Somali konseri
2011 Okunma, 17 Yorum
Ahmet Hakan - Hürriyet
Lütfi Hocaoğlu

01.10.2011

BİLİYORUM: Somali’ye yardım konusunu da, Ajda Pekkan’ın Somali’ye gösterdiği duyarlılığı da yiyip tükettik.
Artık hiç kimse “Somali” ve “Ajda” sözcüklerini yan yana görmek bile istemiyor.
Ama sonuçta Somali orada öylece duruyor:
Yine aç, yine sefil...
Ve Ajda da burada bir duyarlılık sergiliyor:
Beş kuruş para almadan, masrafları da kendisi üstlenerek bir konser verecek bu akşam Kuruçeşme Arena’da...
Sırf bir duyarlılığı sürdürmek adına da olsa bu akşamki Ajda konserine gidilmeli derim.

Yazının tamamı için tıklayınız.

 

Yorum:

Palyatif tedavilerin sonu

Geçen haftalarda “Somali’ye palyatif yardım” başlıklı bir yorum yazmıştım. O yorumda yapılanların gerçekte hiç bir anlam ifade etmediğini sadece yara bandı vasfında olduğunu ifade eden açıklamalar yapmıştım. Aradan çok kısa bir süre geçmesine rağmen olay o noktaya vardı.

Neydi o gündem? Bugün kim Somali’den bahsediyor? Neydi o televizyonlardaki, gazetelerdeki görüntüler? Bugün hangi gazetede veya televizyonda Somali var? Neydi o yardım toplama kampanyaları? Bugün Ajda Pekkan dışında ilgilenen kim kaldı? Yarın, öbür gün o da bitecek. Yoksa o yardım toplamaların arkasında birazda bizim cebe girer psikolojisi mi vardı? Yoksa Somali’de açlık sorunu sona erdi de bizim haberimiz mi yok? O son derece şefkatli yardım kuruluşları neden artık Somali ile ilgilenmiyor?

Çözümler reel olmalı, uygulanabilir olmalı. Tasavvufi, mistik, insanın iyi davranışına endeksli çözümler çökmeye mahkumdur. Geçen haftalarda tartıştığımız Adil Düzende askerlik meselesinde de Akevler Adil Düzenin reel olarak sistematize edilmiş askerlik düzeni ile Cengiz Demirci’nin düşündüğü, kişilerin iyi olmasına dayanan hayalci askerlik düzeni arasındaki fark da budur. Birisi sistematik bir şekilde insanları iyi olmaya götürürken, diğeri kişiler iyi olmazsa “yapacak bir şey yok, ölürüz, köle oluruz” felsefesine dayanmaktaydı. Hatta o kadar ki “biz yatalım, başka ülkeler bizi korusun” düşüncesi ile sonuçlanıyordu. Bugün örneğini gördüğünüz Somali’ye yardım meselesi de aynen böyledir. Reel değildir, geçicidir, palyatiftir, sürdürülebilir değildir.

Adil Düzen referansı Kuran olan, insanların dünya hayatının bir cennet gibi olmasını amaçlayan, reel çözümler getiren bir İslam düzenidir. Bu İslam düzenini ilk kuranlar Mukarrebler, koruyan, kollayan, gözetenler müminler, bu düzende yaşayanlar ise müslimlerdir. Adil Düzenin getirdiği çözümler sistematizedir ve reeldir. Çünkü kaynağı Kuran’dır. Çünkü kâinatı yaratan ve kitabı indiren bütün her şeyi sistematize etmiş ve belirli kurallar içinde döndürmektedir. Bizden de aynen bunu yapmamızı istemektedir. Bunun yolu da Adil Düzen’den başkası değildir.

 

 

Lütfi Hocaoğlu


YorumcuYorum
ziya küçük
03.10.2011
11:51

Adil Düzen'in laiklik anlayışını merak ediyorum.Açıklarsanız sevinirim.

İnancınız doğrultusunda kanunların yapılması gerek ve bu kanunlar altında yaşamalısınız. O zaman da inanç devlete müdahale etmiş olmuyor mu?

Müdahale etmediği zaman da Allah'ın hükmü ile hükmetmemiş oluyorsunuz. Bu sorunu nasıl çözüyorsunuz?

Lütfi Hocaoğlu
03.10.2011
14:54

Adil Düzen'de insanların istediği kanunlar altında yaşamaları bucak sistemi ile sağlanır. Tabi burada kastedilen kamu hukuku ya da ceza hukukudur. Özel hukuk ise zaten kişilerin mezheplerine (özel sözleşmelerine) göredir.

Tabi bu durumda şu sorulabilir? İki kişi davalı-davacı oldu, ikisi de ayrı mezhepten, neye göre hüküm verilecek? Bu durumda eğer dava kamu davası ise yani ceza hukuku ile ilgili ise suçun işlendiği yerin kamu hukukuna göre karar verilir. Eğer özel hukukla ilgiliyse suçu ispat etme mükellefiyeti olmayan kimsenin mezhebine göre yargılama yapılır.

Adil Düzende laiklik insanların inanç dışı yaşaması değildir. Zaten bu saçmadır. Adil Düzende laiklik herkesin kendi inandığına göre yaşamasıdır. Birisi kendi istediği gibi yaşanan bucağa her zaman hicret etme hakkınsa sahiptir. Bulunduğu bucakta mal varlığı varsa, devlet onu raic bedeli ile almak zorundadır. Bunu satar ve başka bucağa hicret eder.

ziya küçük
03.10.2011
16:04

Genel düzende devlet bucaklara karışmayacağı için isteyen Kurana göre kamu hukuku kurar isteyen roma hukukundan ? Doğru mu anlıyorum?

Peki müslümanlar hukuklarını , ekonomilerini Kurana göre tanzim etmek zorunda mıdırlar? Yani Kuran bunu emrediyor mu?

Lütfi Hocaoğlu
03.10.2011
16:16

Evet, kendi kamu hukukunu kurar. Zaten bu baskının olmadığı düzenin adı İslam dini yani barış düzenidir.

Müminlere Kuran'a göre hareket etmeleri emrediliyor. Müminlerin Hıristiyan veya Yahudiler gibi ehl-i kitabın bucağında onların dayanışması altında bulunmaması emrediliyor. Bu Kuran'da onları evliya yani veliler yani koruyucular edinmeyin şeklinde söyleniyor. Meallerde ise dost edinmeyin şeklinde tercüme ediliyor. Oysa dost kelimesinin Arapçası Halil'dir. Veli kelimesi ise aynen Türkçe'deki gibidir. Yani bir mümin ancak Kuran'a göre hükmedilen bir bucakta yaşar.

ziya küçük
03.10.2011
16:24

Neden onlarla dayanışma kuramıyoruz? Evlenilebiliyor üstelik ve onlar da hak din değil mi?

Bir de bucakların idari sınırları nasıl belirlenecek? Günümüzde evler içi içe, Belki yan yana iki apartman farklı bucaklarda olabilir?

Lütfi Hocaoğlu
03.10.2011
18:31

Onların kurduğu dayanışma ortaklıklarına müminler giremez. Müslimler girebilir. Kuran'da onları evliya edinmeyin diyor. Bu sebeple onların koruması altına müminler giremez.

Bucaklarda idari sınırlar yerine göre çizilir. gerçekten yan yana iki apartman iki ayrı bucakta olabilir.

Lütfi Hocaoğlu
04.10.2011
10:04

فَرِحَ الْمُخَلَّفُونَ بِمَقْعَدِهِمْ خِلَافَ رَسُولِ اللَّهِ وَكَرِهُوا أَنْ يُجَاهِدُوا بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنْفُسِهِمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَقَالُوا لَا تَنْفِرُوا فِي الْحَرِّ قُلْ نَارُ جَهَنَّمَ أَشَدُّ حَرًّا لَوْ كَانُوا يَفْقَهُونَ 81 فَلْيَضْحَكُوا قَلِيلًا وَلْيَبْكُوا كَثِيرًا جَزَاءً بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ 82 فَإِنْ رَجَعَكَ اللَّهُ إِلَى طَائِفَةٍ مِنْهُمْ فَاسْتَأْذَنُوكَ لِلْخُرُوجِ فَقُلْ لَنْ تَخْرُجُوا مَعِيَ أَبَدًا وَلَنْ تُقَاتِلُوا مَعِيَ عَدُوًّا إِنَّكُمْ رَضِيتُمْ بِالْقُعُودِ أَوَّلَ مَرَّةٍ فَاقْعُدُوا مَعَ الْخَالِفِينَ 83 وَلَا تُصَلِّ عَلَى أَحَدٍ مِنْهُمْ مَاتَ أَبَدًا وَلَا تَقُمْ عَلَى قَبْرِهِ إِنَّهُمْ كَفَرُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَمَاتُوا وَهُمْ فَاسِقُونَ 84

Bundan önceki ayetlerde müslimlerden kafire dönüşenler anlatılmaktadır. Bu ayetlerde müminlerden savaştan kaçanların durumu anlatılmaktadır. Bunlar savaş sırasında savaşa gitmemişlerdir. Ancak burada ilginç olan bir şey vardır. Resul savaşın ortasında bir sebeple veya savaş sonlanınca geri gelmekte, savaşa katılmayanlar ya devam eden savaşa ya da sonraki savaşlara katılmak için izin istemekte, ancak resule emredilen “ebediyen onunla beraber sefere çıkamayacakları ve onunla beraber düşmanla savaşamayacaklarını söylemesi” oluyor. Arkasından gelen cümle bunun sebebini açıklıyor: “Siz önceden bir kere oturmaya razı oldunuz.” Arkasından gelen cümle bundan sonraki durumlarını açıklıyor: “Arkada kalanlarla beraber oturun.” Bu cümleden olayın daha çok savaş ortasında olduğunu düşünüyoruz. Sonrasında tekrar resule emirler geliyor: “Onlardan ölen herhangi birisinin namazını kılma ve kabri başında durma”. Arkasından onların Allah ve resulüne küfrettikleri ve fasık olarak öldükleri söylenmektedir.

Buradan çıkardığımız sonuçlar:

1.Nöbetli olan birisi savaş sırasında sefere çıkmazsa kâfir olur.

2.Nöbetli birisi kâfir olduktan sonra o başkanın yanında tekrar nöbetli olamaz. Çünkü ebediyyen artık o resulle beraber sefere çıkamaz ve düşmanla savaşamaz. Eğer tekrar nöbetli olabilselerdi öldükten sonra cenaze namazlarını kılmama emri olmazdı. Bu durum onların ölene kadar bu şekilde kalacağını gösterir. Ancak Nisa 137’de

إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا ثُمَّ كَفَرُوا ثُمَّ آمَنُوا ثُمَّ كَفَرُوا

denmektedir. Yani iman eden, sonra küfreden, sonra iman eden, sonra küfreden şeklinde imandan küfre geçişleri anlatmaktadır. Bu durumda bu iki ayeti birlikte analiz edince, iman ve küfürlerin “önceki içtihatlara uygun olarak” ancak yer değiştirme, yani başka bir başkanın bucağına mümin olarak girme ile olabileceğini göstermektedir. Yine aynı yerde tekrar nöbetli olamayacaklarının bir diğer delili de

أَوَّلَ مَرَّةٍ

ifadesidir. Önceden bir kere oturmalarının bu durum için yeterli olduğunu göstermektedir.

3.Kâfir olan birisini bulunduğu yerden çıkaramazsınız. Çünkü “ölene kadar orada kalabileceği”

hatta orada gömülebileceği ayetin devamından anlaşılıyor. Bu durum daha önceden bizim söylediğimiz “müminlikten dönen o bucağı terk etmek zorundadır” içtihadına terstir ve o içtihat yeniden gözden geçirilmelidir. Bu noktada tekrar düşünmemize vesile olan Cengiz beyden Allah razı olsun.

ziya küçük
04.10.2011
12:08

-Yani Kurana iman eden müminler yahudi ve hristiyanlarla bir arada yaşayamaz öyle mi?

-Müslimler yaşayabilirse(mümin-müslim) fark nedir?

-İnançla ilgili bir ayırım mı var?

-Hristiyan ve yahudiler nöbetli olmak isterlerse ancak kendi bucaklarında mı nöbetli olabiliyorlar?

-Bunlar ülke savunmasına katılmıyorlar mı?

Lütfi Hocaoğlu
04.10.2011
14:55

Bu ayetlerden sonraki ayetlerde tevbe suresinde münafıklar gibi izinsiz bir şekilde savaştan geri kalan 3 müminin durumunu da anlatır. Onlar sebepsiz savaşa katılmazlar, diğer münafıklar gibi yalan sebep beyan etmezler ve bu yaptıklarına da pişman oldukları belli bir dönem gözlemlendikten sonra tevbeleri kabul edilir ve orduya tekrar kabul edilerek nöbetlilik statüleri devam ettirilir.

Evet bu ayetler 102-104. ayetler:

وَآخَرُونَ اعْتَرَفُوا بِذُنُوبِهِمْ خَلَطُوا عَمَلًا صَالِحًا وَآخَرَ سَيِّئًا عَسَى اللَّهُ أَنْ يَتُوبَ عَلَيْهِمْ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ 102 خُذْ مِنْ أَمْوَالِهِمْ صَدَقَةً تُطَهِّرُهُمْ وَتُزَكِّيهِمْ بِهَا وَصَلِّ عَلَيْهِمْ إِنَّ صَلَاتَكَ سَكَنٌ لَهُمْ وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ 103 أَلَمْ يَعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ هُوَ يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِهِ وَيَأْخُذُ الصَّدَقَاتِ وَأَنَّ اللَّهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ 104

Bunlar kendi suçlarını itiraf ediyorlar ve iyi ile kötüyü karıştırdıkları söyleniyor. Ancak bu kimseler için hiç küfrettiler tabiri kullanılmıyor. Yani bu kimseler kafir olduktan sonra tekrar mümin olmuyorlar. Ancak yukarı ayettekilerin kâfir oldukları beyan ediliyor ve onlarla ebediyyen savaşmayacağı belirtiliyor. Bu da yine bizim içtihadımıza uygundur.

Evvele merretin ise önceden bir kere demektir. Yani bu yaptıklarını önceden bir kere yapılması onların kâfir konumuna geçmesi için yeterlidir. Yani artık kâfir konumuna geçtikten sonra o başkan ile beraber ebediyyen savaşa çıkamayacak ve düşmanla kıtal edemeyeclerdir ve bu ayette net ve açıktır. Diğer ayetteki kafir mümin geçişlerinin olabilmesi nedeniyle ancak başka bucağa gitmesi gerekir ki mümin olabilsin. Ancak bu bucağa mümin olarak dönebilmesi için bu bucaktaki başkanın da değişmesi gerekir bu ayetlere göre. Çünkü bu başkan ebediyyen onlarla beraber savaşmayacaktır. Tekrar söylüyorum sonradan gelen ayetlerdekiler ise kafir olarak tanımlanmamışlardır. Onların durumu farklıdır.

Lütfi Hocaoğlu
04.10.2011
15:04

-Yani Kurana iman eden müminler yahudi ve hristiyanlarla bir arada yaşayamaz öyle mi?

Onların yönetimi ve koruması altına giremezler. Girebilmeleri için müslim statüsünde olmaları gerekir. Aynı dayanışmaya girmezler demek bir araya gelmezler demek değildir. Alışverişlerini yaparlar. Birlikte yemek yerler, kız alırlar. Ama Kuran müminleri başkalarının dayanışması altına girmezler.

-Müslimler yaşayabilirse(mümin-müslim) fark nedir?

Müslimler savaşmayanlardır. Bedel vererek savunmaya ve nöbetlere katılmayanlardır.

-İnançla ilgili bir ayırım mı var?

Sadece Kuran müminleri için vardır. Diğerleri için yoktur. Kuran mümini ise başka inançta olanların dayanışması altına giremez.

-Hristiyan ve yahudiler nöbetli olmak isterlerse ancak kendi bucaklarında mı nöbetli olabiliyorlar?

Onlar kendi bucaklarının korumasını yaparlar. Kendi bucaklarının mümini olurlar. Nöbetli olarak cizye vermezler.

-Bunlar ülke savunmasına katılmıyorlar mı?

İlde ve ülkede mümin olarak ülke savunmasına katılabilirler.

ziya küçük
04.10.2011
17:11

İnançlar farklı olduğu için mi dayanışma ortaklığı kuramıyorlar?

Lütfi Hocaoğlu
04.10.2011
19:25

Ben örnekleri ve çıkarımları ayetten yapıyorum. 84. ayete dikkatli bakın: Onlar Allah ve resulune küfrettiler diyor.

Bu ayette resule emir var: EBEDİYYEN onlarla beraber savaşmama emri var. Öldükten sonra bile namazlarını kılma diyor. Emir has ifadedir. Has ifadeler takyid edilmezse aynen geçerlidir. Burada bu has ifade takyid edilmemiştir. Yani burada kafir olanlar bir daha o başkanla beraber savaşamayacaklar demektir. Bu gayet açık bir ifade. Ancak diğer ayette küfredip, sonra iman edenlerden bahsediyor diyoruz. O başkanla beraber iman edemeyecekleri buradan açık ve net anlaşılıyor. O zaman başka yerde iman etmeleri gerekir. Bu da gayet açık. Zaten evvele merretin ilk grup için söyledim, ikinci grup için değil. Eğer sizin dediğiniz gibi tekrar aynı başkanın yanına dönebiliyorsa bu ayetteki ebediyen onunla savaşmayacakları emri ve öldüklerinden bile başkanın onların namazını kılmaması, kabri başında durmama emri saçma olmaz mı?

İkinci grup ise dediğiniz gibi ve benim dediğim gibi farklıdır. Kendileri itiraf etmiştir. Pişman olmuşlardır. Ama ayette onlar için küfrettiler dememektedir. Yani kafir olup geri iman etmemişlerdir.

Lütfi Hocaoğlu
04.10.2011
19:28

İnançlar farklı olduğu için mi dayanışma ortaklığı kuramıyorlar?

Hikmetleri çok farklı olabilir. Ancak ayette onları veli edinmeyin dediği için biz bu çıkarımı yapıyoruz.

Lütfi Hocaoğlu
04.10.2011
19:42

İman edenlere cuma namazı farzdır. CUma namazı bucakta kılınır. Yahudi ev Hıristiyanların bucağında cuma namazı olmadığı için orada Kuran mümini mümin olamaz.

Lütfi Hocaoğlu
05.10.2011
08:47

Ebeden -dıkça anlamında değildir. O anlamda kullanılan kelime ma dame kelimesidir. Ebeden sonsuz ya da sonu belirsiz anlamındadır. Ancak burada sadece ebeden değil, cenaze namazını kılmama emri vardır. Yani ölene kadar hatta öldükten sonra geçerli olan bir emir vardır.

Burada emir has ifadedir. Has ifadeler takyid edilmedikçe mutlaktırlar. Takyid edilenler mukayyeddirler. Mutlak emir aynen gerçekleştirilir. İstisna getirilemez. Usul-u fıkıh ifadesi ile "Has ifadeler tahsis edilmez, âm ifadeler takyid edilmezler." Eğer başkan onlarla beraber artık savaşa çıkarsa has ifadeyi tahsis etmiş olur ki usul kaidelerine terstir. Bunun hikmeti de bana göre kişileri savaştan kaçmadan caydırmadır. Yani sonunda gelecek olan öyle bir yaptırım vardır ki müthiş bir dışlanmadır. Bu da denge için kurulmuş bir mekanizmadır bana göre.

Buradaki ifadenin mutlak olması nedeniyle artık asla bu komutana pişman olamazlar diyorum. Başka yere gidip geri dönseler bile bu komutan orada başkan oldukça yine ona pişman olamazlar. Bunun en temel sebebi başkana Allah tarafından verilen emrin mutlak olmasıdır.

Elbette ki bu bizim içtihadımızdır. Yanlış olabilir. Ama benim bildiğin usul kaideleri ile bu sonuca varabiliyorum.

Ve-s selam.

ziya küçük
05.10.2011
09:24

Avrupa Birliği de bir nevi hristiyanların dayanışma ortaklığı hüviyetinde. Böyle olduğu için mi girilmesine karşısınız?

Müslümanlarda böyle bir birlik kurabilir o zaman ve ona girilebilir.

Lütfi Hocaoğlu
05.10.2011
17:52

Adil Düzende bu tip birlikler yoktur. İnsanlık vardır. Devletler arası sorunlar hakemlik müessesesi ile çözülür. Müslümanların kurduğu veya kuracağı birlikler için de geçerlidir. Onlarda yoktur Adil Düzende.





Sayı: 120 | Tarih: 2.10.2011
Ahmet Hakan
Somali konseri
Palyatif tedavilerin sonu
2011 Okunma
17 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Zülfü Livaneli
tluk sembolü değilmiş
akevler,adil düzen ve zeytinyağı kalitesi
1239 Okunma
Ali Bülent Dilek
Mahir Kaynak
Ezbercilik
Ekonominin müspet ilmi
1215 Okunma
2 Yorum
Süleyman Karagülle
Taha Kıvanç
Kitap için ağaç kesmek gerekmiyor
Geleceğin kitapları
1178 Okunma
Ahmet Kirtekin
Mehmet Şevket Eygi
Allah'tan ümit kesilmez
Hiçbir zaman kesilmez!
1168 Okunma
Emine Hocaoğlu
Ruhat Mengi
BDP, PKK’nın siyasi kanadı mı, değil mi?
Yorumsuz
1147 Okunma
Vahap Alma
Ruşen Çakır
Yeni bir başlangıç, yeni bir umut!
Adil Düzen Anayasası
1112 Okunma
2 Yorum
Tayibet Erzen
Ebubekir Sifil
Mayınlı Alan
Adalet Özlemi
1052 Okunma
Zafer Kafkas


© 2024 - Akevler