleştiriyor. Dünyaya yeni oyun oynayacak!

 

Geçmişte Barzani ülkemiz aleyhine sözler sarf ettiğinde bu kişinin yerinde kalamayacağını ve en kısa zamanda yönetimin değişeceğini söylemiştim. Bu nedenle yanıldığım söylendi ama şahsın politikasının eskisinin tam tersi olduğuna bakılarak haklı olduğum da düşünülebilir.

- Barzani siyasetini değiştirdi, gitmedi.

- AB siyasetini değiştirdi, AK Parti gitmedi.

 

1990larda terörle mücadele görüntüsü altında bölge halkına uygulanan sert ve hukuk dışı politikaların amacı olayın terörle sınırlı kalmaması ve kitlesel bir eyleme dönüştürmekti. Bizdeki politika uygulayıcıları kahramanlık uğruna bölge halkının devlete güveninin sarsılmasına göz yumdular. Bu olayı anlayamamaları ve bölünme karşıtı olmalarına rağmen onun yolunu açmaları sonucunu doğuruyordu. Sertlik ve bunun yarattığı devlete olan güvenin sarsılmasına karşı çıkanlara iftira da dahil her türlü baskı yapıldı ve teröre destekle suçlandılar.

- Terör, baskı, halkın ayaklanması ve bölme.

- Türk siyasetini CIA çizdiği için Türkiye’yi Türklere böldürmeğe çalışmıştı.

 

Bölge halkının devlet olan güveninin sarsılması olayları terörle sınırlı olmaktan çıkaracak kitlesel eylemlere yani isyana dönüştürecekti. Bu durumda kullanılan silahlar da değişecek ve ülkemize büyük zararlar verecekti. Ayrıca çıkacak iç savaş bölünmeye sebep olacaktı. Bunu destekleyen uluslararası güçler de vardı.

- Bölünmeyi uluslararası güç de destekliyordu.

- Bölünmeyi tekel sermaye planlamıştı ve ABD icra ediyordu.

 

ABD’nin işgali altındaki Kandil’de terörün yuvalanması ve ülkemize yönelik terör eylemlerinin odağı olmasını kınıyor ve ABD’ni sorumlu tutuyoruz. Ayrıca bizimle işbirliği içinde olduklarını söylemeleri ve görünen manzara tezat teşkil ediyor. Oysa ABD olayların terör sınırları içinde kalmasını ve kitlesel bir eyleme dönüşmesini engellemek için böyle davranıyor. Bunu bizi sevdiği için değil kendi politikasına uygun olduğu için yapıyor.

- ABD PKK’lıları Kandil’de tutuyor.

- İstediği zaman kullansın diye koruyor.

 

Kuzey Irak’ta, işgal sürecinde Arapların milyonlarla ifade edilen kayıplarına rağmen Kürtlerin huzur ve refah içinde yaşamaları iki halk arasında düzeltilemez boyutta düşmanlık yarattı. Bu olaylar doğal gelişimin bir sonucu değil uygulanan politikanın eseriydi.

- Siyaset sonucu Araplar sefalette, Kürtler refahta.

- Kürtler İsrail’in jandarmalığını yapacaktı. Fırat ve Dicle’den İsrail’i yararlandıracaktı.

 

Cevap verilmesi gereken soru şudur: ABD Irak’tan çekildikten sonra Kürtler bu ülkeyle birlikte kalabilecekler mi? Bölgedeki tüm Kürtlerin ortak bir yapı içinde olmaları halinde bile bağımsız olabilmeleri imkansız görünüyor. Bu durumda hangi ülkeyle işbirliği içinde olacaklar hatta bu birliktelik bir arada yaşamakla sonuçlanacak mı?

- ABD’den sonra Kürtlerle Araplar bir arada yaşayacak mı?

- Türk, Arap ve Kürt halklar Şii ve Sünni halkları arasında sorun yok. Sorun Sermaye kışkırtmasında.

 

Bölgedeki Kürtler bir çok ülke içine dağılmış olmalarına rağmen en büyük kitle ülkemizde yaşamaktadır. Bu durumda ülkemizdeki Kürtlerin geleceği tümünün geleceği anlamına gelebilir. Şu sıralarda terör örgütünün her ülkenin Kürtlerini içermesi bu yapıyı oluşturma gayreti sayılabilir.

- En çok Kürtler Türkiye’de vardır.

- Türkiye’deki Kürtler dağınıktır. Türklerle entegre halindedir. Dinsiz satılmışlar dışında sorunumuz yoktur.

 

Her topluluk içinde farklı düşünceler vardır ve Kürtlerin de tek bir düşünce içinde olduğu söylenemez. Üstelik çağımızda aşiret yapısının devamı imkansızdır. Yani önce hangi ülkeyle birlikte olacaklarına karar verecekler ya da verdirilecekler sonra sosyal problemlerine çözüm arayacaklar. Bu çözüm için en iyi örnek ve ortam Türkiye’dir.

- Kürtler ancak Türkiye ile sorunlarını çözerler.

- İran, Irak, Türkiye, Suriye dış ülkelerden Müslüman nüfusunu artırırlar. Sonra Kürtleri birleştirir bir devlet haline getirebilirler.

 

 

Mahir KAYNAK

Yeni düzen ve ülkemiz

12 Kasım 2011 Cumartesi

 

Dünyada yaşanan ekonomik kriz ülkelerin toplam borcuna, borsalardaki hareketlere, döviz kurlarına bakarak değerlendiriliyor. Soğuk Savaş’ın bitiminden beri şu soruya cevap arıyorum: Dünyada yeni denge nasıl kurulacak ve bu hangi süreç içinde gerçekleşecek?

- Soğuk savaştan sonra dengeler nasıl kurulacak?

- Adil Düzen kurulacak. Yüze yakın bağımsız devlet. İnsanlık kıtalar halinde örgütlenmemiş. Merkezi yönetim. Bloklar arası çalışma yok.

 

Bir dünya savaşı sonuçları kadar büyük bir değişimin yaşanacağına ve buna ulaşmak için silah yerine ekonomi ve terörün kullanılacağına karar verdim. Mücadelenin devletler arasında değil küresel sermaye ile ulus devletler arasında olacağını ve finans kesiminin kaybedeceğini söyledim. Şimdi bu büyük savaşın sonucunu belirleyecek meydan savaşını yaşıyoruz.

Şunu gözlemledim: Birçok ülke ürettiğinden fazlasını tüketiyor yani borçlanıyordu. Bu durum borçlanan ülkelere yapay bir refah sağlıyor ve borçlanma durdurulursa halkın refahının azalacağı ve bunun tepkiler yaratacağı açıktı. Borçların ödenmesi söz konusu değildi. Çünkü borçlanmayı durdurmak bile büyük tepkiler yaratıyordu. Buradan şu sonuca vardım: Borçlanma durdurulacak ama kimse borcunu ödemeyecek. Almanya gibi dış ticaret fazlası veren ülkeler bile büyük ölçüde borçluydu ve bu paraları diğer Avrupa ülkelerine borç vermişti. Yani Avrupa’da borç krizi domino etkisi yaratacak ve herkes borcunu ödeyemez duruma gelecekti.

- Denge ulus devletler ile tekel sermaye arasındaki ekonomik savaş sonunda kurulacak. Ulus devletler galip gelecek. Bugün Sermaye borç sorunu ile boğuşuyor. Borçlar ödenmeyecek.

- Sermaye faizli ekonomiden vazgeçerse Adil Düzen’e gelirse varlığını sürdürecek yoksa kısa zaman sonra yok olacaktır. Yahudiler yeniden soykırıma uğrayacak.

 

Dominonun ilk taşı devrildi ve Yunanistan’ın borcunu ödeyemeyeceği anlaşıldı. Sıranın İtalya’ya geldiği anlaşılıyor. Şimdi şu soruya cevap arayacağız. Bu borçların alacaklıları kimdir ve sonuca katlanacaklar mı? İflas eden bir kişiden alacak tahsil edilemez. Ancak borcunu ödeyemeyen başka bir şeyle alacaklıyı tatmin eder ve bu şey siyasidir.

- Borçlular ödemeyecek. Alacaklılar siyasi kazançla çıkacak.

- Borcu ödeyemeyen devlet iflas etmiştir. Devlet olmaktan çıkar. Faizler silinmeli, borçlar vadelendirilmeli. Devletler yaşatılmalı.

 

Yunanistan ve İtalya’nın AB’ye vereceği siyasi bir taviz yoktur. Zaten birlik halindeler. Bu durumda başka bir güce taviz vermek ve onun himayesinde borçlarından kurtulmak ve yeni bir ekonomi politikası izlemek gerekir.

Şöyle bir çözüm aranabilir: Euro’nun değeri çok aşağılara çekilerek ülkelerin borçlarının reel değeri düşürülebilir. Her ülke kendi parasını yürürlüğe sokar ve AB dışında ekonomik ilişkiler oluşturur.

- Her ülke kendi parasına dönmelidir.

- Her ülkenin Euro ile dengelenmiş parası olmalıdır. Euro altın yerinde olmalıdır. Ulusal paraların gerçek değerini göstermeye yaramalı.

 

Ortadoğu sahip olduğu enerji kaynakları nedeniyle dünya üzerinde geçerli bir paranın toplanma yeridir. Bu sermayenin dolar olarak ifade edileceği anlaşılıyor. Ayrıca bu bölgenin yüksek gelirini lüks harcamalara tahsis etmesinin yolu açılırsa AB’den kopan ülkeler bu bölgeyle ticaret yapabilir. Bizim de içinde olacağımız bir model kuruyorum. Yunanistan ve İtalya merkezi Türkiye olan bir siyasi ve ekonomik birlik içinde olurlar. Bunun AB gibi bir anlaşmaya bağlanmasına gerek yoktur. Türkiye bu ülkelerin güvenli enerji yolu ve bölgeyle ilişkilerini sağlayacak bir geçiş noktası olur. Yunanistan’la turizmde, İtalya ile endüstride birlikte olurlar ve bölgenin ihtiyaçlarına cevap verirler. Türkiye tarımda bir dönüşüm sağlarsa gıda ihtiyacını da sağlayan bir ülke olur.

- Türkiye, İtalya, Yunanistan işbirliği sorunları çözebilir.

- Sorun faizli ekonomi sistemindedir. Türkiye Adil Düzen’de örnek olabilir.

 

Yunanistan ve İtalya’da parasal konuda ihtisası olan kişilerin yönetimi ele geçirmeleri onların başarısız olacaklarını göstermek içindir. Yani sorunun parasal önlemlerle çözüleceği iddia edilirse bu yolun denendiği ve bir sonuç alınamadığı

- Parasal operasyonlarla sorunlar çözülemez.

- Sorun karşılıksız faiz parasıdır. Faiz parası yerine emek parası getirilirse sorunlar kendiliğinden çözülür.

 

 

Yorum: Emek Parası

 

Bugün merkez bankaları faizle para çıkarıyor. Faizin ödenebilmesi için her yıl daha fazla para çıkarıyor. Bu para karşılıksızdır. Bugün mevcut olan paralar geçmişteki faizlerin toplamıdır. Bu paralarla hafif enflasyon yoluyla finans ekonomisinde dengeyi sağlarsınız. Ne var ki bu üretimde işsizliğe neden olur. Dolayısıyla reel ekonomi havada kalır. Krizlerin kaynağı budur.

Çözüm basittir. Halk ürettiği malları kamunun ortak ambarlarına verecektir. Yerine mal belgesini alacaktır. Bu belgeyi bankaya götürecek rehin olarak bırakacaktır. Bankadan para alacaktır. Ambardaki mal para ile satılmayacak bu belge ile verilecektir. Belge bankada kaldığı müddetçe mal da ambarda var olmaya devam edecektir. Paraya karşılık bankada senet senede karşılık ortak ambarda mal olacaktır.

Malını satmak istediği zaman bankaya parayı götürüp verecek. Belgesini alacak pazarda satacaktır. İstediği fiyatla satacaktır. Belgeyi alan ortak nakliyeye belgesini verecek ve malını bakkalında teslim alacaktır. Nakliyeyi de ödemeyecektir.

Piyasadaki para kadar ambarlarda satılığa çıkarılmış mal olacağı için enflasyon olmaz. Dolayısıyla devlet bu kredileri ödemede herhangi sıkıntı ile karşılaşmaz. Matbaayı çalıştırır ve ödeme yapar. Ambarlarda mal artar, halkta da para artar.

Üretici ürettiği malı ambara verdikten sonra eldeki belge ile isterse pazara gider onu satar. İsterse bankaya gider belgeyi rehn eder bankadan para alır. Böylece üretici ucuz olduğu zaman malını yok pahasına satmak zorunda kalmaz.

Piyasada para azsa mallar ucuzdur. Halk bankaya gider para çeker. Para çoğalır. Fiyatlar yükselir. Piyasada para çoksa halk mallar pahalıdır. Gider bankaya para verir belgeyi alır piyasada satar. Piyasadan para çekilmiş olur. Fiyatlar düşer. Böylece para piyasası kurulmuş olur.

Böylece finans ekonomisi tamamen devreye sokulmuş olur.

Reel ekonominin devreye girmesi için üreticiye kredi sistemini geliştirmeliyiz. İşveren borçlandırılarak işçinin parası ödenmelidir. Hammaddenin de bedeli ödenmelidir. İşsiz kalmaz. Bu da enflasyon yapmaz. Çünkü üretilmiş malın işçisine para ödenmiştir. Karşılıksız değildir.

Avrupa Birliği Adil Düzen’e gelsin sorunlarını hemen çözecektir.

 

 

Süleyman Karagülle


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
15.11.2011
18:03

Rusya'nın devlet sırrı gıda rezervi deposu kapılarını basına açtı

Rusya Federal Devlet Rezervleri Servisi (Rosrezerv) bünyesinde bulundurduğu yerin altındaki gıda malzemesi deposunun kapısını Ria Novosti ajansına açtı. Devlet sırrı kabul edilen başkent Moskova'daki ana depoda yer alan gıda rezervleri, olası savaş veya olağanüstü durumlarda kullanılması için saklaniyor. Rosrezerv'in yerin 125 metre altında yüzden fazla depoda saklanması dikkat çekti. Depoda; binlerce çuval şeker, konserve ve başka gıda maddeleri yer alıyor. Yetkililer bu ürünleri stratejik gıda rezervi olarak nitelendiriyor. Rus muhabirin ısrarlı sorularına rağmen, kurum yetkilileri tüm depolardaki gıda rezervlerinin kaç kişiye yeteceği konusunda açıklama yapmadı. Yerin 125 metre altındaki depoya girmek için tıpkı maden ocaklarında olduğu gibi özel asansör kullanılıyor. Muhabire göre, depo olası nükleer patlamadan etkinmeyecek kadar güvenli . Ria Novosti muhabiri, "Buraya gazetecileri çok nadir olarak davet ederler. Depodaki hava ortamı serin ve artı 7-8 derece sıcaklıkta. Gıda rezervlerinin bozulmaması için ideal bir ortam" şeklinde izlenimlerini aktardı. Depodaki malzemelerin dayanıklı olup olmadığını kontrol etmek için depoda özel laboratuvar da faaliyet gösteriyor. Laboratuvar Başkanı Tamara Mudroçenko, depodan aldığı et konservesinin tadına bakarken, "Et güzel kokulu ve leziz. Konservedeki et parça halinde ve 30-40 gram olmalı" diyor. Depo yetkilileri, her gıda ürününün kendine göre kullanım süresi olduğuna da işaret ediyor. Depo Başkanı Gennadi Matveyev süre konusunda titiz çalışmalar yaptıklarını belirterek, "Tarihleri kontrol ediyoruz, süresi geçen gıda ürünlerini yeniliyoruz. Şeker çuvalının süresi 12 yıl, et konservesi ise 4 yıl. Depoda önemli olan eski ve süresi geçen ürünlerin olmaması" uyarısı yapıyor. Yetkililer, süresi bitmeye az kalan ürünlerin depolardan alınarak başta askeriye olmak üzere güvenlik kurumlarına verdiklerini ifade ediyor. Rosrezerv'e göre, stratejik amaçlı gıda ürünleri piyasaya satış için çıkartılmıyor. Depo yetkilileri, ancak kıtlık ve aşırı enflasyon durumunda fiyatların kontrolü için, hükümetin kararı doğrultısında gıda rezervlerinin piyasaya sunulabileceğini aktarıyor. Cihan

Reşat Nuri Erol
15.11.2011
18:06

'İSTANBUL DEPREMİ Türkiye'nin sonu olabilir!'

"Deprem Konseyi lağvedildi, başkanının bile haberi olmadı. Sokaklara konuşlanan deprem kutuları sırra kadem bastı. Kesin park yasağı getirilen acil deprem yollarının çoğu paralı otoparka dönüştürüldü."

Habertürk gazetesine konuşan kent bilimci ve mimar Prof. Dr. Ahmet Vefik Alp, “Deprem Konseyi lağvedildi, başkanının bile haberi olmadı. Sokaklara konuşlanan deprem kutuları sırra kadem bastı. Kesin park yasağı getirilen acil deprem yollarının çoğu paralı otoparka dönüştürüldü. Toplanma ve çadırkent sahaları da imara açıldı ve yapılaştı” dedi. Söyleşiden ilgili kısım:

İstanbul depreme nasıl hazırlanıyor?

İstanbul’da ciddi bir deprem yaşanırsa bu Türkiye’nin sonunu getirebilir. Birleşmiş Milletler destekli Geohazards International’ın çalışmasında Dünya Deprem Ligi’nde Katmandu’dan sonra İstanbul 2’nci, İzmir 7’nci sırada gösteriliyor. Dikkatinizi çekmek istiyorum, bu skala deprem olma olasılığını veya olası deprem şiddetini göstermiyor. Bu skala, kentleri deprem de yaşanacak kayıplara göre sıralanmış. Depremde kayıpların hacmi ülkenin gelişmişliğiyle doğrudan bağlantılı. Türkiye yapılaşma açılardan geri durumda.

İstanbul için dehşet senaryo nedir bu tabloda?

100 bin ölü, 135 bin ağır yaralı, 450 bin hafif yaralı, 60 bin ağır hasarlı bina, 115 bin orta hasarlı bina, 600 bin evsiz aile, 30 bin kutudan doğalgaz sızıntısı, 3 bin yangın, 100 milyar dolar maddi kayıp... Ayrıca Haiti depremini hatırlayalım: Büyük güçler, “Yardım edeceğiz” diye girip çıkmayabilirler. Türkiye’mizin coğrafi konumu çok hassastır ve stratejiktir. Olası İstanbul depreminde zafiyet durumumuzu değerlendirmek isteyen düşmanlarımız olabilir.

99 depreminden sonra İstanbul’da nasıl bir yol alındı?

Kâğıt üzerinde çok şeyler yapıldı. Ancak, milyonlarca gecekondu ve çürük apartman daireleri için hiçbir fiziki girişim yapılamadı. Bunlar betonarme tabutlar olarak bekliyor.

Deprem Konseyi her nedense lağvedildi.

Başkanının bile haberi olmadı. Sokaklara konuşlanan deprem kutuları sırra kadem bastı. Kesin park yasağı getirilen acil deprem yollarının çoğu paralı otoparka dönüştürüldü. Toplanma ve çadırkent sahaları olarak belirlenen alanların bir bölümü imara açıldı.

Başbakan, Van Depremi’nin ardından kentsel dönüşümle ilgili hızla hareket edeceklerini açıkladı. Başlangıç olabilir mi?

Yeni kurulan Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na çok yetki verildi ve çok umut bağlandı. Köklü bir mimarlık ve şehircilik reformunun gerçekleştirilmesi gerekiyor.

Kadir Topbaş, İstanbul’da olası bir depremin, Van’dan çok daha farklı olacağını, “Türkiye çok diplere vurabilir” diye belirtti.

Kobe büyük bir deprem geçirdi. Belediye Başkanı şunları söyledi: “Yollar kapanıyor, iletişim susuyor. İyi bir ulaşım sisteminiz yoksa, binaların altında kaybettiğiniz insan sayısına yakın insanı zamanında yardıma gidilemediğinden kan kaybından kaybediyorsunuz.” İstanbul ulaşımının normal zamandaki durumunu düşünürsek, muhtemel bir deprem sonrası “total kaos” yaşanacağını görememek saflık olur. Üzerinde hastaneler barındıran, yüzer adaları tartışmalıyız. Kutlu Esendemir / Habertürk

Reşat Nuri Erol
15.11.2011
18:36

Yukarıdaki iki haberi (biri röportaj) okuyunca, "Akevler Adil Düzen Projesi" olarak şehir dışında her biri bir dönümde inşa edilen, bahçeli ve minik çiftlikli,

"Depreme Dayanıklı Ahşap Evler Projemiz"

aklıma geldi...

*

- İstanbul Etiler Atelyesi ve Sakarya Sapanca Atelyesi Ahşap Evler çalışmaları ve ilk Ahşap Evin inşası...

- Düzce Belediyesi ile Ahşap Evler Anlaşması, Sapanca'daki evin Düzce'ye "örnek ev" olarak nakliyesi, Düzce Atelye çalışmaları ve Üstad Süleyman Karagüle'nin Düzce Depremi'ne yakalanış ve sonrasında yaşananlar!..

- Gebze Tomruk Deposu'ndan (Shaibi Merhum Ahmet Şişman) alınan iki kamyon dolusu tomruk... Tomrukların Çatalca-Kabakça Köyü'ndeki büyük atölyede kereste haline getirilmesi ve ilk 80 m2'lik "Örnek Ahşap Evin" hazırlanması...

- Evin İzmir-Kemalpaşa-Sütçüler Köyü'ndeki Akevler Özdemir Fabrikası'na nakledilmesi ve orada montajının yapılıp uzun zaman sergilenmesi; Dr. Lütfi bey ile bu evimizi heyecanla ziyaretimiz...

- İzmir-Kemalpaşa'daki bin adedin üzerindeki kavaklarımı fabrikamızda kereste yapıp ahşap evler projemizi daha da geliştirme ve genişletme çalışmalarımız, teşebbüslerimiz, hayallerimiz; büyük oğlum Abdurrahman Erol'un bu amaçla fabrikada ahşap evlerle ilgili olarak yerleşmesi ve çalışmalar yapması...

- Sonunda 80 m2'lik ahşap evimizin dönüp dolaşıp Merhum Ahmet Şişman'ın Gebze'deki Tomruk Deposu'na çok güzel ve fonksiyonel Büro ve Çalışma Merkezi olması... (Ev halen orada, Gebze'de, görmek isteyenler görebilir...)

- Çatalca Bahşayış Akevler 40 dönüm arazisindeki minik ahşap ev çalışması ve öncesinde-sonrasında yapılan değişik çalışmalar, teşebbüsler...

- En başında; Erbakan Hoca'ya, Balıkesir-Altınoluk'ta, (Süleyman Karagülle, Reşat Nuri Erol, Hasan Hacıbektaşoğlu, Hüseyin Kayahan ile)

"Adil Düzene Göre Ahşap Evler Projesi"

ni sunuşumuz ve meşhur-tarihi görüşme...

*

99 Depremi...

Son Van Depremi...

Olası İstanbul Depremi...

Olabilecek diğer Türkiye depremleri...

*

SOSYAL TUFAN...

*

AKEVLER İZMİR ve İSTANBUL ÇALIŞMALARI...

GENEL AKEVLER ADİL (EKONOMİK) DÜZEN ÇALIŞMALARI...

*

Ve de

... !!!

*

Anladınız mı?!.

*

Anlayan varsa..

Merak edip anlamak isteyenlere anlatıversin...

*

Ve's-

SELAM

...

ziya küçük
18.11.2011
08:46

1-Ticari kredi verilmesinin neden uygun olmadığını ayrıntılı açıklar mısınız? Ben sonuçta üretimi desteklediğini düşünüyorum ve bir mahsur görmüyorum.

2-Veresiyenin(vadeli satışların)fiyatları artıracağını söylüyorsunuz. Örneğin 1000 adet araba var fiyatı 10.000 TL vadeli olursa yani banka kredisi ile fiyat 12.000 TL oluyor.Kredili alan için böyle peşin alan yine 10.000 TL ye alıyor. Fark etmiyor ki. Genel Fiyat seviyesine etki etmiyor?

3- Finans kurumlarının yaptığı murabaha için ne düşünüyorsunuz?

Tekrar Selamlar, Selem konusunu anlamak için örnekle gitmek istiyorum. 1.Aşama -Ben domates üreticisiyim.Yıllık 10 ton kapasitem var. Bu yıl 5 ton normal , 5 ton selem ile üretim yapmayı düşünüyorum. 5 ton için bankaya gidiyorum ve arazimi ipotek ettirerek şu cinsden şu miktarda şu fiyata şu tarihte teslim edilmek üzere bilgileri yazılmış olan selem senetlerini bankadan alıyorum. Bu senetlerin satışı için piyasaya duyuruda bulunuyorum. 6 ay sonra ambara vereceğim mal için elimde kg fiyatı 1 TL olan selem senetleri var diye deklare ediyorum. Domates fidelerini en geç 1,5 ay sonra ekmek gerektiği için(mevsimden dolayı) selem senedi alımı için 1 ay süre veriyorum. Ve bu 1 ay içerisinde 3 tonluk selelm senedi satılıyor. 2 tona tekabül eden selem senetlerini bankaya iade ediyorum. Böylece toplam 8 ton üretim yapmış oldum. 5 tonu normal yollardan tüccara peşin ya da farklı şekilde sattım. Selemle ürettiğim 3 tonu da ambara teslim ettim. Ambardan aldığım teslim makbuzu ile bankaya bildirimde bulundum ve yükümlülüğümü bitirdim. Buraya kadar 1.aşama.

2.Aşama -Selem Kredisi: Nihai tüketiciye sadece selem senedi karşılığında verilen kredidir.Tüccara ya da mağazaya verilmez. Üreticiden domates selem senedini alan tüccarlar ellerinde selem senedi olduğunu mağazalara veya halka çeşitli vasıtalarla duyuruyorlar. Halk da bu selem senedi karşılığında bankaya başvurarak kredi alıyor. 6 ay sonra eline geçecek domates için yıllık ne kadar ihtiyacı varsa o tutarda kredisini alıyor. Maaşını aldığında veya gelirine göre kredisini belli bir süre sonra kapatıyor.Aldığı kredi(para ile) ile mağazaya veya tüccara gidiyor ve selem senedini alıyor. 6 ay sonra mabara gidip domatesini alıyor ve işlem tamamlanıyor. Ya da ihtiyacına göre peyderpey (1 yıla yayarak) ihtiyacını ambardan alıyor ve aldığı miktarca senedi ambara bırakıyor böylece bağlantı tamamlanıyor. Kafamda böyle canlandırdım hata ve eksikleri yazarsanız sanırım daha iyi anlaşılacaktır. Ayrıca sormak istediği ;

1-Selem sistemi her mal için uygulanabilir mi?

2-Selem kredisini alan memur kredisini ne zaman kapatacak?

3-Bu şekilde ihtiyaçlar karşılanırsa belki ucuza alınacak ama maaş alınınca yıllık ihtiyaçlara toplu para verildiği için gündelik olarak insanlar harcamalarına para bulamayacak.Yani yıllık patates,domates,soğan,süt,peynir vs. ihtiyaçlarını ucuz almak için toptan siparişle alan memur günlük harcamalarında sıkıntıya düşmez mi?

Reşat Nuri Erol
18.11.2011
16:29

Siemens'de sadece 30 bin Ar-Ge çalışanı var

Siemens Türkiye Üst Yöneticisi (CEO) Hüseyin Gelis, ''Siemens cirosunun yüzde 5'ini Ar-Ge yatırımlarına ayırıyor. Şirketimizin global olarak 30 bin Ar-Ge çalışanı, yaklaşık 4 milyar avroluk bütçeyle her gün 40 buluşa imza atıyor'' dedi. Siemens'in Gebze Organize Sanayi Bölgesi'ndeki Ar-Ge Merkezi'nin açılış töreninde konuşan Siemens Türkiye CEO'su Gelis, sahip oldukları yenilikçilik gücünü Türkiye için kullanmaktan büyük heyecan duyduklarını söyledi. Siemens'in 1847'de Berlin'de yalnızca 4'ü mühendis, 20 personelle faaliyete başladığını anımsatan Gelis, o yıllarda Ar-Ge kelimesinin dahi kullanılmadığını kaydetti. Gelis, 20. yüzyılın başında mühendis sayısının binin üzerine çıktığına işaret ederek, bu sayede dünyada ve Türkiye'de ilk olarak telgraf, röntgen, aydınlatma projesi gibi önemli faaliyetlerin hayata geçtiğini anlattı. ''O yıllarda Almanya'da ve komşu ülkelerde Siemens'in çok büyük yatırımları ve merkezleri vardı'' diyen Gelis, şöyle konuştu: ''Fakat, 2. Dünya Savaşı'ndan sonra Siemens her şeyini kaybetmişti. Geride yalnızca insanlar, personel, mühendislik kabiliyetimiz ve yenilikçi ruhumuz kalmıştı. Yenilikçi ruh ile şirketimiz kurulduğu günden beri zamanın farklı ihtiyaçlarına çözüm getirdi. Bugün de çözüm üretmeye devam etmekteyiz. Siemens cirosunun yüzde 5'ini Ar-Ge yatırımlarına ayırıyor. Şirketimizin global olarak 30 bin Ar-Ge çalışanı, yaklaşık 4 milyar avroluk bütçeyle her gün 40 buluşa imza atıyor.'' Ar-Ge bütçesinin neredeyse 1 milyar dolarının yeşil teknolojiler geliştirmek için kullanıldığını kaydeden Gelis, şöyle devam etti: ''2009 yılında, kriz yılında Siemens Türkiye olarak Gebze'ye bu büyük yatırımı yaptık ve Türkiye'ye ilk 'Leed Gold' (Yeşil Bina) sertifikasını getirdik. Bu fabrika Avrupa'nın en modern enerji fabrikalarından birisidir. 2006 yılında Siemens Türkiye'de 20 Ar-Ge personeli çalışıyordu. Bugün bu açılışla birlikte 60, orta vadede de 100 Ar-Ge personeliyle endüstriyel otomasyon, enerji otomasyonu, orta gerilim enerji iletim ve dağıtım sektörüne hizmet verilecek. Bugün Türkiye'de bir fidan ektik. Hükümetimizin de desteğiyle buna benzer çok fidan ekiliyor. Hükümetlerin desteklediği bu tür girişimciler, yapılan iş birlikleri, ilerleyen yıllarda ülkelerin yararına güzel kazanımlarla sonuçlanıyor. Çin'de, Hindistan'da yaşanan gelişmeler böyle adımlarla başlamıştır. Aynısı neden Türkiye için olmasın? Ülkemizin bunun için arzusu, cesareti, en önemlisi de bu konuda yeteneği ve insan kaynağı var.'' Kocaeli Valisi Ercan Topaca ise ülkelerin, sosyal hayatındaki gelişimin, modernleşmenin, şirketlerdeki gelişmeyle onların getirdiği hizmet ve yeniliklerle doğru orantılı olduğunu söyledi. 1847 yılında Siemens'in kuruluşunun, Osmanlı İmparatorluğunun son dönemine, yenilik hareketlerinin başladığı döneme denk geldiğine dikkati çeken Topaca, Siemens'in gelişmesiyle paralel olarak Osmanlı İmparatorluğunun 1900'lü yıllarda elektrikle tanıştığını, sonraki dönemde de radyonun, televizyonun, iletişimin güçlendiğini dile getirdi. Topaca, ''Siemens'in gelişmesiyle tüm dünyada iletişim refah düzeyi gelişiyor, insanların hayatını kolaylaştıran yenilikler, buluşlar, teknolojiler hızla artıyor'' dedi. Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu da dünyadaki tüm gelişmelerin, araştırmayla olduğunu ifade ederek, Mevlana'nın ''Dün dünde kaldı cancağızım, bugün yeni şeyler söylemek lazım'' sözünü rehber edindiklerini dile getirdi. Yerel yöneticiler olarak her zaman, Ar-Ge'ye önem veren şirketlerin yanında, hizmetinde olduklarını belirten Karaosmanoğlu, ''Kentimizin altyapısı, ulaşımı, çevresiyle sağlıklı bir kent olması adına kendimizi Siemens ailesi gibi yenilemeye çalışıyoruz. Araştırma yapıyor, çalışanlarımızı, teknolojilerimizi, mühendislerimizi, dünyadaki örnekleri görmeleri için teşvik ediyoruz'' diye konuştu. Konuşmaların ardından törene katılan Bilim, Teknoloji ve Sanayi Bakanı Nihat Ergün ve beraberindekiler açılışı yapılan Ar-Ge Merkezi ile üretim alanlarını gezdi.

Reşat Nuri Erol
18.11.2011
16:36

Mahir Kaynak yoğun bakımda

Eski istihbaratçı ve Star gazetesi Yazarı Mahir Kaynağın hastaneye kaldırılarak yoğun bakıma alındığı iddia edildi. Rotahaber'in edindiği bilgiye göre; eski istihbaratçı ve Star gazetesi Yazarı Mahir Kaynağın hastaneye kaldırılarak yoğun bakıma alındı. Mahir Kaynak'ın şu anda Çapa Tıp Fakültesi Kardiyoloji bölümünde olduğu kaydediliyor. iyibilgi olarak sık sık görüşlerine başvurduğumuz Mahir Hoca'ya acil şifalar diliyoruz.

*

Allah'tan acil şifalar...

Reşat Nuri Erol
18.11.2011
16:38

Hocamız iyi

Mahir Hocamız, yoğun bakımdan çıktı, şu saat itibariyle durumu iyi. Bugun hastaneden taburcu olacak.

faruk bilgin

/ 18 Kasım 2011 10:13

Reşat Nuri Erol
18.11.2011
17:40

Mehmet Emin Genç 2011-11-18 --------------------------------------------------------------------------------

Suud Büyükelçiliğine açık mektup

Kâinatın merkezi ve secdeye varanların kıblesi olan Kâbe-i muazzama ve dolayısıyla Mekke-i mükerreme, gözümüzün ve gönlümüzün sultanı Hz. Muhammed Mustafa (sav)’in Ravza-i mutahharası, dolayısıyla Medine-i münevvere hepimizin kalbinde istisnai yerlere sahiptir. İnsanlığın kıyam yeri olduğu bizzat Rabbimizin ifadesiyle belirtilen Kâbe, her Müslüman’ın kavuşmayı ve kucaklaşmayı hayal ettiği hasret mekânıdır. İbadetin ve taatin tadı oralarda daha bir derin ve manalı olmaktadır. Ama hac döneminde buralarda yaşanan bazı olumsuzluklar Hacıların bütün şevk ve heyecanını alıp götürmektedir. Bu konudaki tespitlerimi birkaç madde halinde sıralamak ve sizlerle paylaşmak istiyorum. Bunlardan birincisi; Emin belde olduğunu bildiğimiz bu mekânlar, artık emin olmaktan ne yazık ki çıkmış gibidir. Eminlik meselesi, sadece oralarda ihrama girenleri ilgilendiren bir husus değil, aksine ihrama girmeyenleri, hatta oralarda ticari ve kamu hizmeti yapanları da kapsamalıdır. Oralar emin belde ise Hacılarla muhatap olan herkes “Emin Belde” vasfını ve hukukunu, ihramsız bile olsa unutmamalıdır. Haremde görevli asker ve polislerin Hacılara karşı dikkat çeken olumsuz ve kaba tavrı gözden kaçmamaktadır. Bu meselenin tek istisnası Fotoğraf ve video çekimlerine nihayet gösterilen müsamahadır. Yıllar önceki uygulamaların ne denli keyfi olduğunu, fotoğraf çekmenin haramlığını dile getiren resmi zevatın pervasızlığını unutmak mümkün değil. Söz dinlemez, çokbilmiş, kendini beğenmiş, sanki her biri başımıza musallat olmuş birer müçtehit imam gibi işine gelmeyene haram yaftasını asıp, bizden de buna uymayı bekleyen haddini bilmezlerden yorulduk. Bunlardan ikincisi; Mektep adı verilen ve Mekke ve Merdine şehir girişlerinde bulunan pasaport ve delil merkezleri. Buralar neredeyse birer işkence haneye dönüşmüş gibi. Görevlilerin keyfi uygulamaları, bir sorun olduğunda sorumlu kişinin bulunamaması, dolayısıyla her kesin topu başkasına attığı, çok güvendikleri sistemlerinin ise boşluklarının olması hacıları bıktırıyor. Medine’den Cidde havaalanına gitmek için geldiğimiz Mektepte, hem de bir hiç uğruna beş saat bekletilmemiz, meseleyi özetlemektedir. Hacı sabır deyip, topu taca atan, asabı bozulan hacıların çırpınışlarına, pişmiş kelle gibi sırıtan görevliler “Emin Belde” mefhumunu ve kendilerinin bu mefhuma ne kadar uyduklarını birbirlerine tekrar tekrar sormalıdırlar. Hacıları bir mal veya eşya gibi şoförlere zimmetleyen çağdışı anlayışla bu işler ne kadar yürütülebilir. Kölelik zihniyetinden bir türlü kurtulamayan, hacıyı suçlu ve tehlikeli mahlûklarmış gibi gören anlayışı kaldırmamız ve kabullenmemiz asla mümkün değildir. Bunlardan üçüncüsü; Hacc yani Arafat günü yaklaşırken Mekke’deki insan yoğunluğu artıyor bahanesi ile belediye otobüslerinin seferden kaldırılması sonucu oluşan bir ulaşım kaosu var. Belediye otobüsleri kaldırılınca ne yazık ki fırsatçı, gözü dönmüş, hacıları; yolunması gereken kazlar olarak görmeye başlayan taksici esnafı rezaletini bilgilerinize sunuyorum. Bunlara esnaf da denemez, çapulcu taifesi. Yol, tavaf, say ve izdiham yorgunu hacıların uzak otellere yürüyemeyeceğini bilen fırsat düşkünü taksiciler, yetkililerin göz yumması, iş bilmemesi ve çözüm üretememesi sonucu ellerine düşürdükleri çaresiz Hacıları aklın ve havsalanın almayacağı derecede fahiş fiyatlarla taşıma istekleri bardağı taşıran son damla oluyor adeta. Normal zamanlarda kişi başına 3, bilemedin 5 riyale yolcu taşıdıklarını unutur gibi, bu zaman aralığı olan bir haftalık yoğun ve yorucu dönemde parsayı toplamanın yarışına giriyorlar. Hacının çaresizliğini dikkate alarak bu dönemde Hareme giden veya gelen hacıdan kişi başı 50, 70, 100, 150, 200 hatta 250 riyale kadar isteyen insaf ve vicdan yoksunu, fırsat düşkünü, utanmadan hacılardan on, elli hatta yüz kat daha fazla para talep eden budalalar güruhunu dikkatinize sunuyorum. Peki, onlara Hacıları bir kaz gibi yolma fırsatı veren devlet yetkilileri bu arada neyle meşguller. Hiç mi bu günlerde Haremde namaza gelmiyor, taksiye binmiyorlar. Hareme olan uzaklıkları dikkate alarak, normal tarifenin de biraz üzerinde bir fiyat tarifesi oluşturup bunu basın yayın organları aracılığıyla ve afişler ile herkese duyurmak ve fahiş fiyat isteyen şoförü, şikâyet halinde cezalandırmak gibi basit bir formül akıllarına gelmiyor galiba. Dedim ya çok yoğunlar, çok… Bunlardan dördüncüsü; Mekke ile Medine arasında doğru, düzgün, temiz, nezih, Dünyanın dört bir tarafından gelen insanların damak zevkini dikkate alan lokantaların ve Kafeteryaların bulunduğu dinlenme tesisleri ve her tür alış verişin yapılabileceği mağazaları bulunan merkezler yapılamaz mı. Kâbe’nin başından aşağıya ceberrut bir mahluk gibi duran ucube otel ve saat kulesini yapanlar, şehrin dışında da temiz mekanlar olmasının gerekliliğini düşünemiyorlar mı? Hamam böceklerinin gezdiği tuvaletlerde kaç kişi rahatlıkla hacetini görebiliyor, günlerdir temizlenmemiş lavabolarda abdest alabiliyordur. Toz toprak içindeki mescit halılarında huşu ile namazı düşünebiliyor musunuz? Buraları temiz tutacak elemanlar tahsis etmek, Pilav ve Tavuk dışında menüleri olan mekânlar yapıp işletmek çok mu zordur. Hani sizin geleneksel yiyecek ve içecekleriniz. Dedeleriniz ayaküstü abur cubur yiyor ve asitli içeceklerle mi sofrasını donatıyordu. Malüm asitli içeceklerin batı emperyalizminin simgeleri olduğunu, sağlık açısından çok zararlı bulunduğunu hiç duymadınız mı? O güzelim süt ve ayranlarınızı veya bizim bilmediğimiz değişik doğal ve sağlıklı içeceklerinizi niye ellerinizde göremiyoruz. Batı hayranlığı ile biz nereye vardık ki, siz nereye varacağınızı düşünüyorsunuz. Bunlardan beşincisi; Kefil uygulamasıdır. Ülkenizde bulunan bir işçiyi veya dükkân çalıştıran bir ticaret erbabını kefilin insaf ve istismarına bırakmak hangi din ve dünya ölçüleriyle açıklanabilir. Kefil Allahtan korkan biri ise, ne ala. Ya değilse, piskopatsa, şizofrense, dengesizse, yabancı düşmanıysa, insanlıktan nasip alamamış söz dinlemez bir mahlûksa, kefaleti altındaki kişiye zulmediyorsa bunu önleyebilecek hukuki düzenlemeleriniz varmıdır. Kefili değil, garibanı koruyabiliyor musunuz? Daha fazla sizleri yormadan, eleştirilerimiz, hayra vesile olsun diye konuyu burada tamamlıyor, hepinizi Allaha emanet ediyorum… Esselamu aleyküm, ve rahmetullahi ve berekatühu…

Süleyman Karagülle
19.11.2011
15:30

Ziya Küçük'e

1-Ticari kredi verilmesinin neden uygun olmadığını ayrıntılı açıklar mısınız? Ben sonuçta üretimi desteklediğini düşünüyorum ve bir mahsur görmüyorum.

a) Kar, zarar karşılığıdır. Tüccar kar ve zarar eden bir girişimcidir. Kendisine faizsiz kredi vereceğiz. Zarar ettiği zaman bize kim ödeyecek. Dolayısıyla biz zarar etmiş olacağız.

Kar bizim değil ama zarar bizim. Bu faizdir.

b) Sermayesi olan ticaret yapmalıdır. Bununla beraber taşınmazı teminat gösterme şartı ile mal kredisini, sipariş kredisini alabilir. Rehinsiz veresiye mal almak meşru değildir. Karşılıksız satın alma gücü karşılıksız para demektir.

c) Tüccar alıp satar. Az kârla çok devir yapar. Böylece yeter derecede kâr eder. Fazla sermayeye ihtiyaç yoktur. Kendi sermayesi varsa bekletir, pahalanınca satar. Bu ihtikar (karaborsacılık) değildir. Ama bizim kredimizle alır, bekletir fahiş kârla satarsa ihtikar yapmış olur.

d) Kredileşme ilkesi içinde taşınmaz teminatı alarak kredi verebilirsiniz. Bu, yeni para değildir. Başkasının tasarruf ettiğini kullanmadır. Ama ticaret yap diye yeniden para basarsanız karşılıksız para üretmiş olursunuz.

2-Veresiyenin(vadeli satışların)fiyatları artıracağını söylüyorsunuz. Örneğin 1000 adet araba var fiyatı 10.000 TL vadeli olursa yani banka kredisi ile fiyat 12.000 TL oluyor.Kredili alan için böyle peşin alan yine 10.000 TL ye alıyor. Fark etmiyor ki. Genel Fiyat seviyesine etki etmiyor?

Veresiye satış sadece faizden dolayı değil faizsiz de fiyatları artırır. Veresiye satma demek parası olanın alacağını parası olmayana satma demektir. Halkın elinde para azalmamış ama piyasada mal azalmış olur. Bu da fiyatları artırır. dP/P= dM/M+dF/F =0 -dM/M= dF/F. Mal azaldığı zaman fiyat artar.

3- Finans kurumlarının yaptığı murabaha için ne düşünüyorsunuz?

Finans kurumları gerçek faizsiz sistemin gelmemesi için kurulmuş faizli sistem kuruluşlarıdır. Fıkıhta murabaha şöyledir: Birisine bir mal satarsınız. Zaman geçer, gelir, sizden geri satmak ister. Siz de onu daha pahalı veya daha ucuz alırsınız. Almak zorunda değilsiniz. Ben bu tarlayı şimdi size 1000 TL ye satıyorum. Bir sene sonra da senden 1200 TL ile alacağım dediğiniz zaman faiz olur. Banka taşınmazı alsa, sonra taksitle pahalı satsa kar almış olur. Sonradan ödenmek üzere satmak haramdır. Ama ay ay, taksit taksit satmak helaldir. Mal teslim edilmişse kiradan da yararlanabilirsiniz. Asıl haram olan haraç mezat icra ile malı satmadır.

Tekrar Selamlar, Selem konusunu anlamak için örnekle gitmek istiyorum.

1.Aşama -Ben domates üreticisiyim.Yıllık 10 ton kapasitem var. Bu yıl 5 ton normal , 5 ton selem ile üretim yapmayı düşünüyorum. 5 ton için bankaya gidiyorum ve arazimi ipotek ettirerek şu cinsten şu miktarda şu (fiyata) şu tarihte teslim edilmek üzere bilgileri yazılmış olan selem senetlerini bankadan alıyorum. Bu senetlerin satışı için piyasaya duyuruda bulunuyorum. 6 ay sonra ambara vereceğim mal için elimde kg fiyatı 1 TL olan selem senetleri var diye deklare ediyorum. Domates fidelerini en geç 1,5 ay sonra ekmek gerektiği için(mevsimden dolayı) selem senedi alımı için 1 ay süre veriyorum. Ve bu 1 ay içerisinde 3 tonluk selem senedi satılıyor. 2 tona tekabül eden selem senetlerini bankaya iade ediyorum. Böylece toplam 8 ton üretim yapmış oldum. 5 tonu normal yollardan tüccara peşin ya da farklı şekilde sattım. Selemle ürettiğim 3 tonu da ambara teslim ettim. Ambardan aldığım teslim makbuzu ile bankaya bildirimde bulundum ve yükümlülüğümü bitirdim. Buraya kadar 1.aşama.

Burada bir hata var. Banka size domates senedi veriyor. Tarih yazılı, miktar yazılı, teslim yeri yazılı, malın cinsi ve vasfı yazılı. Ama fiyat yazılı değildir. Sen onu istediğin fiyatla satıyorsun, pazarlıkla satıyorsun. Elde ettiğin para ile üretim yapıyorsun. Satamadığını bankaya iade ediyorsun. Sattığını ambara teslim ediyorsun. Belgeyi bankaya iade ederek kredini kapatıyorsun.

2.Aşama -Selem Kredisi: Nihai tüketiciye sadece selem senedi karşılığında verilen kredidir.Tüccara ya da mağazaya verilmez. Üreticiden domates selem senedini alan tüccarlar ellerinde selem senedi olduğunu mağazalara veya halka çeşitli vasıtalarla duyuruyorlar. Halk da bu selem senedi karşılığında bankaya başvurarak kredi alıyor. 6 ay sonra eline geçecek domates için yıllık ne kadar ihtiyacı varsa o tutarda kredisini alıyor. Maaşını aldığında veya gelirine göre kredisini belli bir süre sonra kapatıyor.Aldığı kredi(para ile) ile mağazaya veya tüccara gidiyor ve selem senedini alıyor. 6 ay sonra ambara gidip domatesini alıyor ve işlem tamamlanıyor. Ya da ihtiyacına göre peyderpey (1 yıla yayarak) ihtiyacını ambardan alıyor ve aldığı miktarca senedi ambara bırakıyor böylece bağlantı tamamlanıyor. Kafamda böyle canlandırdım hata ve eksikleri yazarsanız sanırım daha iyi anlaşılacaktır.

Tüketiciye banka kredi veriyor. Bununla git istediğin siparişi yap diye. Parasıyla mağazalara gidiyor, sipariş veriyor. Mağaza tüccara sipariş veriyor. Tüccar işyerine sipariş veriyor. İşyeri hammaddeyi sipariş veriyor. İşçi çalışıyor. Aldığı ücreti bankaya yatırıyor. Hafta hafta para yatırdıktan sonra siparişini alıyor. Burada ipotek yok. Burada senede de gerek yok. Sipariş belgelerle oluşuyor.

Ayrıca sormak istediğim; 1-Selem sistemi her mal için uygulanabilir mi?

Selem sistemi her mal için uygulanır. Teslim alma şartı getirilir. Böylece depolanmayan, bozulan malların senetleri ile arz ve talep kanunları çalıştırılır. Elektrik depolanmaz ama şu gün tüketilecek elektrik senedi depolanabildiği için o günün hesabı stoka göre yapılır.

2-Selem kredisini alan memur kredisini ne zaman kapatacak?

Selem kredisini alan sipariş ettiği malı teslim almadan kapatacaktır.

3-Bu şekilde ihtiyaçlar karşılanırsa belki ucuza alınacak ama maaş alınınca yıllık ihtiyaçlara toplu para verildiği için gündelik olarak insanlar harcamalarına para bulamayacak.Yani yıllık patates,domates,soğan,süt,peynir vs. ihtiyaçlarını ucuz almak için toptan siparişle alan memur günlük harcamalarında sıkıntıya düşmez mi?

Maaşınızın tamamını sipariş için harcamıyorsunuz. İstediğiniz kadarını seleme ayırıyorsunuz. Siparişten fazla üretilen mallar var. Onun piyasası oluşuyor. Hatta siz de sipariş ettiğiniz malın belgesini para ile istediğiniz fiyatla satabilirsiniz. Yani normal piyasa devam etmektedir.





Sayı: 126 | Tarih: 13.11.2011
Ahmet Hakan
İzmir’de bir iyi, bir kötü olay
Saygı duruşu ibadeti
2265 Okunma
16 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Zülfü Livaneli
büyük iskender ve mustafa kemal
savaş medeniyeti ve barış medeniyeti
1315 Okunma
4 Yorum
Ali Bülent Dilek
Mahir Kaynak
Yeni düzen ve ülkemiz
Emek Parası
1184 Okunma
9 Yorum
Süleyman Karagülle
Mehmet Şevket Eygi
Japonya'da Bizden Fazla İslam Ahlakı var
Ahlakları Sistemden Kaynaklı
1100 Okunma
Emine Hocaoğlu
Ruşen Çakır
Din-millet ikilemi
Ne alınmalı?
1061 Okunma
Tayibet Erzen
Ruhat Mengi
Evet beyler, Atatürk’ü tartışamazsınız aslında!
Bayağı Tartışmalar
1033 Okunma
Vahap Alma
Ebubekir Sifil
İdeoloji Mağdurları
Hak Yolda İyi Şeyler Yapmak
1019 Okunma
1 Yorum
Zafer Kafkas