125. sayı:
Gelir Adaletsizliği
30 Ekim 2011 Pazar
Yapılan araştırmalar ülkemizde gelir adaletsizliği olduğunu gösteriyor, OECD ülkeleri içinde en arkada olduğumuz söyleniyor. Gelir adaletsizliği sorununun nasıl çözülebileceğini tartışalım.
Genel kanaat zenginlerden alınan paraların daha alt gelir gruplarına dağıtılmasıyla sorunun çözülebileceği yönündedir ama bu doğru değildir. Bir örnekle ne demek istediğimize açıklık getirelim. Mesela bir zenginden para aldığınızda o kişi kışın Uludağ’a gitmekten vazgeçsin. Parayı verdiğiniz kişi Uludağ’a gitmeyecek belki et tüketimini artıracaktır. Eğer et üretimi artmazsa bir yandan Uludağ’da işsizlik artarken diğer yanda et fiyatları yükselecektir. Bir dönemde memur maaşlarında önemli bir artış olmuştu ve şunu yazmıştım. Yapılan artış zenginlerin lüks tüketimini azaltır ama memurlar bu mallara değil, zorunlu ihtiyaç mallarına harcama yaparlar. Yani et alırlarsa hayvanların et üretimi ansızın artmaz ve benzer gelir gruplarındaki kişiler daha az et tüketip memurların alması sağlanır.
1971 yılındaki doçentlik tezimin konusu gelir bölüşümü-mal bileşimi ilişkisi üzerindeydi ve belli bir gelir bölüşümünün belli bir mal bileşimiyle bire bir uyum sağladığını söylemiştim. Hatta bir ülkede üretilen mal bileşimine bakarak gelir bölüşümünün tespit edilebileceğini söyleyip bir de formül üretmiştim.
Buradan şu sonuca varılır. Belli bir gelir dağılımını gerçekleştirmek isterseniz bu dağılımın nasıl bir üretim bileşimine gerek duyduğunu hesaplamalı ve onun üretimi için tedbirler almalısınız. Piyasanın bu durumda gelirlerle talep edilen mallar arasında uyumu sağlayacağı düşüncesi yanlıştır ve bu uyum ansızın olmaz, bir süreç izlenirse gerçekleşebilir.
Şöyle bir yol izlenebilir. İnsanların temel ihtiyaçları beslenme, barınma ve eğitim olarak sıralanabilir ve bunlar karşılanırsa lüks mallara yönelinir. Öyleyse önce gıda talebinin adaletli bir gelir dağılımında nasıl olacağını hesaplamalı ve bunun üretimi sağlanmalıdır. Tarımsal üretimi artırmak için tarımı köylülere bırakmak yerine ileri teknoloji kullanan işletmeler yoluyla üretim yapılmalıdır.
Bu konuda bir model önermiştim. Toprakların miras yoluyla dağılmasını engellemek için toprak sahiplerinin topraklarını sermaye olarak koyabilecekleri anonim şirketler kurulmalı ve miras toprak yerine hisse senetlerinin verilmesiyle dağıtılmalıdır. Bu anonim şirketler kurumlar vergisinden muaf olmalı ve techizat alımlarında desteklenmelidir.
Bu durum şehirlerde yaşayanların beslenme ihtiyaçlarının üst düzeyde karşılanmasını sağlar. İşsizler barınma ihtiyacını karşılamak için inşaatta çalıştırılır ve devlet eğitim ihtiyacını karşılar. Bunların planlanıp gerçekleştirilmesi mümkündür ve piyasa mekanizmasından vazgeçmek için bir neden yoktur. Devlet para ve maliye politikaları ile ekonomiye yön verir. Piyasa belirleyen değil, bir araçtır.
Dünyada uygulanacak yeni ekonomik modelin de bu çerçevede oluşacağını düşünüyorum. Bireyler serbest piyasada hareket etmeye devam edecek ancak genel çerçeve ve hedefleri devlet belirleyecektir.
Yazının Özeti: Gelir dağılımında çok kötü durumdayız: Bu zenginlerin elinden malları alıp fakirlere vermekle sağlanmaz. Topraklar miras yoluyla intikal etmemeli. Anonim ortaklıklarla işletilmeli.
Yorum: Kıyam Mülkiyeti
Kur’an iki türkü mülkiyet teşri etmiştir: Meta mülkiyeti ve yararlanma mülkiyeti. Kıyam mülkiyeti ise işletme mülkiyetidir. Yararlanma mülkiyeti gelirinden yararlanmadır. İşletmesine karışmazlar. Bunun istimlaki caiz değildir. Miras yoluyla intikal eder, küçük parçalara ayrılabilir. Oysa işletme mülkiyeti ancak ehil olanlar malik olur. İşletmedikleri taktirde bu mülkiyet değeri verilerek ellerinden alınır. Tecezzi etmez. Yani yalnız bir kişi malik olabilir. Mirasla değil vasiyetle intikal eder. Anonim şirletler değil işletmeler şeklindedir. Şirketi müzâra‘a, şirketi mudârebe, şirketi musana ve şirketi müsâkât olmak üzere tanzim edilmiştir.
Mahir KAYNAK
Dış ilişkiler
5 Kasım 2011 Cumartesi
Bir ülkenin yabancılarla ilişkisi ya da o ülkelerin bize müdahalesi sadece dışişleri teşkilatı tarafından yürütülmez. Başka bir ülkeyi kontrol etmeyi isteyen bir güç kontrol etmek istediği ülkede güçlü bir ekonomik yapı oluşturur. Bu yapının amacı sadece ekonomiye yön vermek değildir. Bu yolla medyayı, siyasette rol alan aktörleri de yönlendirir. Medyadaki etkileri çok önemlidir. Böylece halkın düşüncelerini, dostluklarını, düşmanlıklarını ve hedefini de belirler. Türkiye’de düşman ideoloji kriterine göre belirlenmiş, komünizm, kürtçülük, türkçülük ve irtica ile mücadele olarak tanımlanmıştır. Bu kriterler hangi ülkelerin dost, hangilerinin düşman olduğunu belirlemiştir.
Kontrol edilen ülkede tüm güvenlik güçleri bunlarla mücadele etmiş ve bu ideolojilerin dışında kalanlar dost sayılmıştır.
Bir gücün diğer bir ülkeyi kontrol etmekte kullandığı en önemli araç istihbarat servisidir. Genel kanaat istihbarat servislerinin asıl amacının bilgi toplamak olduğu yönündedir ve bu yanlıştır. Kontrol eden ülke bilinmesi gerekenleri çok önceden öğrenir ve bundan sonraki bilgi toplamanın amacı operasyonlarını bozacak kimseleri tespit ve onları etkisiz hale getirmektir.
Böyle bir müdahaleye karşı o ülkenin istihbarat servisinin mücadele edeceği düşünülür. Eğer bu servis de düşmanı ideolojik kriterlere göre belirlemişse müdahale eden güç çok rahat hareket edebilir. Yerli istihbarat servisi düşman sayılan ideolojileri savunanları etkisiz hale getirmeyi görev sayar. Yabancı istihbarat servisi ise onlara iş sahası açmak için bu görünümdeki ideolojileri savunan kuruluşları destekler ve kendisine rahatça hareket edebileceği bir alan oluşturur. Bunun bir başka sonucu da ülkenin kendi istihbarat teşkilatını hasım saymasıdır. Çünkü bir çok insan düşünceleri nedeniyle baskı altındadır.
Türkiye’de geçmişte durum böyleydi şu anda değiştiğini gözlemleyemiyoruz. Bir insanı karalamak için onun istihbarat servisi adına hareket ettiği söylenir ve bu kişiyle iliişkiler kesilirdi. Yani bizim istibarat servisimizin hedefinde farklı düşünenler olduğu yaygın bir kanaatti. İstihbarat teşkilatı ile ilgisi olduğu bilinen veya düşünülenler dışlanırdı. Bir örnekle duruma açıklık getirelim. 1980lerin başında üniversite öğretim üyelerinin kurduğu bir dernek geçmişte istihbarat teşkilatında görev almış olanların üniversitede yer almaması gerektiğini söylemiş ve bu karar uygulanmıştı. Halkın olumsuz tepkisinin yanında ülkeyi yönetenler de bu kişilere uzak durmayı tercih etmişti. Hele böyle bir kişi hasmın sadece düşman sayılan ideolojileri savunanlardan ibaret olmadığını, dost ülkelerin de ülkemizde operasyonlar yaptığını söylerse etkisiz hale getirilirdi.
Kamuoyunda terörün sadece bir örgüte bağlanması ve bunun asıl hedefinin ülkenin izlemek istediği politikaları engellemek isteyen yabancı güçlerin rollerinin araştırılmaması bu güçlerin rahatça hareket etmesine yol açtı ve sonunda Türkiye, ABD ve Avrupa’nın karşı çıktığı ve engellemeye çalıştığı PKK, bu güçlere rağmen ayakta kalmayı ve terör yapmayı başardı. Bu söz doğru mu? Ama görünen bu.
Yazının Özeti: Türkiye istihbaratında komünizm, irtica, Kürtçülük ve Türkçülük tehlike sayıldı. Düşmanlar buna göre belirlendi. Türk istihbaratı bunun dışındaki devletler dost sayıldı. O devletlere karşı olanlar hain addedildi. Milli istihbarat kendi halkı ile uğraştı. Halk istihbaratçıyı düşman saydı. Bunun sonucu PKK üredi. Mahir bunları bu kadar açık olmamakla demeye getiriyor.
Yazının Yorumu: İslam düzeninde gizli istihbarat askerler tarafından kullanılır ancak sıkıyönetim ve seferberlik hallerinde kullanılabilir. Yabancı ülkede operasyon yapmak ancak savaş halinde caizdir.
126. sayı:
Mahir KAYNAK
Düğümü çözmek
6 Kasım 2011 Pazar
Kuzey Irak bölgesel yönetiminin başkanı Barzani’nin ülkemize gelişi ve yapılan müzakereler önemlidir. Görünüşte hedefin terörü engellemek olduğu söylense de varılan sonuçlar bölgenin nasıl şekilleneceği konusunda ip uçları verecektir. Bu görüşme kişinin öneminden çok yeni yapılanma hakkında bilgi sahibi olmamızı sağlaması nedeniyle önemlidir.
- Barzani’nin gelmesi bölgenin yeni oluşumuyla ilgilidir.
- Sermaye İslam ülkelerini birleştiriyor. Dünyaya yeni oyun oynayacak!
Geçmişte Barzani ülkemiz aleyhine sözler sarf ettiğinde bu kişinin yerinde kalamayacağını ve en kısa zamanda yönetimin değişeceğini söylemiştim. Bu nedenle yanıldığım söylendi ama şahsın politikasının eskisinin tam tersi olduğuna bakılarak haklı olduğum da düşünülebilir.
- Barzani siyasetini değiştirdi, gitmedi.
- AB siyasetini değiştirdi, AK Parti gitmedi.
1990larda terörle mücadele görüntüsü altında bölge halkına uygulanan sert ve hukuk dışı politikaların amacı olayın terörle sınırlı kalmaması ve kitlesel bir eyleme dönüştürmekti. Bizdeki politika uygulayıcıları kahramanlık uğruna bölge halkının devlete güveninin sarsılmasına göz yumdular. Bu olayı anlayamamaları ve bölünme karşıtı olmalarına rağmen onun yolunu açmaları sonucunu doğuruyordu. Sertlik ve bunun yarattığı devlete olan güvenin sarsılmasına karşı çıkanlara iftira da dahil her türlü baskı yapıldı ve teröre destekle suçlandılar.
- Terör, baskı, halkın ayaklanması ve bölme.
- Türk siyasetini CIA çizdiği için Türkiye’yi Türklere böldürmeğe çalışmıştı.
Bölge halkının devlet olan güveninin sarsılması olayları terörle sınırlı olmaktan çıkaracak kitlesel eylemlere yani isyana dönüştürecekti. Bu durumda kullanılan silahlar da değişecek ve ülkemize büyük zararlar verecekti. Ayrıca çıkacak iç savaş bölünmeye sebep olacaktı. Bunu destekleyen uluslararası güçler de vardı.
- Bölünmeyi uluslararası güç de destekliyordu.
- Bölünmeyi tekel sermaye planlamıştı ve ABD icra ediyordu.
ABD’nin işgali altındaki Kandil’de terörün yuvalanması ve ülkemize yönelik terör eylemlerinin odağı olmasını kınıyor ve ABD’ni sorumlu tutuyoruz. Ayrıca bizimle işbirliği içinde olduklarını söylemeleri ve görünen manzara tezat teşkil ediyor. Oysa ABD olayların terör sınırları içinde kalmasını ve kitlesel bir eyleme dönüşmesini engellemek için böyle davranıyor. Bunu bizi sevdiği için değil kendi politikasına uygun olduğu için yapıyor.
- ABD PKK’lıları Kandil’de tutuyor.
- İstediği zaman kullansın diye koruyor.
Kuzey Irak’ta, işgal sürecinde Arapların milyonlarla ifade edilen kayıplarına rağmen Kürtlerin huzur ve refah içinde yaşamaları iki halk arasında düzeltilemez boyutta düşmanlık yarattı. Bu olaylar doğal gelişimin bir sonucu değil uygulanan politikanın eseriydi.
- Siyaset sonucu Araplar sefalette, Kürtler refahta.
- Kürtler İsrail’in jandarmalığını yapacaktı. Fırat ve Dicle’den İsrail’i yararlandıracaktı.
Cevap verilmesi gereken soru şudur: ABD Irak’tan çekildikten sonra Kürtler bu ülkeyle birlikte kalabilecekler mi? Bölgedeki tüm Kürtlerin ortak bir yapı içinde olmaları halinde bile bağımsız olabilmeleri imkansız görünüyor. Bu durumda hangi ülkeyle işbirliği içinde olacaklar hatta bu birliktelik bir arada yaşamakla sonuçlanacak mı?
- ABD’den sonra Kürtlerle Araplar bir arada yaşayacak mı?
- Türk, Arap ve Kürt halklar Şii ve Sünni halkları arasında sorun yok. Sorun Sermaye kışkırtmasında.
Bölgedeki Kürtler bir çok ülke içine dağılmış olmalarına rağmen en büyük kitle ülkemizde yaşamaktadır. Bu durumda ülkemizdeki Kürtlerin geleceği tümünün geleceği anlamına gelebilir. Şu sıralarda terör örgütünün her ülkenin Kürtlerini içermesi bu yapıyı oluşturma gayreti sayılabilir.
- En çok Kürtler Türkiye’de vardır.
- Türkiye’deki Kürtler dağınıktır. Türklerle entegre halindedir. Dinsiz satılmışlar dışında sorunumuz yoktur.
Her topluluk içinde farklı düşünceler vardır ve Kürtlerin de tek bir düşünce içinde olduğu söylenemez. Üstelik çağımızda aşiret yapısının devamı imkansızdır. Yani önce hangi ülkeyle birlikte olacaklarına karar verecekler ya da verdirilecekler sonra sosyal problemlerine çözüm arayacaklar. Bu çözüm için en iyi örnek ve ortam Türkiye’dir.
- Kürtler ancak Türkiye ile sorunlarını çözerler.
- İran, Irak, Türkiye, Suriye dış ülkelerden Müslüman nüfusunu artırırlar. Sonra Kürtleri birleştirir bir devlet haline getirebilirler.
Mahir KAYNAK
Yeni düzen ve ülkemiz
12 Kasım 2011 Cumartesi
Dünyada yaşanan ekonomik kriz ülkelerin toplam borcuna, borsalardaki hareketlere, döviz kurlarına bakarak değerlendiriliyor. Soğuk Savaş’ın bitiminden beri şu soruya cevap arıyorum: Dünyada yeni denge nasıl kurulacak ve bu hangi süreç içinde gerçekleşecek?
- Soğuk savaştan sonra dengeler nasıl kurulacak?
- Adil Düzen kurulacak. Yüze yakın bağımsız devlet. İnsanlık kıtalar halinde örgütlenmemiş. Merkezi yönetim. Bloklar arası çalışma yok.
Bir dünya savaşı sonuçları kadar büyük bir değişimin yaşanacağına ve buna ulaşmak için silah yerine ekonomi ve terörün kullanılacağına karar verdim. Mücadelenin devletler arasında değil küresel sermaye ile ulus devletler arasında olacağını ve finans kesiminin kaybedeceğini söyledim. Şimdi bu büyük savaşın sonucunu belirleyecek meydan savaşını yaşıyoruz.
Şunu gözlemledim: Birçok ülke ürettiğinden fazlasını tüketiyor yani borçlanıyordu. Bu durum borçlanan ülkelere yapay bir refah sağlıyor ve borçlanma durdurulursa halkın refahının azalacağı ve bunun tepkiler yaratacağı açıktı. Borçların ödenmesi söz konusu değildi. Çünkü borçlanmayı durdurmak bile büyük tepkiler yaratıyordu. Buradan şu sonuca vardım: Borçlanma durdurulacak ama kimse borcunu ödemeyecek. Almanya gibi dış ticaret fazlası veren ülkeler bile büyük ölçüde borçluydu ve bu paraları diğer Avrupa ülkelerine borç vermişti. Yani Avrupa’da borç krizi domino etkisi yaratacak ve herkes borcunu ödeyemez duruma gelecekti.
- Denge ulus devletler ile tekel sermaye arasındaki ekonomik savaş sonunda kurulacak. Ulus devletler galip gelecek. Bugün Sermaye borç sorunu ile boğuşuyor. Borçlar ödenmeyecek.
- Sermaye faizli ekonomiden vazgeçerse Adil Düzen’e gelirse varlığını sürdürecek yoksa kısa zaman sonra yok olacaktır. Yahudiler yeniden soykırıma uğrayacak.
Dominonun ilk taşı devrildi ve Yunanistan’ın borcunu ödeyemeyeceği anlaşıldı. Sıranın İtalya’ya geldiği anlaşılıyor. Şimdi şu soruya cevap arayacağız. Bu borçların alacaklıları kimdir ve sonuca katlanacaklar mı? İflas eden bir kişiden alacak tahsil edilemez. Ancak borcunu ödeyemeyen başka bir şeyle alacaklıyı tatmin eder ve bu şey siyasidir.
- Borçlular ödemeyecek. Alacaklılar siyasi kazançla çıkacak.
- Borcu ödeyemeyen devlet iflas etmiştir. Devlet olmaktan çıkar. Faizler silinmeli, borçlar vadelendirilmeli. Devletler yaşatılmalı.
Yunanistan ve İtalya’nın AB’ye vereceği siyasi bir taviz yoktur. Zaten birlik halindeler. Bu durumda başka bir güce taviz vermek ve onun himayesinde borçlarından kurtulmak ve yeni bir ekonomi politikası izlemek gerekir.
Şöyle bir çözüm aranabilir: Euro’nun değeri çok aşağılara çekilerek ülkelerin borçlarının reel değeri düşürülebilir. Her ülke kendi parasını yürürlüğe sokar ve AB dışında ekonomik ilişkiler oluşturur.
- Her ülke kendi parasına dönmelidir.
- Her ülkenin Euro ile dengelenmiş parası olmalıdır. Euro altın yerinde olmalıdır. Ulusal paraların gerçek değerini göstermeye yaramalı.
Ortadoğu sahip olduğu enerji kaynakları nedeniyle dünya üzerinde geçerli bir paranın toplanma yeridir. Bu sermayenin dolar olarak ifade edileceği anlaşılıyor. Ayrıca bu bölgenin yüksek gelirini lüks harcamalara tahsis etmesinin yolu açılırsa AB’den kopan ülkeler bu bölgeyle ticaret yapabilir. Bizim de içinde olacağımız bir model kuruyorum. Yunanistan ve İtalya merkezi Türkiye olan bir siyasi ve ekonomik birlik içinde olurlar. Bunun AB gibi bir anlaşmaya bağlanmasına gerek yoktur. Türkiye bu ülkelerin güvenli enerji yolu ve bölgeyle ilişkilerini sağlayacak bir geçiş noktası olur. Yunanistan’la turizmde, İtalya ile endüstride birlikte olurlar ve bölgenin ihtiyaçlarına cevap verirler. Türkiye tarımda bir dönüşüm sağlarsa gıda ihtiyacını da sağlayan bir ülke olur.
- Türkiye, İtalya, Yunanistan işbirliği sorunları çözebilir.
- Sorun faizli ekonomi sistemindedir. Türkiye Adil Düzen’de örnek olabilir.
Yunanistan ve İtalya’da parasal konuda ihtisası olan kişilerin yönetimi ele geçirmeleri onların başarısız olacaklarını göstermek içindir. Yani sorunun parasal önlemlerle çözüleceği iddia edilirse bu yolun denendiği ve bir sonuç alınamadığı
- Parasal operasyonlarla sorunlar çözülemez.
- Sorun karşılıksız faiz parasıdır. Faiz parası yerine emek parası getirilirse sorunlar kendiliğinden çözülür.
Yorum: Emek Parası
Bugün merkez bankaları faizle para çıkarıyor. Faizin ödenebilmesi için her yıl daha fazla para çıkarıyor. Bu para karşılıksızdır. Bugün mevcut olan paralar geçmişteki faizlerin toplamıdır. Bu paralarla hafif enflasyon yoluyla finans ekonomisinde dengeyi sağlarsınız. Ne var ki bu üretimde işsizliğe neden olur. Dolayısıyla reel ekonomi havada kalır. Krizlerin kaynağı budur.
Çözüm basittir. Halk ürettiği malları kamunun ortak ambarlarına verecektir. Yerine mal belgesini alacaktır. Bu belgeyi bankaya götürecek rehin olarak bırakacaktır. Bankadan para alacaktır. Ambardaki mal para ile satılmayacak bu belge ile verilecektir. Belge bankada kaldığı müddetçe mal da ambarda var olmaya devam edecektir. Paraya karşılık bankada senet senede karşılık ortak ambarda mal olacaktır.
Malını satmak istediği zaman bankaya parayı götürüp verecek. Belgesini alacak pazarda satacaktır. İstediği fiyatla satacaktır. Belgeyi alan ortak nakliyeye belgesini verecek ve malını bakkalında teslim alacaktır. Nakliyeyi de ödemeyecektir.
Piyasadaki para kadar ambarlarda satılığa çıkarılmış mal olacağı için enflasyon olmaz. Dolayısıyla devlet bu kredileri ödemede herhangi sıkıntı ile karşılaşmaz. Matbaayı çalıştırır ve ödeme yapar. Ambarlarda mal artar, halkta da para artar.
Üretici ürettiği malı ambara verdikten sonra eldeki belge ile isterse pazara gider onu satar. İsterse bankaya gider belgeyi rehn eder bankadan para alır. Böylece üretici ucuz olduğu zaman malını yok pahasına satmak zorunda kalmaz.
Piyasada para azsa mallar ucuzdur. Halk bankaya gider para çeker. Para çoğalır. Fiyatlar yükselir. Piyasada para çoksa halk mallar pahalıdır. Gider bankaya para verir belgeyi alır piyasada satar. Piyasadan para çekilmiş olur. Fiyatlar düşer. Böylece para piyasası kurulmuş olur.
Böylece finans ekonomisi tamamen devreye sokulmuş olur.
Reel ekonominin devreye girmesi için üreticiye kredi sistemini geliştirmeliyiz. İşveren borçlandırılarak işçinin parası ödenmelidir. Hammaddenin de bedeli ödenmelidir. İşsiz kalmaz. Bu da enflasyon yapmaz. Çünkü üretilmiş malın işçisine para ödenmiştir. Karşılıksız değildir.
Avrupa Birliği Adil Düzen’e gelsin sorunlarını hemen çözecektir.